Kayıtlar

Ekim, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İhtilâflardan koruyan üç Peygamber emaneti

Resim
Ümmetinin pek çok ihtilâflarla karşılaşacağını haber veren Resulullah (s.a.v.), bu ihtilâflardan nasıl korunacağımızı da açıkça bildirdi. Bir hadis-i şerifinde bize Allah’ın kitabını ve kendi sünnetini emanet olarak bıraktığını bildiren Peygamberimiz, bir başka hadisinde de “Hulefâ-yı Râşidîn’in sünnetini” de bize doğru yol olarak gösterdi. Bu hadis-i şerifler şöyle: Size iki şey bıraktım ki, onlara sarıldığınız takdirde asla yolunuzu şaşırmazsınız: Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünneti. Muvatta’, Kader: 1 Ebû Necîh Irbâz b. Sâriye (r.a.) anlatıyor: Resulullah (s.a.v.) bize çok etkileyici öğütler verdi, öyle ki kalpler ürperdi, gözler yaşardı. “Yâ Resulallah,” dedik, “bu sanki bir veda konuşması; bari bize bir tavsiyede bulun.” O da şöyle buyurdu: Size Allah’tan korkmanızı, başınızdaki Habeşli bir köle bile olsa kulak verip itaat etmenizi tavsiye ediyorum. İçinizden uzun yaşayacak olanlar, pek çok ihtilâflar görecek. Siz benim sünnetime ve doğru yolda olan Hulefâ

"Cemaatten ayrılanı kurt kapar"

Resim
İslâm ümmetinin en önemli ve öncelikli konularından bazıları 170’inci Kur’an Buluşmasının gündemindeydi: Hablullah (Allah’ın ipi), i’tisâm (Kur’ân’a ve Sünnete bağlılık), cemaat, tefrika (ayrılık). Bütün bu kavramlar, Âl-i İmrân sûresinin 103’üncü âyetinin ilk cümlesinde yer alıyordu. Biz de bu cümle üzerinde yoğunlaştık. “Allah’ın ipi” tabiri ile kastedilen anlam ve âlimlerimizin bu konuda yaptıkları yorumlar üzerinde durduk. Kur’ân’a ve Sünnete bağlılığı ifade eden “i’tisâm” kavramının Kur’an’da, Sünnette ve Ehl-i Sünnet âlimlerin izahlarındaki açılımlarına göz attık. Cemaat ruhunun ibadetlerden başlayıp hayatın bütün safhalarına nüfuz eden bir ruh gibi İslâm ümmetine nasıl hayatiyet verdiğini / vermesi gerektiğini gördük. Bu arada Kur’an ve Sünnetteki “cemaat” kavramının bütün bir İslâm ümmetini ifade ettiğini, ümmet içindeki cemaatlerin ise bu üst kimliğin altında yer alan oluşumlar olduğunu veya olması gerektiğini bir kere daha hatırladık. Allah’ın ve Resulünün ce

Hep beraber Allah'ın ipine sarılmak

Hep birden Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılığa düşmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini de hatırlayın ki, siz birbirinize düşman iken, kalplerinizi kaynaştırdı da Onun nimeti sayesinde kardeş oluverdiniz. Siz ateşten bir çukurun kenarındaydınız; O sizi oraya düşmekten kurtardı. Doğru yola erişmeniz için, Allah size âyetlerini işte böyle açıklıyor. Âl-i İmrân, 3:103 B u haftaki Kur’an Buluşmasında Kur’an’a ve Sünnete bağlılık ve ümmetin birliği, ana konumuz. UTESAV organizasyonuyla MÜSİAD’ın Sütlüce’deki genel merkezinde yarın sabah (28 Ekim Cumartesi) gerçekleşecek olan 170. Kur’an Buluşmasında, Âl-i İmran sûresinin 103’üncü âyetini okuyoruz. Bu âyet-i kerimede, i’tisâm kavramı İslâm’ın en önemli kavramlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu arada, hiçbir şekilde ayrılığa düşmeksizin ümmetin birliğini korumak üzerinde de önemli vurgular yapılıyor. Uluslararası Teknolojik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfının (UTESAV) “Erdemli İş Adamı” projesi çerçevesinde 2013 başından b

