SON EKLENENLER
latest

29 Aralık 2017 Cuma

Yılbaşı yahut darağacının gölgesinde eğlence



ÜMİT ŞİMŞEK
Bir idam mahkûmunun son saatlerini mutlu bir şekilde geçirmesini istiyorsanız, ona yapabileceğiniz en güzel sürpriz, affedildiğini ve az sonra serbest bırakılacağını müjdelemektir. Hattâ, bu arada kendisini tepeden tırnağa giydirip üzerine mükellef bir de ziyafet çekebilirsiniz.
İnfaz ânı geldiğinde, önündeki kapının özgür bir dünya yerine darağacına açıldığını gördüğü zaman kandırılmış olduğunu anlasa bile, zavallı mahkûmun hiç değilse bu dünya üzerindeki son birkaç saatinde mutluluğu yakalamış olması ona yapılmış bir iyilik sayılır mı, sayılmaz mı?
***
Eğer bir idam mahkûmuna ömrünün son saatinde yapılan böyle bir “şakayı” gaddarlık olarak düşünüyorsanız, acele etmeyin:
Her birimiz, bir darağacına çıkmak üzere olduğumuzu bize unutturacak tuzaklarla çevrilmiş bulunuyoruz. Hattâ, infaz saatinin yaklaşması bile bizim için başlı başına bir eğlence vesilesi teşkil ediyor. Haftalar öncesinden başlayan yılbaşı eğlencesi hazırlıkları, güle oynaya ölüme doğru koşmaktan başka nedir ki?
Birkaç saatlik bir eğlence için harcanan emeklerin, ortaya dökülen paraların hesabını bilen yok. Eğlence merkezleri, oteller, televizyonlar tarihî bir güne hazırlanıyorlar! O gün için süslenmemiş bir dükkân, özel olarak aydınlatılmamış bir cadde kalırsa, çağdaş yaşamın şeâir hükmündeki ritüellerinden belki de en önemlisi ihmal edilmiş olur! Havaî fişek gösterileri ise, sıradan düğünlerin bile vazgeçilmez unsurları arasında girmişti; yılbaşı gecesinde, belediyelerimizin de katkısıyla, herhalde kişi başına düşen barut miktarında büyük patlamalar göreceğiz.

27 Aralık 2017 Çarşamba

Eğlenen insanların yaklaşan hesapları


Hesapları yaklaştı; ama insanlar hâlâ gaflette, aldırmıyorlar.
Enbiyâ Sûresi, 21:1
ÜMİT ŞİMŞEK
BİR ŞOK verircesine, hayatımızın gerçekleriyle bizi yüz yüze getiren Kur’ân ifadelerinden birini de bu âyette buluyoruz.
Âyet topyekûn bir hesaptan söz ediyor. Ve bu hesabın pek yakın olduğunu ve yaklaşmaya devam ettiğini bildiriyor.
Fakat insanlığın haline, kendi halimize bakıyoruz:
Umursayan yok.
Herkes gaflette, vurdumduymazlık içinde. Nereden gelip nereye gittiğini kimse düşünmüyor. Yarın ne olacağını bilen yok, ama bunu düşünen de yok.
Eğer önümüze bu dünya hayatı içinde elde edilebilecek büyük bir hedef konsaydı, biz bunu ciddîye alırdık. Meselâ dünyanın güzel bir köşesinde birkaç dönümlük arazisiyle birlikte bir saray vaad edilse ve bunun için yıllar boyu çalışmamız istense, bu fiyatı ödemekte cimrilik göstermezdik. (Bir ara ABD’de, “Kırk Yıl Sonra Nasıl Milyoner Olabilirsiniz?” başlıklı bir kitap satış rekorları kırmıştı!) Oysa, öyle bir mülk, insanın eline, ömrünün büyük kısmını, üstelik en güzel çağlarını harcadıktan sonra geçer ve insan orada göz açıp kapayıncaya kadar geçen birkaç yıl yaşadıktan sonra, kazandığı şeyi ardında bırakıp gider.

26 Aralık 2017 Salı

Dünya malıyla şımaranların sonu




İnkâr edenlere gelince, Allah’ın azabından kurtulmak için onlar ne mallarından bir fayda görürler, ne evlâtlarından. Onlar ateş ehlidir; orada sürekli kalacaklardır.
Onların bu dünya hayatında harcadıkları şeyin durumu, kendilerine yazık etmiş bir topluluğun ekinine isabet ederek onu telef eden gürültülü ve dondurucu bir rüzgâra benzer. Aslında onlara Allah haksızlık etmemiştir, onlar kendi kendilerine yazık edip duruyorlar.
Âl-i İmrân, 3:116-117
İnkâr ve isyan ehlinin neye güvenerek Âlemlerin Rabbine karşı geldiği konusu, 178’inci Kur’an Buluşmasının başlıca gündemiydi.
Dünya çapında yaşamakta olduğumuz hadiselerin de apaçık gösterdiği gibi, para ve taraftar çokluğu, Allah’ın ve mü’minlerin düşmanlarını azdıran başlıca iki unsur idi. Ve bunlar, sadece bu dünyada geçici bir süre için bir değer ölçüsü niteliğini taşıyor, ondan sonra da kayıplara karışıp gidiyor ve sahiplerini Allah huzurunda günahlarıyla baş başa bırakıyordu.
Âyet-i kerimelerde bu konuyla ilgili olarak yer alan apaçık tehditlere toplu olarak göz attık. Bugün İslâm âleminin karşı karşıya bulunduğu düşmanlıkların altında yatan aldanmaların da Kur’ân-ı Kerimin haber verdiği durumdan hiçbir farkının bulunmadığını gördük. Bu arada, Müslümanları maddî güçlerine dayanarak esaret altında tutmaya çalışan kuvvetlere şuursuz olarak yardım etmek anlamına gelen davranışlar üzerinde de durduk.

UTESAV organizasyonuyla MÜSİAD’ın Sütlüce’deki genel merkezinde gerçekleşen Kur’an Buluşmaları, Cumartesi sabahları 7:00’de kılınan sabah namazı ve onu takiben ikram edilen simit-peynir-çaydan mürekkep bir kahvaltı ikramıyla başlıyor ve 7:30-9:00 arasında sunumlu olarak cereyan ediyor.
Kur’an Buluşmalarında hanımlar için de yer ayrılmış bulunuyor.

Ters Piramit: Giriş paragrafı - 4





ÜMİT ŞİMŞEK

Genel olarak, etken fiiller edilgen fiile tercih edilmelidir. Ancak edilgen fiillerin de kullanılacağı yerler vardır. Etken fiiller, olayı doğrudan ve daha anlaşılır bir şekilde anlatırlar, eylemi yapan şeye / kişiye dikkati çekerler; bu bakımdan genellikle daha etkilidirler.
Freni patlayan beton mikseri evin yatak odasına daldı.
İsrail Kudüslü 138 aileyi daha evsiz bırakacak.
Bazan olayın faili değil, nesnesi önem taşıyabilir; yahut dikkati nesneye çekmek veya nesnenin mağduriyetini vurgulamak isteyebilirsiniz. Bu durumda edilgen fiil kullanmak cümleyi daha etkili hale getirir:
Bosna Kasabı Miladic ömür boyu hapse mahkûm oldu.
İlâhiyat Fakültesi mezunlarına öğretmenlik kapısı kapandı.
Giresun’un bir köyünde kullanılan “kuş dili” Dünya Kültürel Mirasına aday gösterildi.
Mülteci çocuklar konusunda Türkiye dünyaya örnek gösterildi.

