SON EKLENENLER
latest

12 Mayıs 2023 Cuma

Siyaset notları: 2


   

- 2 -

Risale-i Nur talebelerinin maruz kaldığı ithamlardan en önemlisi, Risaleleri Kur’an ve Sünnete tercih etmek olmuştur ve olmaktadır. “Bu ithamlar haklı mıdır?” sorusuna rahatlıkla hayır cevabını vermemizi zorlaştıran sebepler vardır ve Risale-i Nur cemaatlerinin son seçimlerle ilgili olarak sergiledikleri tavır bu sebeplerin en önemlileri arasındadır.

Cemaatler, bu tavırlarını, Bediüzzaman Said Nursî’nin altmış beş yıl önce Cumhuriyet Halk Partisi hakkında söylediği ve talebelerinin de bir mektup haline getirdiği sözlerine dayandırmaktadırlar. Bu sözler CHP iktidara geldiği takdirde komünist kuvvetinin memlekete hakim hale geleceğini ve milletin de bu sebeple CHP’yi iktidara getirmeyeceğini öngörmektedir. Bugün söylenmiş olsaydı, bu sözler kendi şartları içinde tartışılabilirdi. Ancak yarım asırdan fazla bir zaman önceki ortam hakkında söylenmiş ve üzerinden nesiller gelip geçmiş bir sözün bugün de aynen geçerli olduğu varsayımına bir inanç olarak bağlı kalmanın ve bunu ilân etmenin, Bediüzzaman’a gayb bilgisi yakıştırmakla aynı anlama geleceği aşikârdır. Aslında bu yabancısı olduğumuz bir gerçek de değildir; çünkü “Üstadın söyledikleri kıyamete kadar geçerlidir” şeklindeki ârızalı bir anlayışın zamanımızdaki Risale-i Nur cemaatleri içinde bir akide haline geldiğine, cemaatlere aşina olan herkes şahittir.

Resulullahın zekât verdiği Müellefe-i Kulûb (kalpleri İslâma ısındırılacak kişiler) sınıfına giren bazı kişilere Hz. Ömer zekât vermemişti. Çünkü, Hz. Ömer onların kalplerinin bu kadar zaman sonra artık İslâma ısınmış olması gerektiğini düşünüyordu. Kimse bu tasarrufa “Resulullahın bir bildiği vardır; hükmü kıyamete kadar bâkidir” diye karşı çıkmadı.

“Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin” meâlindeki âyet-i kerimeyi tefsir ederken Bediüzzaman Said Nursî “Zaman bir büyük müfessirdir, kaydını izhar etse itiraz olunmaz”[1] diye söze başlar ve âyetin indiği zaman ile günümüzün şartları arasındaki farklara dikkat çeker. Bir müfessirin âyet hakkında uyguladığı yöntemi, talebeleri o müfessirin sözlerine karşı uygulayamıyorlar!

Sahih bir İslâm itikadına ve akıl nimetine sahip olan bir mü’min, yarım asırdan fazla bir zaman önceki kişi ve kuruluşlar hakkında o zaman söylenmiş sözleri bugünün kişi ve kuruluşları hakkında söylenmiş gibi telâkki edemez ve bunu bir iman meselesi haline getiremez.

Hele bir de o partinin bugünkü idarecileri inanç özgürlüğünü zedeleyen geçmiş politikalar hakkında redd-i miras ederek helâllik istemişlerse, bir mü’mine düşen şey, uzatılan eli geri çevirmek değil, samimiyetle sıkmak ve ülkenin barış ortamına kavuşması için elbirliğiyle çalışmanın yollarını araştırmak olmalıdır.

