Kayıtlar

2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Mü'minler için Cennette farklı dereceler

Resim
Ü same b. Zeyd (r.a.), Resulullahın (s.a.v.) Cüheyne kabilesine gönderdiği bir askerî birlik içinde yer almıştı. Kabile içinde yegâne Müslüman olan bir adamla karşılaştığında, adam “Lâ ilâhe illâllah” diyerek Üsame’ye selâm verdi. Ancak Üsame ona inanmadı ve adamı öldürdü. Durumu anlattığında, Resulullah “Adam Lâ ilâhe illâllah dedi, sen de onu öldürdün, öyle mi?” diye sordu. Üsame “Silâh korkusuyla öyle söyledi” diye cevap verdi. Resulullah “Sen kalbini yardın da öyle deyip demediğini mi anladın?” dedi. Ve bunu o kadar çok tekrarladı ki, Üsame “Keşke o günden önce Müslüman olmamış olsaydım” diye içinden geçirmeye başladı. (Buharî, Megazî: 45; Müslim, İman: 158): Kur’an Buluşmalarının 250. bölümünde gündemimiz Nisâ sûresinin 94-96. âyetleri idi. Ve yukarıdaki hadise de bu âyetlerden birincisinin nüzul sebebi olarak anlatılan vak’alar arasında yer alıyordu. Bu âyet-i kerimeyi incelerken, Allah’ın mü’min kullarına verdiği değeri bir kere daha bütün açıklığıyla gördük ve bundan alınması g

Her şeyde, her zaman Esmâ okunur

Resim
R isale-i Nur’un marifetullah bahislerinde takip ettiği önemli metodlardan birini teşkil eden bir yöntemi, İİKV’nin Tefekkür Dersleri başlıklı seminer dizisinde sunumlu olarak incelemeye başladık. Kâinattaki her varlığı ve her hadiseyi birer “eser” olarak görmek, bu metodun ilk ve en önemli aşamasını teşkil ediyor. Bundan sonra, eseri vücuda getiren fiiller, onu takiben de o fiillerin faili ile ilgili bilgiler bizi doğru kaynağa götürüyor. Bütün kâinatı içine alan bu tefekkür seyahatinin en heyecan verici özelliklerinden birisi de, karşılaştığımız her şeyin ve her hadisenin kâinattaki her şeyle birçok yönlerden ilişkili olması, ortak özelliklere sahip olması ve hepsinin birden “eser sahibi” olarak aynı adresi göstermesi. Risalelerde takip edilen metod, bu hususu gözle görülmüşçesine bir kesinlikle ortaya çıkarıyor. Konuyla ilgili olarak okuduğumuz pasajlardan bir tanesi, bütün bu tesbitlerin odak noktasında yer alıyordu: Âlemde her bir şey, bütün eşyayı kendi Hâlıkına verir. Ve dünyada

Mü'minin hayatı dünyadan daha değerli

Resim
H ergün düzinelercesine gazete sütunlarında ve televizyon ekranlarında rastladığımız cinayetler ve İslâm âlemini kasıp kavuran katliamlar, “adam öldürme” fiiline karşı hassasiyetimizi büyük ölçüde köreltmiş bulunuyor. Kur’ânı-ı Kerim ise bizi bu derin gafletten şiddetli bir ikazla uyandırıyor ve “Tek bir mü’mini kasten öldüren kimsenin cezası, sürekli kalmak üzere Cehennem ateşidir” buyuruyor. UTESAV organizasyonuyla MÜSİAD genel merkezinde devam etmekte olan Kur’an Buluşmalarının 249. bölümünde dersimiz, mü’mini hatâ ile veya kasten öldürme konularını içine alan Nisâ sûresinin 92-93. âyetleriydi. Bu âyetlerden birincisinde “Bir mü’minin diğer bir mü’mini öldürmesi olacak şey değildir” buyuruluyor, ancak hatâ ile ölüme sebebiyet verme haline mahsus olmak üzere kefaret ve diyet hükümleri getiriyordu. Bu hükümlerde de toplumu birbirine bağlayarak tek bir vücut haline getiren fazilet ilkeleri ön plana çıkıyordu. Kasten öldürme konusuna gelince, âyet bunun cezasını “sürekli Cehennem” olara

Münafıklar hakkında niçin ikiye ayrılıyorsunuz?

