Kayıtlar

2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bir medeniyet böyle kuruldu

Resim
Mâide sûresini toplu olarak incelediğimiz 333. Kur’an Buluşmasının özeti ve tam video kaydı. 2021 yılının son Kur’an Buluşmasında, geçen hafta bitirdiğimiz Mâide sûresinin toplu bir değerlendirmesi yapıldı. UTESAV organizasyonuyla gerçekleşmekte olan Kur’an Buluşmalarının 333. bölümünü teşkil eden dersimizde yaptığımız tesbitlerden bazıları: Mâide sûresi, en son inen sûreler arasında yer almakta ve gerek insanların itikadlarını sağlam bir şekilde tesbit eden, gerekse sağlıklı bir toplum ve devlet yapısını sağlam temellere dayandıran ve insanları fazilet hedefine yönelten bir muhtevâya sahiptir. Ancak bu muhtevâ, insanlara birden bire değil, Mekke’de başlayan ve uzunca bir süre devam eden bir eğitimden sonra insanlara teklif edilmiştir. O insanlar bu âyetlere muhatap oldukları zaman, kötülüklerden uzaklaşmış, iyiliklerle donanmış, bir devlet kurup da Allah ve Resulünün öğrettiği şekilde insanlara yol gösterebilecek ehliyete sahip hale gelmişti. Sûrenin sözleşmelere riayet ve can düşmanl

Hz. İsa'nın şahitliği, Allah'ın hükmü, bizim nasibimiz

Resim
Mâide sûresinin 116-120. âyetlerini okuduğumuz 332. Kur’an Buluşmasının özeti ve video kaydı Kur’an Buluşmalarının 332. bölümünde konumuz Mâide sûresinin son âyetleri idi. Bu âyetlerde İsa aleyhisselâmın Mahkeme-i Kübrâdaki sorgusu ve Yüce Allah’ın hükmü şu şekilde yer alıyor: Peygamberleri huzurunda topladığı gün, Allah buyurur: “Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara ‘Beni ve annemi Allah’ın yanı sıra tanrı edinin’ diyen sen misin?” İsa der ki: “Sen her türlü noksandan ve ortaktan yücesin. Hakkım olmayan birşeyi söylemek bana yakışmaz. Ben böyle birşey demişsem, Sen zaten onu bilirsin. Sen benim zâtımda olanı bilirsin; ben ise Senin zâtında olanı bilemem. Görünmeyenleri ve gizlilikleri bilen Sensin. “Senin Bana emrettiğinden başkasını ben onlara söylemedim. ‘Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin’ dedim. Onlar arasında bulunduğum sürece ben onların şahidiydim. Sen beni öldürdükten sonra ise onlar üzerinde gözetleyici olan yalnız Sen idin. Çünkü Sen herşeyin şahidisin. “Onlara

Herkese yetecek bir ömür

Resim
Düşünüp de ibret alacak olan kimseye yetecek kadar bir ömrü Biz size vermedik mi? Fâtır Sûresi, 35:37 ÜMİT ŞİMŞEK İNKÂR ehlinin Cehennem ateşinde bağrışıp durmalarına alacakları cevap işte bu… Onlar tekrar dünyaya dönüp de cinayetlerini telâfi etmek istemektedirler. Fakat zaten geldikleri yer orasıdır; orada ise kendilerine iman edip güzel işler yapmak için fazlasıyla fırsat tanınmıştır. Artık bütün fırsatların tüketildiği, ümitlerin tümüyle yok olduğu bir pişmanlıklar diyarındadırlar. Hiç kuşku yok, bu cevap da onların hüsranını bir kat daha arttıran bir hatırlatma içeriyor: “Düşünüp de ibret alacak olan kimseye yetecek kadar bir ömrü Biz size vermedik mi?” Bir ömür ki, göz açıp kapayıncaya kadar da geçse, nice insana ebedî bir saadet kazandırmaya yetmiş, nice kullar o kısacık ömrü sonsuz bir mutluluk yurdunun sermayesi yapmayı bilmiştir. Pek çokları da, sanki dünya hiç yok olmayacak, ömürleri hiç son bulmayacak gibi, bu kısacık süreyi dünyanın gelip geçici işleriyle doldurmuş; onu ta

