Kayıtlar

Kasım, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Delilik ve cehaletin bini bir para!

Resim
KENAN DEMİRTAŞ – V – M uhammed Gazalî, Kur’ân’ın kadına verdiği hakların çağımızda kâğıt üzerinde kaldığını belirtiyor ve şu anda kadının gerek aile içinde ve gerekse toplumdaki durumunu bir keşmekeş olarak niteliyor: “Son asırlarda kadının konumu kötüleşti. Kendisine cehalet ve toplumdan tecrit zorunlu görüldü. Ben bu gelişmelerden Kur’ânî hükümlerin tamamen ihlâl edildiğini anlıyorum; zira Kur’ân’ın bütün hükümleri kadının yararına yöneliktir. Örneğin, kadın artık çok nadir olarak mirastan pay galabiliyor. Evliliği konusunda çoğu zaman görüşleri sorulmuyor. Her yüz boşanmadan belki birinde hakkıyla nafakası veriliyor. Mehirlerine riayet edilmiyor. Canı istediği için erkeğin eşini dövmesi normal bir durum sayılıyor. Yani, karı-koca arasında bir problem olduğunda Nisâ sûresinin 35. âyeti gereğince hakem heyetinin kurulması gerekiyor. Ancak kadın böyle bir barış heyeti kurulamayacak kadar değersiz kabul ediliyor ve bu âyet kâğıt üzerinde kalıyor. . . . Asıl dehşet verici olan

MEVLİD KANDİLİ MUHASEBESİ VE NİYAZI

PROF. DR. İSMAİL LÜTFİ ÇAKAN Allah Teâlâ’ya hamd ü senâ, Resulü Hz. Muhammed Mustafa’ya salât u selâm, âl ve ashâbına ve onların yoluna güzelce tabi olanlara saygı ve ihtiram ile sözlerime başlarım. Dostlar, Gelin bu Mevlid Kandilinde sizinle birlikte biraz düşünüp, söyleşelim, dertleşelim. Biz insan ve Müslümanız elhamdülillah. Allah’a ve son resûlü örnek kulu Hz. Muhammed’e, Allah’ın tüm peygamberleri aracılığı ile gönderdiği kitaplara ve peygamberlere -aralarında ayırım yapmaksızın- inanıyoruz. Meleklere, kadere ve bütün içeriğiyle âhiret’e inanıyoruz. Bu İslâm imanının gereği ve sonucu olarak dünya hayatında “ Allah’a kulluk sınavı ”nda olduğumuzu biliyoruz. Bu sınavın, sadece bir bilgi sınavı değil, amel ve uygulama sınavı, hayat sınavı olduğunun da bilincindeyiz .  Bireysel anlamda ergenlik-ölüm arası yaşanan bu sürekli kulluk sınavı nda sorumluluğun, Allah’a nasıl kulluk edeceğimizin öğretilmesine bağlı olduğunu da biliyoruz. Başarı için biz, rahmeti bol Rabbimin, işte böyle

Kadın eve hapsedilir mi?

Resim
KENAN DEMİRTAŞ - IV – Muhammed Gazalî’nin en çok yakındığı davranışlardan birisi de, bir âyet veya hadisin tek başına ele alınarak, İslâmın o konudaki genel tutumunu dikkate almaksızın yapılan katı yorumlar. Kadınların evlerinde hapsedilmesi şeklindeki anlayış da bu yorumlar arasında yer alıyor. Muhammed Gazalî, bu konuda şu hadisin delil olarak gösterildiğine değiniyor: “Ebû Dâvud, Tirmizî, İbni Sa’d ve Beyhakî, Resulullah (s.a.v.) eşlerinin Abdrullah bin Ümmi Mektum’u görmelerini hoş karşılamadığını, Abdullah’ın âmâ olduğunu söyleyerek itiraz ettiklerini, onlara ‘Siz de âmâ mısınız?’ buyurduğunu rivayet etmişlerdir.” Gazalî, bu hadisin, kadının toplum hayatından soyutlanmasını netice verecek şekilde yorumlanmasını yanlış buluyor: “Hadis âlimleri, bu hadisin mânâsı üzerinde çeşitli görüşler serd etmişlerdir. Kadının vazifesini anlatırken bu hadisi öne sürmek, Sünneti bilmemek demektir. Hayat tarzını ve toplum ile ittisalini anlatırken bu hadisi zikretmek, Sünneti bil

