SON EKLENENLER
latest

16 Kasım 2014 Pazar

telâkî / telâkki


telâkî

isim / Arapça

birbirine kavuşma, mülâki olma:

  • Her telâkide bir hayal-i firak
  • telâkî-i ahbab

(Bu kelime, aşağıda gelecek olan “telâkki” ile karıştırılmamalıdır.)

 

telâkki

isim/Arapça

anlayış, kabul, görüş:

  • zamanın telâkkisi.

 

telâkki etmek

fiil

kabul etmek, saymak:

  • Bunu bir mecburiyet telâkki ediyorum

 

(Her iki kelimede de “k” sesi kalın okunur.)

 

 

BİR ATASÖZÜ

Geçinmeyene dokuz koca, okumayana dokuz hoca az gelir.

 

BİR DEYİM

Boynu hırsız kedi boynuna dönmek: semirmek.

7 Kasım 2014 Cuma

Ağaç Kasidesi

Halil Nihad Boztepe

 

Şeker konuştum, efendim, inan, şeker yazdım.

Fakat inan yine, bazan da tuz biber yazdım!

 

Bu ömr içinde neler geldi, geçti, ibrettir.

Olup bitenleri gördüm, duyup keder yazdım.

 

Bakınca dünküne gördüm bugünkü hali fena

Yarınki hali de tahmin edip beter yazdım

 

Elimdebir kalemim vardı, yani KÂTİP’tim.

A dilci, sanma ki oldum da SEKRETER, yazdım.

 

Hem ağlatan bir eser, hem de güldüren bir eser

Demek yerinde olur, öyle bir eser yazdım!

 

Arapça, Farsça eserdir, desen de sen ne kadar

O türlü sözlere hiç vermeyip değer, yazdım.

 

Biraz sizin gibiydim, serde dilcilik vardır.

Siz Er dedikçe dövündüm, dedim NEFER yazdım.

 

Siz dedikçe GENERAL, arttı hasretim PAŞA’ya!

Kebap olup ateşinden yanan ciğer yazdım.

 

Görpü sizin elinizden dilin ne çektiğini

Ben oldum en sonu çılgınca dilsever, yazdım.

……

Şu Türkçedir, bu değildir deyip dururken siz,

Dedim: KAZA, ne yaparsın dedim, KADER yazdım.

 

Ne sağ, ne sol diye birşey düşünmedim, başıma

Belâ gelir demedim, etmedim hazer, yazdım!

 

Şu BAŞVEKİL demedim, ya bu BAŞBAKAN demedim.

Ha var, ha yok, SAKA, SAYDAM, SARAÇ, PEKER yazdım.

…..

Bu inkılâb cehaletle öyle harb etti

Ki uykusundan uyandırdı ŞARK’ı GARB etti.

 

Bununla da kaldı zannetme, GARB’ı etti BATI!

Onun da çehre-i memsûha döndü bak suratı!

 

Ne inkılâb, düşün, yok değişmeyen birşey!

EFENDİ sırra kadem bastı, yok HANIM, yok BEY!

 

Değişti terbiye, ahlâk, başkalaştı hayat!

Belirdi bir yenilik, geldi taze, gitti bayat!

 

Neler değişmedi, DÜNYA değişti, oldu ACUN.

Yedirdiler ona erbabı bir ÖZEL macun.

 

Değişti hem yazı, hem dil, değişmedin el’ân!

Kamış kalemle yazarsın değil mi, hem sağdan!

…..

KURUM demek duruyorken denir mi CEMİYYET?

KURUL denilmeli, zira Arapçadır HEYET!

…..

O tatlı Türkçeye bir başka şîve vermek için

Ve mutlaka o uğursuz murada ermek için

Atıl şu yelken açan inkılâb sandalına!

Kapandı medrese yahu, asılma mandalına!

Olur mu hiç dili Türk’ün lisan-ı Osmanî?

O başka devr idi dönmez o devr-i sultanî.

…..

Hayale gelmeyen işler vukua gelmiştir.

Bu inkılâb-ı lisan işte böyle bir iştir.

 

NEBAT’a BİTKİ demişler… Şu bildiğin ottur.

Odur ya ismi değişmez. Nasıl olur deme, dur!

Yabanda bitmedi, dil bahçesinde bitmiştir!