21 Aralık 2017 Perşembe

Ters Piramit: Giriş paragrafı - 3





ÜMİT ŞİMŞEK
Sadece giriş paragrafı için geçerli bir kural: Haberin konusu birisinin söylediği bir söz ise – meselâ bir açıklama, konuşma, beyanat, bildiri gibi – “dedi” fiilini mümkün olduğu kadar kullanmamaya bakın. Onun yerine “meydan okudu / açıkladı / müjdeledi / bombaladı / inkâr etti” gibi fiiller cümleyi daha canlı ve etkili kılacaktır. Ancak bu kaideyi haberin bütününde kullanmaya devam etmenin ve her nakil cümlesini “dedi” yerine başka bir fiille bitirmeye çalışmanın, ifadeyi yapmacık hale getirme potansiyeli vardır.
Genel olarak haberde, özel olarak da giriş cümlesinde, okuyucunun zihninde canlandırabileceği somut ve güçlü fiiller kullanın. “Olmak” fiilini ve bunun benzeri olan “cereyan etmek, vuku bulmak” gibi zihinde somut bir anlam çağrıştırmayan kelimeleri bütünüyle kullanım dışı bırakmaya çalışın:
“Bugün İstanbul’da 37 derece ile yılın en sıcak günü oldu” yerine:
İstanbul bugün 37 derece ile yılın en sıcak gününü yaşadı.
“Fransa Cumhurbaşkanı Macron, AB liderlerine Türkiye ile diyalog çağrısında bulundu” yerine:
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, AB liderlerini Türkiye ile diyaloga çağırdı.

19 Aralık 2017 Salı

Ters Piramit: Giriş paragrafı - 2





ÜMİT ŞİMŞEK
Giriş paragrafı ile ilgili olarak dikkate alınması gereken başlıca hususlar:
Sadece giriş paragrafında değil, haberin hiçbir bölümünde hüküm bildiren cümle kullanmayın. Daha doğrusu, siz hüküm vermeyin. Kendi görüş ve yorumlarınızı başta yazı türlerinde dile getirebilirsiniz; haber ise, olup bitenleri olduğu gibi okuyucuya aktaran bir yazı türüdür. “Sürekli yaz saati uygulaması kaldırılmalıdır” veya “yanlıştır, hatâlıdır” gibi ifadeler bir haber cümlesi olamaz, ancak yorum türünden yazılarda, yazarın kendi kanaati olarak kullanılabilir. Haber cümlesinde ise böyle bir ifade, ancak bir uzmanın – veya sözü haber değeri taşıyan önemli bir kişinin – söylediği söz olarak, “Filan kişi veya kuruluş sürekli yaz uygulamasına karşı çıktı” yahut “Bu uygulamadan dönülmelidir dedi” şeklinde yer alabilir.
Bir hatırlatma: Bazan “haber” kılığına girmiş yorumlarla da medyanın hemen her türünde karşılaşabilirsiniz. Böyle haberlerde geçen yorumların genellikle faili meçhuldür: “İlçe kaymakamının başka yere tayini tepkiyle karşılandı”; “Bakanın açıklaması, istifa edeceği yönünde bir işaret olarak yorumlandı” gibi. Bu tür ifadelerle karşılaştığınız zaman, “Kim?” sorusunun sorulmasını gerektiren yerdesiniz demektir. Eğer cümlenin faili belirtilmiyor veya müphem ifadelerle (“halk, Bakanlığa yakın çevreler” gibi) geçiştiriliyorsa, bu sorunun cevabı da haber yazarının kendisi demektir.

18 Aralık 2017 Pazartesi

Cemaatten kopmamak

PROF. DR. İSMAİL LÜTFİ ÇAKAN

Günün acı gerçeği

Geçtiğimiz günlerde bir grup müslüman ile ümmet olma bilinci üzerine sohbet edip dertleştik. Mevcut dini yapıların, istemeden de olsa gözle görülür bir farklılaşma, birbirleriyle ilişkilerinde derinden derine bir kopma yaşadıklarını dostça tespit ettik. Oysa bu yapıların önderleri dışında müştereklerinin ve mukaddeslerinin büyük ölçüde aynı olduğunu, aralarında sadece uygulama ve söylem yönünden farklılıklar bulunduğunu, bunun da normal kabul edilebileceğini paylaştık. Ne var ki, bu tabiiliğe rağmen birbirleriyle ilişkilerinde tam bir rekabet ve dolayısıyla da kopuş tavrını yansıtan davranışlar görüldüğünü üzülerek kaydettik.

Ümmetin birliğini ve bütünlüğünü pekiştirmesi beklenen söz konusu dini cemaat ve yapıların garip bir şekilde ayrılık sebebi niteliğine kaydıkları gerçeğini daha fazla vakit kaybetmeden yine kendilerinin olumlu yönde değiştirmeleri gereğini vurguladık, temenni ettik.

Sohbet boyunca, soğukkanlı ve hakaretten uzak değerlendirmeler yaptıkça, katılanların birer ümmet bireyi olarak mensubiyetleri ne olursa olsun, sesli özeleştiri yapmanın verdiği vicdani rahatlama ve sorumluluklarını tüm boyutlarıyla (cihad-ı ekber) “büyük cihad[1] bilinci içinde hissettiklerine ve bunu biraz farklı ifadelerle de olsa dile getirdiklerine tanıklık ettik. Netice olarak da değişik isimlerle kendilerini farklı grupların içinde ellerindekilerle yetinmekle avunduklarını, halbuki öteki grup mensuplarıyla zaman zaman bir araya gelip dostça görüş alış-verişinde bulunmalarına -ümmet bilinci adına- büyük ihtiyaç olduğu itirafını paylaştık. Giderek bireyselleşen beşeri ilişkilerin verdiği rahatsızlıkları, gruplar seviyesinde de yaşamanın büyük bir sosyal çöküşü hazırladığını, “bir ve beraber sanılanların kalbî ve duygusal farklılıklarını[2] yaygınlaştırdığını ne yazık ki kabullenmek zorunda kaldık.

Günün birincil görevi

Bu duruma elbette çare aramak ve çözüm bulmak için çalışmanın, samimiyetle gayret göstermenin, müslüman gruplar arası diyaloglar, birliktelikler gerçekleştirmenin, günümüzün birincil görevi olduğu ortadadır. Farklı grup isimleriyle anılan din kardeşlerimizden kopup uzaklaşarak değil, -ümmet bilincinin tabii gereği- safları sıkı tutup birliktelik fırsatlarını yoksa icad etmek; varsa, artırmak suretiyle “günün birincil görevi”ne sahip çıkılabilir. Bu konuda ilk hareketi başkalarından beklemek, bu hayırlı işte gönülsüzlük anlamına gelir. Konuya ait teşebbüs yarışmasına öncülük yapmak ve tanıklık etmek ise büyük bir bahtiyarlıktır.