Delilik ve cehaletin bini bir para

KENAN DEMİRTAŞ – V – M uhammed Gazalî, Kur’ân’ın kadına verdiği hakların çağımızda kâğıt üzerinde kaldığını belirtiyor ve şu anda kadının gerek aile içinde ve gerekse toplumdaki durumunu bir keşmekeş olarak niteliyor: “Son asırlarda kadının konumu kötüleşti. Kendisine cehalet ve toplumdan tecrit zorunlu görüldü. Ben bu gelişmelerden Kur’ânî hükümlerin tamamen ihlâl edildiğini anlıyorum; zira Kur’ân’ın bütün hükümleri kadının yararına yöneliktir. Örneğin, kadın artık çok nadir olarak mirastan pay galabiliyor. Evliliği konusunda çoğu zaman görüşleri sorulmuyor. Her yüz boşanmadan belki birinde hakkıyla nafakası veriliyor. Mehirlerine riayet edilmiyor. Canı istediği için erkeğin eşini dövmesi normal bir durum sayılıyor. Yani, karı-koca arasında bir problem olduğunda Nisâ sûresinin 35. âyeti gereğince hakem heyetinin kurulması gerekiyor. Ancak kadın böyle bir barış heyeti kurulamayacak kadar değersiz kabul ediliyor ve bu âyet kâğıt üzerinde kalıyor. . . . Asıl dehşet verici olan ise, İslâm

Kadının toplum hayatında da, savaşta da yeri var

Resim
KENAN DEMİRTAŞ – III – SAVAŞTA KADIN Sosyal hayatta bir kadın için düşünülebilecek en son yer, savaş meydanı olsa gerektir. Fakat Hz. Peygamberin uygulamasında kadınların katılmadığı hiçbir savaşın bulunmadığına da Prof. Dr. İbrahim Canan dikkat çekiyor: “Cahiliyet devrinde kadına karşı işlenen haksızlıkların birçoğu, onların savaşamayacakları hususundaki yaygın bir kanaatten ileri geliyordu. Hz. Peygamberin, kadınlar hakkındaki bu inancı kırarak, onlara karşı beslenen küçümseme ve tahkir düşünceleriyle mücadeleyi hedefleyen uygulamaları var: bütün seferlere[1] kadınların katılımını sağlaması gibi. “Ancak Hz. Peygamber kadınları normal olarak yemek yapmak, su taşımak, yaraları tedavi etmek gibi geri hizmetlerde istihdam etmiş, savaş sonunda elde edilen ganimetten onlara bir ikramda bulunmuş ise de diğer erkek mücahitler gibi eşit pay ayırmamıştır. Buna rağmen, belirtmeliyiz ki, bazı rivayetler, erkekler gibi kahramanlık gösteren bazı kadınlara, Aleyhissalâtü Vesselâ