Resim
M ünafıkların daha önce ele almadığımız yeni bir sınıfı, 248. bölümde Kur’an Buluşmalarının gündemine girdi. Bunlar Müslüman olduklarını iddia eden, ancak kâfirler arasında yaşayan ve onlarla birlikte Müslümanlar aleyhinde faaliyetlerde bulunan kimselerdi. Okuduğumuz âyetler, “Münafıklar hakkında niçin ikiye ayrılıyorsunuz?” diye soruyor ve arkasından da bu tür münafıklarla ilgili hükümleri içeriyordu. Bu hükümleri ve hikmetlerini öğrenirken, insan hakları konusunda Kur’ân’ın en küçük bir ayrıntıyı dahi ihmal etmediğini bir kere daha müşahede ettik. Büyük şehid Seyyid Kutub’dan iktibas ettiğimiz şu ifadeler, bu hakikati veciz bir şekilde özetliyordu: “Mesele sadece İslâm vatanını ve Müslüman topluluğu savunma meselesinden ibaret değildir. Mesele, aynı zamanda, dünyanın her tarafında tebliğ ve davet hürriyetini hiçbir engelle karşılaşmayacak şekilde sağlamak, dünyanın herhangi bir köşesindeki herhangi bir fert İslâm akidesini seçmek istediği zaman ona bu hürriyeti temin etmek; fazilet d

İstanbul Sözleşmesi yüzde yüz yerli malı çıktı

Resim
İ stanbul Sözleşmesini Avrupa’nın bize dayattığı ve bizim de gönüllü olarak imzaladığımız bir sözleşme olarak biliyorduk. Türkiye’deki feminist hareketin öncü isimlerinden biri tarafından geçtiğimiz günlerde yapılan bir açıklama, bu sözleşmenin bizim tarafımızdan hazırlanarak Avrupa’ya sunulduğunu ortaya çıkardı. Sputnik Türkiye radyosunun “Fotoğrafın Tamamı” programına konuk olan ünlü feminist Hülya Gülbahar, İstanbul Sözleşmesinin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in önderliğinde, Ak Partili Nursuna Memecean’ın da içinde bulunduğu bir heyet tarafından kaleme alındığını açıkladı. Gülbahar, “İstanbul Sözleşmesinin adı boşuna İstanbul Sözleşmesi değil; bunun her kelimesi sonuna kadar yerli ve millîdir” şeklinde konuştu. sputniknews.com sitesinde yer alan habere göre, Hülya Gülbahar aynen şunları söyledi: “Yasal düzeyde yapılması gereken her şeyi yaptık. Yasal mevzuatımız dünyaya örnek gösterilecek bir mevzuat. Her noktasında virgülünde hatta kelime arasındaki boşluklarda bi

Yılbaşı yahut "darağacının gölgesinde eğlence"

ÜMİT ŞİMŞEK B ir idam mahkûmunun son saatlerini mutlu bir şekilde geçirmesini istiyorsanız, ona yapabileceğiniz en güzel sürpriz, affedildiğini ve az sonra serbest bırakılacağını müjdelemektir. Hattâ, bu arada kendisini tepeden tırnağa giydirip üzerine mükellef bir de ziyafet çekebilirsiniz. İnfaz ânı geldiğinde, önündeki kapının özgür bir dünya yerine darağacına açıldığını gördüğü zaman kandırılmış olduğunu anlasa bile, zavallı mahkûmun hiç değilse bu dünya üzerindeki son birkaç saatinde mutluluğu yakalamış olması ona yapılmış bir iyilik sayılır mı, sayılmaz mı? *** E ğer bir idam mahkûmuna ömrünün son saatinde yapılan böyle bir “şakayı” gaddarlık olarak düşünüyorsanız, acele etmeyin: Her birimiz, bir darağacına çıkmak üzere olduğumuzu bize unutturacak tuzaklarla çevrilmiş bulunuyoruz. Hattâ, infaz saatinin yaklaşması bile bizim için başlı başına bir eğlence vesilesi teşkil ediyor. Haftalar öncesinden başlayan yılbaşı eğlencesi hazırlıkları, güle oynaya ölüme doğru koşmaktan başka ned

