SON EKLENENLER
latest

26 Ağustos 2016 Cuma

Mollanın azmi

Prof. Dr. Hayreddin Karaman, ilk talebelik yıllarında kendisiyle aynı hocadan ders alan Molla Osman isimli yaşlı bir zat ile ilgili olarak şu hatırayı anlatıyor:

Bu Molla Osman yıllardır ders okumasına rağmen bir türlü anlama ve öğrenme başarısını gösteremiyordu. Beni çok sever, takdir ederdi. Birçok defa tekrarlanan derslere katılmış, amacına ulaşamamıştı. Birgün bana kendisini teşvik eden bir hikâye anlattı:

Ona benzer bir molla, başarıdan ümidini keserek medreseyi terk etmiş ve köyünün yolunu tutmuş. Yolda giderken susamış, su içmek için bir kuyunun başına gelmiş. Kuyunun başında yuvarlak bir taş varmış. Su kova ve iple çekilirmiş. İp taşa sürtüne sürtüne, yıllar içinde birkaç oyuk meydana getirmiş. Mollanın gözü bu oyuklara kaymış ve düşünmeye başlamış:

“Hep aynı yerden gidip gelen bir ip, zaman içinde bir taşı bile oyabiliyor. Benim kafam taştan daha katı olmadığına göre, ben de ısrar edersem bu dersi anlayabilirim, bu ders de benim kafama girer.”

Böyle düşünerek derhal geri dönme kararı vermiş, yeniden büyük bir azimle derse başlamış ve okuyup âlim olmuş.

Molla Osman, bu ümitle yıllarca daha hocanın derslerine devam etti.

Hayreddin Karaman, Bir Varmış Bir Yokmuş: Hayatım ve Hatıralar, 1:84

***

İlk yayın tarihi:

4 Kasım 2014

Alacakaranlık kuşağı

Bir tarafta gündüz, bir tarafta gece. İkisinin arasında, aydınlık ile karanlığın birbirine karıştığı alacakaranlık bölge. Güneşe bakan tarafta atmosfer ışığı yayarak gezegenin bütün güzelliklerini gözler önüne seriyor; geceye ise bir sükûn ve sükûnet hakim. Bu resimde dar bir şerit halinde görülen alacakaranlık bölgede de, güneş ışığı, yeryüzünde kızıl yansımalara yol açıyor ve bu durum, her akşam vakti gezegenimizin üzerinden seyredilen o muhteşem gurup manzaralarını ortaya çıkarıyor. Dönen Dünya üzerinde sürekli olarak bu hat yer değiştiriyor ve gezegenimizin şirin yüzü üzerinde, Kur’ân’ın tasvirleri apaçık okunuyor:

O, gecenin örtüsünü, onu peşi sıra kovalamakta olan gündüzün üstüne atar. (A’râf Sûresi, 7:54.)

Görmedin mi: Allah geceyi gündüze, gündüzü geceye katar. O Güneşi ve Ayı emrine boyun eğdirmiştir; hepsi de belirlenmiş bir vakte kadar akıp gider. Sizin yaptıklarınızdan da Allah hiç şüphesiz haberdardır. (Lokman Sûresi, 31:29.)

Gece de onlar için bir âyettir. Gündüzü ondan soyduğumuzda, karanlıkta kalıverirler. (Yâsin Sûresi, 36:37.)

Gökleri ve yeri hak ile yarattı. O, geceyi gündüzün üzerine, gündüzü de gecenin üzerine sarıyor[1]. Güneş ile Ayı da itaatkâr kıldı. Onların hepsi de belirlenmiş bir vakte kadar akıp gider. Bilin ki Onun kudreti herşeye üstündür ve O çok bağışlayıcıdır. (Zümer Sûresi, 39:5.

[1] Âyette geçen fiil, “yuvarlak birşeyin etrafına sarmak” anlamına gelmektedir ki, burada Dünyanın küresel biçimi oldukça net bir ifadeyle dile getirilmiş olmaktadır.