Bir ihtimâm ile has bahçıvan EĞİTMİŞTİR!

Kurumca İLM-İ NEBÂTÂT’a dendi BİTKİBİLİK!

Arapça, Farsça yasak, isteyen desin BOTANİK!

Bugünkü dilci demez ŞEY… Arapça bir söz bu!

Üvey sayılmalıdır, işte NESNE var, ÖZ bu!

Demek ki NESNEBİLİK şimdi İLM-İ EŞYA’dır.

Ne inciler veriyor, bak, BİLİK ne deryâdır!

Bilince şiveyi, tarihe DÜNBİLİK demeli!

Bu dünbelek gibi birşey de olsa bellemeli!

ÖNEMLİ BİR KONU’dur yani BİR MÜHİM MEVZU!

Kaside yazmaya birden uyandı bir arzu.

Asıl lügat EĞİTİM’miş. Demek ki TERBİYE yok.

Bilir miyim neye yok, siz de sormayın neye yok.

Sizin şu olmalıdır sade bilmeniz gereken:

EĞİTMEN oldu MÜREBBİ, MUALLİM: ÖĞRETMEN!

LİSAN TEMİZLENECEK! Öyle gösterir GİDİŞAT!

“TEMİZLENİR, çoğa varmaz” diyor sayın Bay Onat.

Zamane mü’mini CAMİ demez de, der TAPINAK!

Çekinme, gir yine, hâzır ve nâzır orda da Hak.

Müezzinin sesi de TANRI… Ben onun sesine

Ses uydurup derim ALLAH ezan verircesine!

BİTİK, KİTAB’a ve MEKTUB’a dendi, hoş denmiş!

Kitap olurdu yazılsaydı, öyle iş bu deyiş!

BİTİK, KİTAP; ama gel sor BETİK ne? Yazma kitap?

Bu ince farkı eder dilde bellemek icab…

Nedir KİTAB-I MUKADDES, diyorsun… Al, KUT-BİT!

Ne güldün? Özcüye git sor. Dilemre Saim’e git!

…..

Yeter CEHENNEM, İlâhî, yaratma bir de TAMU!

Esirge bir ikisinden Nihâd-ı mâsumu!

Esirge dilciyi hattâ ateşten Allahım,

Yeter o gafile zira benim yakan âhım!

— 1947


29 Ekim 2014 Çarşamba

Camiler ihtiyaç için yapılmaz


Camiler ihtiyaç için yapılmaz.

Camiler İslâm’ın alâmetleridir.

Bulundukları yerin bir İslâm beldesi olduğunu âleme ilân ederler.

Onun için, Müslümanlar, bulundukları her yerde cami yaparlar.

Minarelerle ve kubbelerle oraya İslâm’ın mührünü vururlar.

Hergün, her ezan vakti, Yer ve Gökler Rabbinin birliği ve yüceliği, Âhirzaman Peygamberinin hakkaniyeti göklere ve yere ilân edilir o minarelerden.

Yeryüzü onlarla iftihar eder, göklerin ahalisi onları imrenerek seyreder.

Camilerin ihtiyaç için yapıldığını zannedenler bile, bir yere cami yapmak için, civardaki diğer camilerin dolup dolmadığına bakmazlar.

Üç beş sokak öteye gitmekte zorlanacak hasta ve yaşlıların bulunabileceğini düşünürler.

Tabii ki, bütün bu mülâhazalar, Müslüman olan ve Müslümanlığıyla iftihar eden topluluklar için geçerlidir.

“Şeair” adı verilen İslâm alâmetlerinin bir işlevi de, böyle olanları olmayanlardan ayırmaktır.

18 Ekim 2014 Cumartesi

Makul şüphe yerine soyut kol alır mıydınız?


Somut delil mi, makul şüphe mi?

Aslında her iki şıkkın da kendisine göre riskleri var.

Yerine göre, her ikisi de vatandaş aleyhine sounçlar doğurabiliyor.

Yeni yasal düzenlemelerin bazı durumlarda somut delil yerine makul şüphe şartını getirmesini vatandaş aleyhine sonuçlar doğuracak bir adım olarak yorumlayanlara, vatandaşın “somut delil” şartından da neler çekebildiğini hatırlatmak istedik.