Mâide (sofra) mucizesinden günümüze dersler

Resim
İsa aleyhisselâmın sofra mucizesine dair Mâide 112-115. âyetleri okuduğumuz 331. Kur’an Buluşmasının özeti ve video kaydı UTESAV’ın Kur’an Buluşmalarında geçtiğimiz haftanın konusu İsa aleyhisselâmın sofra mucizesi idi. 11 Aralık Cumartesi sabahı canlı olarak YouTube’un Erdemli Hayat kanalından yayınlanan Buluşmada, Mâide sûresinin bu mucize ile ilgili 112-115. âyetlerini okuduk. Bu âyetlerin meâli şu şekilde idi: Hani Havariler “Ey Meryem oğlu İsa,” demişlerdi. “Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” İsa ise “Eğer mü’min iseniz Allah’tan korkun” demişti. Onlar “Biz o sofradan yemek istiyoruz,” dediler. “Tâ ki kalplerimiz tatmin olsun, senin doğru söylediğini bilelim ve buna şahit olalım.” Meryem oğlu İsa dedi ki: “Ey Rabbimiz olan Allahım! Bize gökten bir sofra indir ki bizim evvel gelenlerimize ve sonra gelecek olanlarımıza bir bayram ve Senden bize bir âyet olsun. Bizi rızıklandır; çünkü Sen rızıklandıranların en hayırlısısın.” Allah “Ben onu size indireceğim,” buyurdu. “Lâki

"Kur'ân'ın Mü'minlere Diriliş Çağrısı"

Resim
Kur’ân-ı Kerimin “Ey iman edenler!” hitabıyla başlayan 90 âyeti, açıklamalarıyla birlikte bir kitapta toplandı. Ülkemizin önde gelen hadis hocalarından Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Kur’ân-ı Kerimin “Ey iman edenler” hitabıyla başlayan âyetlerini, açıklamalarıyla birlikte bir kitapta topladı. “Kur’ân’ın Mü’minlere Diriliş Çağrısı” adlı eserde 90 âyet-i kerimenin açıklaması, diğer âyetlerin ve konuyla ilgili hadis-i şeriflerin ışığında yapılıyor. Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Vakfı tarafından yayınlanan eserin önsözünde, bu çalışmanın ortaya çıkışını ve özelliklerini şu şekilde anlatıyor: 1975 yılı Ramazan’ında Amasya Din Görevlileri Lokalinde düzenlediğimiz Teravih sonrası sohbet programında Ey İnananlar genel başlığı altında Yâ eyyühellezine âmenû diye başlayan âyet-i celîleleri Kur’an-ı Kerim’deki sıraya göre bölge vâizi Nuh Mehmet Solmaz hoca ile merkez vâizi ben dönüşümlü olarak anlatmayı planlamış ve uygulamaya da başlamıştık. Aslında düşüncemiz, mü’minlere yönelik bu şe

Hayatın merkezinde Sünnet olmalı

Resim
ÜMİT ŞİMŞEK D inî konulardaki kafa karışıklığımızın en önemli sebebi olarak Hadis ile ilişkilerimizin zayıflamış olmasını görmek zorundayız. Çünkü biz Hadisten uzaklaştıkça, ihtilâflarımızı çözecek olan hakemden uzaklaşıyoruz; bunun sonucu olarak da ihtilâflardan kurtulma ümidimiz gittikçe zayıflıyor. Bu tesbitimize Kur’ân ile karşı çıkmak isteyenler hiç zahmet buyurmasınlar: Sadece Kur’ân’a yönelmek suretiyle problemlerimizi çözmek mümkün olsaydı, şu anda dünyanın en problemsiz toplumu olurduk. Oysa en içinden çıkılmaz ihtilâfları Kur’ân bayrağı altında çıkarmıyor muyuz? Kur’ân’ı güya hayatın merkezine alma iddiaları rağbet görmeye başladıktan sonra dinî konulardaki fikir kargaşasında belirgin bir artış yaşandı mı, yaşanmadı mı? Bu manzaranın müsebbibi Kur’ân olamayacağına göre, bizim Kur’ân’a yaklaşma tarzımızda bir hatâ olup olmadığını iyice düşünüp tartmak zorundayız. Kur’ân’ı hayatın merkezine almakta da yanlış birşey olamaz; fakat Kur’ân’ı hayatımızın merkezine aldığımızı zannede

