- 2 -
Risale-i Nur talebelerinin maruz kaldığı ithamlardan en
önemlisi, Risaleleri Kur’an ve Sünnete tercih etmek olmuştur ve olmaktadır. “Bu
ithamlar haklı mıdır?” sorusuna rahatlıkla hayır cevabını vermemizi zorlaştıran
sebepler vardır ve Risale-i Nur cemaatlerinin son seçimlerle ilgili olarak
sergiledikleri tavır bu sebeplerin en önemlileri arasındadır.
Cemaatler, bu tavırlarını, Bediüzzaman Said Nursî’nin altmış
beş yıl önce Cumhuriyet Halk Partisi hakkında söylediği ve talebelerinin de bir
mektup haline getirdiği sözlerine dayandırmaktadırlar. Bu sözler CHP iktidara
geldiği takdirde komünist kuvvetinin memlekete hakim hale geleceğini ve
milletin de bu sebeple CHP’yi iktidara getirmeyeceğini öngörmektedir. Bugün
söylenmiş olsaydı, bu sözler kendi şartları içinde tartışılabilirdi. Ancak
yarım asırdan fazla bir zaman önceki ortam hakkında söylenmiş ve üzerinden
nesiller gelip geçmiş bir sözün bugün de aynen geçerli olduğu varsayımına bir
inanç olarak bağlı kalmanın ve bunu ilân etmenin, Bediüzzaman’a gayb bilgisi
yakıştırmakla aynı anlama geleceği aşikârdır. Aslında bu yabancısı olduğumuz
bir gerçek de değildir; çünkü “Üstadın söyledikleri kıyamete kadar geçerlidir”
şeklindeki ârızalı bir anlayışın zamanımızdaki Risale-i Nur cemaatleri içinde bir akide haline geldiğine,
cemaatlere aşina olan herkes şahittir.
Resulullahın zekât verdiği Müellefe-i Kulûb (kalpleri İslâma
ısındırılacak kişiler) sınıfına giren bazı kişilere Hz. Ömer zekât vermemişti.
Çünkü, Hz. Ömer onların kalplerinin bu kadar zaman sonra artık İslâma ısınmış
olması gerektiğini düşünüyordu. Kimse bu tasarrufa “Resulullahın bir bildiği vardır;
hükmü kıyamete kadar bâkidir” diye karşı çıkmadı.
“Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin” meâlindeki âyet-i kerimeyi
tefsir ederken Bediüzzaman Said Nursî “Zaman bir büyük müfessirdir, kaydını
izhar etse itiraz olunmaz”[1]
diye söze başlar ve âyetin indiği zaman ile günümüzün şartları arasındaki
farklara dikkat çeker. Bir müfessirin âyet hakkında uyguladığı yöntemi,
talebeleri o müfessirin sözlerine karşı uygulayamıyorlar!
Sahih bir İslâm itikadına ve akıl nimetine sahip olan bir mü’min,
yarım asırdan fazla bir zaman önceki kişi ve kuruluşlar hakkında o zaman söylenmiş
sözleri bugünün kişi ve kuruluşları hakkında söylenmiş gibi telâkki edemez ve
bunu bir iman meselesi haline getiremez.
Hele bir de o partinin bugünkü idarecileri inanç özgürlüğünü
zedeleyen geçmiş politikalar hakkında redd-i miras ederek helâllik istemişlerse,
bir mü’mine düşen şey, uzatılan eli geri çevirmek değil, samimiyetle sıkmak ve
ülkenin barış ortamına kavuşması için elbirliğiyle çalışmanın yollarını
araştırmak olmalıdır.