2000 yılında Burdur Cezaevindeki mahkûmlara yönelik olarak düzenlenen bir operasyonda, Veli Saçılık adlı bir mahkûmun kolu iş makinesiyle koparılmış, birçok mahkûm da yaralanmıştı.

Ancak operasyonu gerçekleştirilen jandarma hakkında hiçbir işlem yapılamamıştı.

Çünkü zamanın Valisi, “operasyon sırasında hükümlülere kötü muamele ve işkence yapıldığı ve bunlara göz yumulduğu iddiasının tamamen gerçek dışı olduğu, iddiaların soyut sözden ibaret olduğu ve kanıtlayıcı herhangi bir belge ve bilgiye rastlanmadığı” gerekçesiyle soruşturma izni vermemişti.

Milliyet gazetesi de 7 Nisan 2001 tarihli nüshasında bu haberi “Kopan Kol Soyut Çıktı” başlığıyla duyurmuştu.

13 Ekim 2014 Pazartesi

Nâfile

 

isim / sıfat Arapça. Çoğulu: nevâfil

  1. Mecburî olmadan yapılan şey. Nâfile ibadet: Yapılması mecburî olmayan, ancak yapana sevap kazandıran ibadet. (Bu mânâ, 2. maddede gelecek anlam ile karıştırılmamalıdır.)
  2. Boşuna, beyhude, faydasız. “Nâfile yorulma.”


Kış bahçeleri

Dinmiş denizin şarkısı, rüzgâr uyumakta,

Rıhtım boyu sonsuz bir üzüntüyle karaltı…

Körfez düşünür, Kanlıca mahzundur uzakta,

Mevsim gibi sislenmiş Emirgân, Çınaraltı.

 

Can verdi kışın sunduğu taslarla zehirden,

Her gonca kızıl bir gül açarken yolumuzda.

Üstündeki son dallar ağarmış diye birden,

Pas tuttu bu akşam suların rengi havuzda.

 

Yerlerde gezen hâtıralar var korulukta:

Yapraklar, atılmış nice mektuplara eştir.

Mehtâba çalan sapsarı benziyle, ufukta,

Binlerce dalın verdiği tek meyva güneştir!

 

İçlenme tabiattaki yekpâre kederden,

Yas tutma dağılmış diye kuşlarla çiçekler:

Onlar dönecektir yine gittikleri yerden,

Onlarla giden günlerimiz dönmeyecekler.

— Faruk Nafiz Çamlıbel


 

12 Ekim 2014 Pazar

Mimarî okumalarına nereden başlayalım


Konuğumuz, Mimar Necip Dinç. Dinç sorularımızı cevaplandırdı ve Nuraniyat okuyucuları için Osmanlı mimarisi üzerine okunabilecek bir kitap listesi hazırladı.

Nuraniyat: Mimarlık nedir? Bu sanatın kültür tarihimiz açısından önemi nedir?

Necip Dinç: Mimarlık güzel sanatların plastik bölümüne dahildir. Plastik sanatları vücuda getiren öğeler, form, ışık, gölge ve renktir. Güzel sanat eserleri muhataplarının ruhlarında bedii heyecanlar uyandırdıkları gibi aynı zamanda, onlara beyanda bulunurlar, dinî, tarihî, kültürel mesajlar verirler. Bir milletin diğer sanatları gibi mimarlık sanatı da onun seciyesinden, manevî ve ruhî yapısından örülmekte, o milletin mensup olduğu medeniyet ve kültür zümresinden gelen unsurları barındırmaktadır.

Mimarlık sanatı, bizim kültür birikimimizin temel esaslarındandır. Dolayısıyla bizim mimarlık sanatımıza da, inanç esaslarımız, değer sistemimiz ve zihniyetimiz hayat vermektedir. Aynı zamanda dünya görüşümüz, günlük yaşayışımız, çevre anlayışımız, temizlik alışkanlıklarımız, örflerimiz, âdetlerimiz, komşuluk münasebetlerimiz de mimarlık sanatımızın esaslarını teşkil eden en mühim unsurlardandır.

Nuraniyat: İnançlarımız, değerlerimiz, gelenek ve göreneklerimiz Osmanlı mimarîsinde kendisini nasıl gösteriyordu?