"İyiliğe aracı olun, selâmı yayın"

Resim
K ur’ân-ı Kerim mü’minlerden sadece iyilik yapmasını istemekle kalmıyor, onlardan, başkaları tarafından yapılacak iyiliklere de aracı olmalarını bekliyor ve bunun karşılığında da büyük mükâfatlar vaad ediyor. Bu husus, 247. Kur’an Buluşmasında okuduğumuz iki âyet-i kerimeden birincisinde bize emrediliyordu. İkinci olarak okuduğumuz âyet-i kerimede ise, İslâm ümmetini esenlik içinde yaşayan insanlardan meydana gelen bir topluluk haline getiren en önemli ilkelerden birincisiyle karşılaştık: selâmlaşmak, verilen selâmı ya aynen veya daha da güzeliyle almak. Bu arada, Allah Tealânın “el-Mukît” ve “el-Hasîb” isimlerinden de nasibimizi aradık. Nisâ sûresinin 85-86. âyetlerini okuduğumuz 247. Kur’an Buluşmasında çıkardığımız başlıca dersler: Her an Rabbimizin gözetimi altında bulunduğunu bilerek Onun çizdiği sınırlar içinde yaşamaya özen göstermeliyiz. Kötülüğe aracı olmaktan kaçınıp iyiliğe aracı olmaya çalışmalıyız. Rızkın Allah’tan geldiğini bilerek Onun izni ve rızası dahilinde kazanmalı

Günümüz medyasına Kur'an'dan uyarılar

Resim
G ünümüzün medyasında ve bilhassa sosyal medyada sıkça karşılaştığımız bir problem, son Kur’an Buluşmasının gündemindeydi: toplumu yanlış yönlendiren ve heyecanlandıran asılsız haberler. Nisâ sûresinin 83. âyeti, bu tür haberleri Resulullahın sünnetine ve hüküm çıkarmaya ehil olan yetkili kimselere sorup işin asılnı öğrenmeden yaymayı kesin şekilde yasaklıyordu. Âyetin sonundaki “Eğer üzerinizde Allah’ın lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız dışında şeytana uymuş gitmiştiniz” ifadesi ise, bizim zaman zaman içine düştüğümüz acınacak durumları açıklıyordu. UTESAV organizasyonuyla MÜSİAD’ın Çobançeşme’deki genel merkezinde geçtiğimiz Cumartesi sabahı gerçekleşen 246. Kur’an Buluşmasında Nisâ sûresini okumaya devam ettik. Medyanın çığırtkanlığına karşı uyanık bulunmamız ve sosyal medyayı da sorumluluk bilinci içinde kullanmamız gerektiğine dikkat çektiğimiz bu Buluşmanın devamında Nisâ sûresinin 84. âyetini okuduk. Bu âyet-i kerime de dış ve iç düşmanlara karşı sürekli olarak hazırlıklı b

Bir güncelleme öyküsü: "toplumsal cinsiyet" tuzağı

Resim
İlk olarak 19 Eylül 2018’de bu sütunlarda yayınlanan aşağıdaki yazıyı, cinsel sapıklıkların yeniden güncellik kazandığı bugünlerde, konunun ana hatlarını ve nereden gelip nereye gittiğini göstermesi bakımından, derli toplu değerlendirmelere yardımcı olması niyetiyle yeniden yayınlıyoruz. ÜMİT ŞİMŞEK “T oplumsal cinsiyet,” Batı dünyasındaki orijinal adıyla “social gender,” mahut İstanbul Sözleşmesiyle birlikte lisanımıza girdi. Ama iyi niyetle girmedi, girdikten sonra da hiç rahat durmadı. Öz be öz feministlerin malı olan bu deyim, feminizmin temel kavramlarından biri olarak tedavüle sokulmuştu. LGBT şemsiyesi altında yer alan sapık cereyanlar namuslu insanları damgalamak suretiyle kendi sapıklıklarına yol açmak için nasıl “homofobi” şeklinde bir kavram uydurdularsa, [1] aynı yolun yolcusu olan feministler de kuşatmayı bir başka koldan tamamlamak üzere bu tabiri geliştirdiler. İnsanları kadın ve erkek olarak birbirini tamamlayıcı iki varlık şeklinde açıklayan biyolojik cinsiyet vakıası

