SON EKLENENLER
latest

13 Ocak 2015 Salı

Hıristiyanlık karşısında iki duruş

Fethullah Gülen, 1998 yılında Papa tarafından kabul edilirken sunduğu mektubunda “Dinler arası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak” istediklerini yazmıştı.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ise, kendisini ziyaret eden Papa’ya, “Yeni bir iletişim biçimi geliştirilmek isteniyorsa, bu kilisenin kendisinin ilan ettiği dinler arası diyalog başlığı altında olmaz, olamaz” dedi.

Gülen’in Papa’ya yazdığı ve İslâm’ın yanlış anlaşılmasından dolayı Müslümanları suçladığı mektubundaki ifadeleri aynen şöyle:

“Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinler arası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde, hattâ biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazi yardımlarımızı sunmak için size geldik.

“İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve en çok suçlanacak olan Müslümanlardır. Uygun bir yerdeki vakitli bir gayret bu yanlış anlamanın büyük oranda azalmasına katkı sağlayabilir. Müslüman dünyası, İslam’ın asırla ölçülen yanlış algılanmasını silip atacak bir diyalog imkanını bağrına basacaktır.”

Diyalog merkezlerinde melez din üretildi

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ise, Edirne’deki İl Müftüleri İstişare Toplantısında, “dinler arası diyalog” konusuyla ilgili olarak şunları söyledi:

“Yeni bir iletişim biçimi geliştirilmek isteniyorsa, bu kilisenin kendisinin ilan ettiği dinler arası diyalog başlığı altında olmaz, olamaz dedim. Çünkü Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında, Müslümanlarla Yahudiler arasında, Müslümanlarla herhangi bir din mensupları arasında hakka ve adalete dayalı olarak insani ve sosyal her türlü ilişki olur. Ancak tevhid ve teslis arasında diyalog olmaz. Bunu toplumlar, topluluklar birbirlerini kandırmasınlar diye söylüyorum ancak hakka ve adalete dayalı yeni ilişkilerin kriterleri konuşulabilir.

“Benim önerim şu oldu, Kudüs bugün üzülerek belirteyim bir çatışmanın merkezi olarak dile geliyor. Kudüs her üç dinin de mukaddes kabul ettiği bir mekandır. Öyleyse ‘Kudüs kriterleri’ başlığı altında birlikte yaşama ahlâkının kriterlerini konuşalım. Birlikte yaşama hukukunun kriterlerini konuşalım. İnanın son 40 yılda, 1960’lı yıllardan bugüne kadar ‘dinler arası diyalog’ başlığı altında yapılan hiçbir toplantı insanlığa hiçbir şey katmamıştır.

“Dinler arasında diyalog olmaz. Hele hele bazı yerlerde diyalog merkezleri kuruldu. Bu merkezlerde dinlerin ortak yönleri bir araya getirilmek suretiyle adeta melez bir din üretilme çabalarına da şahit olduk. Bu hiçbir Müslümanın kabul edebileceği bir şey değildir. Eğer kendi inancına saygı duyuyorsa herhangi bir Hıristiyan’ın da kabul edebileceği bir şey değildir. Tekrar ediyorum, tevhid ile teslis arasında diyalog olmaz. Ama Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında Müslümanlarla gayrimüslimler arasında hakka ve adalete dayalı birlikte yaşamanın ahlakı, birlikte yaşamanın hukuku ve bunun kriterleri olur. Bunu da dünyaya armağan eden dinin mensuplarıyız biz.”

Başkan Görmez’in konuşmasıyla ilgili haberimiz:

http://www.yazarumitsimsek.com/tevhid-ile-teslisin-diyalogu-olmaz/

 

Meşhur arslan fıkrasının belgesidir

 


Hani meşhur bir fıkra anlatılır, evine geç dönmekten korkan Ormanlar Kralı hakkında.

Gerçekmiş meğer.

Nihayet bu fıkrayı belgeleyen bir resmi ele geçirdik – hem de Paralelcilerin hiçbir katkısı olmadan!

Gerçi resim gündüz çekilmiş, ama başka bir sebepten de olsa Ormanlar Kralını hanımı karşısında sus-pus olmuş vaziyette göstermiyor mu?

