SON EKLENENLER
latest

7 Şubat 2015 Cumartesi

Bu küfürbazlar nereden çıktı?

Son zamanlarda yoğun şekilde karşılaştığımız ve bu sütunlarda da birkaç defa dikkat çektiğimiz bazı vak’alar, Risale-i Nur cemaatleri içinde olmasa da, kendilerini Risale-i Nur ile ilgili gösteren bazı topluluklar içinde ciddî bir ahlâk ve edep probleminin yaşanmakta olduğuna dair işaretler veriyor.[1]

Toplumun genelinde böyle bir durumla karşılaşmak şaşırtıcı olmayabilir; fakat Risale-i Nur okuyan ve hattâ çeşitli vesilelerle durumdan vazife çıkarıp Risale-i Nur’u herkesten fazla bir hararetle savunur görünen kimselerde gözlenen bu keskin ahlâk düşüşü, insanı hayret içinde bırakıyor:

Şimdiye kadar girdiği bütün toplumlarda daima edep, ahlâk ve fazilet timsali talebeleriyle temayüz etmiş olan Risale-i Nur, nasıl oluyor da bugün bu acı meyveleri verebiliyor?

Risale-i Nur’a aşina olan herkes, böyle bir ahlâk sukutunun bu eserlerden kaynaklanamayacağını bilir. Tarihçe-i Hayat’ta da ifade edildiği gibi, insanlık bu eserler ile onun müellifinde “asalet ve necabetin, ahlâk ve faziletin ve bilhâssa yüksek imanın bütün göz kamaştırıcı enmuzeclerini temaşa etmiş”; bir talebesinin mahkeme müdafaasında belirttiği gibi, “dinî, ahlâkî, içtimaî dersleriyle her müslim okuyucusunu kurtaran bu eserlere insanlar tehzib-i ahlâk için musırrane talip olmuşlardır.”

Aslında, ayrıca vurgulanmasa dahi, güzel ahlâk, iman derslerinin tabiatında var olan bir özelliktir. Risale-i Nur’un tahkikî iman derslerini ruhuna sindirmiş bir insan, Esmâ-i Hüsnânın bir tecellîsinden ve Kâinat Efendisinin güzel ahlâkının bir yansımasından ibaret olan ahlâk ve edep derslerini, tıpkı yemeğin içindeki protein yahut vitamini alır gibi, o derslerle beraber alır. Zira, Zübeyir Gündüzalp’in dediği gibi, “ahlâk, edep ve terbiye gibi en yüksek meziyetlere sahip olabilmek için, kuvvetli bir imana sahip olmak lâzımdır.” Buna göre, iman ve ahlâk, birbiriyle mütenasiben gelişir veya zayıflar. Bunlardan birinin kuvveti diğerine de güç kattığı gibi, birinde görünen zaaf, diğerinin de zaafına delil olarak düşünülebilir.

***

Risale-i Nur’un okuyanlara yüksek bir ahlâk ve edep kazandırdığı sayısız misalleriyle ve bu arada Üstad’ın hizmetinde bulunmuş insanların mümtaz halleriyle sabit bir gerçek iken, yine Risale-i Nur okuyan ve hattâ onu herkesten fazla bir hamiyetle savunur görünen bir kısım kimselerde, en âmî bir insanın bile yüzünü kızartacak derecede edepsizlik ve hayâsızlık vak’alarının görülmesi günlük hadiseler sırasına girmişse, bunun sebebini, doğrudan doğruya o kişilerin tabiatında aramak gerekir. Kur’ân-ı Kerim’in ikazları da bu yöndedir.

Eğer bir kitaba muhatap olmak ve onu okumak, onun edebiyle edeplenmek için tek başına yeterli olsaydı, Kur’ân, kendisini okuyan o kadar kimsenin dalâletine sebep olmazdı. Bizzat Kur’ân-ı Kerim, kendisi için, “Kalplerinde hastalık bulunanların da pisliğine pislik katar” buyurmaktadır (Tevbe, 9:125). Güneşin durumu da böyle değil midir? Onun ışığı yere ulaştığında, bir tarafta rengârenk çiçekler açar, diğer tarafta da müteaffin maddeler kendi tabiatlarının icabını yaparak çürür ve etrafa pis kokular saçar.

