Kalem yazmak zorundadır: 2



Büyük mütefekkir ve şair Sezai Karakoç’un insanlığa armağan ettiği eserlerinden biri de, Risale-i Nur’ların yasak kitap muamelesi gördüğü 1960’lı yıllarda, bir Ramazan gününde kitap okurken “suçüstü” yakalanarak tutuklanan Nur talebeleriyle ilgili olarak peş peşe yayınladığı “Kalem Yazmak Zorundadır” başlıklı üç yazısı idi.


Kalem sahiplerini bir vicdan muhasebesine çağırıyordu Karakoç bu yazılarında. “Bir gün gelir de bizim çağımıza bakanlar, eski çağlara bizim baktığımız gibi bakarlar da, aynı şeyleri, inanç yüzünden hapishanelerde çile dolduranları görürlerse, hakkımızda nasıl hüküm vereceklerdir dersiniz?” diye soruyordu. Sonra da, “Kalem çağın sorumlu şahididir” diyor ve her kalem sahibine tarihî sorumluluğunu hatırlatıyordu:


“Yazıcı melekler nasıl her gördüklerinin birini saklamadan yazmak zorundalarsa, onları örnek almak durumunda olan kalem de, çağındaki haksızlıkları, yanlışlıkları, aşırılıkları, yıkımları, korkmadan ve çekinmeden kaydetmek zorunda ve sorumluluğundadır. Evet yazar, çağının üzerinde düşünmek ve düşündürmek zorunda ve sorumluluğundadır. Öyleyse, biz istesek de, istemesek de, eğer kalem kalemse, yazacaktır. Yazmazsa, işte asıl o zaman suçludur.”

Yazı serisinin ikinci bölümü:


SEZAİ KARAKOÇ

Solcular, bir sınırı aştılar. Artık yayınlıyamadıkları tehlikeli kitapları, söyleyemedikleri sözleri, girişemedikleri hareketleri kalmadı nerdeyse. Müslümanlara gelince, çok yavaş ve sessiz bir şekilde gün geçtikçe daha sıkışmakta, daha bunalmaktadır. İhtilâl döneminde ve örfî idareler zamanında yazdıklarımızı hiç değiştirmeden yayınlasak acaba suç sayılmaz mı, tereddütteyiz desek doğru.

Tarih açısından çok kısa sayılacak bir dönem içinde, yalnız Risale-i Nur için bine yakın dâva açılması, artık konuya arızî bir vaka gözüyle bakılamıyacağını, tarihî ve sosyolojik açıdan incelenmesi gerektiğini gösteriyor. Ama bu noktada profesörün kalemi, gazetecinin kalemi belli bir peşin hükmün buyruğu altında. Sar’alı kalemler gibi.

Evet, şu oruç günlerinde, sırf inandıklarından dolayı hapishanelerde çile dolduranları unutmayalım. Zincirli pencerelerin gerisinde, gün ışığına bile hasret (sabır)la iftar ediyorlar. Sahurları (tevekkül)dür. Hapishaneyi bile, kürsüsünde Yusuf Peygamberin ders verdiği bir okul sayıyorlar. Ruhlarının çileye katlanarak yükselmesi için bir nimet, bir bağış, bir lütuf sayıyorlar ve hamd ediyorlar. Ve şükr ediyorlar ve teşekkür ediyorlar. İnanç kahramanları gibi. Her çağın inanç kahramanları gibi.

Bir gün gelir de bizim çağımıza bakanlar, eski çağlara bizim baktığımız gibi bakarlar da, aynı şeyleri, inanç yüzünden hapishanelerde çile dolduranları görürlerse, hakkımızda nasıl hüküm vereceklerdir dersiniz? Tarihin ve gelecek zaman değerlendirmelerinin, geriye doğru bakışında adaletleri olabilir, ama merhametleri olamaz.

Öyleyse, çağımızı, devrimizi, gelecek zamanın amansız suçlamasından kurtarmak için çalışmak her aydının birinci ödevidir. Batıdan gelip yoğun bir zihin baskısı halinde hükümlerimize tesir eden ve her yerli hareketi bize yabancı kılan kültür köleleşmesinden, kafa esareti ve ruh tutsaklığından mümkün olduğu ölçüde kendimizi sıyırmalıyız.

Yazarın da ödevi çağın haysiyetini kurtarmaktan başka bir şey değil.

Kalemi ele almak kolay, fakat onun dağdan ağırlığını taşımak zor. Kalem, çağın sorumlu şahididir. Yazıcı melekler nasıl her gördüklerinin birini saklamadan yazmak zorundalarsa, onları örnek almak durumunda olan kalem de, çağındaki haksızlıkları, yanlışlıkları, aşırılıkları, yıkımları, korkmadan ve çekinmeden kaydetmek zorunda ve sorumluluğundadır. Evet yazar, çağının üzerinde düşünmek ve düşündürmek zorunda ve sorumluluğundadır. Öyleyse, biz istesek de, istemesek de, eğer kalem kalemse, yazacaktır. Yazmazsa, işte asıl o zaman suçludur.

Sartre’ın da dokunduğu gibi çağımızda susmak bile politik bir durum almaktır. Susan yazar da, sustuğu konuda bir hüküm ve cevap vermiş demektir. Demek ki, susmakla da yazar çağının hükmünden kaçamamaktadır. Çağından kaçamamaktadır. Öyleyse en iyi konuşmak, her şeyi açıkça konuşmak.

Baldıran zehiri içen filozoftan, işkence çeken hakîmden, kırbaç altında can veren imamdan bugüne kadar hakikatleri gizlememişlerin ulu zincirine katılmak için söylemek lâzım.

Evet, çağımızı kurtarınız, gelecek zamanlarda bize giydirilecek tarihin ağır hükmünden ülkemizi kurtarınız sağduyu sahipleri, gerçek aydınlar, düşünen insanlar! Bu karanlıkta çınlayan sesimizi işitiniz. Şu kutlu oruç günlerinde, is bağlamış, yosun bağlamış duvarların yüzüyle iftar eden inanmış insanları evlerine ve ocaklarına kavuşturunuz.

İnanç mahkûm eden ülke diye tarihe geçmek talihsizliğine uğramaktan, inanç kalesi yurdumuzu koruyunuz.

[Devamı var]


Bundan önceki bölüm:


Sitede yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için
bizi Twitter’da takip edebilirsiniz:

twitter.com/umit_simsek


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SADE HAYAT

Gelin cahil olalım