Birliktelik fırsatlarının artırılması hizmeti, ocak gayreti ile hareket etme eğiliminde olan grupları ve daha ötede ümmet fertlerini dikkate alarak, cemaat önderleri tarafından başlatılıp kolaylaştırılmalıdır. Bu da önderlere düşen günün birincil görevi durumunda gözükmektedir.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, “benim ve ashabımın yolu üzere olanlar” diye çerçevesini çizdiği Kitap-Sünnet  bağlıları topluluğu (“cemaat”) içinde kalabilmek ancak bu yolla mümkün olacaktır. Aksi ise, korkarız, Âkif merhumun şu mısralarını paylaşmak anlamına gelecektir:

“Şu vahdet târumâr olsun” deyip saldırma İslâm’a

Uzaklaşsan da imandan, cema’atten uzaklaşma.

İşit, bir hükm-i kat’î var ki istînafa yok meydan:

“Cemaattan uzaklaşmak, uzaklaşmaktır Allah’tan!

…….

Nasıl yekpâre milletler var etrafında bir seyret,

Nasıl tevhîd-i âheng eyliyorlar, ibret al, ibret! [3]

Ümmet’in birliğine hizmet etmeyen eğilimler, gayretler, gruplar ve yapılar iddiaları ne olursa olsun, böylesine acı bir sonucun paylaşanları olup “ibret al” ihtarının muhatabıdırlar. Oysa tam anlamıyla “mezleka-i akdam/ayakların kayacağı yer” demek olan cemaatten uzak kalmak, “ümmet olma bilinci“nin bütünleştiriciliğinden mahrum olmaktır. Oysa gurup liderlerinin önce bilinç sonra tavır birlikteliğine öncülük ve önderlik etmenin yollarını arayıp bulmaları ve bağlılarına ısrar ve öncelikle bunu telkin etmeleri, hep birlikte “mü’minlerin yolu“nu[4] tutmuş olmak için olmazsa olmaz bir gerekliliktir.  Atalarımız  ne güzel söylemişlerdir: “Sürüden ayrılanı kurt kapar.”

Hablullâhi’l-metîn

Allah’ın ipine (kitabına) hep birlikte sımsıkı sarılın, ayrışıp fırkalaşmayın[5] âyetinin devamında, Müslümanların geçmişteki parçalanmışlıkları/iç düşmanlıkları, Allah Taala’nın, kalblerini birleştirmesi  sonucunda önlenmiş olduğu hatırlatılmaktadır. Daha sonra da söz konusu birlikteliğin, cemaat ruhu ve uygulamasının devamını sağlamak ve sürdürebilmek bakımından “Aranızdan hayra çağıran, iyiliği teşvik edip kötülükten sakındıran bir topluluk/kadro bulunsun[6] diye yol gösterilmektedir.

Ayrıca ve özel olarak, “kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra ihtilafa/anlaşmazlığa düşüp birbirleriyle çekişen/didişen kimseler gibi olmayın. Onlar için büyük bir azap vardır[7] uyarısında bulunulmaktadır. Daha sonraki âyetler de ise, ümmet-i Muhammed ve ehl-i kitabın topluluk/ümmet olarak nitelikleri ve yapıp ettiklerine dikkat çekilmekte, -aralarında farklı kesimlerin bulunmasına rağmen- ehl-i kitabın iman etmiş olmaları halinde kendileri için hayırlı olacağı[8] vurgu- lanmaktadır. “İnsanların iyiliği için yeryüzüne çıkarılmış hayırlı ümmet Müslümanlar”ın[9] ehl-i kitaba örnek gösterilmesi, ümmet-i Muhmmed’in varlığına, yapısına ve niteliklerine uygun davranmak konusunda her dönemde müslüman bireylere ve özellikle de Müslüman grup ve cemaatlere sorumluluklarınının ciddiyetini ihtar anlamına gelmektedir.

Bütün bu gerçekler, Ümmet’in ayrılarak küçük küçük parçalara bölünerek değil, ümmet kelimesinin çizdiği çerçevede mümkün olduğunca birleşerek ve bir araya gelerek bir anlam ifade edebileceğini ve işte o zaman “يدالله مع الجماعة Allah’ın yardım ve kudretinin cemaatle birlikte[10] olduğunu büyük bir mutluluk olarak hayata geçirebileceğini hatırlatmaktadır.

Cemaat kelimesinden herkesin kendi mensup olduğu gurubu, ocağı değil, öncelikle ümmet yapısını, ehl-i sünnet ve’l-cemaat/Kitap ve sünnet çizgisini takip eden mü’minler topluluğunu anlaması lazım geldiği unutulmamalıdır. Çünkü ehl-i sünnet ve’l-cemaat, gruplardan bir grup, cemaatlerden bir cemaat değil, İslam ümmetinin ana gövdesini oluşturan yapıdır.

Ne yazık ki son zamanlarda ehl-i sünnet ve’l-cemaat adına, gereksiz ve asılsız beyanlar, pazarlamalar ve ticaret amaçlı reklamlar ulu-orta yapılmakta ve böylece kendi bindiği dalı kesme gaflet ve basiretsizliklerine şahit olunmaktadır. Ümmet-i Muhammed’in yapısal varlık ve nezaketi, hem sonucu parçalanmaya giden gruplaşmalardan hem de ehl-i sünnet ve’l-cemaati savunma görünümlü polemikten öte bir ciddiyet taşımayan kasıtlı-kasıtsız beyan ve çağrılardan -ne yazık ki- zarar görmektedir.

O halde dindar bireylerin, dini gurup ve yapıların ümmet-i Muhammed için ne ifade ettiklerini ve ne yaptıklarını, büyük bir soğukkanlılık ve derin bir içtenlikle sürekli gözden geçirmeleri gerekmektedir. Bu da tasavvuf ehlinin kemal yolu olarak çokça dile getirdiği murâkabe ve muhâsebenin ümmet düzeyine ulaşması ve ümmet bilincine dönüşmesi demek olacaktır.

Altınoluk, Aralık 2017

[1] “..Reca’nâ ile’l-cihadi’l-ekber” beyanına göndermedir.

[2] el-Haşr ( 59 ), 14

[3] Safahat, “Alınlar terlemeli”, s. 414

[4] en-Nisa (4), 115

[5] Al-i imran (3),103

[6] Al-i İmran (3), 104

[7] Al-i İmran (3), 105

[8] Al-i İmran (3), 110

[9] Al-i İmran (3), 110

[10] Tirmizi, Fiten 7; Nesâî, Tahrîm 6

17 Aralık 2017 Pazar

Ehl-i Kitap içinde bir "ümmet-i kaime"

Ehl-i Kitap kaynaklı tehlikelere karşı bizi tekrar tekrar uyaran Kur’ân-ı Kerim, onların içinde imanlı ve dürüst kimselerin bulunduğunu da hatırlatmadan geçmiyor.

Kur’an Buluşmalarının 177’nci bölümünde okuduğumuz âyetler de bu yönde hatırlatmalar içeriyordu.

Kur’ân-ı Kerim, gerek Yahudilerden, gerekse Hıristiyanlardan iman eden ve sadece iman etmekle de kalmayıp iyiliği yaymak ve kötülükten sakındırmak için gayret harcayan ve hayır işlemek için birbiriyle yarışan kimselerin de bulunduğunu bildiriyor ve onların işleyeceği hiçbir iyiliğin karşılıksız kalmayacağını taahhüt ediyordu.

Tabii, bundan bizim de çıkaracağımız dersler vardı:

Biz de en kötü bir topluluğun içinde bile iyi insanların bulunabileceğini dikkate almalı, kimseyi başka birinin işlediği kötülük sebebiyle suçlamamalı ve adaletten hiçbir zaman ayrılmamalıydık.