SUNGUR AĞABEY

Resim
ÜMİT ŞİMŞEK B ediüzzaman Hazretleri arkasında iki tür eser bırakarak bu dünyadan ayrıldı: Bunlardan birisi, telif ettiği eserlerdi. İnsanlık âlemi, onun dünyayı teşrifiyle, Risale-i Nur denen bir ilim ve iman âbidesiyle tanıştı. Bediüzzaman’ın diğer eserleri, onun inşa ettiği eserlerdi. Onu veya eserlerini tanıdıktan sonra yeni bir hayata başlayan ve her biri birer iman, ahlâk ve şehamet âbidesi halini alan insanlar da bu sınıfa girer. Ebediyet âlemine milletçe uğurladığımız Sungur Ağabey, Bediüzzaman Hazretlerinin inşa ettiği en büyük ve en muhteşem eserlerden biriydi: tıpkı Âyetü’l-Kübrâ gibi, Haşir Risalesi gibi, aynı elden çıkmış ve kâinata aynı hakikatleri anlatan bir eserdi. Üstadının rahle-i tedrisine o gencecik bir Anadolu çocuğu olarak girdi, bu dünyadan Cumhurbaşkanıyla, Başbakanıyla, Diyanet İşleri Başkanıyla birlikte bir milletin “ağabeyi” olarak ayrıldı. Mustafa Sungur Risaleleri tanıdığı zaman, Köy Enstitüsünde henüz formatlanmış, delikanlılığın bütün enerjisiyle Devriml

Dünyayı isteyenlere dikkat!

Resim
Zikrimizden yüz çeviren ve dünya hayatından başka birşey istemeyenlere aldırma. Necm Sûresi, 53:29 ÜMİT ŞİMŞEK KUR’ÂN-I KERİM, bir yandan Allah’ın hoşnutluğunu kazanan kimselerin özelliklerini sayarak bizim için bir inanan insan modeli çizerken, bir yandan da, kaçınılması gereken kimselerin özelliklerini saymak suretiyle hem onlar gibi olmamamızı, hem de onların kötülüklerinden korunmamızı ister. Bu âyette de inkâr ehlinin özelliklerinden iki tanesini buluyoruz: (1) Allah’ın zikrinden yüz çevirmek. (2) Dünya hayatından başka bir amacı bulunmamak. Allah’ın zikri, kapsamlı bir sözdür ve bununla hem Allah’ı anmak, hem de Kur’ân kastedilmektedir. Âyetin tarif ettiği kimseler, her ikisine de arkalarını dönmüş kimselerdir. Onlar Allah’ı zikretmezler, hatırlamazlar, anmazlar. Göklerde ve yerde serilmiş tevhid âyetleri üzerinde durup düşünmezler. Bir kötülük işleyecekleri zaman Allah’ı hatırlayıp Onun azabından korkarak o kötülükten ellerini çekmek gibi bir âdetleri yoktur. Hattâ, kendilerine

