Atatürk seçmeli ders olsun

Millî Eğitim müfredatında yapılması planlanan değişikliklerin Atatürk ile ilgili konuları da içermesi, dikkatten kaçmaması gereken bazı hususların yeniden hatırlatılmasını gerektirdi. 26 Eylül 2012 tarihinde Son Devir’de yayınlanan yazı:

 

ÜMİT ŞİMŞEK

Dershanelerin kaldırılması ne kadar hayırlı bir iş ise, okula başlama yaşının düşürülmesi de o kadar sakıncalı bir tasarruf olmuştur — çocuklar okula erken başlayacağı için değil, “Millî Eğitim” adı altında yürütülen formatlama faaliyetine daha erken maruz bırakılacakları için.

Önce şunu hatırlatalım ki, Türk milletinin telâkkileri ile Türk millî eğitiminin felsefesi arasında temele dayanan farklar vardır. Daha önceki bir yazımızda da üzerinde durduğumuz gibi, eğitim sistemimiz, (1) failsizlik, (2) abesiyet esasları üzerine bina edilmiş olan Batının dünya görüşünü bize dayatır. (bk. “Millî” Eğitime Doğru İnşaallah) Bu sistemi düzeltmeden okula başlama yaşını indirmek, yeni yetişen nesilleri milletimizin değerlerine yabancılaştırma işlemini sağlama almak mânâsına gelecektir.

Millî eğitimin en az o kadar önemli diğer bir problemi de Atatürkçülük konusudur. Okullarımız, Atatürk söz konusu olduğunda, eğitim ve öğretim mânâsından bütünüyle uzaklaşarak sadece propaganda ve formatlama fonksiyonunu üstlenmektedir. Gerçi bu eskiden beri devam eden bir problemdir; fakat Millî Eğitim Bakanlığı, 5 yaşındaki çocukları da formatlama kapsamına almak suretiyle problemi daha vahîm boyutlara taşımıştır.

***

Şu örneklere bir bakın lütfen:

Bu sene 5 yaşındaki yavrularımıza okutulacak olan Türkçe Ders ve Çalışma Kitabının 224 sayfasından 41 sayfası Atatürk’e ayrılmış! Kitapta 80’den fazla yerde Atatürk’ün adı geçiyor, Atatürk’le ilgili 40’tan fazla fotoğraf yer alıyor. (Hayat Bilgisi kitabında, bu resimler arasına milletin önemli bir kesimi tarafından sevilmediği herkesçe malûm siyasî bir şahsiyet olan İnönü de ilâve edilmiş.)

Kitabın 134. sayfasında — sıkı durun — 66 aylık çocuklardan, Atatürk adı ile akrostiş çalışması yapmaları isteniyor!

Hem Türkçe, hem de Hayat Bilgisi kitaplarında, iki defa, çocuklar Atatürk’e hitaben teşekkür mektubu yazmak zorunda bırakılıyorlar. (Kitaplara bu bağlantıyı tıklamak suretiyle erişebilirsiniz.)

Çocuklar, okumayı söker sökmez, hangi ders kitabının kapağını kaldıracak olsalar, daha ilk sayfasında “Ey büyük Atatürk!” hitabıyla karşılaşacaklar. Bir yandan ölüm tarihini temel bilgiler arasında çocuklara öğrettiğiniz ve zorunlu törenlere vesile yaptığınız bir kişiye, bir yandan da yaşayan bir varlık (isterseniz ilâh diyelim) muamelesi yapmanın ileride nasıl bir sonuç doğuracağını görmek istiyorsanız, bugün başı dara girdiğinde soluğu bir heykelin önünde yahut Anıtkabir’de alan ve ağlaya sızlaya Ata’sına şikâyette bulunan insanlara bakınız. Şimdiye kadar bu sonucu üretip duran bir sistemin bundan sonra başka bir mal üretimine geçmesini bekleyebilir misiniz?