Ayrıca, “Ehl-i Kitap” deyiminin geniş mânâsıyla ilim ehlini de içine aldığını düşündüğümüzde, bilim adamları içinde hakkı ayakta tutan, Allah’a ve âhiret gününe inanan, iyiliği teşvik edip kötülükten sakındıran ve iyilikte yarışan kimselerin her zaman bulunabileceğini hesaba katmalıydık.

Bu arada, âyette geçen “ümmet-i kaime” deyimi üzerinde de durduk ve böyle bir topluluğun âyette sayılan niteliklerini inceledik.

UTESAV organizasyonuyla MÜSİAD’ın Sütlüce’deki genel merkezinde gerçekleşen Kur’an Buluşmaları, Cumartesi sabahları 7:00’de kılınan sabah namazı ve onu takiben ikram edilen simit-peynir-çaydan mürekkep bir kahvaltı ikramıyla başlıyor ve 7:30-9:00 arasında sunumlu olarak cereyan ediyor.

Kur’an Buluşmalarında hanımlar için de yer ayrılmış bulunuyor.

14 Aralık 2017 Perşembe

Ters Piramit: Giriş paragrafı – 1





ÜMİT ŞİMŞEK

Giriş

Haberin girişi, 5N 1K’nın en önemli unsurlarını içine alan bir paragraftır. Esas itibarıyla tek bir cümle olması gerekmiyor ise de, zamanımızın okuma alışkanlıkları ve dikkat dağıtan unsurlar dikkate alındığında, bir haber metninin paragraflarını, özellikle ilk paragraflarını birer cümle olarak düşünmek daha doğru olacaktır. Bu itibarla, “giriş paragrafı” dediğimiz zaman, nadir istisnalar dışında bu “giriş cümlesi” olarak anlaşılmalıdır.
“Giriş cümlesi ne kadar uzun olmalı?” sorusuna verilebilecek kesin bir cevap yoktur. Her ne kadar ortalıkta bazı rakamlar dolaşıyorsa da, bunlar gereğinden fazla ciddîye alınmamalıdır. Bu tür rakamlar ekseriyetle İngilizce literatürden alınmıştır ve meselâ “25 kelimelik İngilizce bir cümle Türkçeye çevrilince kaç kelime eder?” mantığıyla üretilmiştir. Oysa cümleler kelimelerden kurulduğu gibi, kelimeler de hecelerden kurulur; ortalama bir haber veya makaledeki İngilizce kelimelerin çoğunluğu ise tek veya iki hecelidir. Diğer yandan, cümle öğelerinin cümle içindeki yerleşimi de Türkçede farklı bir mantık takip ettiği için, cümle uzunluğu ile ilgili olarak okuma kolaylığı açısından yapılacak bir tesbitin sadece kelime sayısına dayanması güvenilir sonuçlar ortaya çıkarmayacağı aşikârdır. Bunun yerine, “haberin bütünlüğünü bozmayacak şekilde en can alıcı unsurlarını en kısa yoldan ifade edecek bir cümle” dersek, giriş paragrafı için biraz daha gerçekçi bir tarif yapmış oluruz.

12 Aralık 2017 Salı

Ters Piramit modeli - 1





ÜMİT ŞİMŞEK
Ters Piramit, haber yazımında kullanılan yegâne model değilse de, en eski ve en yaygın şekilde kullanılan modeldir. Gazeteciliğin geçirdiği evreler, bu modelin geçerliliğini hiçbir zaman eskitmemiştir.
Bu modelde, haberin özünü teşkil eden, bir başka deyişle haberi haber yapan unsurlar 5N 1K sorularını cevaplandıracak şekilde haberin başında verilir; bunu da gittikçe azalan önem sırasına göre haberin ayrıntıları takip eder.
Ters Piramit modelinin ortaya çıkışı hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bunlardan en yaygın olanı, Amerikan İç Savaşı (1861-1865) ile ilgili olandır. Savaş sırasında telgraf hatlarının sık sık kopması ve diğer imkânsızlık ve aksilikler, haber metninden bir kısmının “yangında ilk kurtarılacak” bölüm olma zaruretini doğurmuştu. Bu bölüm de, tabii ki, haberin ilk cümleleri olacaktı. Ne zaman nasıl ortaya çıkacağı bilinmeyen kesinti başa geldiğinde, okuyucu haberin bütün ayrıntılarına erişemese bile, en azından ne olup bittiğini ana hatlarıyla öğrenmiş olmalıydı. Bu durum da haberin temel unsurlarını ilk cümlelerde toplamak zaruretini doğurdu.
Her ne sebeple gelişmiş olursa olsun, Ters Piramit modelinin habercilikte bazı rakipsiz özelliklere sahip olduğu da bir gerçektir. Bu modelde okuyucu haberin can alıcı noktalarını bir çırpıda kavrayabilir ve devamını okuyup okumama konusunda bir karar verebilir. Gazete editörü açısından, yer darlığı söz konusu olduğunda haberin bütünüyle uğraşmaktansa kuyruğundan biraz kesivermek büyük bir kolaylıktır; çünkü haberin ana kısmı üst taraflarda zaten verilmiştir. Ayrıca, haberin konusuyla ilgili yeni bir gelişme cereyan ettiğinde, editör, yazının bütününe dokunmadan, ilk paragraflarda yapacağı değişiklikle haberi seri bir şekilde güncelleyebilir.

11 Aralık 2017 Pazartesi

İsrail'in itibar notu: zillet ve meskenet



İsrail’in sırtını ABD’ye dayamak suretiyle giriştiği taşkınlıkların arkasında yatan “zillet ve meskenet” damgası, geçen haftaki Kur’an Buluşmasının gündemiydi.
Konumuz olan Âl-i İmrân sûresinin 112’nci âyeti, , Yahudilerin kıyamete kadar yakalarını bırakmayacak olan âkıbetlerini “zillet, meskenet ve Allah’ın gazabı” olarak haber veriyor ve bu âkıbetten ancak “Allah’tan veya insanlardan bir ahid almak şartıyla” kurtulabileceklerini bildiriyordu.
Bugünkü Yahudi taşkınlıklarının arkasında yatan şey de başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin himayesinden başka birşey olmadığı belli idi. Ama bir de bu himayenin, kamuoyu tarafından görülmeyen içyüzü vardı:
İsrail, sürekli aşağılanmak, kapılardan kovulmak, el etek öpmek, yalvarıp yakarmak, ağlayıp sızlanarak kendini acındırmak suretiyle varlığına kavuşmuştu ve bugünkü yöneticileri de kapalı kapılar arkasında yine aynı muameleye tâbi tutulmak suretiyle şenaetlerini devam ettirebiliyorlardı.

10 Aralık 2017 Pazar

Haberin unsurları: 5N 1K - 4




ÜMİT ŞİMŞEK

Niçin?

