Kayıtlar

Temmuz, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

VALİ UMEYR’İN DÜNYALIĞI

Resim
ÜMİT ŞİMŞEK Mağribli bir dilenci Halep’in kumaşçılar çarşısında şöyle diyordu: “Ey servet sahipleri, eğer sizde insaf, bizde kanaat olsaydı, dünyadan dilenme âdeti kalkardı.” Sadi Umeyr bin Sa’d el-Ensârî, Hz. Ömer’in Humus’a vali tayin ettiği kişi idi. Göreve başlamasının üzerinden bir yıl geçtiği halde ondan bir haber gelmeyince, Hz. Ömer “Ben Umeyr’in bize ihanet etmiş olmasından şüpheleniyorum” diyerek onu Medine’ye çağırttı. Gelirken, ganimetlerden toplayabildiğini de beraberinde getirmesini istedi. Vali Umeyr, mektubu alır almaz yol azığını dağarcığına koydu, ibriği ile su kabını ve asâsını alarak yola koyuldu. Humus’tan Medine’ye kadar yürüyerek geldiğinde saçı sakalı birbirine karışmış, toz toprak içinde kalmıştı. Halife Ömer ona “Durumun nedir?” diye sorduğunda, Vali Umeyr “Gördüğün gibi,” cevabını verdi. “Vücudum sıhhatli, kanım tertemiz. Dünyayı da boynuzlarından tutmuş, arkamdan sürüklüyorum.” Hz. Ömer beraberinde ne getirdiğini sordu. Umeyr de elindeki

BİR ŞEY İÇİN YAŞAMAK

Resim
ÜMİT ŞİMŞEK J ay Fine adlı fotoğrafçının ideali, Hürriyet Abidesine yıldırım düşerken resmini çekmekti. 40 yıllık çabalarının sonucuna 2010 yılında bir Eylül akşamı kavuştu. O akşam çektiği 81 fotoğraftan birinde, Fine’ın bir ömür boyu peşinde koştuğu görüntünün ta kendisi yer alıyordu. Todd Carmichael adındaki Amerikalının hayali ise Güney Kutbuna yardımsız ve yaya olarak tek başına ulaşmaktı. Onun hayali de 2008 yılının sonlarında gerçekleşti. Carmichael 1100 km’den daha uzun olan bu zorlu yolu 39 günde geçerek, en kısa zamanda tek başına Güney Kutbuna ulaşan ilk adam ünvanını kazandı. Arizona’lı Susanne Eman da yıllardır dünyanın en şişman kadını olmak için mücadele veriyor. Halen 300 kilo sınırını aşmış bulunan Eman, hayat gayesi olan 700 kiloya ulaşmak için bütün gün tıkınıyor ve tıkındıklarının kendisini değilse de resimlerini sosyal medyadaki takipçileriyle paylaşıyor. Klaus ve Margaret Frentzen ile Doris Madry’nin ortak hayalleri ise Concorde ile uçmak idi. Yıllar

Heykel sevgisi tehlikeli boyutlarda

K avmi içinde 950 sene kaldığı Kur’ân’da bildirilen (Ankebut, 29:14) ve onları Allah’tan başkasına kul olmamaya çağıran Nuh aleyhisselâm, bu davetinde her türlü yolu denemiş, ancak onların inadını kıramamıştı. Onları Nuh aleyhisselâmın davetine cevap vermekten alıkoyan şey, heykelleriydi. Nuh sûresi, öncesi ve sonrasıyla bu olayı anlatırken, “Vedd, Süvâ’, Yeğus, Yeûk, Nesr” diye bu putların isimlerini de sayar. Bu isimlerin gerçek sahipleri, aslında, kötü insanlar değildi. İbni Abbas’ın (r.a.) bildirdiğine göre, bunlar daha önce yaşamış salih zatlardı; insanlar da bunlara kalplerinde samimî bir muhabbet besliyordu. Şeytan bu muhabbeti onların felâketine çevirmek için bir fırsat olarak değerlendirdi. “Toplantı yerlerinizin karşısına bunlar için anıtlar dikin ve onların adlarını verin” diye telkinde bulundu. Onlar da böyle yaptılar ve toplantı yerlerine bu salih zatların suretlerini diktiler. Önceleri kimsenin bunlara taptığı yoktu. Fakat zaman geçti, köprülerin altından sular gelip geç

DEMOKRASİ ŞEHİDİ NE DEMEK?