Şimdi fıkraya geçelim:

***

Bir gece vakti, hayvanlar meclisinin toplantısı uzayınca, Ormanlar Kralı müsaade istemiş:

“Ben artık eve gideyim, hanım bekler” demiş.

Öküz buna gülmüş:

“Kral hazretleri, siz de mi hanımdan korkuyorsunuz?”

Arslan öküze dönmüş:

“Oğlum öküz,” demiş,” beni evde inek beklemiyor, arslan bekliyor!”

İşte bu fıkranın doğruluğunu ispat eden bir resim.

Tevhid ile teslisin diyalogu olmaz

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, diyalog merkezlerinde melez bir din üretme çalışmaları yapıldığını belirterek, “Tevhid ile teslis arasında diyalog olmaz” dedi.

Görmez, Müslümanlara karşı işlenen terör suçlarına karşı dünyanın sessiz kalmasından da şikâyet ederek “Geçen hafta Paris’te yine hiçbir şekilde hiçbir müminin, hiçbir aklı selimin kabul etmeyeceği 12 insan hunharca katledildi. Ama 12 milyon insanın katledildiğine ses çıkarmayan insanlığın sadece 12 kişiye düzenlenen bir cinayet sebebiyle ayağa kalkmasını ibretle izledik” şeklinde konuştu.

Edirne’de başlayan ve üç gün devam edecek olan 30. İl Müftüleri İstişare Toplantısında konuşan Diyanet İşleri Başkanı, özetle şunları söyledi:

Son yıllarda İslamofobi bütün dünyada artış gösterdi. İslam’a göre her can değerlidir. Masum bir insanın yok edilmesi tüm insanlığın yok edilmesiyle eşdeğerdir. Bir insanın ölümü, insanlığın ölümüdür. Kur’an’ın ifadesiyle ölümler arasında ayrım yapmak insanlığa yakışmaz, katliamlar arasında ayrım yapmak insanoğlunun karı değildir. Şiddet ve terörün seküler temellere dayanmasıyla, sözde dini temellere dayanması arasında fark gözetmek doğru değildir. Vahşete dayalı ölümlerin, Şam’da Bağdat’ta olmasıyla Paris’te olmasının farkı yoktur. Dehşetle katliamın Karaçi’de Yemen’de meydana gelmesiyle Berlin’de, Londra’da, Washington’da meydana gelmesinin bir farkı yoktur.

Eğer dünya bu ölümlerin hepsine, katliamların tamamına bir mezhep, coğrafya ayrım yapmaksızın aynı tepkiyi vermiyorsa işte o zaman insanlık tümüyle ölüme mahkumdur. Son günlerde bunu acı acı yaşıyoruz. İbretle çağdaş dünyayı izliyoruz. Bir tarafta son 10 yılda İslam coğrafyasında acılarla kıvranan 12 milyon insan katledildi, yok edildi. Geçen hafta Paris’te yine hiçbir şekilde hiçbir müminin, hiçbir aklı selimin kabul etmeyeceği 12 insan hunharca katledildi. Ama 12 milyon insanın katledildiğine ses çıkarmayan insanlığın sadece 12 kişiye düzenlenen bir cinayet sebebiyle ayağa kalkmasını ibretle izledik.

“İslamofobia, tüm dünyayı sararak, önce nefret ve düşmanlığa daha sonrada o düşmanlık şiddete dönüştü…”

İslamofobia gelecek yıllarda daha çok konuşulacak. İslamofobia kelimesini 11 Eylül’den sonra ilk kez Hollanda Başbakanı telaffuz etti ve daha sonra da sıkça duyulmaya başlandı. Zaman içerisinde İslamafobia, tüm dünyayı sararak korku olmaktan çıkarak, önce nefret ve düşmanlığa daha sonrada şiddete dönüştü. 2014 yılında camilere yapılan saldırılar, camilere yazılan ırkçı yazılar, camilere asılan domuz kafaları gibi nefret suçlarını sadece Avrupa’da görev yapan arkadaşlarımızın camilerine yapılanları dahi topladığımızda büyük bir yekun oluşturduğunu belirtmek isterim. Araştırmalar, Avrupa’da yaşayan 3 kişiden birinin bu korkuya kapıldığını gösteriyor. Elbette bunu biz Müslümanlar büyük bir öz eleştiriyle, kendimiz üzerinde, İslam coğrafyasında düşünerek ele almalıyız.