Bazı haberlerde bu soru pek az önem taşıyabilir veya hiç önemli olmayabilir:
İstanbul’un yüksek kesimlerinde bu akşama doğru kar yağışı bekleniyor.
Facebook, hesaplarından yüzde 13’ünün sahte olduğunu açıkladı.
Bazı vak’alarda da olaya haber niteliği kazandıran en önemli unsur ve unsurlardan biri olabilir ve duruma göre haberin ilk paragrafında da yer alabilir:
İrlandalı müzisyen ve insan hakları savunucusu Bob Geldof, Myanmar’da Müslümanların maruz kaldığı zulüm sebebiyle, özgürlük ödülünü iade etti.
Çin, Almanya’dan bir firmaya ait tişörtlerin toplatılmasını istedi.
Tişörtlerde “Bir Çinliyi yiyin, bir köpeği kurtarın” yazıyor.
İstanbul dünyanın “İnsanlık Başkenti” seçildi.
Uluslararası İnsani Forumu, Türkiye’nin insani yardım konusundaki çalışmalarından dolayı İstanbul’u 2016’nın İnsanlık Başkenti olarak ilân etti.
Veya:
Türkiye’nin insanî yardım konusunda kırdığı rekorlar, İstanbul’a “İnsanlık Başkenti” ünvanını kazandırdı.

9 Aralık 2017 Cumartesi

Haberin unsurları: 5N 1K - 3





ÜMİT ŞİMŞEK

Ne zaman?

Haberin unsurlarından olmakla birlikte, bazı istisnalar dışında, ilk paragrafta yer alması gerekmez. İstisnalar ise, doğrudan doğruya “ne zaman?” sorusunu cevaplandırmaya yönelik bir haber için söz konusudur:
İlçe Seçim Kurullarına itiraz süresi bu akşam sona eriyor.
Gazete, radyo ve televizyonlarda izlediğimiz haberlerde geçen “bugün, yarın, gelecek hafta” gibi zaman bildiren ifadelerin normal olarak bir yanlış anlamaya yol açması beklenmez. Ancak internet medyasında durum böyle değildir. Bir yandan, çeşitli zamanlarda yayına girmiş olan birçok haber bir arada karşımıza çıkabilmekte, bir yandan da bugün yayınladığınız bir yazıya okuyucu günler, aylar, hattâ yıllar sonra erişebilmektedir. Bu bakımdan, zaman unsurunun önem taşıdığı yazılarda zaman bildiren ifadeyi açık tarih ile de desteklemekte fayda vardır:
Sınav sonuçları yarın (13 Ocak Pazartesi) açıklanacak.
Önemli not: Haberi yazarken, bu haberin yayınlanacağı zamanı da hesaba katmanız ve “ne zaman?” sorusunu yazmakta olduğunuz zamana göre değil, yayın tarihine göre belirtmeniz gerekir.

Ehl-i Kitabın salih kulları

Uzunca bir müddettir Âl-i İmrân sûresinin Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili uyarılarını okuyor ve anlamaya çalışıyoruz. Bu defa ise Kur’ân-ı Kerim bir istisna bahsi açıyor:

Yahudi ve Hıristiyanlar içinde “ümmet-i kaime” adını verdiği salih kullardan bahsediyor, onları övüyor ve onların ödüllerinden hiçbir şeyin eksik bırakılmayacağını müjdeliyor.

Yarınki (16 Aralık Cumartesi) 177’nci Kur’an Buluşmasında, Âl-i İmrân sûresinin 113-115’inci âyetlerini okuyoruz.

UTESAV organizasyonuyla MÜSİAD’ın Sütlüce’deki genel merkezinde gerçekleşen Kur’an Buluşmaları, Cumartesi sabahları 7:00’de kılınan sabah namazı ve onu takiben ikram edilen simit-peynir-çaydan mürekkep bir kahvaltı ikramıyla başlıyor ve 7:00-9:00 arasında sunumlu olarak cereyan ediyor.

Kur’an Buluşmalarında hanımlar için de yer ayrılmış bulunuyor.

7 Aralık 2017 Perşembe

Haberin unsurları: 5N 1K - 2





ÜMİT ŞİMŞEK

Ne? / ne oldu? – kim NE yaptı?

Bir olayı haber yapan unsur budur. Yerine göre, 5N 1K’nın diğer unsurlarından vazgeçilebilir. Fakat “Ne oldu?” sorusunun cevabını veremiyorsanız, ortada yazılacak bir haber yok demektir. Aynı sebepten, “Ne?” unsurunun haber içindeki yerinin, giriş paragrafı olması gerekir. Okuyucu, daha daha ilk cümlede, habere konu teşkil eden olayın – bir başka deyişle, haberin – ne olduğunu net bir şekilde anlayabilmelidir.
İlk cümle, haberin en önemli kısmıdır. Bu cümle, okuyucuyu yakalamak ve yazının devamını okumaya onu teşvik etmek için tanınmış bir imkân demektir. Bir başka deyişle, giriş paragrafını yazarken, “Okuyucu bu yazıyı niçin okusun?” sorusuna iyi bir cevap bulmanız gerekir. Bunun için yapmanız gereken bazı şeyler vardır.
Herşeyden önce, olayın en önemli ve ilgi çekici kısmını bulmalısınız. Buna, bir bakıma, olayın “duygusal merkezi” de diyebiliriz. Haber için topladığınız bilgileri bütün ayrıntılarıyla baştan sona dikkatlice gözden geçirin. Bu bilgiler arasında bir önem sıralaması yaptığınızda, hangisi en önde yer alır? Bir başka tabirle, bu verilerden hangisi okuyucuda hayret, öfke, sevinç, şefkat, sempati gibi duygulardan birini harekete geçirebilir?

Haberin unsurları: 5N 1K - 1





ÜMİT ŞİMŞEK
“Haber nedir?” sorusu, bakış açısına göre, çok farklı şekillerde cevaplandırılabilir. Bir ölüm haberi, ölenin yakınları için günün en önemli haberini teşkil ederken, eğer ölen kişi ünlü birisi değilse, başkaları için hiçbir anlam taşımayabilir. Dünya görüşü, ilgi ve merak alanları gibi sebeplerle de kişilerin haber değeri verdikleri hadiseler değişiklik gösterir.
Bütün bu farklılıklara rağmen, bütün haberlerin birleştikleri ortak özellikler de vardır. Eğer bir olay medyada şu veya bu şekilde yayınlanacaksa, ondan bazı şartları taşıması beklenir. Olayın kim için ne kadar haber değeri taşıdığı ayrı bir sorudur; ama o olay kendisine ilgi duyan okuyucu tarafından sorulduğu farz edilen bazı soruları cevaplandırdığı zaman gazetecilik dilinde “haber” halini alır. Bu sorular da, artık herkesin ezberinde yer etmiş bulunan meşhur 5N 1K sorularıdır:

5 Aralık 2017 Salı

Kur'an bu ümmete neler vaad ediyor?

Onlar size sıkıntıdan başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşacak olsalar bile arkalarını dönüp kaçarlar; sonra kimseden yardım da görmezler.

Âl-i İmrân, 3:111

Kur’ân’da “insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet” olarak nitelenen İslâm ümmetine Allah’ın vaad ettiği bazı üstünlükler, 175’inci Kuran Buluşmasının konusu idi:

  • Yahudi ve Hıristiyanlar, bu ümmete zarar veremezler.
  • Onların vereceği zarar ancak sıkıntıdan ibaret kalır, daha ötesine geçemez.
  • Onlar bu ümmetle savaşamazlar.
  • Savaşacak olsalar dahi arkalarını dönüp kaçarlar.
  • Sonra da ne dünyada ve ne âhirette hiç kimseden yardım görmezler.