 

21 Ağustos 2016 Pazar

Bu televizyon şovcusunu kim kullanıyor?

İçinde bulunduğumuz ortamın karışıklığından istifade etmeye çalışan bir cemaat, kendi haricindeki Müslümanlara duyduğu derin kin ve nefreti birtakım popüler kişilerin ağzından etrafa yaymak için bazı fırsatları değerlendirmeye başlamış bulunuyor.

Rahmetli Enver Ören’in sağlığında da zaman zaman bunlar bir fırsatı bulup yine sağa sola sataşırlar, ancak kulakları çekilince yarım ağızla ve kaypak sözlerle özür diler gibi yapıp siniverirlerdi.

Şimdi kulak çekecek kimsenin olmamasından istifade ile etrafa daha serbest şekilde saldırıyorlar. Ancak bu defa da karşılık olarak kendi marifetlerinin ortaya dökülmesi riskine karşı – ki bu konuda ağızlarını yakan birtakım tecrübeler yaşandı – bir kısım popüler isimleri kendileri yerine öne sürerek, olup bitenleri kenardan seyretmeyi daha güvenli buluyorlar.

Bu tür sataşmaların son bir örneğini en son maddeye bırakarak, söz konusu cemaat hakkında bazı gerçekleri tek tek hatırlamaya çalışalım:

Müslümana zındık muamelesi

1. Bu cemaatin kin ve nefretinin kapsama alanı kendilerinin haricindeki bütün Müslümanları kuşatır dersek pek mübalâğa etmiş olmayız. Birkaç örnek:

– Kaynak kitaplarından biri olan Rehber Ansiklopedisinde Millî şairimiz Mehmet Akif’i “rastgele din bilgileri edinmek,” “iftira atmak,” “ilmî kifayetsizlik,” “masonları övmek,” “dinde reformculuk” gibi ithamlarla suçlayan ifadeler için bkz:

 http://www.yazarumit.com/rehber-ansiklopedisinde-mehmet-akife-hakaretler/

– Türkiye gazetesinin ağzı bozuk bir yazarının Mehmet Akif ve Bediüzzaman Said Nursî’ye “içimizdeki beyinsizler,” “aşağılık yaftaya koro halinde iştirak edenler,” “meş’um koro,” “halkın dinî ve millî öncülüğüne soyunanlar” gibi hayâsızca ifadelerle saldıran yazısı için bkz:

 http://www.yazarumit.com/kinleri-agizlarindan-tasiyor/

Hasan el-Bennâ, Karadavî, Muhammed İkbal, Seyyid Kutub, Vehbe Zuhaylî gibi ehl-i İslâmı ve daha nicelerini – dikkat buyurun! – Hasan Sabbah, İbni Sebe’, Bahaullah gibi zındıklarla aynı kefeye koyduklarına dair pek çok örneklerden iki tanesini görmek için bkz:

http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=801

http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=4991

İmam-ı Gazalî’yi Seyyid Kutub aleyhinde konuşturmuşlar!

2. Müslümanlara olan kinleri, onları cinnet derecesine varan saldırılara ve şeytanın aklından geçmeyecek hilelere sevk etmektedir. Meselâ Seyyid Kutub hakkında kendi yazıp çizdikleri yetmemiş, bir de İmam-ı Gazalî’yi İslâm âleminin bu büyük şehidi aleyhinde konuşturmuşlardır. Tafsilât için bkz:

http://www.yazarumit.com/imam-i-gazali-seyyid-kutub-hakkinda-ne-demis/

 