Müslümanlar için İslam’ın rahmet mesajını insanlığa yaymakla mükellef diyanet camiası için üç insandan biri değil, bir tek insanın kalbine, yaratıcının yeryüzüne rahmet olarak gönderdiği İslam’ın bir korku ve nefret olarak yerleşmesinin en büyük sorun ve dert olması gerekir. Bu nefret ve korkunun yüreklerden nasıl taşınabileceği konusuna kafa yorulması gerekiyor.

Hiçbir yere medeniyet götürmediler

Yıllarca dünyadaki çeşitli coğrafyalara “medeniyet götüreceğiz” denilerek hiçbir şey götürülmedi. Bugün Türkiye’nin Afrika’daki Müslümanlarla ilişkileri gelişti. Sömürgelere maruz kalan bütün Afrika’yı görüyoruz ve biliyoruz ancak medeniyet adına bu topraklara hiçbir şeyin taşınmadığını görmenin hüznünü yaşıyoruz. Afrika’nın birçok yerindeki insanlar karnını doyuracak ekmek bulamıyor ancak yeryüzünde gelişmiş en büyük silahlar o insanların elinde olmaya devam ediyor. Biz Somali’yi Türkiye olarak Sayın Başbakanın ilk ziyaretinde Türkiye’den bir uçak dolusu insanlar olarak ziyaret ettik. Somali’de acı acı şunu müşahede ettik. İnsanların sahip olduğu silahlar, araçlar, insanları korumak için yani güvenliği sağlamak için kullanılsaydı hiç kimse ne aç kalır, orada ne açlık olur ne sefalet olur. Üzülerek ifade edeyim, medeniyet götürüyoruz denilen hiçbir yere medeniyet götürülmedi.

Demokrasi diye vahşet götürdüler

Arkasından demokrasi götürüyoruz denilen her yere sadece zulüm, sadece şiddet, sadece vahşet taşındı. Bunlar, yok sayılarak, bu sebepler yok sayılarak, bütün bunların neticelerini ve bu neticelerde yaşanan şiddeti Müslümanlara mal etmek İslam’a yapılabilecek en büyük haksızlık olur.

Tevhid ile teslis arasında diyalog olmaz

Başkan Görmez, Papa’nın Türkiye ziyaretini hatırlatarak, görüşmede bazı konuların ele alındığını, özellikle diyalog kelimesinin görüşmelerde de ifade edildiğini belirtti. Diyalog kelimesinin kirlenen bir kelime olduğunu ifade eden Başkan Görmez, şöyle devam etti;

Yeni bir iletişim biçimi geliştirilmek isteniyorsa, bu kilisenin kendisinin ilan ettiği dinler arası diyalog başlığı altında olmaz, olamaz dedim. Çünkü Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında, Müslümanlarla Yahudiler arasında, Müslümanlarla herhangi bir din mensupları arasında hakka ve adalete dayalı olarak insani ve sosyal her türlü ilişki olur. Ancak tevhid ve teslis arasında diyalog olmaz. Bunu toplumlar, topluluklar birbirlerini kandırmasınlar diye söylüyorum ancak hakka ve adalete dayalı yeni ilişkilerin kriterleri konuşulabilir.

Kudüs Kriterleri

Benim önerim şu oldu, Kudüs bugün üzülerek belirteyim bir çatışmanın merkezi olarak dile geliyor. Kudüs her üç dinin de mukaddes kabul ettiği bir mekandır. Öyleyse ‘Kudüs kriterleri’ başlığı altında birlikte yaşama ahlâkının kriterlerini konuşalım. Birlikte yaşama hukukunun kriterlerini konuşalım. İnanın son 40 yılda, 1960’lı yıllardan bugüne kadar ‘dinler arası diyalog’ başlığı altında yapılan hiçbir toplantı insanlığa hiçbir şey katmamıştır.