Necip Dinç: Meselâ, özellikle İslâm mimarisinin kemalini bulduğu Osmanlılarda mabetlerin inşasında tevhid inancı hakim olmuştur. Zeminde kubbeye doğru kademe kademe yükselirken, âdetâ kesretten vahdete ulaşılmaya çalışılmış, bütün elemanlarla kubbeye ulaşırken insicamın, âhengin, tenasübün, dayanışmanın en güzel örnekleri verilmiştir. Mekân ve kitle anlayışında yekparelik temin edilmiştir.

“Komşusu aç iken, kendisi tok olarak sabahlayan bizden değildir” hadis-i şerifi mimarlık sanatımızda imaretler, aşevleri, kervansaraylar, tabhaneler (misafirhane) olarak tezahür etmiştir.

İslâmiyette temizliğe verilen fevkalâde ehemmiyetin tezahürü hamamlardır.

Ticarete verilen önem, bu konuda gösterilen titizlik arastalarımızın, çarşılarımızın düzenlenmesinde bir çekirdek görevi yapmıştır.

Evlerin, camilerin, dükkânların, han ve hamamların cephelerine yapılan kuşevleri, hem toplumun zarif estetik anlayışını yansıtmış, hem de hayvanlara gösterilen sevgi ve merhametin müşahhas bir ifadesi olmuştur. Kendisiyle ve bütün kâinatla barış ve uyum içinde olan, böylece İslâm kelimesinin hakikatini merkezine almış olan medeniyet, kuşları bile düşünmüş ve fırtınayı, yağmuru ve kavurucu güneşi hesaba katarak, kuşlara korunmaları ve barınmaları için muhteşem kuşköşkleri, kuşevleri ve kuşsarayları inşa etmiştir.

Sağ elinin verdiğini sol elin görmemesi gerektiği düsturiyle hareket eden toplum, sadaka taşlarını meydanlarda herkes için, ihsan kapılarını da cami girişlerinin iki yanında camilere gelenler için zarif bir şekilde yaparak, ihtiyaç sahiplerinin sıkıntılarını, kimseye bildirmeden, gizlice gidermeleri imkânını sağlamıştır. İmanın, ince ve zarif bir ruhun hayatın her sahasına hakim olduğu bu toplumda ihtiyaç sahipleri de ihtiyaçları kadarını almışlar, kanaat etmişler ve bu sayede de bu müstesna gelenek yüzyıllarca yaşayabilmiştir. Böyle incelikler ve edepler Osmanlı mimarisinin görünmeyen fakat esasını teşkil eden çekirdekleri olmuştur.

Nuraniyat: Osmanlı zamanında şehirlerin kuruluşunda nelere dikkat ediliyordu?

Necip Dinç: Özellikle Osmanlılar bir şehri kurarken öncelikle topografik yapısı üzerine ciddi bir çalışma yapmışlardır. Silueti tamamlayacak şekilde şehrin en yüksek tepelerine Allah’ın evi olan mabedleri yerleştirmişlerdir. Onların etrafında kademe kademe medreselerini, mekteplerini, hastahanelerini, imaretlerini, tabhanelerini, hamamlarını, çarşılarını ve diğer ünitelerini ana merkezlerde, talî merkezlerde de ihtiyaca göre bunların bir kısmını inşa etmişler, meskenlerini bunların etrafında uygun bir düzenle yerleştirerek mahalleler oluşturup, ara ve anayolları ile birlikte, o günkü ihtiyaca cevap veren altyapı ve üst yapılarını oluşturmuşlardır. Fetih yoluyla elde ettikleri şehirlerde mevcut tarihî eserlere dokunmayarak, gerekli tadil ve revizyonları, takviye ve tamirleri yapıp, kendi şehircilik anlayışlarının biçim ve formlarını olabildiğince uygulamışlar, eskiyle yeniyi uyum içinde kaynaştırmışlardır. İstanbul bunun en güzel örneğidir. Burada şunu ifade etmek gerekir ki, umumî olarak Müslüman şehirleri, cami merkezli şehirlerdir. Genellikle camilerin inşasında, yerleşiminde Mescid-i Nebevi’nin plan tarzı esas alınmıştır.

Nuraniyat: Sanat eserleri incelendiği zaman çoğunlukla sanatkârının isminin bulunmadığını görüyoruz. Bunun sebebi nedir?