Herhangi bir siyasî partiye oy veren kimsenin kullandığı oy
sebebiyle imanının gideceği yönünde piyasaya sürülen iddia ve senaryoların ise
hiçbir gerçekliği yoktur; olmasına imkân da yoktur. Dine yönelik bir saldırı
olmadığı müddetçe, oy vermek demek, bir önceki yazıda da vurguladığımız gibi,
kendine hizmetçi seçmek demektir; hizmetçi seçerken de kimden ne bekleneceğini
düşünür ve ona göre seçiminizi yaparsınız, o kadar. Bu seçimi iman meselesi
haline getirenlere gelince, sıkı bir niyet sorgulamasından geçirilmesi
gerekenler işte onlardır.
Kâinatta hiçbir şeye, hiçbir siyasete, hattâ – Bediüzzaman’ın
tabiriyle – siyaset-i İslâmiyeye dahi âlet olmayan bir iman hizmetine “bir
siyasî partiyi iktidardan uzak tutmak” misyonunu biçmek ise, hamakat ve
hıyanetin cem’ olmuş halinden başka bir şey olamaz.
***
Bazı dostlarımız ısrarla hükûmetin iyilikleriyle kötülüklerini
karşılaştırıp ona göre hüküm vermemiz gerektiğini hatırlatıyorlar. Bu, Bediüzzaman’ın
meşrutiyet idaresi ile ilgili olarak Kürt aşiretlerine hatırlattığı bir
ölçüdür.[2]
Ancak tatbik yeri bugünkü seçimler değildir; çünkü biz burada hükûmetin
değerlendirmesini yapmıyoruz, ülkenin kaderini bütünüyle tek bir kişiye teslim
etmek isteyen bir anlayış ile hürriyet arasında tercih yapıyoruz:
“Ayasofya’yı açtı” diye bütün bir milletin kaderi bir kişinin
ağzından çıkacak söze teslim edilir mi? Farzımuhal bütün icraatı baştan sonra
hasenattan ibaret olsaydı dahi bu kadar iyilik, bir kişiyi milletin başına
despot olarak tayin etmek için gerekçe olur muydu?
Biz böyle bir kurtarıcılık macerasını Cumhuriyetin
kuruluşunda yaşamıştık. O yaşadıklarımız, aynı şeyin İslâmî versiyonunu uygulamakla
değil, hak ve özgürlükleri garanti altına almak ve hizmet eden ile hizmet edileni
doğru bir şekilde ayırt ederek herkese hakkını vermek suretiyle telâfi edilebilir.
***
Şûrâ ilkesi, daha Mekke döneminden itibaren ilk Müslümanların
dünyasına girmiş ve hayatlarının en önemli ilkeleri arasında yer almıştı. Daha
sonra, istişare sonucu olarak yaşanan büyük bir yenilgi üzerine inen şu âyette
de yine şûrânın vurgulanması, konunun önemini bir kat daha vurgulamaktadır:
Allah’tan bir rahmet sayesindedir
ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer sen kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar
senin etrafından dağılıp gitmişlerdi. Onları affet, onların bağışlanmaları için
dua et ve işlerinde onlarla istişare et. Kararını verdiğinde de yalnız Allah’a
dayan. Çünkü Allah Kendisine tevekkül edenleri sever (Âl-i İmrân, 3:159).
Hz. Ali’nin rivayet ettiğine göre, Resulullahtan bu âyette
geçen “azim” ile neyin kastedildiği sorulmuş, o da “Rey ehli kimselerle
istişare etmek, sonra da ona tâbi olmaktır” cevabını vermiştir.[3]
Ne var ki, Raşid Halifeler döneminde titizlikle uygulanan bu
kural, saltanat dönemine geçildikten sonra ihmal edilmiş ve Bizans-Sasanî kültürlerinin
etkisi altında, “Sultan istediği konuyu istediği kimseyle istişare eder, çıkan
sonuca da isterse uyar, istemezse uymaz” şeklinde, Allah’ın âyetleriyle alay
etmekten başka bir anlama gelmeyen bir uygulama şeklini almıştır. Bu sebeple,
istişareden söz eden kimselerin bundan ne anladıklarını doğru bir şekilde
anlayabilmek için, uygulamalarına bakmak gerekir.