***

Şimdi biz de güya Risale-i Nur’dan ders aldığını sanan, üstelik Nur’un müdafaasında – fakat rahat zamanlardaki müdafaasında! – mangalda kül bırakmayan, kendilerinden farklı düşüncedeki kimseleri de Nur’a hıyanetle suçlamakta hiç kusur etmeyen bir nevi Haricîler güruhunun zuhuruna şahitlik ediyoruz. Şu farkla ki, eski Haricîlerden rivayet edilen hadiseler arasında o kadar şiddetlerine rağmen küfürbaz olduklarına dair bir bilgimiz olmadığı halde, Nur mesleğinin Haricîleri, ancak sokak berduşlarının dillerinden işitebileceğiniz cinsten küfürleri vird edinmiş gibidirler ve eleştiri içeren her türlü yazışmalarının başında, ortasında ve sonunda hamdele-salvele yerine bu sövgü lâfızlarını istimal etmektedirler! Sövmenin madde bağımlılığı gibi bir iptilâ teşkil ettiğini görmek isteyenler, bu Haricî taifesini küfrederken dinlesin veya okusunlar; bundan aldıkları hazzı açıkça göreceklerdir.

***

Bu kadar şiddetli bir küfürbazlığın başka bir cemaatte değil de Risale-i Nur talebeleri arasında görülmesinin sebebini de yine Risale-i Nur’daki tahkikî iman derslerinin yüksekliğinde aramak gerekir. Çünkü bu sukut, çok yüksek bir yerden düşüş demektir ve çakılışı da o yükseklikle mütenasip bir çakılış olacaktır. Fakat bu derslerin o yüksek kulesinden düşmek de kolay bir iş değildir; bunun için kişinin özel bir gayret göstermesi gerekir. Yoksa, Risale-i Nur, kendisine halis bir niyetle ve sadakatle bağlanan kimseyi kolay kolay bırakmaz; çoğu zaman onun çekimi, yerçekimine galebe eder. Burada, düşüşe yardım eden birtakım faktörler olmalıdır ki, bu faktörler arasında, aile terbiyesinin önemli bir yer işgal ettiğini düşünüyoruz. Çünkü çocukluğunda sağlam bir aile terbiyesi almış olan bir kimse, hayatının ilerideki dönemlerinde ne kadar çetin şartlar ve yaman düşmanlıklar karşısında da kalsa, babası yahut dedesi yaşındaki edep ve efendilik timsalî Üstad yadigârlarına sövecek ve onlara – hâşâ – edep dersi vermeye yeltenecek seviyede bir yozlaşmanın zebunu olamaz. Bütün anne ve babaların  bundan alacakları bir ders vardır:

Eğer evlâtlarınızı yarın böyle bir durumda görmek istemiyorsanız, ne yapın yapın, onları kuvvetli iman derslerinin yanı sıra sapasağlam bir aile terbiyesiyle teçhiz etmeye bakın. Hadis-i şerifte de “Hiçbir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha üstün bir miras bırakamaz” buyurulmuştur (Tirmizî, Birr: 33).

***

Bugün bir problem olarak karşımızda var olan küfürbazlara gelince, onlar hakkında alınacak iki tane tedbir vardır: teşhir ve karantina.

Bazı dostlarımız bunların hiçbir şekilde muhatap alınmaması gerektiğini düşünebilirler. Fakat fitne gizli kaldıkça yayılma istidadını gösterir. Hele bir de bugünküler gibi ipleri başkalarının elinde ise ve onları yönlendirenler bu işin mühendisliğini çok iyi bilen kimseler ise, Nur cemaatleri içinde fitne ve fesat çıkarmak için bu kimselerin müessir birer âlet olarak kullanılmaması için hiçbir sebep yoktur. Gerçi bunlar muhatap alındıkça var olduklarını hissedecekler ve bundan pek çok hoşlanacaklar, hattâ daha da azıtacaklardır. Fakat insanları onlar hakkında uyarmadığınız takdirde, özellikle dindar insanlar ve Nur talebeleri gibi başkalarına hüsnüzanla bakmayı ilke edinmiş kimselerin ekseriyeti, Risale-i Nur’u bu kadar hamiyetle savunan kimselerin içlerinde bu kadar büyük bir kötülük gizlemiş olabileceklerine ihtimal veremez. Daha da kötüsü, bunların habis lisanı örnek teşkil eder ve yarın öbür gün pek çok saf insan bu ağzı bozuk taifeyi okuya-dinleye küfürbazlığı sadece kanıksamakla kalmaz, onu bir de hizmet modeli olarak benimseyebilir!

İşte bu yüzden, her türlü riskine rağmen, bu nevzuhur Haricîlerin isim isim teşhir edilmesi ve bununla da iktifa edilmeyip kesin bir şekilde tecrid edilmesi gerekir, tâ ki etrafa bulaştırabilecekleri virüsün zararı sınırlı kalabilsin. Yoksa, böyle bir edepsizlik furyası karşısında bugün yeteri kadar hassasiyet göstermezsek, yarın arkamızdan bize gönderilecek bedduaların – Allah korusun – gerekçesini hazırlamış oluruz.