Melez bir din üretme çabası

Dinler arasında diyalog olmaz. Hele hele bazı yerlerde diyalog merkezleri kuruldu. Bu merkezlerde dinlerin ortak yönleri bir araya getirilmek suretiyle adeta melez bir din üretilme çabalarına da şahit olduk. Bu hiçbir Müslümanın kabul edebileceği bir şey değildir. Eğer kendi inancına saygı duyuyorsa herhangi bir Hıristiyan’ın da kabul edebileceği bir şey değildir. Tekrar ediyorum, tevhid ile teslis arasında diyalog olmaz. Ama Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında Müslümanlarla gayrimüslimler arasında hakka ve adalete dayalı birlikte yaşamanın ahlakı, birlikte yaşamanın hukuku ve bunun kriterleri olur. Bunu da dünyaya armağan eden dinin mensuplarıyız biz.

12 Ocak 2015 Pazartesi

Papa'dan bir küstahlık daha

Papa Françesko yine şom ağzını açtı ve Müslümanlara kin kusan bir çağrıda bulundu.

Son terör olaylarını bahane yaparak konuşan Papa, “Müslüman liderlerin, bu tür şiddet eylemlerini haklı çıkarmayı amaçlayan dinin köktenci ve aşırıcı yorumlarını kınamalarını bekliyorum” dedi.

Papa, bu sözleriyle, bir yandan terör olaylarını Müslümanlarla ilişkilendirirken, bir yandan da Müslüman liderlerin terörü kınamaktan geri kaldıklarını, hattâ teröre destek verdiklerini zımnen ileri sürmüş oldu.

Başörtüsü düşmanlığı

Papa Françesko, geçtiğimiz Kasım ayında Türkiye’ye yaptığı ziyarette, kendisine tercüman olarak, başörtüsü ile ilgili çirkin beyanları sebebiyle kamuoyunun nefretine muhatap olan birisini seçmişti.

Atatürkçü Papa

Papalık tarafından daha önce yapılan bir açıklamada da IŞİD bahane edilerek Müslümanlara Atatürk’ün yolundan ayrılmamaları öğütlenmiş ve “Tüm dünya, modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 29 Ekim 1923’te sonlandırdığı halifeliğin, yeniden diriltilmesini hayretle izliyor” denmişti.

Kimleri aziz ilân etti?

Papa’nın Müslümanlara yönelik vukuatları daha görevinin ilk günlerinde kamuoyuna yansımaya başlamıştı.

Henüz çiçeği burnunda bir papa iken, Françesko, Papalık tarihinde misli görülmedik çapta bir töreni gerçekleştirmiş ve Osmanlılara karşı savaşan 800 kişiyi birden aziz ilân etmişti.

***

Konuyla ilgili diğer haberimiz:

http://www.yazarumit.com/basortusu-dusmanina-papa-muhabbeti/

11 Ocak 2015 Pazar

Fransızları Saartjie Baartman'dan sorun

Saartjie (Sarah) Baartman, 1789 yılında dünyaya gelen Güney Afrikalı bir zenci kadın idi. İngiliz işgali altındaki Cape Town’da Hollandalı bir çiftçinin kölesi olarak çalışırken, bir İngiliz cerrah onu kandırarak İngiltere’ye götürdü. William Dunlop adlı cerrah, Baartman’ın başta kalçaları olmak üzere bazı vücut özelliklerinden etkilenmiş ve “insan-hayvan arası yaratığı” incelemeyi kafaya koymuştu. Bu sıralarda Saartjie Baartman 21 yaşındaydı. İngiliz doktor, onu yapacağı araştırmalar sayesinde zengin olacağı vaadiyle kandırdı.

Baartman’ın İngiltere’deki âkıbeti ise, çırılçıplak bir kafes içinde vahşî hayvan gibi teşhir edilmek ve “bakıcısına” para kazandırmaktan başka birşey değildi.

Dört yıl Londra sokaklarında dolaştırıldıktan sonra, Saartjie Baartman bir Fransıza satılarak Fransa’ya götürüldü. Burada on beş ay boyunca bir hayvan terbiyecisi tarafından son derece ağır ve aşağılayıcı şartlar altında teşhir edildikten sonra, aralarında Napoleon’un doktorunun da bulunduğu bir grup bilim adamı tarafından inceleme altına alındı. Bu “bilimsel” incelemelerin sonucu, “Baartman’ın hayvan ile insan arasındaki kayıp halka olduğu” şeklinde tecellî etti! Güney Afrikalı zenci kadın, hayvanî hayatın en üst, insanî hayatın ise en aşağı mertebesinde bir yaratık idi!

