Diyanet'in "açıklayamamasına" dair

ÜMİT ŞİMŞEK

Diyanet İşleri Başkanlığımız, bir süredir sosyal medyada kan gövdeyi götürürcesine cereyan etmekte olan bir kavgada nihayet bir açıklama yaptı.

Açıklamanın ilgili taraflarını şu şekilde sınıflandırabiliriz:

(!) Mustafa İslâmoğlu, (2) İslâmoğlu’nu eleştirenler, (3) İslâmoğlu’nu eleştiren DİB personeli.

Açıklamayı konu olarak incelediğimiz zaman da, somut bir şekilde ifade edecek olursak, şöyle bir tasnif karşımıza çıkıyor:

(1) Mustafa İslâmoğlu’nun üslûbu, (2) İslâmoğlu’nun konuşmasını bir bütün olarak ele almanın lüzumu, (3) İslâmoğlu’nu eleştirirken eleştiri ahlâkına uygun hareket edilmesinin lüzumu, (4) bu âdâba riayet etmeyen DİB personelinin durumu.

Toplam 313 kelimelik açıklamanın 159 kelimelik kısmı, yani yarısı, doğrudan doğruya Mustafa İslâmoğlu’nu hedef alıyor ve onun beş sene önceki bir Ramazan sohbetinin bir yerinde geçen Hz. Hatice (r.a.) validemiz ile ilgili sözlerini eleştiriyor. Açıklamanın bu kısmı aynen şöyle:

Son zamanlarda sevgili Peygamberimizin mübarek eşi Hz. Hatice ile ilgili kamuoyunda bir tartışmanın varlığı dikkat çekmektedir. Açıkça bilinmelidir ki Hz Hatice, yaşadığı toplumda, asaleti, iffeti, saygınlığı herkesçe kabul edilen asil ve güzide bir hanımefendidir. İslam’ın zor ve sıkıntılı geçen ilk yıllarında daima Peygamber efendimizin yanında olmuş, yürekli bir hanım olarak bütün imkânlarıyla onu desteklemiştir. Hz. Hatice aile olmanın şeref ve sorumluluğunu omuzlamış muazzez bir isimdir. Müminlerin annesi olarak tarihimiz boyunca bütün Müslümanlar tarafından büyük bir saygı, hürmet, muhabbet ve minnetle anılmıştır. Dolayısıyla amacı, niyeti, bağlamı ne olursa olsun, iffet ve fedakârlığın sembol ismi, mümin yüreklerin ortak sevgisi, Peygamberimizin her daim övgüyle andığı eşi Hz Hatice validemize dair beyan ve yaklaşımlarda en küçük bir nezaketsizlik, dikkatsizlik yapılamaz. Onun Peygamber Efendimizle evliliğinden önceki ve sonraki hayatı, şahsiyeti ve hatırası hakkında özensiz ve saygısızca konuşulamaz. Bu bağlamda herkes gerekli hassasiyeti ve duyarlılığı göstermek, kullandığı kelimelere dikkat etmek, İslam’ın örnek şahsiyetlerinden bahsederken daha dikkatli olmak ve İslam’ın edep ve nezaketine uygun davranmak zorundadır.

Soyut olarak ele alındığında, bu uyarıların yerinde ve gerekli uyarılar olduğundan elbette şüphe edilmeyecektir. Ancak belirli bir kişinin belirli bir konuşması herkesin anlayacağı bir şekilde adres olarak gösterildiği için, “Acaba bu yerden göğe kadar haklı uyarıların yegâne muhatabı bu adres midir?” sorusuna da cevap aramamız gerekiyor.

İkinci paragraf, sanki bu arayışa cevap verecekmiş gibi başlıyor:

Diğer yandan herhangi bir meselede tepki vermenin ve kanaat belirtmenin en temel ilmi ve ahlaki prensibi, konuyu bütünlüğü içinde ele almak ve objektif bir yaklaşımla doğru anlamaktır. Parçacı ve önyargılı bir bakış çözüm değil sorun üretecektir.