Gökler ve yer... Ve insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet

Resim
“G öklerde ne var, yerde ne varsa Allah’ındır; sonunda bütün işler Allah’a döndürülür” meâlindeki âyet-i kerime, bizi Kur’ân’ın ve kâinatın sayfalarında hızlı bir seyahate çıkardı. Kur’ân-ı Kerim’in çeşitli konular arasında birden bire nasıl bizi göklere çıkarıp “büyük resmi” görmemizi sağladığını, bize nasıl bir ufuk genişliği ve iman kuvveti kazandırdığını, çeşitli örnekleriyle gördük. Sonra yine ümmet, hayır, emr-i bilma’ruf, nehy-i anilmünker konularına döndük. Bir sonraki âyette, Yüce Allah bu ümmeti “insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet” olarak niteliyordu. Bu ümmetten insanlığa yalnız hayır gelirdi, gelmeliydi. Yeryüzünde kötülüğün önünü kesecek ve iyiliği yayacak olan ümmet, bu ümmet idi. Nitekim yüzyıllar boyunca İslâm ümmeti bütün dünyaya iyilik yaydı. Dünyanın bugünkü halinde de insanlığa hayrı dokunacak olan ümmet bu ümmetten başkası değildi. Âyet, bir bakıma, “Başkasından hayır beklemeyin” diyordu bize. Ve dünyanın durumu da bunu tasdik ediyordu. Geçtiğimiz Cumartesi

İslâm âlimleri de kadın hocalardan ders aldı

Resim
KENAN DEMİRTAŞ – II – D iğer yandan, Nisâ sûresindeki bir âyette, erkeklerin kadınlar üzerinde “kavvâm” olduğu da bildiriliyor. Ancak Prof. Dr. Canan, bu tanımın erkek ve kadın arasında bir üstünlük ve aşağılık meselesi olarak algılanamayacağını söylüyor: “Ne hadislerde, ne âyetlerde cinslerden birinin diğerine üstünlüğü mevzuubahis değildir. Bu hususta en çok söz konusu edilen, ‘Erkekler kadınlar üzerine kavvâmdır (idareci ve hâkimdirler)’ [1]  âyeti daha yakından incelendiğinde, erkeğin mutlak bir üstünlüğünden ziyade her iki cinsin de mütekabil (karşılıklı) üstünlüklerine ve ayrıca toplum hayatının düzenlenmesinde erkeğe düşen noktayı temin etme görevine ve bu görevden gelen üstünlüğe dikkat çekildiği görülür.” Büyük müfessir Elmalılı Hamdi Yazır ise, bu âyetin devamında gelen “Çünkü erkekler ve kadınların bir kısmını diğerine yaratılış açısından üstün kılmıştır” sözünü açıklar ve onun üstünlük ve değeri mutlak surette erkeklere tahsis etmediğine dikkat çeker:

İslâm kadını nereye çıkardı, gelenek nereye indirdi?

Resim
KENAN DEMİRTAŞ – I – HZ. Ömer (r.a.) anlatıyor: “Cahiliyet devrinde kadına hiçbir değer vermezdik. İslâm gelip Allah’ın onlardan bahsettiğini görünce, onların üzerimizde bazı hakları olduğunu gördük.” [1] Hz. Ömer’in oğlu Hz. Abdullah ibnu Ömer de (r.a.) biraz farklı bir itirafta bulunuyor: “Biz Resulullah devrinde kadınlara söz söylemekten ve dilediğimiz gibi davranmaktan, hakkımızda vahiy iner korkusuyla çekinirdik. O vefat edince istediğimiz gibi konuşup davranmaya başladık.” [2] Bir sonraki kuşakta ise değişim daha bir belirginleşiyor. Hz. Ömer’in torunu ve Abdullah’ın oğlu Bilâl, kadının mescide gitmesine bile izin vermiyor: Abdullah ibnu Ömer, Resulullah’ın “ Birinizin hanımı mescide gitmek için izin talep ederse ona engel olmasın ” buyurduğunu haber vermişti. Abdullah’ın oğlu Bilâl, “Allah’a yemin olsun, biz onlara engel olacağız” dedi. Bunun üzerine Abdullah ona yaklaşıp öyle hakaretâmiz sözler sarf etti ki, böylesini hiç işitmedim. Sonra şunu ekledi: “Ben