Müslümanı dolandırma sanatı: ilm-i siyaset / Kaynak: Seâdet-i Ebediyye

3. İmam-ı Gazalî gibi büyük bir İslâm âlimini kendisinden yüzyıllarca sonra gelecek bir kimse hakkında konuşturmak, kolay kolay kimsenin cür’et edemeyeceği bir iftira olsa da, böyle yalanlar bu cemaat yöneticileri için çok büyük bir iş sayılmaz. Bu zatların kafalarına koydukları her türlü yalan, lâf oyunlarıyla veya başka türlü hilelerle görünürde “meşruiyet” kılıfına büründürülmekte ve “ilm-i siyaset” adı altında şakirtlere talim edilmektedir. On binlerce kişinin dişinden tırnağından arttırdığı paraların üzerine konup kendileri varlık içinde yüzerken onları yüzüstü bırakmak ve bundan hiçbir suçluluk hissi duymamak nasıl mümkün olabilir diye düşünüyorsanız, bunun kodlarını cemaatin kutsal kaynağı Seadet-i Ebediyye’de bulabilirsiniz. Bakın, bu kutsal kaynak, size “makbuz” denilen bir kâğıt parçasını “mal” olarak vermek suretiyle onun karşılığında herşeyinize pekalâ sahip çıkılabileceğini, Yahudilere parmak ısırtacak ve hattâ şeytana külâhını ters giydirecek bir hilebazlıkla nasıl ders veriyor:

“Kızılay, İhlâs vakfı gibi yardım teşkilâtı, dînin (Hibe) ahkâmına tâbi’dirler. Vakf değildirler. Çünki, altın ve kâğıd liralar vakf edilince, kimsenin mülkü olmazlar. Yardım cem’ıyyetlerine teberru’ edilen malları, paraları ise, alâkalı me’mûr kabz edince, cem’ıyyet reîsinin mülkü olur. Cem’ıyyetde çalışan me’mûrlar, cem’ıyyet reîsinin vekîlleridir. (Hindiyye)de diyor ki, (Birisine para verip, bunu falanca fakîre ver dese, o fakîre kendi parasından verirse, aldığı parayı tazmîn etmesi [mislini ödemesi] lâzım olur. O parayı başka fakîre verirse, tazmîn etmez. Verdiği hediyyeye ivez [karşılık] olarak az birşey [meselâ makbûz denilen kâğıd] verilince, hediyyesini geri istiyemez.” (Seâdet-i Ebediyye, s. 876-877).

On binlerce kişiyi mağdur ettikten sonra hiçbir şey olmamış gibi ticarî ve sair faaliyetlerine devam edebilen bir kuruluş, elbette ki bu çaptaki bir mağduriyetin devam etmesinden sorumlu olan yegâne merci değildir. Maalesef, siyasî iktidar da bu konuda gereken hassasiyeti göstermemiş, bu durum ise bir yandan mağdurları muhalefete iterken, bir yandan da siyasî iktidarın hiç de hak etmediği şekilde hırsızlık, suiistimal gibi ithamlara maruz kalması yönünde İlâhî kadere fetvâ verdirmiştir. Tafsilât için bkz:

http://www.yazarumit.com/beserin-zulmu-icinde-kaderin-adaleti/

Diyanet: “Zihinleri teşviş edici ve yanıltıcı eser”

4. Esasen Seâdet-i Ebediyye kitabı hakkında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yapılan ayrıntılı bir inceleme sonunda, Din İşleri Yüksek Kurulu, “bu eserin genel olarak zihinleri teşviş edici ve okuyanları yanıltıcı mahiyette olduğuna ittifakla karar vermiştir.” (T. C. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun 20.1.1970 tarihli ve 14 sayılı kararı).

Yine bu cemaate ait yayınlardan Hüseyin Hilmi Işık’a ait “Ehl-i Sünnet Yolu” adlı kitap hakkında da DİB Din İşleri Yüksek Kurulunun “okuyucuyu yanıltıcı ve şaşırtıcı mahiyette olduğu” yönünde kararı mevcuttur. (T. C. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun 3.11.1969 tarihli kararı.)