Kızıl Çin temerküz kamplarının görünen ve görünmeyen yüzü

Resim
BBC Kızıl Çin’in temerküz kamplarında yaptığı mülâkat ve gözlemlerden oluşan bir belgesel yayınladı. BBC muhabiri John Sudworth imzasını taşıyan belgesel, her ne kadar Kızıl Çin yöneticilerinin sıkı denetimi altında ve ancak seçilmiş birkaç kampta, seçilmiş birkaç Batılı gazeteciye verilen izin çerçevesinde gerçekleşmiş olsa da, arka planda yatan büyük bir mezalimin varlığını kesin bir şekilde gösteriyor. “Çin’in Toplama Kampları” başlıklı belgeselde yer alan görüntüleri, BBC, “Çin’in dünyaya göstermek istediği görüntüler” olarak niteliyor. Çinli yöneticiler, bu temerküz kamplarındaki tutukluları “öğrenci” olarak niteliyor ve bunların “kendi istekleriyle aşırı düşüncelerden uzaklaştıklarını” iddia ediyor. Muhabir, tutuklulardan birisine “Burada olmak senin tercihin mi?” diye sorduğunda, tutuklu bir an düşündükten sonra “Radikal düşüncelerden ve terörizmden etkilenmiştim” cevabını veriyor. Bu soru-cevap da dahil olmak üzere bütün röportajlar, yöneticilerin dikkatli gözetimi altında ger

Kur'ân'ın bize yüklediği farz vazife: tedebbür

Resim
K ur’ân-ı Kerimin bize bir farz vazife olarak yüklediği en önemli emirlerinden bir tanesi: tefekkür. Bu, tıpkı namaz, oruç veya zekât gibi, yerine getirilmesi gereken görevlerimiz arasında yer alıyor. Kur’an Buluşmalarının 245. bölümünde okuduğumuz Nisâ sûresinin 82. âyeti de tefekkürün bir türü olan “tedebbür” vazifemizi bize şu şekilde hatırlatıyordu: “Onlar Kur’ân’ı tedebbür etmezler mi? Eğer o Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı, içinde pek çok çelişki bulacaklardı.” UTESAV organizasyonuyla gerçekleşmekte olan Kur’an Buluşmalarının 23 Kasım tarihli oturumunda, bu âyetin ışığında Kur’ân’ın benzersiz yönlerine göz attık. Kur’ân’ın belli başlı birkaç konuya temas eden bir kitap olmadığını, dünya ve âhiret hayatının bütün safhalarını kuşatan ve temas etmedik bir alan bırakmayan bir kitap olduğunu örnekleriyle gördük. Âyetlerin iniş zaman ve şekillerine göz attığımızda ise, birbirinden çok farklı zamanlarda ve farklı şartlar altında indiğini, buna rağmen sanki tek bir defada inm

Vatandaş, Türkçe konuşma!

