Kayıtlar

Eylül 14, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Risalelerin metnine müdahale yetkisini kim nereden alıyor?

Resim
  Risale-i Nur sadeleştirilmeli mi? Yahut sadeleştirilebilir mi? Şimdiye kadar bu soruyu “ esas ”yönüyle ele aldık. Fakat konunun, esastan da önce,“ usul ” yönü var: Bu sorunun kesin cevabını verecek en yetkili isim kim olabilir? Hiç şüphesiz, eserin sahibi. Eğer Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin bu konudaki görüşü belli ise, bizim veya başkalarının bu görüşten başka yönde söyleyeceği sözün bir değeri kalmaz. Risale-i Nur Müellifinin görüşü ise bellidir. Eserler üzerinde kalem oynatılmasına müsaade etmediğine dair yazılı ifadelerinden başka, hizmetinde bulunan talebelerinin ondan naklettiği sözler, Bedüzzaman’ın böyle birşeye asla razı olmadığını, hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak bir kesinlikle ortaya koymaktadır: Bediüzzaman’ın hizmetkârları arasında, onun eserlerinde sadeleştirmeye müsamaha ile baktığını söyleyen tek bir kişi bile yoktur; buna rızası olmadığını gösteren vak’alar ise pek çok talebesi tarafından icmâ’ halinde nakledilmektedir. Eser sahibinin

Altın tabutta mezar keyfi

Resim
  Dışı parıl parıl parlayan, içi mavi kadife kaplı bir tabut. Bronzdan yapılmış, 14 ayar altınla kaplanmış ve 25 bin dolara mal olmuş. Bir başka deyişle, Michael Jackson’un yarım asırlık hayatının sonucu bu. Böyle bir tabutun içinde yatmak nasıl bir şey? Beş senedir bu tabutun içinde yatan Jackson, hiç şüphesiz, bu soruyu en iyi cevaplandırabilecek kişi. Ne yazık ki, servet değerindeki tabutu, bize bir mesaj gönderecek donanımı haiz değil. Onun yerine, gayb âlemlerinin görünen âlemdeki lisanı olan Kur’ân’ı dinleyelim. Bu dünyada biriktirilen altınların ebedî âlemde ne işe yaradığını o bize haber veriyor: Birgün bu altın ve gümüşler Cehennem ateşinde kızdırılır da onunla alınları, böğürleri ve sırtları dağlanır. “Kendiniz için biriktirdiğiniz işte bu,” denir. “Şimdi tadın biriktirdiklerinizi!” Tevbe Sûresi, 35

Darbelere karşı onurlu bir duruş

Resim
  Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in darbe dönemlerinde Diyanet’in maruz kaldığı baskılardan söz etmesi, bize 12 Eylül dönemindeki bir hadiseyi hatırlattı. Eğer bu vak’ada Diyanet İşleri Başkanlığı gereken onurlu duruşu sergilemeseydi, o günlerde bir sene boyunca biz Cuma namazlarında Atatürk üzerine hutbeleri dinleyecektik. E ski Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç’ın “Zorlukları Aşarken” adlı hatıralarında anlattığına göre, 12 Eylül döneminde Cuma ve bayram hutbelerinin yeniden ele alınması gerektiği, Millî Güvenlik Konseyi tarafından 21 Ocak 1981 tarihli şöyle bir yazıyla Diyanet İşleri Başkanlığına şu şekilde bildirilir: Camilerde yapılan yaygın eğitimin geliştirilmesi maksadıyla din görevlilerine rehber olacak ve 52 Cuma ve bayram günlerine yeterli olacak hacimde bir temel kitap hazırlanması gerekli görülmektedir. Kitapta iyi ve namuslu vatandaş yanında laiklik ve Atatürk ilkeleri işlenecektir. Bu konuda Genelkurmay Başkanlığı tarafından yayımlanmış kitap ve bro

Tercüme ile sadeleştirme aynı şey mi?

Resim
Risale-i Nur başka dillere tercüme ediliyorsa, niye sadeleştirilmesin? İlk bakışta mâkul gibi görünen bu soru, aslında fasit bir kıyastan başka birşey değildir. Zira tercümede mânâ—mümkün mertebe—sabit kalır, kelimeler değişir. Bu işteki başarı nisbeti ise,mütercimin maharetinden başka, tercüme edilen dilin kapasitesine bağlıdır. Bu bazan yüzde yüz bir başarıyla gerçekleşebilir. Hattâ bazan bir eserin tercümesi, aslından daha da güzel olabilir. Veya, dilin yahut mütercimin kabiliyetine bağlı olarak, tercüme, asıldan bir kısım şeylerin kaybına yol açabilir. Genel bir ifadeyle söyleyecek olursak, tercümede, aslı olduğu gibi aksettirebilme ihtimali mevcuttur. Sadeleştirme ise, bir eseri,  aynı dilde,  müellifin tercih  etmediği  kelimelere dökmek demektir. Bu yüzden, sadeleştirme işleminde bir “ değiştirme ” söz konusudur. Bu da şöyle demek olur: Sadeleştirilen eserin tercüme kadar aslına yaklaşma ihtimali, daha işin başında yok edilmiştir! Zaten adı üzerinde, bu bir “ sadeleştirmedir .”

Risale-i Nur'un dili nasıl öğrenilir?

Resim
Bediüzzaman’ın talebelerinden Mehmet Fırıncı, gençliğinde Risale-i Nur’u yeni tanıdığı zaman, onu anlamak için ne yapmak gerektiğini Hüsrev Altınbaşak’tan sormuş, o da “Devamlı Âyetü’l-Kübrâ’yı oku ” cevabını vermişti. O da bu tavsiyeyi tuttu ve sürekli olarak Âyetü’l-Kübrâ’yı okumaya başladı. Ne bir sözlüğe baktı, ne kimseden birşey sordu. Sadece okudu, okudu. Sonunda, Fırıncı Abinin kendi tabiriyle, “ mânâlar açılıverdi .” Fırıncı Abinin hikâyesi, aslında, bu dünyaya gelen herkesin yaşadığı bir maceradan başkası değil. Hayata gözümüzü açtığımızda, hiç bilmediğimiz bir dünya ile karşılaşmıştık. Etrafımızdaki eşyaları daha önce görmemiş, bu âlemin kavramlarıyla daha önce tanışmamıştık. Bütün bunları yaşayarak öğrendik. Risale-i Nur ile yeniden doğuş da aynen böyledir. İnsan, bu eserlerle yepyeni âlemlere girer. Bizim kendi ördüğümüz duvarlar arasında geçirdiğimiz, dış yüzü süslü, iç yüzü alabildiğine çorak hayatta adı sanı bilinmeyen zenginliklerle dolu âlemlerdir bunlar. Orada gördüğü