[1] Bazı örnekler için bkz:

http://www.yazarumit.com/edepsizin-edebi/

http://www.yazarumit.com/iyice-cirkinlestiler/

http://www.yazarumit.com/iste-imalat-hatalari/

6 Şubat 2015 Cuma

İşte imalât hatâları!

Diyanet İşleri Başkanlığının Risaleleri tahrif ettiği yolundaki iftira ile yürütülen karalama kampanyasının edep ve hayâ seviyesini gösteren küçük bir derlemeyi burada sunuyoruz.

Şu nümunelik pasajlarda kullanılan bir dile şöyle bir bakanlar dahi, böyle bir dille konuşanların Risale-i Nur talebesi olamayacaklarını rahatlıkla göreceklerdir.

Bir kısım mihraklar tarafından provokasyon amacıyla kullanıldıkları aşikâr olan bu kişiler, herhalde Risale-i Nur okuyarak böyle bir küfür kültürüne sahip olmuş değillerdir.

Fakat her yerde, her zaman çürük mallar çıkıyor. Nur’un fabrikasına giren şeyin hammaddesi bozuk olduktan sonra, Risale-i Nur ona ne yapsın? İnsanların yüzleri kızarmadan okuyamayacağı hayâsızca ifadelerle güya Nur’ları savunduğunu iddia eden böyle edep yoksunlarına da bu cemaatin imalât hatâsı olarak bakıp geçilmelidir. (Bu konuya Nur Mesleği sütununda ayrı bir yazı ile daha geniş şekilde temas edilecektir.)

Aşağıdaki kupürleri gözden geçirdikten sonra, https://yazarumit.com/isaratul-icaz-tahrif-mi-edildi/ bağlantısından erişebileceğiniz konuyla ilgili yazımızın bu kabil kişilerle ilgili bölümünü bir lütfen bir daha okuyunuz:

Bu konuda gösterilen tepkiler sadece muhakeme-i akliye cihetiyle değil, edep ve hayâ yönünden de aşikâr bir eksikliği yansıtmaktadır. İddiaların esasına inmeye bile gerek kalmadan, sadece bu iddiaların nasıl bir üslûpla dile getirildiğine bakan bir kimse, bunlardan hiçbirinin Risale-i Nur dâvâsıyla bir ilgisinin bulunmadığına dair yemin edecek olsa, herhalde başı ağrımayacaktır. Bediüzzaman’ın talebeleri ve devlet erkânı başta olmak üzere hedef aldıkları herkese, yaşına ve mevkiine bakmaksızın asker arkadaşı gibi ismiyle hitap etmeyi, bununla da kalmayıp isminin yanına hakaretamiz sıfatlar eklemeyi, söze argo ifadelerle başlayıp hırsını alamayınca düpedüz küfürleri peş peşe sıralamayı, bu kardeşlerimiz herhalde Risalelerde ve gittikleri Nur derslerinde öğrenmiş olamazlar. Başka kaynaklardan aldıkları edepsizlik dersleriyle kahramanlık taslayacak olanlara ise Risale-i Nur’un ihtiyacı yoktur. Nur talebeleri, böylelerinin düşmanlığını dostluğuna tercih ederler. Çünkü böyle edep fukaralarıyla aynı resim karesinde yer almak ve onların hayâdan nasipsiz dilleriyle savunulan bir dâvâyı savunur görünmek, gerçekten, Risale-i Nur talebeleri için düşünülebilecek en büyük musibetlerden biridir.

Kimbilir, belki de Kader, Risale-i Nur talebelerini böyle imalât hatâlarından ayırt etmek için bir vesile olarak bu hadiseyi başımıza sarmıştır!

 

 

kufur16kufur17kufurler1 kufurler2 kufurler3 kufurler4 kufurler5 kufurler6

4 Şubat 2015 Çarşamba

Banka aşkına Cevşen seferberliği

Bank Asya’ya el konulması, the Cemaat’te Cevşen patlamasına yol açtı.

Uzun zamandır kendi faiz kurumlarını kurtarmak için başka bankalardan faizle para çekmeye sıkı bir şekilde teşvik edilen Cemaatin bu çabaları yeterli olmayınca, gözler semâdan gelecek yardıma çevrildi.

Üst kademelerden gelen telkin ve teşviklerle efsunlanmış ablalar, ellerinde Cevşen’lerle geldikleri banka şubelerinde saatlerce okudular ve üflediler.

Bu arada the Cemaat’in ünlü amigoları Cemaate “hacet namazı, dua, Cevşen, salâvat” çağrıları yaptı.