İmam-ı Gazalî’yi Seyyid Kutub aleyhinde konuşturmak ve bir kâğıt parçasıyla insanların servetlerine el koydurmaya fetva vermek gibi pek çok garabeti içinde barındıran bu kitapları “zihinleri teşviş edici, yanıltıcı, şaşırtıcı” şeklinde nitelemekle Diyanet İşleri Başkanlığının ne kadar isabet ettiği meydandadır. Ancak bu hassasiyetin camiler seviyesinde de gösterilmesi gerekir. Zira Başkanlığın bu raporlarına ve cemaatin insanları yanıltmak ve şaşırtmak suretiyle yol açtığı onca mağduriyete rağmen, cemaate ait Hakikat Yayınevi tarafından basılan bu yanıltıcı kitaplara camilerimizin birçoğunun kitaplığında maalesef rastlanmaktadır. Oysa Diyanet İşleri Başkanlığının hangi seviyedeki camilerde hangi kitapların bulunabileceği yolunda muhtelif genelgeleri mevcuttur. İnsanların geçmişteki mağduriyetlerini örtbas etmemek ve gelecekteki mağduriyetlerine yol açmamak adına, bu genelgelerin Başkanlığa bağlı bütün camilerde hassasiyetle uygulanmasını gözetmek icap eder.

 

Kitap okumak yasak, tefsir okumak zararlı!

5. Bu cemaatin kin saçan söylemlerini, bir süredir, kamuoyunun ilim kisvesi altında tanıdığı bazı isimler, onlar adına yürütmektedir. Bunun da sebebi vardır; çünkü kendileri açıkça ortaya çıktığı zaman marifetlerinin ortaya dökülerek kendilerini zor durumda bırakması kuvvetle muhtemeldir. Son olarak da, tarih sohbetleriyle şöhrete kavuşan ve zaman zaman Üstad’a ve Risale-i Nur’a sataşmayı marifet edinen bir televizyon şovcusu, güya FETÖ’den söz ederken yine Üstad’ı da Teröristbaşı ile aynı kefeye koymaya kalkmış ve hak ettiği cevabı, ânında on binlerce kişiden sosyal medyada almıştır. Aynı televizyon şovcusu, bundan kısa bir süre önce de, güya FETÖ’nün örgütlenmesini anlatırken, bir yandan konuyla hiç alâkası olmadığı halde merhum Seyyid Kutub’a, bir yandan da Nur cemaatlerine özel bir gayretle sataşmadan edememişti.

Söz konusu şovmen sözünün başında Seyyid Kutub’a “ihtilâlci” yaftası yapıştırdıktan sonra lâf arasında da “Risale-i Nur talebelerinin başka kitap okumadıkları” şeklinde, daha evvel pek çok müzmin muhalifin ağızlarında dolaşan bir sakızı tekrar çiğneyerek, bugüne kadar defalarca cevabı verilmiş bir ithamla Nur talebeleri aleyhinde kendince bir algı oluşturmaya çalışmıştır. Oysa kendi kutsal kaynaklarından başka kitap okumayı yasaklamakla suçlanacak bir cemaat varsa, o da bu cemaatten başkası değildir ve bu gerçeğin pek çok delilleri vardır. Başlı başına “Kitap okumak zararlıdır” şeklindeki bir iddianın patenti bizzat kendilerine aittir; bunun da yine kendilerine has bir mantığı vardır: Kitapta bilmediğiniz şeyler karşınıza çıkar. Bilmediğiniz şey ise size zarar verebilir. Eğer “Ben biliyorum, zarar vereni vermeyenden ayırt edebilirim” diyorsanız, bildiğiniz şeyi niçin okuyasınız?

Cemaatin kitap okuma yasağının kapsamına ilk olarak giren şeyi merak ediyorsanız, internette “Tefsir okumanın zararları” şeklinde yapacağınız bir arama, size aradığınız cevabı verecektir.

***

Şimdilik bu kadarla yetinelim. Mesele ekranda görünen şovmenler meselesi değildir; onlar sadece kendi ellerine verilen malzemeyi seslendiriyorlar. Fakat üslûp ve malzeme, asıl faili gizlenmesine imkân bırakmayacak bir şekilde ele veriyor. Bu bakımdan biz de perde önünde oynayanı değil, oynatanı teşhir ediyoruz. Bu oyun devam ettiği müddetçe teşhirlerimiz de devam edecektir.