Necip Dinç: Müslüman sanatkârlar ve baniler bir sanat eserinin ortaya çıkışında kendi tasarruflarına, o eserin vücuda gelmesinde müessir olan sebepler arasında o kadar küçük bir rol biçmişlerdir ki, diğer sebepleri irade eden ilâhî tasarrufun yanında kendi tasarruflarını bir hiç mesabesinde görmüşlerdir. Kendi emeklerini ve gayretlerini kendilerine Allah tarafından bahşedilen bir ihsan olarak telâkki etmişler, şükretmişler ve isimlerini yazmaktan imtina etmişler, “amel-i abdullah,” “amel-i üstaz” gibi ifadeler kullanmışlardır. Meselâ, Aksarayî Tarihinde yazdığına göre, Celâleddin Karatay, meşhur kervansarayının açılışına giderken bir konak mesafe kala geri dönmüş, yerine vekil göndermiştir. Bunun sebebi kendisine sorulduğunda, nefsine bir büyüklenme ve riya gelmesinden edişe ettiğini ifade etmiştir.

***

KİTAP LİSTESİ

Sorularımızı cevaplayan Mimar Necip Dinç, ziyaretçilerimiz için Osmanlı mimarîsi üzerine okunması gereken kitapları seçti:

  • “Türk Sanatı Tarihi Menşeinden Bugüne Kadar Mimarî, Heykel, Resim, Süsleme ve Tezyinî Sanatlar” Celâl Esad Arseven
  • “Mimar Sinan” Abdullah Kuran (Hürriyet Vakfı Yayınları)
  • “Sinan’ın Sanatı ve Selimiye” Doğan Kuban (Tarih Vakfı)
  • “Makaleler” Ekrem Hakkı Ayverdi (İstanbul Fetih Cemiyeti)
  • “Anadolu’nun Selçuklu Çehresi” Sema Ögel (Akbank)
  • “Büyük Konutlar” Sedat Hakkı Eldem (Yaprak Yayınevi)
  • “XX. yy. Mimarlığına Estetik Açıdan Bakış” Prof. Dr. Enis Kortan (Yaprak Yayınevi)
  • “Binçeşit İstanbul ve Boğaziçi Yayınlar” Gürel Sözen (Ak Yayınları)
  • “Le Corbusier Gözüyle Türk Mimarlık ve Şehirciliği” Prof. Dr. Enis Kortan (ODTÜ)
  • “Kendi Mekânının Arayışı İçinde Türk Evi” Prof. Dr. Önder Küçükerman
  • “Osmanlı İmparatorluğu Dönemi İstanbul’undan Kuşevleri” H. Örçün Barşta (Kültür Bakanlığı)
  • “Anadolu Selçuklu Mimarisi ve Moğollar” Oran Cezmi Tuncer (Ağaç)
  • “Şehir ve Mimarî” Turgut Cansever (İz)
  • “Ev ve Şehir” Turgut Cansever (İnsan)
  • “İslâmda Şehir ve Mimarî” Turgut Cansever (İz)
  • “Kubbeyi Yere Koymamak” Turgut Cansever (İz)
  • “Türk Evi” Sedat Hakkı Eldem

2 Ekim 2014 Perşembe

Rehber Ansiklopedisinde Mehmet Akif'e hakaretler

Geçtiğimiz günlerde bir televizyon programında millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy ve büyük müfessir Elmalılı ile birlikte Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerine saldıran ehliyetsiz fetvacının cemaati tarafından yayınlanan Rehber Ansiklopedisi, Mehmet Akif için tahkir ve tezyif eden ifadeler içeriyor.

Ansiklopedinin “Mehmet Akif Ersoy” maddesinde, millî şairimiz hakkında “rastgele din bilgileri edinmek,” “iftira atmak,” “ilmî kifayetsizlik,” “masonları övmek,” “dinde reformculuk” gibi ithamlar yer alıyor.

“Doğrudan doğruya Kur’ân-ı Kerimden ilham almak” da Rehber Ansiklopedisinin Mehmet Akif’e yönelttiği suçlamalar arasında.

Ansiklopedinin Mehmet Akif Ersoy hakkındaki ifadelerinden bazıları aynen şöyle:

“Rastgele edindiği din bilgileriyle, zamânının ve çağın dertlerine şahsî fikirleriyle çâre aramaya kalkışması bâzı hatâlara düşmesine sebep olmuştur.”