Twitter’da da “banka için Cevşen okuma” konusu yoğun esprilere konu teşkil etti. Bu konuda atılan tweet’lerden bazıları:

***

Mehmet Samet Sönmez ‏@msametsonmez  7 sa.7 saat önce

ablalar bankasya önünde cevşen okuyor. ‘helal faizli bankalarını’ dualarla kurtaracaklar inşeallah

***

Cihat Uçar ‏@ucarcihat  7 sa.7 saat önce

Bankasya için Yasin ve Çevşen okumak isteyen var mı?

***

Sevda Soylu ‏@sevdamrabbim  8 sa.8 saat önce

Bank Asya için sokaklara dökülenler, geceyarısı cevşen okuyanlar, Cumhuriyet #CharlieHebdo dağıtanda ne kadar sessizdi oysa. Yorum sizin…

***

OsmanNuri ‏@osssmannuri  12 sa.12 saat önce

Aksam okunan cevsen,dua ve edilen beddualardan sonra bugun BANKASYA’nin ucusa gecmesini bekliyoruz.

***

Yâ LATİF… ‏@BaharYnmh  21 sa.21 saat önce

Kıymetli Dostlar Yarın sabah Cevşen ve Kuran’larımızlar Bank Asya şubelerinde duaya duruyoruz

***

E.Dumanlı / H.Karaca ‏@failimeshur  21 sa.21 saat önce

Zaman #BankAsya mıza sahip çıkma zamanı! Zaman Cevşen’inimize sarılma zamanı!

***

SelamOLsun Gariplere ‏@Garipler2014  11 Eyl

Yarın BankAsya için kritik gün. Ashab-ı Bedir,Cevşen paylaşalım İnşaallah. Okuyacaklar bu twite yanıt yapsınlar.

***

Fatih Tezcan ‏@fatihtezcan  3 sa.3 saat önce

Başörtülerine yasağı kaldıran Müslüman lidere beddua edip Bank Asya için Cevşen okuyanlara Cemaat değil CIAMAAT denir

***

Nârin. ‏@Narin1kul  1 sa.1 saat önce

Filistin ,Süriye uğur Türkleri için Dua ediyor sanmayin. Ablalar, cevşen okuyup Bank asya üfliyorlar.

***

AV ABDULLAH DUZGUN ‏@abdllhdzgn  1 sa.1 saat önce

“@Mehmetsefa_3457: Bizi Bankasya için cevşen okuyanlardan etmediği için Allah’a binlerce şükür.

***

osman nuri ‏@34nuri12  2 sa.2 saat önce

İHL’ler,Kur’an Kursları kapatılırken,başörtüsü yüzünden nice gençler süründürülürken sessiz kalanlar,şimdi bankasya için cevşen okuyorlar!!!

***

Siyami AKYEL ‏@siyamiakyel  2 sa.2 saat önce

Bank Asya’ya el konuldu diye ağıt yakanlar, birgün olsun Filistin, Keşmir, Türkistan ve Başbağlar katliamı için yürüdü mü? Cevşen okudu mu?

***

Ahmet Ay ‏@yenirenkler  4 sa.4 saat önce

Ve Cemil Tokpınar abi yeni kitabını çalışmaya başlar: “Bankasya için hacet namazına nasıl kalkılır?”

İşârâtü’l-İ’câz tahrif mi edildi?

Bir müddettir sosyal medyada Risale-i Nur’ların Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından tahrif edildiğine dair bazı iddialar ısrarla ileri sürülüyor. İddiaların ve müddeilerin ciddiyet seviyesi itibarıyla değil, fakat meselenin aslını bilmeyenler üzerinde yoğun bir karalama kampanyasının iz bırakması ihtimaline binaen, bazı hususları açıklamak bir zaruret haline gelmiş bulunuyor.

İddialar, Diyanet İşleri Başkanlığınca yayınlanan İşârâtü’l-İ’câz adlı esere önsöz yazıldığı, dipnotları ilâve edildiği ve eserin bu şekilde “tahrife uğradığı” yönündedir. Bu arada, bir müddet önce “münafıklar bahsinin eserden çıkarıldığı” yolunda iddialar ortaya atılıp itham vesilesi yapılmışken, şimdi ise bu iddiaların asılsız olduğu ortaya çıkınca aksi yönde ithamlar ileri sürülmekte, yani  Diyanet İşleri Başkanlığı “münafıklar bahsini hem yayınlamak, hem de yayınlamamakla” suçlanmaktadır.

Bu garipliklerin yanında bir de üslûp ve edep meselesi var ki, ona da ayrıca temas edilecektir.