Herhangi bir siyasî partiye oy veren kimsenin kullandığı oy sebebiyle imanının gideceği yönünde piyasaya sürülen iddia ve senaryoların ise hiçbir gerçekliği yoktur; olmasına imkân da yoktur. Dine yönelik bir saldırı olmadığı müddetçe, oy vermek demek, bir önceki yazıda da vurguladığımız gibi, kendine hizmetçi seçmek demektir; hizmetçi seçerken de kimden ne bekleneceğini düşünür ve ona göre seçiminizi yaparsınız, o kadar. Bu seçimi iman meselesi haline getirenlere gelince, sıkı bir niyet sorgulamasından geçirilmesi gerekenler işte onlardır.

Kâinatta hiçbir şeye, hiçbir siyasete, hattâ – Bediüzzaman’ın tabiriyle – siyaset-i İslâmiyeye dahi âlet olmayan bir iman hizmetine “bir siyasî partiyi iktidardan uzak tutmak” misyonunu biçmek ise, hamakat ve hıyanetin cem’ olmuş halinden başka bir şey olamaz.


 *** 


Bazı dostlarımız ısrarla hükûmetin iyilikleriyle kötülüklerini karşılaştırıp ona göre hüküm vermemiz gerektiğini hatırlatıyorlar. Bu, Bediüzzaman’ın meşrutiyet idaresi ile ilgili olarak Kürt aşiretlerine hatırlattığı bir ölçüdür.[2] Ancak tatbik yeri bugünkü seçimler değildir; çünkü biz burada hükûmetin değerlendirmesini yapmıyoruz, ülkenin kaderini bütünüyle tek bir kişiye teslim etmek isteyen bir anlayış ile hürriyet arasında tercih yapıyoruz:

“Ayasofya’yı açtı” diye bütün bir milletin kaderi bir kişinin ağzından çıkacak söze teslim edilir mi? Farzımuhal bütün icraatı baştan sonra hasenattan ibaret olsaydı dahi bu kadar iyilik, bir kişiyi milletin başına despot olarak tayin etmek için gerekçe olur muydu?

Biz böyle bir kurtarıcılık macerasını Cumhuriyetin kuruluşunda yaşamıştık. O yaşadıklarımız, aynı şeyin İslâmî versiyonunu uygulamakla değil, hak ve özgürlükleri garanti altına almak ve hizmet eden ile hizmet edileni doğru bir şekilde ayırt ederek herkese hakkını vermek suretiyle telâfi edilebilir.


***


Şûrâ ilkesi, daha Mekke döneminden itibaren ilk Müslümanların dünyasına girmiş ve hayatlarının en önemli ilkeleri arasında yer almıştı. Daha sonra, istişare sonucu olarak yaşanan büyük bir yenilgi üzerine inen şu âyette de yine şûrânın vurgulanması, konunun önemini bir kat daha vurgulamaktadır:

Allah’tan bir rahmet sayesindedir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer sen kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp gitmişlerdi. Onları affet, onların bağışlanmaları için dua et ve işlerinde onlarla istişare et. Kararını verdiğinde de yalnız Allah’a dayan. Çünkü Allah Kendisine tevekkül edenleri sever (Âl-i İmrân, 3:159).

Hz. Ali’nin rivayet ettiğine göre, Resulullahtan bu âyette geçen “azim” ile neyin kastedildiği sorulmuş, o da “Rey ehli kimselerle istişare etmek, sonra da ona tâbi olmaktır” cevabını vermiştir.[3]

Ne var ki, Raşid Halifeler döneminde titizlikle uygulanan bu kural, saltanat dönemine geçildikten sonra ihmal edilmiş ve Bizans-Sasanî kültürlerinin etkisi altında, “Sultan istediği konuyu istediği kimseyle istişare eder, çıkan sonuca da isterse uyar, istemezse uymaz” şeklinde, Allah’ın âyetleriyle alay etmekten başka bir anlama gelmeyen bir uygulama şeklini almıştır. Bu sebeple, istişareden söz eden kimselerin bundan ne anladıklarını doğru bir şekilde anlayabilmek için, uygulamalarına bakmak gerekir.