Bu cümleler, açıklamayı kaleme alanların bu konuda bir problemin varlığından haberdar olduğunu gösteriyor. Nitekim bu konuda daha önce yayınladığımız “Mustafa İslâmoğlu Ne Dedi, Ne Demedi?” başlıklı makalede ele aldığımız gibi, Mustafa İslâmoğlu’nun Mehmet Okuyan ile birlikte yaptığı sohbetin bütününde Ümmehâtü’l-Mü’minîn (r.a.) için gerçekten saygılı bir dil kullanılıyor ve onların değeri etkili bir mantık yürütmeyle dile getiriliyordu; ve sohbetin bütünü dikkate alındığında bu husus kendisini açıkça gösteriyordu. Ancak sohbetin bir yerinde, o günün telâkkilerini tasvir ederken kullanılan bir tabir, sohbetin yayınlanmasından beş sene sonra birileri tarafından keşfedilerek, otuz saniyelik bir klip halinde, bu telâkkiyi İslâmoğlu’nun kendisine mal edecek şekilde tedavüle sokulmuştu. Eğer Diyanet İşleri Başkanlığının açıklamasında “en temel ilmî ve ahlâkî prensip” tarifiyle geçtiği gibi “konu bütünlük içinde ele alınsa ve objektif bir yaklaşımla doğru anlaşılsaydı,” hiç şüphesiz, bu ifadede bir kasıt bulunmadığı da anlaşılacak ve İslâmoğlu’na yöneltilen tenkitler, bir üslûp tenkidi seviyesinden daha ileri giderek maksadı aşmayacaktı.

Ne var ki, konunun âdil bir şekilde açıklığa kavuşturulmasında son derece önemli bir merhaleyi teşkil eden bu husus, 313 kelimelik açıklamanın içinde sadece 36 kelime ile ve soyut ifadelerle geçiştirilmiş, genel okuyucunun bu ifadeleri bu olaya tatbik etmesine yardımcı olunmamıştır. Bir problemin var olduğu ifade edilmiş, ancak “Tartışma konusu olan sohbet bir bütünlük içinde ele alınsaydı ne olurdu?” sorusunun cevabı verilmemiştir. İslâmoğlu’nun üslûbu üzerinde uzun uzadıya durduktan sonra çok kısaca temas edilerek geçilen bu sorunun cevabı da verilmeyince, olup bitenlerin bütün günahı İslâmoğlu’nun üzerine yıkılmış bulunmaktadır. İslâmoğlu ise uzun zamandır pek çok konuda – bu satırların yazarı da dahil – çoğumuzun damarına dokunan iddiaları ve üslûbunun keskinliğiyle gündeme gelip durduğu ve yoğun tepkileri üzerine çektiği için, Diyanet İşleri Başkanlığının bu açıklamasından yola çıkarak bütün bu olup bitenlerin vebalini Mustafa İslâmoğlu’nun omuzlarına yıkmak pek kolay bir yoldur, ama âdil bir yol değildir. Oysa adaleti ihmal ettiğiniz zaman elde din namına birşeyin kalmayacağını en iyi takdir edecek olan mercilerin başında Diyanet İşleri Başkanlığı gelmektedir.

 

Diyanet İşleri Başkanlığının açıklamasında, eleştiri ahlâkı üçüncü sırada ve 65 kelime ile, yine soyut ifadelerle şu şekilde yer almış bulunuyor:

Ayrıca doğruya ulaşma ve hakikati muhafaza etme adına eleştiriyi önemli bir değer kabul eden İslam düşüncesi, eleştiri ahlakını da eleştirinin kendisi kadar önemli görmüştür. Dolayısıyla eleştiri adına, hakaret ve küfür içeren ifadeler, kaba ve çirkin cümleler asla yüce dinimiz İslam’ın ilim ve ahlak anlayışıyla bağdaşmaz. İslam’ın ilke ve değerleri, örnek şahsiyetlerin güzide ahlakı, müminlerin annelerinin asil hayatları edep dışı ifadelerle hem anlatılamaz hem de savunulamaz.