Önce, meselenin mahiyeti üzerindeki bilgilerimizi tazelememiz gerekiyor.

İşârâtü’l-İ’câz’ın neşri

Hatırlanacağı gibi, bandrol konusu gündeme gelmeden çok önce, Diyanet İşleri Başkanlığı, büyük bir İslâm âlimi olarak Bediüzzaman Said Nursî’nin İşârâtü’l-İ’câz adlı tefsirini yayınlamayı, önemli bir proje kapsamında gündemine almış ve hayata geçirmişti. Eserin başında “Diyanet İşleri Başkanlığı” imzasıyla yer alan Takdimde bu husus şöyle açıklanmaktadır:

“Başkanlığımız, Kur’ân-ı Kerîm’in tüm zamanlara hitap eden mesajını alabildiğince geniş kitlelere ulaştırmak amacıyla Yüce Kur’ân’ın Hz. Peygamber’e (sas) vahyedilmeye başlamasının 1400. yılı olan 2010 yılını ‘Kur’ân Yılı’ ilân etmiş, bu çerçevede eser neşri, ilmî toplantılar düzenlenmesi, ücretsiz Mushaf dağıtımı, Mushaf-ı Şerîf’in hattatlara yazdırılması, Kur’ân ziyafeti programları düzenlenmesi gibi pek çok faaliyeti gerçekleştirmiştir. Yine bu minvalde ‘Kur’ân Kitaplığı’ projesini hayata geçirmiş ve Kur’ân ile ilgili İbn-i Sinâ’nın İhlâs Sûresi Tefsiri, İmâm Gazzâlî’nin Mişkâtü’l-Envâr’ı, Elmalılı Hamdi Yazır’ın İhlâs Sûresi Tefsiri, Ahmet Hamdi Akseki’nin Ve’l-Asr Sûresi Tefsiri gibi Kur’ân’la ilgili bazı eserleri ilim ve gönül dünyamızın istifadesine sunmayı planlamıştır. Bediüzzaman Said Nursî’nin İşârâtü’l-İ’câz adlı eserini de adı geçen proje kapsamında yayınlamayı uygun bulmuştur.”

Diyanet İşleri Başkanlığı, eseri neşrederken, muhtelif baskılarda yer alan farklılıkları göz önüne almış ve, Başkanlığın kendi ifadesiyle, “tahkik ilmi adı verilen ilmin metodlarını uygulayarak, müellif tarafından kabul edilen metnin belirlenmesi” için uzun ve kapsamlı bir çalışma gerçekleştirmiştir. Bu çalışmada hangi nüshaların karşılaştırıldığı, hangi farklılıklara rastlandığı gibi hususlar hakkında da “İşârâtü’l-İ’câz’ın Yayına Hazırlanışı” ve “Eserin Tahkiki” başlıklı açıklayıcı bölümlerde bilgi verilmiş, eser boyunca da bu tür nüsha farklılıklarına işaret edilmiştir.

Bundan başka, İşârâtü’l-İ’câz’da mücmel olarak geçen, ancak daha sonra telif edilmiş bulunan Risale-i Nur’da geniş şekilde açıklanan hususlar da dipnotlarıyla belirtilmiş; böylece, “Risale-i Nur’un Risale-i Nur ile izahı” ilkesine uyulmak suretiyle okuyucu doğrudan doğruya Risale-i Nur’a yönlendirilmiştir.

Bu işlemler, bütün safahatıyla, Bediüzzaman Hazretlerinin neşriyat hizmetlerinde bizzat istihdam ettiği ve mutlak vekil olarak tayin ettiği talebelerinin bilgisi ve muvafakati altında cereyan etmiştir.

“Bandrol” konusu

İşârâtü’l-İ’câz’ın neşri ile ilgili çalışmaların başlamasından epey zaman sonra, Nur talebeleri tarafından hükûmete yapılan müracaat üzerine, bir süredir paralel örgüt tarafından “sadeleştirme” adı altında yürütülen ve bir türlü engel olunamayan tahrifat faaliyetine ve ileride çıkabilecek daha başka türden tahrifat teşebbüslerine karşı, T. C. devletinin Risale-i Nur’u koruma altına alması kararlaştırılmış ve bu hususta gerekli yasal düzenlemeler yapılmıştır.

Bu düzenlemelere göre,  devlet, Risale-i Nur Külliyatının aslına uygun şekilde yayınlanmasını sağlama görevini üstlenmekte, sadeleştirme de dahil olmak üzere her türlü tahrif faaliyetine karşı hapis cezası getirmekte, Diyanet İşleri Başkanlığını bu konuda yetkili ve sorumlu kılmakta, hattâ günün birinde Risale-i Nur’u aslına uygun şekilde yayınlayan kimse kalmayacak olsa dahi bu eserleri mutlaka yayınlamakla Başkanlığı sorumlu tutmaktadır.

