Gülen'in duası tuttu

Yıllarca hoşgörü şampiyonu olarak pazarladılar Fethullah Gülen’i.

Gerçi kısmen doğruydu bu tanıtım.

Yahudiler, Hıristiyanlar, dinsizler, darbeciler makulesinden kim varsa onun engin hoşgörüsünden bolca nasip aldı. Hattâ 28 Şubatçılar, dinî hayatı kökünden kurutmaya matuf hareketleriyle onun hoşgörüsü sayesinde müçtehid seviyesine ulaştılar.

Fakat bu tılsım birgün âniden bozuldu.

The Cemaat 17-25 Aralık darbe teşebbüsünü beceremeyince, hükûmet de onun ve cemaatinin çıkarlarına şöyle bir dokunuverdi.

Ve bu dokunuş, yıllar boyunca son derece profesyonel bir şekilde kurgulanan hoşgörü imajının sonu oldu.

Hoca tepsiyi bir kenara fırlatıp duaya durdu ve ağzına geleni saymaya başladı:

“Allahım, onları hezimete uğrat! Onları sars! Birliklerini boz! Onları paramparça et!..

“Allah onların evlerine ateşler salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun, duygularını sinelerinde bıraksın, önlerini kessin, birşey olmaya imkân vermesin.”

***

Tahmin edileceği gibi, Gülen’in adamları bu lâflara hemen birer kılıf giydirmek için seferber oldular. Fakat bunların herhangi bir kılıfa girecek hali yoktu. Bu duadır dediler, olmadı. Beddua değildir dediler, tutmadı. Mülâanedir dediler, uymadı. Mübaheledir dediler, kimse kulak asmadı.

Aslında Gülen’in beddualarına ne isim konulacağı hususunda the Cemaat’in kafası her ne kadar karışık olsa da, bir noktada onlar haklı gibiydiler.

Çünkü Gülen beddua / mülâane / mübahele kılığına bürünmüş dilekleri için herkes tarafından rahatça anlaşılacak bir adres tarifi yapıyor ve “kim haksız ise, kim yalancı ise, kim zalim ise” onları hedef aldığını sözlerinin başında söylüyor, hattâ “Biz çeteysek, örgütsek, Allah bizim belâmızı versin; eğer paralel devletsek bizim belâmızı versin” diyerek adres konusundaki şüpheleri bütünüyle dağıtıyordu.

Hocaları böyle derken, Cemaat boş duracak değildi; onlar da “Sıkıysa âmin deyin” diyerek hasımlarına meydan okuyordu.

***

Gülen’in bu içten dileklerini coşkulu bir şekilde dile getirmesinden bu yana çok zaman geçmiş sayılmaz.

The Cemaat’in hali, neredeyse harfi harfine bedduada tasvir edilen duruma gelmiş bulunuyor.

Şakirtlerden yüzlercesi tutuklu, binlercesi sıranın kendisine gelmesini bekliyor. Büyükbaşların her biri yurt dışında bir yere firar etmiş, Cemaati itirafçı korkusu sarmış, yuvalara ateş düşmüş.  Dosyalar birer birer açılıyor, KPSS hırsızlıkları gibi üzeri kapatılmış sanılan marifetler birbiri ardınca ortaya dökülüyor, eğitim kurumu süsü verilen örgüt karargâhları peş peşe basılıyor. Cemaate yardım yapan yahut ondan bir menfaat görenler de “terör örgütüne yardım etmek” suçlamasıyla karşı karşıya kalma korkusunu yaşıyor.

Lâkin, anlaşılmaz bir şekilde, Gülen ve adamları, bütün bu gelişmeler karşısında hırçınlaştıkça hırçınlaşıyorlar ve nereye, kime, hangi sövgü elfazıyla saldıracaklarını şaşırıyorlar.

Niye kızıyorlar ki?

Sen kokladın, ben topladım” diyen Nasreddin Hoca hesabı, bütün bunlar aynen sizin dualarınızda isteyip durduğunuz şey değil miydi Sayın Bay Gülen?

Kim haksızsa” diyordunuz. “Kim yalancıysa” diyordunuz. “Kim zalimse” diyordunuz.

İşte, dualar / beddualar / mülâaneler / mübaheleler (ne isim koyacaksanız siz de karar verin artık!) hedefini buluyor; daha ne istiyorsunuz?

Cemaate gelince:

Siz de artık şikâyeti ve öfkeyle sağa sola saldırmayın bırakın. Eğer gücünüz yetiyorsa, Hocanıza söz geçirin de duayı kesiversin bir zahmet.

Çünkü siz Hocanızın kabul olunmuş dualarısınız. Duası böylesine makbul ve müstecap bir Hocanız varken, çok geçmez, bugünkü durumunuzu da hasretle yad etmeye başlarsınız.

***

İlk yayın tarihi

5 Ekim 2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kur'an mealleri din eğitiminde baş köşeyi almalı

Raşid Halifelerde iman-amel bütünlüğü