“Bunun yanında Sultan İknci Abdülhamîd Hanın memleket için yaptıklarını anlamayıp onun şanına yakışmayacak iftiralarda bulunması; sicilli mason Mısır Müftüsü Muhammed Abduh’u övmesi; bir çalgıcının seslerini nidâ-yı ilâhîye benzetmesi beğenilmiyen belli başlı hususlarıdır.”

“Ahmed Dâvudoğlu, “Dîni Tâmir Dâvâsında Din Tahribcileri” kitabında diğer reformcular gibi, ilhâmını doğrudan doğruya Kur’ân-ı kerîmden almak istediğini bildirmektedir.”

“Ertesi yaz İstanbul’a dönünce Diyanet İşleri Riyâseti tarafından Kur’ân-ı kerîmi tercüme etme vazifesi verildi. Âkif yıllarca çalıştı. Sonunda bu konudaki ilmî kifâyetsizliğini anlayarak vazgeçti.”

Ehliyetsiz fetvacının ve cemaatinin İslâm âlimlerini hedef alan saldırılarıyla ilgili diğer haberlerimiz:




 

28 Eylül 2014 Pazar

Bu resimde Kâbe'yi görebilen var mı?

 

Geleceğin Mekke kartpostallarında Kâbe olmayacak.

Kâinatın kalbi ve mü’minlerin kıblesi Kâbe, civarında yapılan tadilâtlar bittiğinde iyice görünmez hale gelecek.

Mekke Belediyesinden verilen bilgiye göre, bugün Kâbe’nin etrafını çevreleyen yapılar, bu arada Kâbe’nin üzerine kâbus gibi çökmüş bulunan çirkinlik âbidesi kule de yıkılacak; ancak bu çirkinliklerin yerini başka çirkinlikler alacak ve Kâbe bütün bütün gözlerden kaybolacak.

Kâbe’yi görünmez kılacak olan projenin talimatı, Mısır’da Müslümanlara karşı girişilen darbenin sponsorluğunu yapan Hâinü’l-Haremeyn Abdullah bin Abdülaziz tarafından verildi.

Osmanlı zamanında nasıldı?

Oysa kendilerini Hâdimü’l-Haremeyn (İki Harem-i Şerif’in Hizmetkârı) olarak vasıflandıran Osmanlı Padişahlarının zamanında, başka binaların Kâbe ile yarışmasına müsaade edilmez ve sadece Kâbe civarında değil, ülkenin başka herhangi bir yerinde dahi hiçbir camiin minare sayısı bakımından Kâbe ile eşit hale gelmesine izin verilmezdi.

Osmanlı, Kâbe bir yana dursun, başka mâbedlerle dahi diğer binaları asla yarıştırmamaya özen gösterirdi. Bu sebeple, Topkapı Sarayı, Ayasofya Camiinin kubbe eteğini aşmayacak bir yükseklikle inşa edilmişti.



27 Eylül 2014 Cumartesi

Kur'an Buluşmalarında yeni döneme girdik

 

UTESAV organizasyonuyla düzenlenen Kur’ân Buluşmalarında yeni döneme bugün (27 Eylül) girdik.

Her zamanki gibi bu Cumartesi de sabah 07:00’den itibaren Sütlüce’deki MÜSİAD Genel Merkezinde simit, peynir ve çaydan meydana gelen kahvaltımızın başındaydık.

07:30-09:00 arasında da dersimizi yaptık.

Konumuz, Bakara sûresi 152. âyetinde yer alan “zikir” kavramıydı. Bu kavram etrafında, âyet-i kerime ve hadis-i şerifler arasında bir bir buçuk saat boyunca dolaştık.

Katılımcılar arasında hanım kardeşlerimiz de vardı. Her ne kadar duyurularımızda toplantıların bay ve bayan herkese açık olduğunu duyuruyor isek de, fotoğraflarda hanım katılımcı göremeyince tereddüde düşmüşler ve “kapıdan geri çevrilme” endişesiyle gelmişler. Cesaretlerini tebrik ile beraber, bu vesileyle konuyu bir daha açıklayalım ve Kur’ân Buluşmalarının da, onu takiben aynı yerde gerçekleşen Osmanlıca derslerinin de, MÜSİAD üyesi olan veya olmayan, bay veya bayan herkese açık olduğunu hatırlatalım.