Bu gelişme Risale-i Nur talebeleri tarafından büyük bir sevinçle karşılaşırken, tahrif teşebbüslerinin failleri başta olmak üzere, bugüne kadar korsan Risale basarak rant sağlamaya alışmış olanlar, çıkarları gereği muhalif oldukları iktidarın herşeyine karşı çıkmayı hizmet esası olarak benimsemiş bulunanlar gibi muhtelif gruplar için bu durum bir hezimet ve hüsran mânâsına geldiği için, bunlar da yoğun bir karalama kampanyası ile hadiseyi “yasaklama,” “devlet tekeline alma” gibi etiketler altında gösterme çabasına düşmüşlerdir.

İşârâtü’l-İ’câz’da tahrif iddiası

Koparılan bütün fırtınalara rağmen Risale-i Nur’un sahih bir şekilde neşri yolunda devletçe alınan tedbirlerin kararlı bir şekilde uygulanması, muhalefet cephesini daha başka karalama bahaneleri aramaya sevk etmiştir. Muhalefet cephesi şu anda hedef olarak kendisine Diyanet İşleri Başkanlığını seçmiş bulunmakta ve Başkanlığın İşârâtü’l-İ’câz’ı tahrif ettiğini iddia etmekte, bunu da dünyanın en önemli meselesi olarak sunmaktadır. Tahrifin unsurları ise, bu cephenin iddialarına göre, “esere önsöz yazılması, dipnotu ilâvesi, Arapçası ile Türkçesinin beraberce basılması” gibi hususlardır.

Hadisenin başlangıçtan bugüne kadarki seyrini anahatlarıyla bu şekilde özetledikten sonra, şimdi tesbitlerimize geçebiliriz:

***

1. Risale-i Nur hizmeti ile Risale-i Nur neşriyatı aynı şey değildir. İsteyen herkes Risale-i Nur ile hizmet edebilir; fakat her isteyen Risale-i Nur’u neşredemez, Risale-i Nur’un neşri hakkında hüküm veremez. Risale-i Nur’un neşri, onun hizmet alanlarından bir tanesidir ve tamamen Müellifi ile onun yetkilendirdiği kimselerin salâhiyet alanına giren bir husustur. Bu durumu “Risale-i Nur bir daire değil, mütedâhil daireler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahipler ve haslar ve naşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakatı var” şeklindeki ifadesiyle belirten Bediüzzaman, neşir hizmetlerinde bütün talebelerini değil, muayyen talebelerini istihdam etmek ve onlardan bazılarını da mutlak vekil olarak tayin etmek suretiyle, kendisinden sonra Risale-i Nur’un neşriyatında kimlerin yetki sahibi olacağını açıkça tesbit etmiş ve duyurmuştur.

Gerek İşârâtü’l-İ’câz’ın Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanması, gerekse Risale-i Nur neşriyatının devlet koruması altına alınması hususları, Risale-i Nur Müellifinin zaten hayatta iken önemle takip ettiği bir gaye olduğu gibi, bütün safhalarıyla, Üstad’ın vekil tayin ettiği kimselerin bilgisi ve muvafakati altında cereyan etmiştir. Üçüncü şahısların bu konuda kendilerinde bir hak vehmederek çeşitli itham ve iddialarda bulunmalarının hiçbir dayanağı yoktur.

2. Risale-i Nur Müellifi tarafından yetkilendirilmiş olan zatların, kendilerine verilmiş olan bu yetkiye dayanarak, neşrettikleri Risalelere zaman zaman açıklayıcı bilgiler ekledikleri, öteden beri herkes tarafından bilinmektedir ki, her üç Lâhika kitabının başında bulunan “Takdim” bunlar arasındadır. Durum böyleyken, yine Risale-i Nur naşirlerinin gözetimi altında cereyan eden bir neşriyatta, T. C. Diyanet İşleri Başkanlığının hem eseri ve müellifini öven, hem de eser hakkında açıklayıcı bilgi vererek okuyucuyu doğrudan Risale-i Nur’a yönlendiren açıklamalar yapmasını alkışlamak boynumuzun borcu iken, “Tahriftir, caiz değildir, hıyanettir” gibi akıl almaz ithamlara bahane yapmanın ne mantık, ne de edep yönünden savunulabilecek hiçbir tarafı yoktur. “Risale-i Nur’u Kur’ân’dan üstün tutuyorlar” iddiasını zaman zaman ısıtarak ortaya sürenler bu tepkileri kendi iddialarına delil olarak gösterseler ne cevap verirsiniz?