ORHAN SEYFİ ORHON M açka’da Fransızca, Ayaspaşa’da Almanca, Degüstasyon’da İtalyanca, Beyker’de İngilizce, Maksim’de İspanyolca konuşan sahte vatandaş, sakın Türkçe konuşma! Allah saklasın, dilimize, dinimize, devletimize karışsan, halimiz, istikbalimiz ne olurdu? Saltanatı nasıl kovar, İstiklâl Harbine nasıl girer, Lozan Sulhunu nasıl yapar, Cumhuriyeti nasıl kurar, millî varlığımızı nasıl korurduk? Sen, dünyanın her tarafında beşinci kolsun! Lehistan’ı baştan başa yakan, Majino’yu içinden yıkan, Flandr’da cepheyi bırakansın! Sen demokrasinin yüz karası, hürriyetin zaafı, müsavat ve adaletin zararısın! Sen, nifaksın, hilesin, korkusun, paniksin, sabotajsın! Sakın şiveni, lehçeni, tafranı değiştirme! Fransızca düşün, İngilizce gül, Almanca söyle, İtalyanca kavga et, İspanyolca mırıldan! Bizim için seni mutlaka görmek, duymak, bilmek, ayırt etmek lâzım. Çünkü bizim asıl kuvvetimiz senden uzak oluşumuzdur. Millî varlığımızı, tesanüdümüzü, birliğimizi buna borçluyuz. Her zamanki gibi dili

Bankalar ve insanlar

ÜMİT ŞİMŞEK B ankaların herkesi isyan ettiren uygulamalarına herkesle beraber bazılarının gösterdiği tepki bizi şaşırtıyordu. Meğer işin içinde iş varmış! Bankalara daha fazla sempatiyle bakmalarını beklediğimiz birileri, meğer bu şiddetli tepkiyle ve sivri dilli tenkitlerle, bankalara bir mesaj veriyormuş: “Doğru yoldasınız, devam edin” diye. Bu sonuca bir bankacının itirafı sonunda varmış bulunuyoruz. Bir köşe yazarının “reel sektörü ve bankacılığı temsilen çok değerli üst düzey yöneticilerin katıldığı” bir toplantıdan aktardığı bilgiye göre, bu yöneticilerimizden birisi şöyle bir tesbitte bulunmuş: “Müşteri şikâyet ediyorsa bankacılık iyi yolda demektir!” *** B u mantık her ne kadar bize ters gelse de, bankacılığın ardında yatan zihniyete ters düşmez, itirafı da utanılacak birşey sayılmaz. Çünkü bankanın mantığında, müşterinin üzerinden ne yapıp yapıp kazanç sağlamak vardır; bunun için müşterinin zaaflarını kullanmakta hiçbir beis görülmez. Bir spor karşılaşmasında hasmın zayıf tara

Kur'an Buluşmasında sosyal medya uyarısı

Resim
G eçtiğimiz haftanın Kur’an Buluşmasında münafıklarla ilgili olarak okuduğumuz bir âyet, onların sinsi tuzaklarından söz ettikten sonra, “Sen onlara aldırma” buyurmak suretiyle, son derece önemli bir hayat dersi veriyordu. Hem onların sinsi tuzaklar kurduklarını bilmek, hem de onlara aldırmamak nasıl mümkün olabilir? Hiç şüphesiz, bu tedbirsizlik ve vurdumduymazlık anlamına gelen bir emir değildi; ama Müslümanların sürekli olarak kendi aleyhlerindeki tuzaklar hakkında tasalanıp durmalarına gerek olmadığını bildiriyordu. Kur’an’dan dersini doğru olarak almış bir Müslüman, bu âyette şu altın öğütlerle karşılaşıyordu: Onların yapıp ettikleri seni tasalandırmasın / yapılanların hepsi en ince ayrıntısına kadar kaydediliyor. Sürekli tedirginlik, öfke, intikam, korku, endişe gibi olumsuz duygulardan arınmış şekilde, müsbet hizmetine odaklan. Kimin ne peşinde olduğunu bil, sözlerine kanma, tuzaklarına düşme, ama yüzlerine de vurma / daha sonra yaptıklarının yanlışlığını görecekler için tövbe k