***


Seçim kampanyası sırasında izlenen yöntemler, bize nasıl bir gelecek vaad edildiğini de gösteren delilleri ortaya koyar. Bunu doğru bir şekilde anlayabilmek için, tarafların ne vaad ettiklerinden çok, rakiplerine karşı kullandıkları yöntemlere bakın; hak, hukuk, adalet, meşruiyet, helâl-haram, ahlâk ölçülerine uyan ve uymayan hareketlerine dikkat edin. Bugün rakiplerine karşı uygulanan yöntemlerin yarın size karşı uygulanabileceğini dikkate alarak kararınızı verin.


***


Hangi tarafı tutarsanız tutun, siyaset bahsinde konuşurken ve bilhassa tartışırken, hasımlarınızın hakkını titizlikle gözetin. En yakınınız ve sevdiğiniz kişinin hakkını nasıl gözetiyorsanız öyle gözetin. Çünkü Allah katında bunların hukuku arasında fark yoktur. Dil ile kolayca söylenen ve tekrarlanıp duran şeyler, bakarsınız, defterler açıldığında, en sevmediğiniz kişilerle aranızda hiç hoşlanmayacağınız yer değiştirmelere yol açmış olarak karşınıza çıkabilir. Âhiret gününe iman edenler için başkaca bir hatırlatmaya herhalde gerek yoktur.


***


Üslûp ahlâkın aynasıdır. Bir kimsenin üslûbu ne kadar düzgün ise ahlâkının da o kadar düzgün olması, ne kadar bozuksa ahlâkının da o kadar bozuk olması beklenir. Tercih yaparken bu hususu da dikkate almak isteyebilirsiniz.


***


Kin, husumet, nefret ve intikam duyguları üzerine bina edilmiş bir seçim kampanyası, insanlara çile ve ıztıraptan başka vaad edecek bir şey kalmadığını gösterir. Bu gerçek, tarih dolusu şahitlerin ittifakıyla sabittir.


***


Oy vereceğiniz kimselerin ne kadar dindar olduğuna değil, onların idaresi altında ne kadar insanın dine yöneldiğine veya dinden uzaklaştığına bakarsanız, yönetici seçme konusunda daha isabetli davranmış olursunuz.


***


Tepeden bakan üslûpla ıslahat yapılmaz, kin biriktirilir. Bu ise Allah’ın, Resulünün ve Ashabın yolu değildir. İnsanlık âleminde ıslahata muvaffak olmuş kimselerin yolu da değildir.


***


Siyasete angaje olan ve kendilerini açıkça bir tarafta konumlandıran cemaatler, her türlü ihtimalde seçimlerin mutlak mağlûplarıdır ve nasipleri şu iki şeyden birisidir:

Kaybederlerse hezimet, kazanırlarsa esaret.


***


Dış güçler birileri iktidara geldiği zaman değil, bu tehditlerin prim yapmadığı zaman tehdit olmaktan çıkar.


***


Seçmenin oy kullanmakla hakkına kavuştuğu ve sorumluluğunu yerine getirmiş olduğu zannı demokrasi görüntüsü altında saltanatını icra edenlerin bahanesi, özgürlüğüne kavuştuğuna inandırılmış kölelerin de avuntusudur. Böyle ülkelerde iktidarın süresi dolup da sandık başında gidildiğinde, seçilen tekrar seçilmenin bir yolunu, seçen de tekrar aldanmanın bir bahanesini bulur. Ve oyun böylece devam eder, gider. Bu durumdan kurtuluşun anahtarı yeni nesillerdedir.


***


Son olarak, “Kime oy verelim?” diye düşünüyorsanız:

Günün birinde karşısına dikilip de korkusuzca “Sen bizim efendimiz değil hizmetçimizsin” diyebileceğiniz kimseye oy verin.

« SONRAKİ
ÖNCEKİ »

Facebook Comments APPID