Saartjie Baartman, Fransa’da çok fazla yaşamadı. Son yıllarını fuhuş sektöründe hayatını kazanmaya çalışarak geçirmek zorunda bırakıldı ve 1816 yılının başında, zatürrie olarak tahmin edilen bir hastalık neticesinde öldü.

Baartman, sağlığında olduğu kadar, ölümünden sonra da Aydınlanma’nın önde gelen bilim adamlarının, naturalistlerinin ve sanatçılarının ilgi odağı olmaya devam etti. Bütün bu çalışmaların temelinde yatan mantık, “Avrupalıların en üstün ırkı teşkil ettiği” düşüncesi idi. Ölümünün üzerinden 24 saat geçmeden, bedeni parçalandı, beyni ve mahrem organları mumyalanarak “İnsanlık (!) Müzesi”nde teşhir standına yerleştirildi. Zavallı kadının organları burada 1974 yılına kadar kaldıktan sonra, bir depoya kaldırıldı.

Sağlığında da, ölümünden sonra da Avrupalıların elinde bir hayvan gibi teşhir edilmekten kurtulamayan Baartman’ı Afrikalılar unutmadılar. 1940 yılından itibaren Baartman’ın kemiklerini iade yönündeki istekler dile getirilmeye başladı. Ancak bu isteklerin ciddîye alınması, 1994’te Mandela’nın Güney Afrika Devlet Başkanı seçilmesinden sonra Fransa’ya yaptığı resmî başvuru sayesinde mümkün oldu. Yıllar süren mücadelelerden sonra, nihayet, 2002 Mart’ında, Fransa “bir kadın olarak aşağılanan ve bir Afrikalı olarak sömürülen Saartjie Baartman’ın itibarını iade etmeye” razı oldu.

Saartjie Baartman, doğumundan 200 yıl sonra, Fransa’dan geri alınarak 6 Mayıs 2002 tarihinde anavatanında toprağa verildi.

Yazının orijinali:

http://erdemlihayat.com/?p=703

Altı cümlede Risalet-i Muhammediye

 

Âhirzaman Peygamberinin (a.s.m.) hakkaniyeti birkaç cümle içinde ispat edilir mi?

Evet, edilir.

İşte şu altı cümleyi birer birer okuyun.

Her cümle için, tek tek sorun kendinize:

“Buna itiraz edilebilir mi?” diye.

Son cümleye böylece geldikten sonra, bizi böyle bir zâta ümmet yapana kâinat dolusu hamd ü senâlarınızı sunabilirsiniz:

 

Şu kâinatın sahip ve mutasarrıfı elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek tedvir ediyor ve her şeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve herşeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faydaları irade ederek tedvir ediyor.

Madem yapan bilir; elbette bilen konuşur.

Madem konuşacak; elbette zîşuur ve zîfikir ve konuşmasını bilenlerle konuşacak.

Madem zîfikirle konuşacak; elbette zîşuurun içinde en cem’iyetli ve şuuru küllî olan insan nev’i ile konuşacaktır.

Madem insan nev’i ile konuşacak; elbette insanlar içinde kabil-i hitap ve mükemmel insan olanlarla konuşacak.

Madem en mükemmel ve istidadı en yüksek ve ahlâkı ulvî ve nev’-i beşere mukteda olacak olanlarla konuşacaktır; elbette, dost ve düşmanın ittifakıyla,

– en yüksek istidadda ve en âlî ahlâkta

– ve nev’-i beşerin humsu ona iktida etmiş

– ve nısf-ı Arz onun hükm-ü manevîsi altına girmiş

– ve istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin üçyüz sene ışıklanmış

– ve beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı, mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip, ona dua-yı rahmet ve saadet edip, ona medih ve muhabbet etmiş olan

Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş ve resul yapacak ve yapmış ve sair nev’-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır.

— Mektubat