3. Genel mânâda hak ve hürriyetler konusunda olduğu gibi, özel olarak da Risale-i Nur’un serbestiyetinde bugün gelinen merhale, Âlemlerin Rabbine sayısız hamd ü senâlarla şükranlarımızı sunmayı gerektirecek bir seviyededir. Dün bir kısım komiteler devletin imkânlarını kullanmak suretiyle Risale-i Nur’u ve talebelerini susturmaya çalışırken, bugün, başta Cumhurbaşkanı, Başbakan, Kültür Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere, devlet bütün kurumlarıyla Risale-i Nur’u himayesine almıştır ve ona hizmet etmektedir. “Sadeleştirme” adı altında yürütülen bir tahrifat hareketi karşısında bütün Risale-i Nur talebeleri maddeten çaresiz kalmış durumda iken, bu harekete devlet kararlı bir şekilde son vermiş ve, bu uğurda birçok saldırıyı da, kendisini Nur talebesi olarak gören nicelerinin hayal bile edemeyeceği bir kararlılıkla göğüslemiştir.

4. Devletin Risale-i Nur’a sahip çıkması, elbette bazılarını korkutur; fakat Risale-i Nur talebeleri bunların arasında değildir. Çünkü Bediüzzaman, Risale-i Nur’un devlet tarafından neşredilmesini isterken ve “Nurları himaye etmek Diyanet dairesinin hakikî bir vazifesidir” derken, bu hususta hiçbir endişe izhar etmemiş, mektuplarında ve sohbetlerinde de hiçbir talebesine bu konuda bir uyarıda bulunmamıştır. Eser sahibinin en küçük bir endişe taşımadığı bir hususta başkaları ondan daha ileri seviyede hamiyet sergilemeye kalkıyorlarsa, bunun ardında daha başka niyetlerin varlığından şüphelenmek için yeteri kadar sebep mevcut demektir.

5. Esasen Bediüzzaman’ın, Risale-i Nur’un ve Nur talebelerinin devletle bir problemi yoktur. Rejim ve devlet aynı mânâya gelmediği gibi, muvakkat bir rejime karşı olmak da devlete karşı olmakla aynı mânâya gelmez. Bediüzzaman’ın hiçbir eserinde devleti suçlayan veya dışlayan bir ifadesi yoktur. Onun için, bugün Risale-i Nur’un devlet tarafından himaye edilmesini “Kemalist devletin tekeline girmek” gibi Risale-i Nur’un lügatine yabancı sloganlarla karalamak, Risale-i Nur’a sadakat ve muhabbetten doğan bir tepki olarak değil, bilâkis Risale-i Nur’a başka tahripçi cereyanların mefhum ve telâkkilerini aşılama teşebbüsü olarak değerlendirilmelidir.

6. Vaktiyle hiçbir yetkisi olmadığı halde, “İç Hizmet Kanununun filan maddesine göre” durumdan vazife çıkaranlar gibi, bugün Risale-i Nur’u devlete ve Risale-i Nur’a karşı koruma ve kollama görevini üstlenen “kahramanlara” sorulacak sorular vardır:

Dün Risale-i Nur gerçekten tehlike karşısındayken, meselâ Risaleler, özellikle lâhikalar ayıklanarak ve uygunsuz açıklamalarla hedefinden saptırılarak neşredilirken veya Risale-i Nur’un üzerinden İslâma aykırı kavramlar pazarlanırken niçin bu kahramanlığı göstermediniz? En sonunda iş gelip de “sadeleştirme” meselesine dayandığı zaman, bir kısmınız nihayet biraz ayılır gibi olduysa da, buna ağız dolusu küfürlerle sövüp saymaktan başka nasıl bir tepki gösterdiniz? Yoksa içinizdeki kahramanlık geni, uyanmak için muhalefetin hiçbir risk taşımadığı özgür ortamları mı bekliyordu?

7. İşârâtü’l-İ’câz bahanesiyle Türkiye Cumhuriyeti devletine ve Diyanet İşleri Başkanlığına karşı savaş açanların birçoğu, aslında, eskiden beri içlerinde biriktirdikleri bir kini dışa vuruyorlar. Aşırı sadakatten muztarip görünen bu kahramanlarımızdan bir kısmı, sadece Diyanet İşleri Başkanlığının değil, Üstadın kendi eserinde yaptığı tasarruflara karşı da öteden beri muhalefet yürütmekteydiler. Her ne kadar bugün için Üstadı hıyanetle suçlamaya dilleri varmıyorsa da, faraza şimdi Üstad tecessüm edip de “Bu tasarrufları ben yaptım” diyecek olsa, dillerinin altındaki baklayı çıkaracaklarından şüphe edilmemelidir.