Resulullah'ın mescidinde kadınlar

Resim
Asr-ı Saadette ve Hulefâ-i Râşidîn döneminde kadınların gerek cemaatle namaz kılmak, gerekse ilim öğrenmek için devam ettikleri ve bu duruma asla engel olunmadığı, yaygın şekilde bilinen bir gerçektir.  Sorularla İslâmiyet  sitesinde “Hz. Peygamber kadınlara perde arkasından mı ders verirdi?” şeklinde bir soruya cevap olarak hazırlanan aşağıdaki makalede, bu konuyla ilgili birçok hadis’e ve ilmî tesbitlere yer verilmiştir. Bu tesbitler arasında, ♦ kadınların mescidde kendilerine ayrılan yerde namazlarını kılıp hutbe ve sair dersleri dinledikleri, ♦ namaz bittiğinde önce kadınların çıkması için Resulullah (s.a.v.) ile erkeklerin bekledikleri, daha sonra kadınlar için özel bir kapı tahsis edildiği, ♦ kadınları erkeklerden ayıran bir perde v.s. gibi birşeyin bulunmadığı, ♦ kadınların da sohbetlere aktif şekilde karışarak soru sorabildikleri, hattâ itiraz edebildikleri, ♦ bu sayede toplumda erkeklerle tartışabilen, onları eleştirebilen, kendilerine danışılan ve insanlara yo

Kadınlarla iyi geçinelim

Resim
Onlarla güzellikle geçinin. Onlardan hoşlanmayacak olsanız da, bakarsınız, Allah, sizin hoşlanmadığınız birşeyde nice hayırlar yaratmıştır. Nisâ sûresi, 4:19 ÜMİT ŞİMŞEK “A llah’ın hanım kullarını mescidlerden alıkoymayın” buyuran Resulullahtan on dört asır sonra kadınların camilere gitme hakkının bulunup bulunmadığını tartışıyor olmamız hiç de iftihar edilecek bir durum ortaya çıkarmıyor. Gerçi çoğunluk bu tartışmaları aşmış durumda; fakat ne kadar azınlıkta da kalsa bazı zihinlerin cami kapılarını kadınlara kapalı tutma konusundaki kemikleşmiş inanışları, belki de bir ibret vesilesi olarak kıyamete kadar devam edeceğe benziyor. Bu işin en garipsenecek tarafı, kadınların başka bir yere değil, camilere ve ilim meclislerine gitmesi söz konusu olduğunda itirazların yükselmesidir. Kadınlar çarşıya çıkabilir, pazarda ve marketlerde alışverişini yapabilir, lokantada yemek yiyebilir, otobüse, minibüse, vapura, trene binebilir; bu konuda en katı olanlarımızın dahi eşlerini veya

Kadınlar ve camiler

Resim
ÜMİT ŞİMŞEK K adınlar camilere gelsin mi, gelmesin mi? Dinde cevabı açıkça belli olduğu halde yüzyıllardır hararetli tartışmaları tetikleyen konulardan biri de budur. Bu mesele, Diyanet İşleri Başkanlığının kadınları camie çağıran açıklamaları üzerine tekrar gündeme oturdu; bundan sonra da uzunca bir müddet kendisini hatırlatacağa benzer. [1] Resulullah (s.a.s.) zamanında böyle bir problemin olmadığı herkesin malûmu olan bir gerçektir. O zaman kadınların da mescide geldiğini, Resulullahın arkasında namaz kıldığını, hattâ kadınlar mescidde otururken Resulullahın yanlarından geçip onlara selâm verdiğini biliyoruz. Fakat Peygamberimizden hemen sonra, daha Sahâbe zamanında kadınlara cami yolunu kapatmaya yönelik eğilimler kendisini göstermeye başlamıştır. Meşhur vak’adır: Hadis ilminin öncülerinden Abdullah ibni Ömer (r.a.)  “Kadınlar mescide gitmek için izin istediklerinde onlara mâni olmayın”  mealindeki hadis-i şerifi naklettiğinde, oğlu Bilâl “Vallahi biz mâni oluruz” diye

"Ümmetimde ihtilâf ü tefrika endişesi..."

