SON EKLENENLER
latest

18 Mayıs 2017 Perşembe

HURAFAT EHLİNİN HEVESİ KURSAĞINDA KALDI: KUTLU DOĞUMA DEVAM


Kutlu Doğum Haftası üzerine fitne kazanı kaynatmaya teşebbüs eden hurafat ehli bir topluluğun hevesi kursağında kaldı.
Diyanet İşleri Başkanlığının İstanbul’da gerçekleştirilen genişletilmiş istişare toplantısında, haftanın 14-20 Nisan tarihleri arasında kutlanmaya devam edilmesi kararı alındı.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, toplantıda bu konuyla ilgili olarak alınan kararı şu sözleriyle açıkladı:
Kutlu Doğum Haftasının FETÖ ile irtibatlanması aziz milletimizi derinden yaralamıştır. Bu iddia tarihi gerçeklere de aykırıdır.
İdrak edilen Mevlid Kandilinin bir alternatifi değildir.
Etkinlikler ilgili yönetmelik hükümlerine göre ve Diyanet’in gözetim ve denetiminde yürütülmelidir.
Peygamberimizin ve onun doğumunun bir tartışma konusu yapılması kabul edilemez. Mevlit Kandili programları zenginleştirilerek sürdürülmeli. Kutlu Doğum ise bir siret haftasına dönüştürülerek bundan sonra da 14-20 Nisan’da icrasına devam edilmelidir.
***
Konuyla ilgili haberin tamamı: 

17 Mayıs 2017 Çarşamba

DÜNYA TOPYEKÛN BİR YOKSULLUĞA SÜRÜKLENİYOR

Akrabaya, yoksullara, yolculara hakkını ver; israfla saçıp savurma.
Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.
İsrâ Sûresi, 17:26-27
BU ÂYETTE, Yüce Allah, israftan kaçınma emrini,
(1) ihtiyaç içinde olanları gözetmek
(2) şeytanlara kardeş olmaktan kaçınmak
şeklinde iki ibretli öğüt arasında bize sunuyor.
Böylece, israfın asla gözardı edilmemesi gereken iki önemli boyutunu gözlerimizin önüne seriyor.
Bu boyutlardan birincisinde, bir hak ihlâli söz konusudur. Zira Allah’ın kuluna cömertçe bağışladığı nimetlerde, akrabanın, yoksulun, yolcunun da bir payı vardır. Bu nimetlerden ihtiyaç fazlasını gelişigüzel saçıp savuran kul, sadece Rabbinin nimetine karşı saygısız davranmakla kalmaz, aynı zamanda, gözetmekle yükümlü tutulduğu hemcinslerine karşı da haksızlık etmiş olur.
Birinci âyette ihtiyaç sahiplerine haklarını verme emri ile israf fiilinin karşıtlık teşkil edecek şekilde bir arada sayılması, her ikisi arasında bir ilişki bulunduğu fikrini hatıra getiriyor. Toplumların bugünkü haline baktığımız zaman ise, bu ilişkiyi açıkça görebiliyoruz. Meselâ, Birleşmiş Milletlerin 2001 yılına ait İnsanî Gelişme Raporuna bu açıdan göz attığımızda, kendimizi şu çarpıcı rakamlar karşısında buluyoruz:
Dünya halkının toplam gelirinin dörtte üçünü, onların dörtte biri cebe indiriyor.
Dünyanın en zengin insanları arasında, en üst seviyede yer alan yüzde 1’lik kesim, dünya halkının yarısından daha fazla gelire sahip bulunuyor.
1990 yılında 100’e yakın ülkeden 1300 temsilci, dünyanın geleceğini konuşmak için Moskova’da bir araya geldiğinde, dünya 100 haneyi barındıran bir köye benzetilmiş ve dünya halkının durumu şöyle bir manzara ile tasvir edilmişti:
Bu hanelerden 70’inin evinde içme suyu yoktu. Tüm arazinin yüzde 60’ı sadece 7 ailenin elindeydi. Bu aile, kullanılabilir enerjinin yüzde 80’ini tüketiyordu. 100 aileden 60’ı ise, arazinin yüzde 10’luk bir kısmına tıkışmıştı. Hava, su, çevre, günışığı, her geçen gün daha da kötüye gidiyordu.
Daha başka anket ve araştırmalar ise, Bangladeş’te 2 bin, Nijerya’da bin dolar seviyesinde olan yıllık ortalama gelirin İngiltere’de 30 bine, ABD’de 40 bine yükseldiğini gösteriyor. Bunun bir başka ifadesi, Nijeryalının 3 bin yıllık gelirini tek bir Amerikalının bu dünyadaki ömrü içerisinde tüketmesi demek…
***
Yazının devamı: http://yazarumit.com/dunya-topyekun-bir-yoksulluga-dogru-gidiyor/

"Âlimler kaybolursa yol da kaybolur"

Kur’an Buluşmalarının 161’inci bölümü bizi “Rabbânî” kavramıyla tanıştırdı.

Okuduğumuz âyetler Ehl-i Kitaptan bazılarının iman edenleri inkâra sürüklemek için başvurdukları hileler hakkında bizi bilgilendirirken, peygamberlerin de ümmetlerine “Rabbânîler olun” emrini verdiklerini bildiriyordu.

Rabbânî kavramı hakkında kaynakların verdikleri bilgilerin özeti şu noktalarda toplandı:

ilmini / nefsini terbiye eden âlim / Rabb’e mensup, bütün hal ve tavırlarında kendisini Allah’a vermiş olan insan-ı kâmil / hikmet ve takvâ ehli âlimler / kendilerini ve başkalarını güzel ahlâkla terbiye eden ve insanlara önderlik eden âlimler; kendilerine tâbi’ olan  insanların velâyetini deruhte eden âlimler (ribbiyyûn = tâbi’ olanlar)

Bu tanımlar, bizi, ümmetin istikametini korumasında âlimlerin sorumluluğuna getirdi. Konuyla ilgili olarak hatırladığımız âyet ve hadisler arasında şu hadis-i şerifler de vardı:

Bu ilmi, gelecek nesillerin her birinden âdil kimseler alacak ve onu cahillerin yorumundan, bâtıl ehlinin istismarından ve haddi aşanların tahrifinden koruyacaklardır. (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 10:350.)

Yeryüzündeki âlimler, gökteki yıldızlar gibidir; karanın ve denizin karanlıklarında onlarla yol bulunur. Yıldızlar kaybolduğunda ise rehberler de yolunu kaybediverir. (Müsned, 3:156.)

UTESAV organizasyonuyla Erdemli İş Adamı projesi çerçevesinde gerçekleşen Kur’an Buluşmalarının bu bölümüne ait videoyu şu bağlantıdan izleyebilirsiniz:

https://www.youtube.com/watch?v=-GgdsV2kpPg