Tabii, bu vaadler, oturduğu yerden Allah’ın yardımını bekleyen insanlara verilmiş sözler değildi. Bu vaadlere lâyık olmanın ve erişmenin bazı şartları vardı.

Geçtiğimiz Cumartesi günü UTESAV organizasyonuyla MÜSİAD Genel Merkezinde gerçekleşen Kur’an Buluşmasında, bu İlâhî vaadin ayrıntılarını ve şartlarını, Kur’ân-ı Kerim ile Peygamberimizin hadis-i şeriflerinden öğrenmeye çalıştık.

Sunumlu olarak gerçekleşen Buluşmada, eziyet ve zarar kavramları üzerinde, âyet ve hadislerin ışığında durduk. İncelemelerimiz sırasında, eziyet kavramının ve “zarar verme”nin İslâm ahlâkıyla asla bağdaşmayan işler olduğunu gördük. Bu arada, internette yaygın olan tartışma alışkanlıklarının bizi İslâm ahlâkından ne kadar uzaklaştırdığını da not ettik.

Uluslararası Teknolojik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfının (UTESAV) “Erdemli İş Adamı” projesi çerçevesinde 2013 başından bu yana devam eden Kur’an Buluşmaları, Cumartesi sabahları saat 7:00-9:00 arasında MÜSİAD’ın Sütlüce’deki genel merkezinde gerçekleşiyor.

Programımız simit-peynir-çay’dan meydana gelen bir kahvaltı ikramı ile başlıyor, 7:30’dan itibaren de sunum ve onu takiben soru-cevaplarla devam ediyor. İleri saat uygulaması sebebiyle, yarınki Kur’an Buluşması öncesinde de sabah namazı 07:00’de kılınıyor ve arkasından kahvaltıya geçiliyor.

Herkese açık olarak cereyan eden Kur’an Buluşmalarında hanımlar için de yer ayrılmış bulunuyor.

3 Aralık 2017 Pazar

Kadınlar camiye



BÜŞRA KARACA
Bir kaç gün önce Sema hanım’ın Kadınların çalışmasıyla ilgili yazısının altındaki yorumları okurken arada kısaca geçen kadının camiye gitmesi konusuna gözüm takıldı. Bu konu daha önce sitede tartışıldı yazıyordu.
Yıllardır benim için çok mühim olan, Diyanet gündeme getirmeden önce de kalbimde sızısını hissettiğim bu konudaki fikirleri merak ettim.
Neden kadınlar olarak AVM’de, çarşıda, vapurda, okulda, üniversitede, restoranda, piknikte, markette her yerde varız da camide yokuz, cuma namazından bayram namazından mahrumuz diye üzülürdüm. Bu kaygım, erkeklerden ne eksiğimiz var her yerde olmalıyız anlamında saçma bir hevesten değildi.
Biz neden bayram namazı hutbesinde “ve kebbirhu tekbira” sadalarıyla Rabbimizin uluhiyetinin azametinin en yoğun hissedileceği mübarek vakitte, tefekkürler ve ulvi duygularla hemhal olamıyoruz şeklindeydi.
Evde bayram namazından gelecek kocalara kahvaltı hazırlamak gibi sonraya bırakılabilecek boş bir işle meşgulüz, acaba neden böyle bir kültür yerleşmiş biz Türklerde diye hüzünlenmekteydim.
İslam aleminde yaygın uygulama bu değil.

1 Aralık 2017 Cuma

Hatırlanmak istenmeyen örnekler


Muhammed Gazalî’nin “İşlerini kadınlara bırakan milletler mahvolur” meâlindeki hadisin bazıları tarafından yanlış yorumlandığına dair beyanlarını bir önceki bölümde nakletmiştik. Gazalî’nin bu görüşünü destekleyen örneklere devam ediyoruz:
KENAN DEMİRTAŞ
– VI –
SEBE’ KRALİÇESİ
Kadının yöneticiliği konusunda bugün pek çok kimsenin hatırlamak istemediği başka deliller de var ve bunlardan birisi, belki de en önemlisi, Kur’ân’da yer alıyor: Sebe Melikesi Belkıs örneği. İşte bu konuda da Muhammed Gazalî’nin söyleyecekleri var:
“Resulullah (s.a.v.) Mekke’de Ashabına Neml sûresini okumuş ve onlara hikmeti ve zekâsıyla milletini imana ve kurtuluşa götüren Sebe Melikesinin kıssasını anlatmıştı. Vahiyle çelişen bir hükmün hadiste varid olması ise mümkün değildir!
“Sebe Melikesi Belkıs büyük bir saltanat sahibiydi. Kur’ân’da hüdhüd kuşunun dilinden o şöyle anlatılmaktadır:
“ ‘Ben kavmine hükmeden, herşeyden kendisine bolca verilen ve büyük bir tahta sahip olan bir kadın buldum. . . .’”[1]
“Hz. Süleyman Belkıs’ı İslâma davet etti, kendisinden inat edip büyüklenmekten vazgeçmesini istedi. Belkıs Hz. Süleyman’ın mektubunu alınca, ona nasıl cevap vereceğini düşündü.

30 Kasım 2017 Perşembe

Delilik ve cehaletin bini bir para!



KENAN DEMİRTAŞ
– V –
Muhammed Gazalî, Kur’ân’ın kadına verdiği hakların çağımızda kâğıt üzerinde kaldığını belirtiyor ve şu anda kadının gerek aile içinde ve gerekse toplumdaki durumunu bir keşmekeş olarak niteliyor:
“Son asırlarda kadının konumu kötüleşti. Kendisine cehalet ve toplumdan tecrit zorunlu görüldü. Ben bu gelişmelerden Kur’ânî hükümlerin tamamen ihlâl edildiğini anlıyorum; zira Kur’ân’ın bütün hükümleri kadının yararına yöneliktir. Örneğin, kadın artık çok nadir olarak mirastan pay galabiliyor. Evliliği konusunda çoğu zaman görüşleri sorulmuyor. Her yüz boşanmadan belki birinde hakkıyla nafakası veriliyor. Mehirlerine riayet edilmiyor. Canı istediği için erkeğin eşini dövmesi normal bir durum sayılıyor. Yani, karı-koca arasında bir problem olduğunda Nisâ sûresinin 35. âyeti gereğince hakem heyetinin kurulması gerekiyor. Ancak kadın böyle bir barış heyeti kurulamayacak kadar değersiz kabul ediliyor ve bu âyet kâğıt üzerinde kalıyor. . . . Asıl dehşet verici olan ise, İslâmı müdafaa eden veya onun adına konuşan kimselerin, tevârüs eden bu keşmekeşi savunmaya kalkışmalarıdır. Çünkü onlar – dar anlayışlı olmaları sebebiyle – İslâmın kendisinin bir keşmekeş olduğunu zannetmektedirler. Delilik ve cehaletin bini bir para!”[1]

29 Kasım 2017 Çarşamba

MEVLİD KANDİLİ MUHASEBESİ VE NİYAZI

PROF. DR. İSMAİL LÜTFİ ÇAKAN

Allah Teâlâ’ya hamd ü senâ, Resulü Hz. Muhammed Mustafa’ya salât u selâm, âl ve ashâbına ve onların yoluna güzelce tabi olanlara saygı ve ihtiram ile sözlerime başlarım.