Resim
İ htilâf ve tefrika, geçtiğimiz hafta sonu gerçekleşen Kur’an Buluşmasının ağırlıklı konusunu teşkil eden kavramlar oldu. UTESAV organizasyonuyla düzenlenen Kur’an Buluşmalarının 173’üncüsünde, bir süredir üzerinde durduğumuz ümmetin birliği konusu şu meâldeki Âl-i İmrân sûresinin 105’inci âyetiyle neticeye bağlandı: “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra anlaşmazlığa düşüp de parçalananlar gibi olmayın. Onlar için büyük bir azap vardır.” Bu âyetin açıklamaları arasında, günümüzdeki ehl-i İslâm’ın, bilhassa âlimlerimizin İslâm ittihadı karşısındaki durumu da gündeme geldi. Buluşma, daha sonra Âl-i İmrân sûresinin 16-108’inci âyetleriyle devam etti. Uluslararası Teknolojik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfının (UTESAV) “Erdemli İş Adamı” projesi çerçevesinde 2013 başından bu yana devam eden Kur’an Buluşmaları, Cumartesi sabahları saat 7:00-9:00 arasında MÜSİAD’ın Sütlüce’deki genel merkezinde gerçekleşiyor. Programımız simit-peynir-çay’dan meydana gelen bir k

Ümmeti ümmet yapan sır

Resim
İçinizden hayra çağıran, iyiliği teşvik eden, kötülükten sakındıran bir ümmet bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir. Âl-i İmrân sûresi, 3:104 U TESAV’ın bu defaki Kur’an Buluşmasında başlıca konularımız “ümmet, hayır, ma’ruf ve münker” kavramları oldu. MÜSİAD’ın Sütlüce’deki genel merkezinde gerçekleşen 172. Kur’an Buluşmasında, Âl-i İmrân sûresinin 104’üncü âyetini okuduk. “Hayra çağıran, ma’rufu emredip münkerden sakındıran bir topluluk” tanımını tahlil ederken, “hayır” kavramının bir ruh gibi bir Müslüman hayatının bütün safhalarına nüfuz ettiğini gördük. Emr-i bilma’ruf ve nehy-i anilmünker görevinin anlam ve kapsamını, bu görevi kimlerin ne şekilde yerine getirmesi gerektiğini âyet ve hadislerin ve önde gelen âlimlerimiz tarafından yapılan açıklamalar ışığında gözden geçirdik. Uluslararası Teknolojik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfının (UTESAV) “Erdemli İş Adamı” projesi çerçevesinde 2013 başından bu yana devam eden Kur’an Buluşmaları, Cumar

Ümmetin kurtuluşu bu âyette

İçinizden öyle bir ümmet bulunmalı ki, hayra çağırsın, iyiliği teşvik etsin, kötülükten sakındırsın. İşte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir. Âl-i İmrân, 3:104 K ur’ân-ı Kerim’in en önemli kavramlarından “emr-i bilma’ruf ve nehy-i anilmünker” kavramları, yarınki (11 Kasım Cumartesi) Kur’an Buluşmasının gündemini teşkil ediyor. İyiliği teşvik edip kötülükten sakındıran bir topluluğun bulunması gerektiğini bildiren âyet-i kerimede, “ümmet, hayır, ma’ruf, münker” gibi hayatî önemi haiz kavramlar yer alıyor. Yarınki 172’nci Kur’an Buluşmasında, inşaallah, bu kavramları âyet ve hadislerin ve âlimlerimiz tarafından getirilen açıklamaların ışığında incelemeye çalışacağız. Uluslararası Teknolojik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfının (UTESAV) “Erdemli İş Adamı” projesi çerçevesinde 2013 başından bu yana devam eden Kur’an Buluşmaları, Cumartesi sabahları saat 7:00-9:00 arasında MÜSİAD’ın Sütlüce’deki genel merkezinde gerçekleşiyor. Programımız simit-peynir-çay’dan meydana gelen bir k