Burada temas edilen problem açıklamanın sonunda ve kısaca yer almış olması sebebiyle, konunun tâlî bir yönünü ifade eder gibi görünüyor. Oysa gerçek hiç de böyle değildir; bu problem, bugün tartışma görünümü altında cereyan eden boğuşmanın, daha doğrusu linç teşebbüsünün temelinde yatan şeyin ta kendisidir. Twitter’da on binlere ulaşan mesajların çok az bir kısmına göz ucuyla bakmak bile, bu meselenin vahîm bir ahlâk buhranından haberler taşıdığını görmeye yetecektir. Hattâ bu konuya bir “eleştiri ahlâkı” gözüyle bakmak dahi problemi küçümsemek anlamına gelir. Çünkü – yüz tanede üç beş tanesini hariç bırakacak olursak – konuyla ilgili mesajların “eleştiri” adı verilecek şeyin uzağından bile geçmeyen, sadece aşağılama, sövme, tahkir, küfür, tehdit nev’inden muzahrafat içeren şeylerden ibaret olduğunu rahatça görebiliriz. Sövülen, aşağılanan, tahkir edilen ise, Allah katındaki değeri Ümmehâtü’l-Mü’minîn seviyesine ulaşmasa bile, Kâbe’nin seviyesinden daha yüksek olduğunda şüphe bulunmayan bir mü’mindir. Günahkâr da olsa, hattâ bid’at ehli de olsa mü’min yine mü’mindir; ve mü’minin Allah katında Kâbe’den daha değerli olduğunu bize öğreten de Peygamber Efendimizdir (s.a.v.).[1] Kaldı ki, kulların Allah katındaki değerleri arasındaki fark fazilet itibarıyladır, hukuk yönünden ise, “Bir olur ind-i İlâhîde Süleyman ile mur / Dergeh-i Hakta heman şah ile sâil birdir.”

Diğer yandan, mü’minler bir yana dursun, mel’un Yahudilere fazlasıyla hak ettikleri cevabı verirken dahi edebe riâyet etmenin önemine dair bir Hz. Aişe (r.a.) hadisini bundan önceki yazımızın sonunda nakletmiş bulunuyoruz. Buna mukabil, gerek İslâmî edep ve terbiyenin bir icabı olarak, gerekse birbirimizin hukukuna riayet mecburiyeti itibarıyla, bugün hiç de ümit verici bir durumda olmadığımız meydandadır ve bu gerçeğin en büyük şahitlerinden biri de, tartışmakta olduğumuz İslâmoğlu vak’asıdır. Diyanet İşleri Başkanlığının açıklaması ise, bu konuda ıslaha yönelik bir iradeyi aksettirmekte maalesef yetersiz kalmıştır. Nitekim Başkanlığın açıklaması haber sitelerinde “Diyanet’ten Mustafa İslamoğlu’na reddiye” “Diyanet İşleri’nden Mustafa İslâmoğlu’na çok sert Hz. Hatice tepkisi” gibi başlıklarla yer almış, eleştiri ahlâkı ile ilgili yönü ise kimsenin dikkatini çekmemiştir.

 

Son olarak, günlerdir Diyanet İşleri Başkanlığından merakla açıklama beklenen bir konuya da bu açıklama metninde 19 kelimelik bir cümleyle uzaktan uzağa temas edilir gibi olduğunu görüyoruz. Hatırlanacağı gibi, tartışmaların odağındaki Mustafa İslâmoğlu, bir Twitter mesajında, bir imam ile müftü arasındaki diyaloga dair ekran resimlerini Diyanet İşleri Başkanının dikkatine sunmuş ve bu kişiler hakkında işlem yapılıp yapılmayacağını sormuştu. Halen görevde olan bu Diyanet mensuplarının mesaj içerikleri ise, en hayâsız bir kimsenin bile midesini alt üst edecek iğrençlikte ifadeler içeriyordu. Böyle bir mesajlaşmanın muhatabı meselâ ünlü bir sahne sanatçısı olsaydı nasıl bir tepki verilirdi, bunu kesin olarak bilemiyoruz; ama Mustafa İslâmoğlu’nun mesajına iki gün sonra isteksizce verildiği aşikâr olan cevap (tabii kastedilen kimseler eğer bu iki görevli ise!) aynen şöyle:

Bu bağlamda nezaket ve eleştiri sınırlarını aşarak kaba ve yakışıksız ifadelerde bulunan Başkanlığımız mensuplarıyla ilgili de gereken işlemler yapılacaktır.