***
Seçim kampanyası sırasında izlenen yöntemler, bize nasıl bir
gelecek vaad edildiğini de gösteren delilleri ortaya koyar. Bunu doğru bir şekilde
anlayabilmek için, tarafların ne vaad ettiklerinden çok, rakiplerine karşı
kullandıkları yöntemlere bakın; hak, hukuk, adalet, meşruiyet, helâl-haram,
ahlâk ölçülerine uyan ve uymayan hareketlerine dikkat edin. Bugün rakiplerine
karşı uygulanan yöntemlerin yarın size karşı uygulanabileceğini dikkate alarak
kararınızı verin.
***
Hangi tarafı tutarsanız tutun, siyaset bahsinde konuşurken
ve bilhassa tartışırken, hasımlarınızın hakkını titizlikle gözetin. En yakınınız
ve sevdiğiniz kişinin hakkını nasıl gözetiyorsanız öyle gözetin. Çünkü Allah
katında bunların hukuku arasında fark yoktur. Dil ile kolayca söylenen ve
tekrarlanıp duran şeyler, bakarsınız, defterler açıldığında, en sevmediğiniz
kişilerle aranızda hiç hoşlanmayacağınız yer değiştirmelere yol açmış olarak
karşınıza çıkabilir. Âhiret gününe iman edenler için başkaca bir hatırlatmaya
herhalde gerek yoktur.
***
Üslûp ahlâkın aynasıdır. Bir kimsenin üslûbu ne kadar düzgün
ise ahlâkının da o kadar düzgün olması, ne kadar bozuksa ahlâkının da o kadar
bozuk olması beklenir. Tercih yaparken bu hususu da dikkate almak
isteyebilirsiniz.
***
Kin, husumet, nefret ve intikam duyguları üzerine bina
edilmiş bir seçim kampanyası, insanlara çile ve ıztıraptan başka vaad edecek
bir şey kalmadığını gösterir. Bu gerçek, tarih dolusu şahitlerin ittifakıyla
sabittir.
***
Oy vereceğiniz kimselerin ne kadar dindar olduğuna değil,
onların idaresi altında ne kadar insanın dine yöneldiğine veya dinden
uzaklaştığına bakarsanız, yönetici seçme konusunda daha isabetli davranmış
olursunuz.
***
Tepeden bakan üslûpla ıslahat yapılmaz, kin biriktirilir. Bu
ise Allah’ın, Resulünün ve Ashabın yolu değildir. İnsanlık âleminde ıslahata
muvaffak olmuş kimselerin yolu da değildir.
***
Siyasete angaje olan ve kendilerini açıkça bir tarafta
konumlandıran cemaatler, her türlü ihtimalde seçimlerin mutlak mağlûplarıdır ve
nasipleri şu iki şeyden birisidir:
Kaybederlerse hezimet, kazanırlarsa esaret.
***
Dış güçler birileri iktidara geldiği zaman değil, bu tehditlerin
prim yapmadığı zaman tehdit olmaktan çıkar.
***
Seçmenin oy kullanmakla hakkına kavuştuğu ve sorumluluğunu
yerine getirmiş olduğu zannı demokrasi görüntüsü altında saltanatını icra
edenlerin bahanesi, özgürlüğüne kavuştuğuna inandırılmış kölelerin de avuntusudur.
Böyle ülkelerde iktidarın süresi dolup da sandık başında gidildiğinde, seçilen
tekrar seçilmenin bir yolunu, seçen de tekrar aldanmanın bir bahanesini bulur.
Ve oyun böylece devam eder, gider. Bu durumdan kurtuluşun anahtarı yeni
nesillerdedir.
***
Son olarak, “Kime oy verelim?” diye düşünüyorsanız:
Hiç yorum yok
Yorum Gönder