***

Bugün okullarımızda Atatürk hakkında anlatılanların bir beşer portresi çizmediğini herkes biliyor. Kitaplarda herşeyimizi borçlu olduğumuz, onun sayesinde nefes alıp verdiğimiz, her türlü kusurdan uzak, her konuda en üstün niteliklere sahip, her türlü övgüye lâyık bir varlık anlatılır ve buna “Atatürk” adı verilir. Bizzat kendisine hitap etmek ve teşekkür mektubu yazmak suretiyle şimdi bu imaj daha da güçlendirilerek hamd ve şükür mercii bir tanrı statüsüne kavuşturuluyor. Eskiden böyle örneklere Almanya, İtalya, Çin ve Rusya gibi ülkelerde rastlanabilirdi; şimdi ise eğitim sistemimiz türünün tek örneği olarak faaliyet gösteriyor. (Bu tesbitlere karşı bazılarının ayaklanarak “Ölmedi, yaşıyor, bizi ondan ayıramazsınız” feryatlarıyla yeri göğü inleteceklerini görür gibi oluyoruz. Onlar da bu davranışlarıyla bizi tasdik etmekten başka bir iş yapmış olmuyorlar.)

Eğitim sistemimize Atatürkçülük konusunda yüklenen işlev, bir eğitim ve öğretim faaliyetinden çok, propaganda özelliklerini taşımaktadır. Üstelik bu ustaca düzenlenmiş bir propaganda faaliyeti de değildir; çok uzak olmayan bir gelecekte bir hayli olumsuz geri dönüşlere yol açma ihtimali yüksektir. Atatürk’ü her türlü iyiliğin timsali bir yol gösterici olarak tanıyan bir öğrenci, yarın aynı şahsiyetin Kur’ân için “Araboğlunun yavesi” dediğini öğrendiği zaman, kendisini yanlış bilgiyle donatan devletine olan güveni bundan zarar görmeyecek midir? Bir kişiyi yüceltmek uğruna Türkiye Cumhuriyeti devletinin millet nezdindeki itibarını zaafa uğratmanın kime hizmet anlamına geleceğini iyi düşünmek gerekir.

***

Bu eğitim politikasının Doğu vilâyetlerindeki tesirini ise tasavvur etmeye ihtiyaç yoktur; çünkü eser hepimizin gözü önündedir. Şimdi hükûmet sadece Hakkâri vilâyetine 3500 öğretmenlik bir “eğitim ordusu” göndermekle övünüyor. Lâkin öğretmenlerimizin okutacağı kitaplardan hangisini açacak olsa, Hakkârili bir çocuğun karşılaşacağı ilk şey, “Türküm” diye başlayıp “Ne mutlu Türküm diyene” böbürlenmesiyle biten bir metin olacak. Şimdi siz bölgenin 66 aylık çocuklarını kanun zoruyla toplayıp da onlara bu satırları ezberleterek bölücü örgütlerle mücadele mi etmiş olacaksınız? Doğu vilâyetlerini yıllardır kana bulayan terörün bu tür dayatmalardan beslendiğini görmek bundan elli sene önce belki bir miktar basirete ihtiyaç gösteriyordu; fakat şimdi sadece gören göze sahip olmak fazlasıyla yetiyor.

***

Yapılan değişikliklerle, artık Kur’ân ve Siyer dersleri de okullarımızda okutulabiliyor—fakat ancak beşinci sınıfta ve seçmeli olarak. Gerçi bu kadarı bile bazılarına fazla geliyor.

Buna karşılık, eğitimi tekelinde tutan devletimiz, milletin çocuklarına daha Allah’ını ve Peygamberini öğretmeden Atatürkçülüğü bir inanç sistemi halinde ezberletiyor.

Bunlardan birincisi ne kadar inanç meselesi ise, ikincisi de o kadar inanç meselesidir; birincisini kabul etmeyenler bulunduğu gibi, ikincisini kabul etmeyenler de bulunabilir. Durum böyle iken, sadece birincisini velinin isteğine bağlayıp ikincisini mecburî olarak okutmak, laik bir devletin kendi içindeki açık bir çelişkisidir. Yapılacak tek mantıklı şey, tıpkı Kur’ân ve Siyer dersleri gibi, Atatürk’ü de beşinci sınıfa erteleyerek velilerin seçimine bırakmak olacaktır.

İtiraz edecek olanlara notumuz: Merak etmeyin, eğer sizin iddianız gibi bu millet gerçekten Atatürk’ü benimsemiş ve sevmişse, büyük bir çoğunlukla bu dersi seçecektir. Ama bu dersler umduğunuz rağbeti uyandırmazsa, bugüne kadarki dayatmaların bir faydası olmamış, bundan sonra da hiç olmayacak demektir; akîm bir yoldan ne kadar erken dönerseniz ülkeye ve millete verdiğiniz zararı o kadar azaltmış olursunuz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Raşid Halifelerde iman-amel bütünlüğü

Yöneticiler hesaba hazırlansın