Bunun gibi, muhalefet cephesini teşkil eden bölük pörçük gruplardan her birinin diğerinden farklı ve birbiriyle çelişen dâvâları vardır. Bunlardan kimi “sadeleştirme”ye güya karşı görünürken, kimi bizzat bu suikastin faili durumundadır; kimi sadece sadakat ve hamakat mefhumlarını birbirinden ayırt edemediği için bu kervana katılmış giderken, kimi de siyasî kinlerini tatmin etmek veya birtakım nifak cephelerine bağlılıklarını ispat etmek için çığırtkanlık yapmaktadır. Onun için, bu konuda ortaya atılan iddiaların arkasında, yaygaranın şiddetiyle orantılı bir ciddiyet aramak mânâsızdır.

8. Bu konuda gösterilen tepkiler sadece muhakeme-i akliye cihetiyle değil, edep ve hayâ yönünden de aşikâr bir eksikliği yansıtmaktadır. İddiaların esasına inmeye bile gerek kalmadan, sadece bu iddiaların nasıl bir üslûpla dile getirildiğine bakan bir kimse, bunlardan hiçbirinin Risale-i Nur dâvâsıyla bir ilgisinin bulunmadığına dair yemin edecek olsa, herhalde başı ağrımayacaktır. Bediüzzaman’ın talebeleri ve devlet erkânı başta olmak üzere hedef aldıkları herkese, yaşına ve mevkiine bakmaksızın asker arkadaşı gibi ismiyle hitap etmeyi, bununla da kalmayıp isminin yanına hakaretamiz sıfatlar eklemeyi, söze argo ifadelerle başlayıp hırsını alamayınca düpedüz küfürleri peş peşe sıralamayı, bu kardeşlerimiz herhalde Risalelerde ve gittikleri Nur derslerinde öğrenmiş olamazlar. Başka kaynaklardan aldıkları edepsizlik dersleriyle kahramanlık taslayacak olanlara ise Risale-i Nur’un ihtiyacı yoktur. Nur talebeleri, böylelerinin düşmanlığını dostluğuna tercih ederler. Çünkü böyle edep fukaralarıyla aynı resim karesinde yer almak ve onların hayâdan nasipsiz dilleriyle savunulan bir dâvâyı savunur görünmek, gerçekten, Risale-i Nur talebeleri için düşünülebilecek en büyük musibetlerden biridir.

Kimbilir, belki de Kader, Risale-i Nur talebelerini böyle imalât hatâlarından ayırt etmek için bir vesile olarak bu hadiseyi başımıza sarmıştır!

3 Şubat 2015 Salı

Gökyüzünün süslerinden bir galaksi kümesi

Yüzlerce, hattâ 1.000’den fazla galaksi. Her bir galakside de milyarlarca, hattâ yüz milyarlarca yıldız. Ve bu galaksiler, saatte 10 milyon kilometre seviyesinde hızlarla birbirlerine koşuyorlar.

Bu galaksiler birbirine koşuyor, ama hep birlikte saniyede 5 bin kilometreden fazla hızla bizden uzaklaşıyorlar.

Baş döndürücü güzellikler, baş döndürücü hızlar içinde beliriyor başımızın üzerinde.

Resimde, Perseus Galaksi Kümesinin galaksilerini görüyorsunuz. Bu resim, 7,5 milyon ışık yılı çapında bir alanı kapsıyor. Bunun anlamı ise şu:

Resmin bir ucunda gördüğünüz galaksinin ışığı, diğer ucundaki galaksiye ancak 7,5 milyon senede gidiyor!

Ve bu muazzam alanda, sayısı 1.000’i aşan galaksilerin muhteşem manevraları cereyan ediyor.

Perseus Galaksi Kümesi, bütün olarak, bizden 250 milyon ışık yılı uzakta. Yani, biz bu resimde bundan 250 milyon yıl öncesini seyretmiş oluyoruz. Galaksi kümesinin bugünkü durumunu görebilmek için ise, bir 250 milyon yıl daha beklemek gerekecek!

Bütün bu ihtişamı ve akıl almaz büyüklüğüyle beraber, Perseus Galaksi Kümesi, semâmızı süsleyen nakışlardan, içinde binlerce nakış nakşedilmiş bir nakış. Yerin ve Göklerin Rabbi, yeryüzü semâsını daha böyle nice nakışlarla doldurmuş.

“Biz gökyüzünde yıldız toplulukları yarattık ve seyredenler için onu süsledik.”

Hicr Sûresi, 16

galaksi-kumesi-perseus-k