Bir kahraman böyle doğmuştu

Ü stadla görüşmemin ilki rüyada, biri de maddî âlemde olmak üzerek iki kısım olup, rüyada görüşmem beni maddî görüşmeye hazırladığı ve ikisi birbirini tamamladığı için bence önemli olduğundan, kısaca anlatmakta fayda görüyorum. 1957’nin Aralık ayı. Gayri İslâmi bir hayatın içindeyim. İslâmiyetin fiiliyatına taallûk eden hiçbir bağım kalmamıştı. Bu hayatın sarhoşluğu yüce Allah’ımızı bile düşünmeme fırsat vermediğinden hayallerim ve duygularım gibi, düşüncelerim de maneviyata yabanîleşmiş bir halet-i ruhiyede, günah deryasında girdaplar içinde döne döne korkunç âkıbetlere sürüklenip giden bir kuru yaprak gibiydim. Bir gece rüyada işret âleminde idim. Yanımızda uzun boylu, nuranî yüzlü, gayet muntazam, kızıl sakallı, koyu yeşil sarıklı, çok ciddi ve her haliyle hürmete lâyık bir adam geldiğini görünce, gayri  ihtiyarî ayağa kalktım ve bizi o halde görmesinden utandım. Orada arkadaşlarımın içinden beni çağırdı ve “Evlâdım, bu içkiyi bir daha sakın içme” diye tenbih etti. Ben de, “Peki hoc

İslâm medeniyetinin temel taşı: takvâ

Resim
Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkmak gerekiyorsa öyle korkun ve Müslüman olarak can verin. Âl-i İmrân, 3:102 G eçtiğimiz haftanın Kur’an Buluşmasında ağırlıklı konumuz takvâ idi. Daha önceki bölümlerde çeşitli açılardan yaklaştığımız takvâ konusunu bu defa daha geniş yönleriyle inceledik. Dilimizde tam olarak karşılığı bulunmayan bu kelimenin, İslâm’ın en önemli kavramlarından ve İslâm medeniyetinin temel taşlarından biri olduğunu, Kur’ân’dan ve Hadisten aldığımız örneklerle gördük. Dersin en önemli tesbitlerinden biri de, takvâ kavramının sadece ibadetlerle ilgili bir kavram olmayıp hayatın bütün safhalarına nüfuz eden ve yaşanan hayatı bir Müslüman hayatı haline getiren bir ruh olduğu idi. Uluslararası Teknolojik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfının (UTESAV) “Erdemli İş Adamı” projesi çerçevesinde 2013 başından bu yana devam eden Kur’an Buluşmaları, Cumartesi sabahları saat 7:00-9:00 arasında MÜSİAD’ın Sütlüce’deki genel merkezinde gerçekleşiyor. Program

Ehl-i Kitap tuzaklarının hedefi: imanımız

Resim
Müsteşriklerden, Hıristiyan ve Yahudilerden, inançsız bilim adamlarından gelen tehlikeler, son Kur’an Buluşmasının ana konularıydı. Kur’ân-ı Kerim’in “Kitap Ehli” olarak tanımladığı Yahudi ve Hıristiyanların içimize attığı ırkçılık zehrinin dün olduğu gibi bugün de İslâm ümmeti için nasıl bir tehlike teşkil ettiğini de ibret verici örnekleriyle gördük. Bu arada, hadisler hakkında ortaya atılan şüphelerin bütünüyle müsteşriklerden alıntılanmış iddialar olduğunu da bir kere daha hatırladık. UTESAV organizasyonuyla MÜSİAD Genel Merkezinde gerçekleşen Kur’an Buluşmalarının 168’inci bölümünde konumuz Âl-i İmrân sûresinin şu mealdeki 98-101’inci âyetleriydi: De ki: Ey Kitap Ehli! Niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz? Oysa Allah sizin yaptıklarınızı görüyor. De ki: Ey Kitap Ehli! Gerçeğe şahit olduğunuz halde, niçin Allah’ın yolunu eğri göstermeye çalışıp da inanan kimseyi ondan alıkoyuyorsunuz? Halbuki Allah sizin yaptıklarınızdan asla habersiz değildir. Ey iman edenl