Bir rüzgâr varmış, bir yokmuş

Resim
ÜMİT ŞİMŞEK R üzgâr diye birşey yoktur aslında. O havadır. Hava ise görülmez. Yalnız kılıktan kılığa girer. Çoğu zaman, aldığımız nefestir o. Damarların en ücra köşelerine kadar gider, can olur. Sonra, kelime olur dudaklarda. Kulaklar, sözleri ondan dinler. Kuşlar bir yandan, gök gürültüsü bir yandan, ona yükler seslerini, öylece gönderir işitenlere. Çiçekler ve böcekler onunla haberleşir. Kokular, tıpkı sözler gibi yayılır hava zerreleriyle. Birer çağrı olur, ulaşır gideceği yere. Çağrıyı alan, aynı hava zerrelerine biner ve gelir. *** B aşımızı kaldırdığımızda, gökyüzü olarak görürüz onu. Gündüzü maviye, fecir ve gurupları kızıla boyayan onun rengidir. Hiçbir zaman bir yerde durmaz o. Sessiz ve sakin bir odada havanın hiçbir hareketini görmezsiniz. Fakat o, kimseye birşey hissettirmeden, saniyede yüzlerce defa bir duvardan diğerine gidip gelmiştir. *** Z aman olur, bir meltemle okşar yüzleri. Serinlik taşır denizlerden. Yapraklar onun elinde oynaşır ışıl ışıl. *** B azan, aldığı emri

"Siz kendinize bakın" sözünden ne anlamalıyız?

Resim
Mâide sûresinin 105-108. âyetlerini okuduğumuz 329. Kur’an Buluşmasının özeti ve video kaydı. UTESAV organizasyonuyla gerçekleşmekte olan Kur’an Buluşmalarının 329. bölümünde okuduğumuz âyetlerle iki önemli konu üzerinde yoğunlaştık. Bunlardan birincisi zaman zaman yanlış anlamalara konu olmuş önemli bir ilkeyi ders veriyor, diğeri de ayrıntılı tarifleriyle kul hakkının Allah katında ne kadar saygın bir yere sahip olduğunu bize gösteriyordu. Buluşmada ilk olarak okuduğumuz Mâide sûresinin 105. âyeti şu mealde idi: Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olduğunuz müddetçe, sapıtanlar size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır; yapmakta olduklarınızı O size haber verecektir. Bu âyet-i kerimeyi Kur’ân’ın çok önemli emirleri arasında yer alan “emr-i bilmaruf ve nehy-i anilmünker” ilkesi ışığında mütalâa etmek gerekiyordu. Konuyla ilgili diğer âyetler, hadisler ve Sahabe uygulaması da bu konuyu iyice açıklığa kavuşturuyordu. Örnekleriyle ele aldığımız bu açıklamaları

Şizofrenlerin Hükmedici Makinesi nasıl gerçek oldu?

Resim
ÜMİT ŞİMŞEK V iktor Tausk adında bir psikiyatrist, 1919 yılında “Şizofrenide Hükmedici Makinenin Kaynağına Dair” başlıklı bir tebliğ yayınlamıştı. Tebliğ, şizofreni vak’alarında görülen son derece dikkat çekici bir ortak noktayı inceliyordu: Hükmedici Makine. Tausk’un incelediği hastalar, sanki bir merkezden yapılan yayını izliyor gibiydiler. Bunların hepsi de bir Hükmedici Makineden söz ediyor, yine hemen hemen hepsi de bu makinenin özelliklerini birbirine yakın şekilde tasvir ediyordu: Siyah renkli bir kutu şeklindeydi Hükmedici Makine; çarkları ve dişlileri vardı. Bu kutudan delirtici ışınlar ve iki boyutlu resimler çıkıyordu. Zalim bir güç tarafından yönetilen makine, bu ışınlar ve resimlerle, hedefindeki insanların zihinlerinden düşünceleri siliyor, onun yerine daha başka düşünce ve duygular yerleştiriyordu. Sonunda, insanlar, bu düşünce ve duyguları gerçek dünyadan ayırt edemez hale geliyordu. Tausk’un, bu konudaki çalışmalarını ilerletme fırsatı olmadı. Çünkü aynı sene, hem kaf