Dostlar,

Gelin bu Mevlid Kandilinde sizinle birlikte biraz düşünüp, söyleşelim, dertleşelim.

Biz insan ve Müslümanız elhamdülillah. Allah’a ve son resûlü örnek kulu Hz. Muhammed’e, Allah’ın tüm peygamberleri aracılığı ile gönderdiği kitaplara ve peygamberlere -aralarında ayırım yapmaksızın- inanıyoruz. Meleklere, kadere ve bütün içeriğiyle âhiret’e inanıyoruz.

Bu İslâm imanının gereği ve sonucu olarak dünya hayatında “Allah’a kulluk sınavı”nda olduğumuzu biliyoruz. Bu sınavın, sadece bir bilgi sınavı değil, amel ve uygulama sınavı, hayat sınavı olduğunun da bilincindeyizBireysel anlamda ergenlik-ölüm arası yaşanan bu sürekli kulluk sınavında sorumluluğun, Allah’a nasıl kulluk edeceğimizin öğretilmesine bağlı olduğunu da biliyoruz. Başarı için biz, rahmeti bol Rabbimin, işte böyle bir yetkiyle görevlendirdiği kılavuz ve rehberlere muhtacız.

İnsanlığın bu en köklü ihtiyacını son kez evrensel çapta karşılamak üzere görevlendirilen son elçi, Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Bir âyette o bize şöyle tanıtılmıştır:

لَقَدْ مَنَّ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولًا مِنْ أَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمْ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ

Gerçek şu ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden, yanlış inançlardan ve inançsızlıktan) onları arındıran, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermek suretiyle Allah, mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur…”[1]

Kendisi de biz ümmeti karşısındaki konumunu  “inne meselî = benim konumum” diye başlayan beyanlarında, değişik açılardan ortaya koymuştur. Neticede de “aleyküm bi sünnetî = Size benim yaşayışımı takip etmek düşer” buyurmuş, bizimle arasındaki ilişkinin ittiba ve uyum ilişkisi olduğunu duyurmuştur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de “..O elçiye uyarsanız, doğru yolu bulursunuz”[2] buyrulmuştur.

Öte yandan Allah Teâlâ, Hz. Peygamber ile aramızdaki ilişkinin temelini “النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنْفُسِهِمْ  = Peygamber, mü’minlere öz nefislerinden daha ileri/önceliklidir[3] diye belirlemiştir. Bu âyet, kimi müfessirlerce -haklı olarak- “Peygamber’in sünnetine uymak, mü’minler için kendi görüşleriyle amel etmekten önde gelir[4] diye anlaşılmış ve açıklanmıştır. Bu sebeple biz artık, “inneme’l-amelü’s-sahih hüve mâ vâfeka’s-sünne = Makbul kulluk, Sünnet’e uygun olan kulluktur” gerçeğiyle karşı karşıya bulunmaktayız.

 Peygamber Efendimiz, yüce rabbimizin emir ve yasaklarının nasıl uygulanacağı görevini, Kur’an-ı Kerim’i hayatıyla örneklendirerek yerine getirmiştir. Yani Peygamberimizin hayatı canlı Kur’an demektir. Bu sebeple Allah Teâlâ onu bize “en güzel hayat örneği” olarak takdim etmiştir.

َ لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا

Andolsun ki sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok ananlar için Allah’ın resûlünde güzel bir örnek (hayat modeli) vardır”[5]

Hz. Âişe validemiz de onun ahlâkını/yaşayışını soranlara “Hz. Peygamberin ahlâkı/yaşayışı Kur’an’dan ibarettir”[6] cevabını vermiştir. Bu sözüyle Hz. Âişe, Kur’ân-ı Kerîm ile Peygamber Efendimizin hayatı arasındaki birlikteliği açık bir şekilde ifade etmiştir. Hz. Peygamberin sünnetini yaşamanın Kur’an’ı yaşamak demek olduğunu bildirmiştir.

Dostlar,

“Hukûku’l-Mustafa”[7] veya “Hukûku’n-Nebî” diye klasik ve modern kültür kaynaklarımızda araştırma konusu yapılmış olan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in biz ümmeti üzerindeki haklarını şöylece sıralamak mümkündür:

  1. Hz. Peygambere İnanmak
  2. Hz. Peygamber’i Sevmek
  3. İtaat etmek
  4. Sünnetine uymak
  5. Getirdiği dini ciddiye almak
  6. Ümmetiyle ilgilenmek
  7. Din kardeşliğini öncelemek
  8. Saygılı davranmak
  9. Salât ü selâm getirmek

 

Dostlar,

Hz. Peygambere uymak, hiç şüphesiz, onun yaşayış biçimine, sünnetine hayatımızı uydurmakla mümkündür. Bir başka deyişle, onun hayatını taklit etmek, iman gereğidir. Bu, asla terim anlamında bir taklit değil, tam aksine İslâm kimlik ve kişiliğinin elde edilmesi için gerekli olan ittiba anlamında taklit demektir. Çünkü sadece Hz. Peygamberin hayatı dindir. Dini yaşamış olmak için onun nezih hayatının -imkânlar ölçüsünde- taklit edilmesi gerekmektedir. Nitekim o, bir hadis-i şerifte bu gerçeği şöyle dile getirmiştir:

وحدثني عن مالك انه بلغه ان رسول الله صلى الله عليه وسلم قال :تركت فيكم أمرين لن تضلوا ما تمسكتم بهما كتاب الله وسنة نبيه

“Size iki şey bırakıyorum, bunlara sıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız; Allah’ın kitabı ve nebisinin sünneti!”[8]

Otomatik hale gelmemek şartıyla sünnete uymak, mümini sürekli bir uyanıklık ve dolayısıyla kendine güven duygusu içinde yaşamaya alıştırır. Çünkü Hz. Peygamberin sünnetine uymak, her işi onun yaptığı gibi yapma esasına dayanır. Bu da müminlerde, Hz. Peygamberin iş ve davranışlarını, işlerinde ve davranışlarında örnek alma düşünce ve dikkatini geliştirir. Böylece Hz. Peygamberin ruhaniyeti günlük hayat programına düzenleyici bir unsur olarak yerleşir. Hayata manevi bir huzur ve rahatlık gelir. Çünkü en kısa tanımıyla sünnete uymak, müslümanca yaşamaktır.

 

Dostlar,

Hz. Peygamberi izlemenin, onun sünnetine uymanın mutluluğu sadece bu dünyada kalmaz, âhirete de uzanır. Nitekim bir âyet-i kerime bu durumu şöyle anlatır:

وَمَنْ يُطِعْ اللَّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ مِنْ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُوْلَئِكَ رَفِيقًا

“Allah’a ve peygamberine itaat edenler, Allah’ın nimetine eriştirdiği Peygamberler, dosdoğru olanlar, şehitler ve iyilerle beraberdirler. Bunlar ne güzel arkadaştırlar.”[9]

Öte yandan Hz. Peygamberi örnek almamanın, sünnetini yol bilmemenin acı sonucunu da bir âyet şöyle dile getirmektedir:

وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلَى يَدَيْهِ يَقُولُ يَالَيْتَنِي اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَبِيلًا  يَاوَيْلَتِي لَيْتَنِي لَمْ أَتَّخِذْ فُلَانًا خَلِيلًا لَقَدْ أَضَلَّنِي عَنْ الذِّكْرِ بَعْدَ إِذْ جَاءَنِي وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْإِنسَانِ خَذُولًا

 “O gün, zalim kişi ellerini ısırıp, keşke peygamberle birlikte yol tutsaydım, vay başıma gelene! Keşke falancayı dost edinmeseydim. Ant olsun ki beni, bana gelen Kur’an’dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor”[10] der.