Zalim kanunların mağdurlarına bir teselli olsun

Resim
*** Bir sade vatandaşımız, ülkenin ve dünyanın içinde bulunduğu durumlar karşısında çözümler üreterek bunları “iktidar vaadleri” olarak bir yerlere not ediyor. Kimseye “Şöyle şöyle yapın” demiyor; dese de kimsenin kulak asmayacağını herkes gibi o da biliyor. Sadece, “Üzerimde vebal kalmasın” kabilinden, “Ben iktidara gelince şunu şunu yapacağım” diyerek insanlığa karşı bir vaadde bulunmuş oluyor. Bize de bu vaadleri duyurmak kalıyor. Bismillâh deyip başlıyoruz. Sade vatandaşımız diyor ki: 28  Şubat döneminde haksız şekilde hüküm giyen onca insan hapishanelerde çürüyor. Bu yetmiyormuş gibi, Allah’ın evliliğe ehil kabul ettiği, Resulünün de teşvik ettiği yaşta evlenen binlerce insan, Batı’nın şeytanlarına uyan bir kısım politikacıların koyduğu zalim kanunlar sebebiyle yıllardır hapis yatıyorlar ve hergün bu mağdurlara yenileri ekleniyor.Ülkenin yönetiminde bulunanlar ise bu feryatlara tamamen kulak tıkamış durumda. Sade vatandaş olarak bunları hizaya çekecek imkânım yok. Ama iktidara gel

Darwin taarruzu

ÜMİT ŞİMŞEK “Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır.” Fetih Sûresi, 4 P ALMERSTON, Avustralya’nın kuzeyindeki bir koyda yer alan bir liman şehriydi. İngilizler bu şehre kendi verdikleri ismi 1911 yılında değiştirdiler ve kendi kültürlerinin övünç kaynağı olan meş’um bir isim verdiler: Darwin. Fakat Ezelî Sanatkârın bin bir isminin nakış nakış dokun­duğu bir cennet köşesine bu isim yakışmadığı gibi, uğurlu da gelmedi. Bir müddet sonra Japon ordularının ağır bombardı­manı altında kent yerle bir oldu. İkinci Dünya Savaşından sonra İngilizler Darwin şehrini yeni baştan inşa etmek zorunda kaldılar. Bu iş uzun yıllara ve yoğun emeklere mal oldu. Bu arada, yeni kurulan şehre yeni ve modern bir hükümet konağı yapılıyordu. Derken, 1954 yılında bir gün, henüz faaliyete geçmemiş olan bina, âni bir gece baskınına uğradı. Bu defa taarruz ha­vadan değil, kimsenin aklından geçmeyen bir yönden gel­mişti: Son derece etkili kimyasal silâhlarla donatılmış bir ordu, binanın temelinden saldırıya geçerek be

İmanları kemiren büyük tehlike: astroloji

Resim
Kur’an Buluşmalarının 9 Kasım 2019 tarihli bölümünde üç önemli konuya yakından bakma fırsatını bulduk. Bunlardan birincisi ölüm gerçeği idi. Kur’ân-ı Kerim, “Nerede olsanız ölüm gelip sizi bulacak” diyerek bizi hayatın en önemli gerçeği ile yüz yüze getiriyordu. Bununla beraber konuyu Kur’ân’ın bütünlüğü içinde ele aldığımız zaman, bu haberin kâfirler için ciddî bir tehdit, mü’minler için ise bilâkis apaçık bir müjde ifade ettiğini gördük. Çünkü ölümden sonrası bu dünyada ekilenlerin biçilme mevsimini ifade ediyordu ve bunun mü’minler için anlamı, Rabbine kavuşmak ve bu dünya hayatında işlediği hayırların ebedî mükâfatını almak demekti. İkinci önemli konumuz, günümüzün son derece vahîm bir yarasını teşkil eden “burçlar” konusu idi. Bugün hemen hemen her yerde “burç yorumları” gibi başlıklar altında karşımıza çıkan iddialardan bazı örnekleri incelediğimizde, bunların İslâmın tevhid esasına meydan okumak ve Allah’a açıkça ortak koşmak anlamına geldiğini gördük. Bu tesbitler de bizi, iman

Bir deve sağımı cihad mı, yetmiş senelik namaz mı?