Allah'ın insanlar üzerindeki hakkı

Resim
Geçtiğimiz haftaki Kur’an Buluşmasında, Mekke, Kâbe ve hac konularını içeren Âl-i İmrân sûresinin 96 ve 97’nci âyetlerini okuduk. UTESAV organizasyonuyla MÜSİAD’ın genel merkezinde gerçekleşen 167’nci Kur’an Buluşmasında ele alınan konuların başlıcaları şöyle idi: Yeryüzünde yapılan ilk mescid: Kâbe. Mekke, Kur’ân’da “şehirlerin anası” ve “güvenli belde” olarak anılır. Kâbe de mübarek, bereketli, hidayet kaynağı olarak nitelenmiş, onda apaçık tevhid delillerinin bulunduğu haber verilmiş ve oraya girenin emniyette olduğu bildirilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de Mekke, Kâbe ve Âhirzaman Peygamberi ile ilgili olarak anlatılanlar, Hz. İbrahim’in kabul olunmuş dualarıdır. Kâbe’ye yol bulabilenler için onu ziyaret etmek, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır; gücü olduğu halde bu ziyareti tehir etmek günahtır. İslâmda hacca çok büyük ehemmiyet verilmiştir; bunun sebebi, onun sosyal yönü ağır basan bir ibadet olmasıdır. Uluslararası Teknolojik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar V

Dil hatâsı yüzdeki çıbandan da kötü!

Resim
Hadis âlimi Prof. Dr. İbrahim Canan, “ Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye ” adlı kapsamlı eserinde, Resulullahın (s.a.v.) ve Ashabının dil konusunda ne kadar hassas davrandıklarını ve en küçük bir dil hatâsına müsamaha göstermediklerini, son derece çarpıcı örnekleriyle açıklıyor. Eserin konumuzla ilgili bölümünden bir kısmını daha sunuyoruz: – 3 – PROF. DR. İBRAHİM CANAN S üyûtî, Ebû Ubeyd’in Fedâil’inden naklen Hz. Ömer’in “Kur’ân’ı öğrendiğiniz gibi, lâhn, feraiz ve süneni de öğrenin” [1]  dediğini kaydeder ki, bütün bunlar yeni kurulmuş İslâm devletinin her yönüyle teşkilâtlanmaya başladığı bu ikinci Halife devrinde dil meselesine de ciddiyetle el atılmış olacağını göstermektedir. Belki de bu titizliğin bir neticesi olarak, kelâmdaki lâhn, “yüzdeki çıbandan daha çirkin,” “nefis bir elbisedeki yırtıktan daha kabîh,” “vücuda yapılan çimdikten daha çok rahatsız edici” telâkki edilmiştir. [2] Daha bidayette dil hususunda izhar edilen bu titizlik, Hz. Ali’yi bir de nahiv kita

Hz. Ömer'in adaletinde dil hatâsının cezası: kırbaç

Resim
Hadis âlimi Prof. Dr. İbrahim Canan, “ Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye ” adlı kapsamlı eserinde, Resulullahın (s.a.v.) ve Sahabîlerinin dil konusunda ne kadar hassas davrandıklarını ve en küçük bir dil hatâsına müsamaha göstermediklerini, son derece çarpıcı örnekleriyle açıklıyor. Eserin konumuzla ilgili bölümünden bir kısmını daha sunuyoruz: – 2 – PROF. DR. İBRAHİM CANAN H z. Ömer’in dil hususundaki titizliğini gösteren rivayetler de mevcuttur. Birinde, “Ömer ibnu’l-Hattab, bir kimse konuşurken hatâ yaparsa düzeltir, lâhn yaparsa kamçı ile döverdi” denmektedir. [1] Bir diğer rivayette, Hz. Ömer’in, ok atışı üzerinde temrin yapan acemî bir gruba rastladığı sırada “Ne fena atışınız var!” diye tenkidi üzerine, atıcıların “Nahnu muteallimîn [doğrusu “nahnu muteallimûn” olacaktı]” yani “Biz henüz öğrencileriz” diye özür beyan etmeleri üzerine “Sizin lâhniniz atışınızdan da berbat! Zira Hz. Peygamberin (a.s.) şöyle dediğini işittim: ‘Lisanını düzelten kimseye Allah rahmetini