Hiç kuşkusuz bütün mesele, bizim ona hayatımızda ne kadar yer verebildiğimizde düğümlenmektedir. Öyle sanıyorum ki acı gerçek de işte tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Şimdi şöyle bir hayatımızın neresinde Hz. Peygamber bulunmaktadır? Bir düşünelim. Bir tespit yapalım.

 

Dostlar,

Size garip gelmiyor mu?

Yıllardır yazıp çizdiklerimiz ve konuştuklarımız ile kendi kendimizi, birbirimizi iman değerlerimiz ve dinimiz hakkında hep iknâ etmeye çalışıyoruz. Her düzeydeki etkinliklerin değişmeyen çizgisi, iknâ… Hisleri, duyguları ve aklı iknâ.. İlginç ve yeni yorumlarla dinleyenleri, izleyenleri ve okuyanları yani beni, seni, bizleri, sizleri  iknâ.. Hep fayda-zarar hesabı. Bu hesâbîlik içinde hasbîlik nerededir dersiniz?

Bir türlü teslimiyet seviyesini yakalayamadık. “Duyduk ve uyduk[11] çerçevesinde kalamadık. “Sevdim” kâr-zarar diyemedik. İnancımızı “aşk” haline getiremedik. Muhammed İkbal, “din aşktır” diyor.[12] Aşk halini almamış dindarlığın sadece sözde kalacağını söylüyor. “Gerçi ‘lâ ilahe’ sesi gelirse de, kalpten gitmiş, yalnız dudakta kalmış”[13] diye yakınıyor.

Binlerce kez salavât okuyoruz, Hz. Peygamber’e. Belki yaptığımız tek şey bu en cömertçe.. Fakat hangi derinlikte? “Peygamber, mü’minlere öz nefislerinden daha ileridir” derinliğine kaç salât ü selâmımız erişebildi? Gönlümüz dilimize ne ölçüde eşlik edebildi? Yoksa ağız alışkılığıyla mı yetindik, yetinmekteyiz.?

Dindarlığımızdan, ibadetlerimizden zevk alamadığımız şikâyetleri, ya da zevk almış gibi davranışlarımız ne anlama gelmektedir?

“Ballar balını buldum” diyen derviş, aşk olsun sana!

“Mallarım yağma olsun” derken, kaybedecek hiçbir şeyinin kalmadığını sen de biliyorsun.

Ya biz?

Biz, en küçük bir fedakarlığı göze alabilmek için kırk saat düşünüyoruz. Hem de “âmentü billah” diye diye…”Muhammed ümmetiyiz” diye diye…

Bi ebî ente ve ümmi ya Resûlellah = Anam-babam sana fedâ olsun Ey Allah’ın Resûlü!” diyen asr-ı saadet ağızları nerede?

Oysa o,

عن أبيه عن أبي هريرة

أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال من أشد أمتي لي حبا ناس يكونون بعدي يود أحدهم لو رآني بأهله وماله

 “Ümmetimden beni en çok sevenlerin bir kısmı; benden sonra gelip âilesini ve malını fedâ ederek beni görmüş olmayı isteyecek olanlardır”[14] diye sevgi dolu gönlü Hz. Peygambere yönelik özverili müminlerin asr-ı saadetle sınırlı olmadığını bildirmişti.

 

Dostlar,

Virân olası hanesi de, malı mülkü de, Allah’a olan sevgisi de ancak Hz. Peygambere bağlılığıyla bir anlam ifade ettiğine inananlardan olabildik mi? Böyle bir bilincin ve gayretin sahibi, böyle bir hedefin talibi miyiz?

Hayatımızın her aşamasında Hz. Peygamberi aramaya gerçekten kalkışabilir miyiz?

Ben bu soruyu kendime sormaya ve cevabını bu ölçüde hayatımda aramaya cesaret edemiyorum. Ya siz?

Bana böyle bir soru yönelten dostlara cevap olması niyetiyle sadece bir itirafta bulunuyor, bir ümidimi ve bir dileğimi dile getirebiliyorum:

 

Yâ Resûlellah,

biz sana;

Medyûn

Muhtaç

ve

Mahcup

hissediyoruz kendimizi.

Fakat senin müminlere;

Merhametli

Muhabbetli

ve

Müşfik

olduğunu biliyor, koruyoruz ümidimizi.

Kurbanın olayım,

Ne olur,

Çok görme bize şefaatini!

 

Buraya kadar okuyup benimle birlikte olduğunuz için sizlere teşekkür ve dua eder, dualarınızı beklerim. Ve’s-selâmü aleyküm.

 ***

Yazarın “Ashabının Dilinden Peygamberimiz” adlı eserinden

Kitaba şu adresten ulaşabilirsiniz:

http://www.ilahiyatvakfi.com/vitrin/ashbnn-dilinden-peygamberimiz-sallallahu-aleyhi-ve-sellem-smail-ltfi-akan-p4859.html

[1]Âl–i İmrân (3), 164

[2] El-A’raf (7), 158

[3] el-Ahzab (33), 6

[4] Bk. Kadı İyaz, eş-Şifâ-ı Şerif (tercüme, s. 55)

[5] el-Ahzâb (33),21

[6] Müslim, müsâfirîn 139

[7] Bk. Kadı İyaz, Kitâbü’ş-şifâ bi ta’rifi hukuki’l-Mustafâ

[8] Muvatta, Kader, 3; et-Taç I, 47

[9] en-Nisâ (4), 69

[10] el-Furkân (25), 27-29

[11] Bk. el-Bakara (2), 285

[12] Bk. Câvidnâme, s. 198 (Ankara, 1968)

[13] Câvidnâme, s. 168

[14] Bk. Müslim, Cennet, 12

Âlem dolusu salâvat



Allah ve melekleri Peygambere salât ediyorlar. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.
Ahzâb Sûresi, 33:56
ALLAH RESULÜNÜN büyüklüğünü muhteşem bir tablo içinde tasvir eden bu âyet, biz mü’minlere de bu tablonun içinde yer alma çağrısı yapıyor.
Âyetin ilk olarak verdiği haber, Yüce Allah’ın ona salât ettiği şeklindedir. Allah’ın salât etmesi, rahmet anlamını taşır. Âyetin ifadesinde, bir de süreklilik vardır. Bu ise, “Âlemlerin Rabbi, sürekli olarak ona rahmet ediyor, ona rahmetini indiriyor” demek olur.
Bundan başka, Allah’ın meleklerinin de sürekli olarak Peygambere salât etmekte, yani rahmet duası etmekte oldukları haber veriliyor.
Şimdi, âyetin şu kısmının tasvir ettiği âlemleri bir düşünün:
Öyle bir âlem—yahut âlemler—ki, her an Rabbinden gelen bir rahmet yağmuru altındadır.
Bir yandan Âlemlerin Rabbinden rahmet inerken, bir yandan da, o yüce âlemleri dolduran, hadde hesaba gelmez, tasavvurlara sığmaz melek ordularından Ona rahmet duaları yükselmektedir.