– Ümmetin en küçük bir meselesini en büyük bir şahsî kemalât meselesinden daha üstün görmekte zorlanıyorsanız, – Maddî veya manevî cihadın her türlüsüne ait en cüz’î bir hizmeti, bir faaliyeti, bir yardımı, bir desteği en büyük bir velâyet mertebesine tercih etmek hususunda zaman zaman tereddütler yaşıyorsanız, – “Şunu şu kadar okursan veya şu kadar namaz kılarsan bu kadar sevap kazanırsın” şeklinde internette dolaşan ve çoğu zaman kaynağı ve sıhhati de şüpheli bulunan vaadlerin cazibesine kapılarak vaktinizin çoğunu şahsî kemalâtınıza ayırıyor ve bu sebeple cihad kıymetindeki hizmetlerin bir kısmından geri kalıyorsanız, – “Böyle küçük meseleler için kıymettar vaktimi sarf etmektense, o çok kıymetli vaktimi zikir ve fikir gibi kıymettar şeylere sarf edeceğim deyip çekilerek ittifakı zayıflaştırmayınız; çünkü bu manevî cihadda küçük mesele zannettiğiniz, çok büyük olabilir” şeklindeki ikazların ciddiyetini her zaman iç âleminizde yeteri kadar yankılanmıyorsa, – Ehl-i imanın her cepheden

Şeriat rahmettir

ÜMİT ŞİMŞEK Ş eriatın değerini anlamak için birçoğumuzun kafasına saksı düşmesi gerekiyor. Çünkü Şeriati bir tür ceza hukuk sistemi zannediyoruz; bir de merhamet duygumuz yönünü şaşırmış bulunuyor. Şeriat karşıtı bir gazetenin kendisini “laik” olarak tanıtan bir yazarı da İstanbul trafiğinde bunalınca Şeriatten imdad istemek zorunda kalmış. Sayın yazar, haklı olarak, bu dinin trafikte işlenen hatâlara karşı birer müeyyidesinin olması gerektiğini savunuyor. Şeriati bir ceza hukuku sistemi olarak görmenin yanlışlığını bir tarafa bırakacak olursak, burada bir hakikat yakalanmış görünüyor. Bu hakikat, Şeriatin adalet ile iç içe tecellî eden rahmet yönüdür. Lâkin bu da ancak mağdurun bakış açısından net olarak görülebiliyor; zaman zaman saksıya duyulan ihtiyaç, işte bu bakış açısını yakalayabilmek içindir. *** Ş eriatin ne olup ne olmadığı konusuna girecek olursak, kolay kolay çıkamayabiliriz. Onun için, bir mânâda Şeriatin baştan başa rahmet demek olduğunu belirtmekle yetinelim. Şeriat r

Savaş izninin veriliş zamanıyla ilgili hikmetler

Resim
A llah’ın Resulü (s.a.v.) ile ona iman edenler, İslâmın ilk günlerinden itibaren şiddetli düşmanlıklara ve baskılara maruz kaldılar. Ancak Müslümanlara şiddetin her türlüsünü uygulayan müşriklere fiilen karşı koyma ve savaşma izni, belirli bir zaman sonra verildi. Bu arada Müslümanlar boş durmadılar. İnen âyetlerin ve Resulullah’ın irşadıyla, muhteşem bir medeniyetin kuruluşunda rol oynayacak bir formasyon kazandılar. Tabii ki bu kolay bir süreç değildi; onlar bir yandan da düşmanlıkların en şiddetlisine maruz kalıyorlar, ancak bu ağır şartlar onların daha da sağlam ve güçlü bir yapı kazanmalarına yardımcı oluyordu. Bilhassa namazın ve zekâtın bu eğitimde çok önemli bir rolü vardı. Nihayet, İlâhî iradenin belirlediği vakit geldiğinde, savaş izni verildi ve bu izinle birlikte Müslümanlar düşmanlarına maddî kuvvetle karşı koymaya ve zafer üstüne zaferler kazanmaya başladılar. Ancak savaş izni ve emri, herkesi birden hoşnut etmemişti. İşin garip tarafı, daha önce “Niçin hâlâ savaşmıyoruz?