“Gereken işlemlerin” ne olacağı meçhul, ama kesin olan birşey var, o da, açığa alma şeklinde bir tedbire en azından bugüne kadar ihtiyaç duyulmamış olmasıdır. Bundan ise, dillerinde alenen sapık ilişkilerin en iğrenç türlerine dair küfürler dolaşan insanların Diyanet cüppesiyle insanlara rehberlik etmesinde bir sakınca görülmediği sonucuna varıyoruz.[2]

 

Netice olarak, Diyanet İşleri Başkanlığının açıklaması, doğruları içermekle beraber, doğrular arasında tenasübü gözetmediği için, Başkanlığın görev ve sorumluluklarıyla mütenasip bir açıklama olamamış, son derece önemli noktalarda “açıklayamama” olarak kalmıştır. Bu durum, açıklamanın biraz aceleye gelmiş olma ihtimalini de hatıra getirmektedir. Yine de ümidimizi bütünüyle kaybetmiş değiliz. Konu, güncel olayların sınırları dışına çıkmak suretiyle ve kamuoyunda hakim hissiyatın tesirinden âzâde bir şekilde Din İşleri Yüksek Kurulunda bütün boyutlarıyla ele alındığı takdirde, bütün taraflara yol gösterici bir açıklama ile bu durumun telâfi edilebileceğini umuyoruz.

Ayrıca şunu da hatırlatalım ki, konu bir İslâmoğlu meselesi değildir. Birisine husumeti olan bir başka kişi, hasmının yüzlerce konuşmasının bir yerinden bir cümle çıkarıp onunla bu kadar geniş çapta bir kavganın fitilini ateşleyebiliyorsa, herhangi bir günde aynı âkıbet herhangi birimizin başına gelebilir. Bugün onun, yarın başkasının, öbür gün bir başkasının başına gelecek olan şeylerin ülkeyi bir savaş meydanına çevirmesi çok uzak bir ihtimal olarak düşünülmemelidir. Olayların nasıl bir neticeye varacağını sağlıklı bir şekilde görebilmenin şartı, onları olduğu şekliyle değil, yöneldiği istikamet itibarıyla dikkate almaktır. Tartıştığımız konu ise, taraflardan hiçbirinin iddia ettiği istikamete doğru bir gidişi göstermiyor. Diğer taraftan, ilim tarihimize baktığımız zaman, bugün bizim tehlikeli görerek savaş sebebi saydığımız düşüncelerden daha aşırılarının bile sükûnetle tartışılarak cevaplandırıldığı dönemleri görmekte zorlanmıyoruz. Hattâ, bugün sahip olmakla övündüğümüz ilim mirasımızın neredeyse tamamının böyle bir sükûnet içinde vücuda getirilmiş olduğunu söylemek mübalâğa olmayacaktır.

Diyanet İşleri Başkanlığı, bugün bulunduğumuz kavşakta, bizi bütün tarafların menfaatine olacak böyle sükûnetli ve emin bir ortama yönlendirebilecek imkân ve kapasiteye sahiptir. Ve biz de ondan bu kapasitesini etkin bir şekilde kullanmasını bekliyoruz.


[1] Abdullah ibni Amr (r.a.) anlatıyor: Resulullahı (s.a.v.), Kâbe’yi tavaf ederken gördüm, şöyle diyordu: “Ne hoşsun, kokun ne kadar hoş senin! Ne büyüksün, hürmetin ne büyük senin! Ama Muhammed’in nefsi elinde olana yemin olsun ki, mü’minin Allah katındaki hürmeti senin hürmetinden daha büyüktür;  Allah onun malını, canını ve hakkında hayırdan başka bir zan beslemeyi haram kılmıştır.” (İbni Mâce, Fiten: 2).

[2] Fakat biz yine de hüsnü zannı elden bırakmayalım: Belki de Diyanet’imizin bu çekingenliği, İstanbul Sözleşmesinin getirdiği yükümlülükler cümlesinden olarak kaç yıldır devlet personeline verilmekte olan ve her türlü “cinsel yönelimi” eşitlik ve hoşgörüyle karşılama yükümlülüğü getiren eğitimlerin bir sonucudur, kimbilir?


Konuyla ilgili bundan önceki yazımız:

Mustafa İslâmoğlu ne dedi, ne demedi?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kur'an mealleri din eğitiminde baş köşeyi almalı

Ramazan'ımız Kur'an ayımız olsun