Sempozyum delirtti

Resim
İİKV tarafından düzenlenen “müsbet hareket” konulu 11. Risale-i Nur Sempozyumu ve bu sempozyuma devlet ricali tarafından en yüksek seviyede gösterilen teveccüh, kamuoyunda büyük bir sevinç ve ferah uyandırırken, bazı husumet ve adavet ehli çevrelerde de şiddetli kıskançlıklara ve allerjik reaksiyonlara yol açtı. Atatürk’ün hayalî zikir halkalarını ballandırarak anlatmasıyla ve sürekli tazelenen haremiyle tanınan şöhretperest bir müteşeyyih zâtın sözde müridlerinde bu reaksiyonlar en şiddetli ve edepsizcesine bir seviyede gözlendi. Bu sözde müridlerden birisi, yazısının başında uzunca bir “ it muhabbeti ” yaptıktan sonra, Bediüzzaman Hazretlerine sürekli şekilde “ Sait ” olarak atıfta bulunmak suretiyle, Türkçede “ Arş’a hırlamak ” deyimiyle özetlenen bir davranışın en çarpıcı örneklerinden birini verdi. Müteşeyyih zâtın dişi takipçilerinden biri ise Üstad hakkındaki uzun iftira listesini, Üstad’ın en büyük “ suçu ” olan “ Atatürk düşmanlığı ” ile tamamladı. Daha başka bir sözde mürid

Herkes meal / tefsir okumalı, ama nasıl?

Resim
Kur'an Buluşmaları, 2017-18 dönemine “Kur’ân’ı Yaşayarak Okumak” başlıklı özel gündemiyle girdi. UTESAV’ın “Erdemli İş Adamı” projesi kapsamında sunumlu olarak gerçekleşen  Buluşmada, âyet ve hadisler ışığında şu konular ele alındı: Kur’ân-ı Kerim kıyamete kadar gelecek bütün çağlara ve bütün insanlara inmiştir. Kur’ân’ın ulaştığı herkesin, Âlemlerin Rabbi tarafından gönderilen bu hitaba cevap vermek yükümlülüğü vardır. Kur’ân, insanlar için hem bir öğüt, hem de şeref vesilesidir; çünkü bu kitapla insan, Âlemlerin Rabbine muhatap olur. Her meslekten ve her seviyeden insanların Kur’ân’dan bir nasibi vardır. Bu bakımdan, herkes Kur’ân’ı ve meal ve tefsirlerini okumalı, ancak kendi uzmanlık alanının dışına çıkan konularda, özellikle hüküm çıkarma konusunda hüküm vermeye teşebbüs etmemelidir. Kur’ân-ı Kerimin öğütleri ve kıssaları – ki bunlar Kitabımızın büyük kısmını teşkil eder – herkese, ahkâm âyetlerinin hükümle ilgili kısımları ise bu konunun uzmanlarına hitap eder. Ahk

Hayır yarışında Sahabeden örnekler

Resim
Abdullah b. Ömer (r.a.) Arafat’tan Cuhfe’ye indiğinde hastalanmış, canı balık çekmişti. Aradılar, sonunda ancak bir tane bulabildiler. Hanımı Safiye onu pişirip önüne koydu. O sırada bir fakir gelip Abdullah’ın yanına oturdu. Abdullah ona “Şu balığı al da ye” dedi. Oradakiler “Sübhanallah! Bizi o kadar yordun; bu balığı güç belâ bulabildik. Bunu sen ye, o adama da başka birşey veririz” dediler. Hanımı da “Ona bir dirhem vermek balığı vermekten daha iyidir. Böylece sen de canının çektiği balığı yemiş olursun” dedi. Abdullah ise “Zaten ben de onu çok arzuladığım için veriyorum ya!” dedi. Sahabenin önde gelen isimlerinden olan Abdullah b. Ömer’in bu davranışı, “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe birr’e ermiş olmazsınız” meâlindeki âyet-i kerimenin ilk dönem Müslümanları arasında nasıl bir hayır yarışına yol açtığını gösteren örneklerden biriydi. Geçtiğimiz hafta incelediğimiz Âl-i İmrân sûresinin 92-95’inci âyetleri arasında ana konumuzu teşkil ede