Resim
Menfur darbe teşebbüsüyle ilgili yayınlarda maalesef yaygınlaşma istidadı gösteren bir deyim ortaya çıktı: “Demokrasi şehidi.” Şehitlik, milletimizin en mukaddes değerlerinden biridir ve kaynağını doğrudan ve sadece İslâm dininden alır. Şehitliğin anlamını ve şartlarını bize bildiren, Allah ve Resulüdür. İ’lâ-yı kelimetullah uğrunda, din ve vatan müdafaasında canını verenlerin yanı sıra; canını, ailesini ve malını müdafaa ederken öldürülenlerin de şehit sayılacaklarını Peygamberimiz haber vermiştir. [1]  Bunların yanı sıra, birtakım musibetler sebebiyle can verenlerin de mânen şehit sayılacakları, yine hadis-i şeriflerde bildirilmiştir. [2] Bütün bu tanımlar ışığında baktığımız zaman, son darbe teşebbüsüne karşı vatanını, milletini, devletini ve mukaddes değerlerini yiğitçe savunurken can veren kahramanlarımızı yüce dinimizin şehit olarak tarif ettiğini her Müslüman açıkça görecektir. Evet, daha darbe teşebbüsünün ilk ânında âsî generali alnından vurarak bu menfur teşebbüsü akam

Sardunyanın dilinden

Resim
H epsinin hammaddesi aynı: Toprak, su, hava, ışık. Lâkin sardunyada olanların hiçbiri onlarda yok. Hayat yok, renk yok, desen yok… Diriliş emri ulaştı mı, birer perde olur bütün bunlar, tıpkı yıldızların tebessümüne perde olan karanlık uzay gibi. Sonra tomurcuklar belirir salkım salkım. Çatlayan kabukların altından narin dudaklar tesbihatını gören gözlere işittirir. Sonra minicik gül goncasına döner çiçekler. Sonra hep beraber çiçeklere döner salkımlar. Her bir çiçek bütün bir salkımın, her bir salkım bütün bitkinin, her bir bitki bütün bahçenin tesbihatını vurgular. Ve dört metrekarelik bir balkonda koca bir haşir meydanı kurulur. Şimdi bak Allah’ın eserlerine, ölmüş yeryüzünü nasıl diriltiyor! [Yazı ve fotoğraflar: Ümit Şimşek] 1 - 26

Kesru Veseni Reten (veya Gülen)

ÜMİT ŞİMŞEK İ nsanların safdilliğine yatırım yapanların mahrum kaldığına dair çok fazla örnek bilmiyoruz. Utanmamak ve usanmamak şeklinde iki özelliği kendilerinde barındıranlar, her türlü yalanı fütursuzca ileri sürmek ve bunu yeteri kadar tekrarlamak suretiyle, pek çok insanı peşlerine takmayı bilmişlerdir. Bu evrensel kanunun şahitlerinden biri de Hindistan’ın Bathinda (veya eski imlâsıyla Bhatinda) şehrindeki Baba Reten türbesidir. Doğu Pencap’ta, Delhi’nin 300 km kuzeybatısında bulunan bu türbe, yüzyıllardır Müslümanların yanı sıra Hindular ve Sihler tarafından da kutsal bir mekân olarak ziyaret edilmektedir. Burada yatanın kim olduğuna gelince: Bu kişi, 1234 yılında (Hicrî 632) ölen Baba Haci Reten ibn Nasr el-Hindî adında bir çakma Sahabîdir! Reten, pek çok insanı kendisinin Resulullah zamanından beri yedi asırdır yaşayan bir Sahabî olduğuna inandırmıştı. Uydurduğu hikâyelere göre Peygamberimizi daha çocukken selde boğulmaktan kurtarmış, Nübüvvetten sonra da onunla görüşüp iman

GERİDE KALAN KOCAKARI OLMAYIN

Resim
– VIII – S apık cereyanların yoğun propagandaları, ne yazık ki, bazılarımızı bu konuda daha müsamahalı bir bakış açısını benimsemeye sevk edebiliyor. Hattâ, bu dostlarımız arasında, farkına varmadan sapıkların kullandığı dili kullanmaya başlayanları bile ne yazık ki görebiliyoruz. Bu dostlarımıza önce şunu hatırlatalım ki, bütün bu yazdıklarımız, sapıklıkları aleniyete döken, meşrulaştırmak ve yaygınlaştırmak için açıkça faaliyet gösteren, dinimizin de “mücahir” olarak nitelediği ve “Allah’ın affetmeyeceği kimseler” arasında saydığı [1]  kişiler hakkındadır. Bunlara karşı dinde hiçbir müsamaha belirtisi göremiyoruz. Tam tersine, toplumda sapıklığı yaymak isteyenlere karşı gösterilen müsamahanın elîm âkıbetine dair pek çok uyarılar görüyoruz. Bunun en açık örneği, Lût aleyhisselâm’ın karısı ile ilgili olan uyarılardır. Lût kavminin helâkini anlatan âyetler, o kavimle beraber bir kişinin daha aynı korkunç âkıbeti paylaştığını hatırlatır. Bu, bir peygamber hanımıdır. Fakat