Bir zenginlik ve özgürlük formülü: Sade Hayat

Resim
Sade Hayat kitabı uzun bir aradan sonra yeniden okuyucuyla buluştu. Önceki baskıları Selis ve Zafer Yayınları arasında çıkan kitap, bu defa Akıl Fikir Yayınları arasında yerini aldı. Ümit Şimşek tarafından kaleme alınan Sade Hayat, zamanımız insanına bir din kutsallığı içinde sunulan “tüketim” anlayışını sorguluyor. Batı uygarlığının insanlara ömürlerini bilinçsizce tükettirmek için geliştirdiği tuzakları ele alan kitap, bu tuzakların aslında insanı yoksullaştırdığını ortaya koyuyor ve gerçek zenginliğin, huzur ve doyumun sade hayat düşüncesinde olduğunu gösteriyor. Sade hayatı “bir özgürlük ve zenginlik formülü” olarak sunan kitabın bölümleri şöyle: Sam Amcanın rüyası Oyuncak toplama yarışı Bir tüketici böyle yetiştirilir Gel de şizofren olma Gürültüyle gelenler, gürültüye gidenler Hız gelir, haz gider Sadelik özgürlüktür Sade hayat nedir, ne değildir? Hayatı tüketmeden yaşayabilmek Paranın fiyatı Zengin eden sihirli söz Veren elin üstünlüğü Sus, dinle, yavaşla, yaşa Sade hayat, aile,

Hayırlı hayretler

Resim
ÜMİT ŞİMŞEK K âinat ile bağlarımızı askıya aldıktan sonra bizi ilk olarak terk eden insanî özelliklerimizden birisi, hayret duygumuz oldu. Belki bizi tamamen terk etti diyemeyiz, ama kendisine hiç yakışmayan yerlere yöneldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Neden “kendisine hiç yakışmayan” yerler? Eğer bir şey var ise, onun varlığının hikmeti de vardır. İnsan gibi en üstün bir varlığa böyle bir özelliğin verilmesi ise büyük bir hikmet eseri olmalıdır. Yani, insan hayret etmelidir; ve, tabii, hayret edilmesi gereken şeye karşı hayranlık duymalıdır. “Kimlerin ve nelerin hayranıyız?” sorusunu hiç kurcalamayalım; sosyali ve asosyaliyle medyamız bu konuda hepimizi mahcup düşürecek misallerin yüzlercesini hergün sergiliyor. Sadece, bir ömür boyunca biriktirdiğimiz hayranlıklarımızın ne işe yaradığını bir an için düşünmek, bizi bu konuda ciddî bir muhasebeye sevk etmek için yetecektir. Yahut Yüce Allah’ın Peygamberimize hitabına bir bakın: Sen hayrete düştün, onlar ise eğleniyorlar. (Sâffât, 37

Herkesin her duasına cevap

Resim
Kullarım senden Beni sorarlarsa, Ben çok yakınım. Bana dua ettiğinde, dua edenin duasına cevap veririm. Onlar da Bana cevap versinler ve Bana iman etsinler ki doğru yolu bulmuş olsunlar. Bakara Sûresi, 2:186 ÜMİT ŞİMŞEK KUL ile Rabbi arasındaki yakınlığı en sıcak bir şekilde ortaya koyan âyetlerden birisi de budur. Bir defa, âyette geçen “ kullarım ” nitelemesiyle, Yüce Allah, bize büyük bir lütufta bulunmaktadır. Zira bu sözde bir mensubiyet ifadesi vardır. Bu söz ile herbirimiz, doğrudan doğruya Âlemlerin Rabbi ile irtibatlandırılmış oluyoruz. Arada ise başkaca hiçbir şey, hiçbir vasıta yoktur. İkinci olarak, Yüce Allah, kullarına her zaman açık bir kapı bağışlamaktadır ki, kâinatta, bu nimetle kıyaslanabilecek kadar büyük bir başka nimet düşünmek mümkün değildir. Üstelik bu büyük lütuf, âyetin ifadesinde birkaç kat vurgu ile pekiştirilmiştir. Birincisi: “Ben çok yakınım.” Kulun Rabbine ihtiyaç arz etmesi, çok uzaklardaki bir makama dilekçe göndermeye benzemez. Bu, hemen yanı başında