Kimseye yaranamadılar

A k Partinin 10 Kasım için yurdun dört bir yanından Anıtkabir’e ücretsiz seferler düzenlemesi hiçbir tarafta olumlu karşılık bulmadı. Kemalist çevreler bunu “kamuoyunda Atatürk sevgisinin artması üzerine AKP’nin attığı samimiyetten uzak bir adım” olarak nitelerken, Ak Parti muhalifi gayrı-Kemalist çevreler de “AKP’nin gizlediği Kemalist yüzünü ortaya çıkarması” şeklinde yorumladı. Hürriyet gazetesinden Deniz Zeyrek, bu olayın kamuoyundaki yansımalarını şu cümleleriyle özetledi: Haber merkezlerine ülkenin değişik yerlerinden, özellikle de İstanbul’dan, vatandaşları 10 Kasım’da Anıtkabir’e davet eden AK Parti pankartlarının fotoğrafları düştü. Konuyu CNN Türk’te ‘Parametre’ programında Ebru Baki ile konuşurken, Atatürk gibi bir ortak değerin muhafazakâr camia ve AK Parti tarafından da sahiplenilmesinden memnuniyet duyduğumu söyledim. Bu sözlerime sosyal medya üzerinden çok sayıda eleştiri geldi. Çoğu, AK Parti’ye muhalif olduğunu tahmin ettiğim izleyicilerden geliyordu. AK Parti’nin kamu

Melek duaları

Gökler neredeyse üstlerinden yarılıverecek; melekler hamd ile Rablerini tesbih ediyorlar ve yerdekiler için bağışlanma diliyorlar. Şunu da bilin ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. Fussılet Sûresi, 42:5 İ MAN bir tılsımdır: O bir kalbe girdi mi, bütün kâinat bir dost meclisi olur. Zerreden yıldızlara herşey candan bir tebessüm takınır. Canlı-cansız ne varsa hepsi insanın yüzüne güler. Hiçbir şey ürkütmez inanan insanı, hiçbir şey ona yabancı gelmez. Çünkü herşey Onun eseri, herkes Onun kuludur. Tablonun göze görünmeyen kısmı ise daha da muhteşemdir. Orada, inanan insanın en candan, en hakikatli,  en vefalı dostları bulunur. İnsan fark etmese de her an onlardan nice yardımlar görür, nice armağanlar alır. Nereye gitse, onlar da insanla beraber olur. Gerçi aralarında gökler ile yer kadar uzaklık bulunsa, yine onlar inanan insandan uzak sayılmaz. Duaları yine yeryüzündeki mü’minler içindir. Böylelikle, hemen yanı başındakilerden tutun, yüce âlemlerin meclislerine kadar her tar

Biz hayal miyiz? (2)

Resim
ÜMİT ŞİMŞEK M addenin hayaliyeti ile ilgili yazımızda, bu konudaki iddiaları (1) felsefe, (2) tasavvuf, (3) kelâm açısından kuşbakışı ele alarak bu iddiaların yerini belirlemeye çalışmıştık. Vardığımız sonuçlar özetle şu şekilde idi: İleri sürülen iddia, disiplin olarak kelâm biliminin alanına girmekte, ancak amaç ve yöntem itibarıyla bu bilimle uyuşmazlık göstermektedir. İddialara tasavvuf kaynaklarından delil gösterilmekte; ancak tasavvufun yöntemleri de izlenmemektedir. Ne dereceye kadar tutarlı bir görüş olduğu konusu bir yana bırakılacak olursa, bu iddiaların felsefe başlığı altında incelenmesi mümkündür. Ne var ki, iddia sahipleri, bu görüşün bir felsefî düşünce olarak ele alınmasından hoşlanmamaktadırlar. Her ne kadar iddialarına dayanak olarak bir kısım filozofların sözlerini naklediyorlarsa da, konuyu felsefe zemininde tartışmak istememekte; “Dünyayı beynimizde gördüğümüz konusu bir felsefe değildir” demektedirler. Aynı şekilde, Muhyiddin ibnü’l-Arabî’nin vahdet