SON EKLENENLER
latest

19 Temmuz 2017 Çarşamba

BİR ŞEY İÇİN YAŞAMAK



ÜMİT ŞİMŞEK
Jay Fine adlı fotoğrafçının ideali, Hürriyet Abidesine yıldırım düşerken resmini çekmekti. 40 yıllık çabalarının sonucuna 2010 yılında bir Eylül akşamı kavuştu. O akşam çektiği 81 fotoğraftan birinde, Fine’ın bir ömür boyu peşinde koştuğu görüntünün ta kendisi yer alıyordu.
Todd Carmichael adındaki Amerikalının hayali ise Güney Kutbuna yardımsız ve yaya olarak tek başına ulaşmaktı. Onun hayali de 2008 yılının sonlarında gerçekleşti. Carmichael 1100 km’den daha uzun olan bu zorlu yolu 39 günde geçerek, en kısa zamanda tek başına Güney Kutbuna ulaşan ilk adam ünvanını kazandı.
Arizona’lı Susanne Eman da yıllardır dünyanın en şişman kadını olmak için mücadele veriyor. Halen 300 kilo sınırını aşmış bulunan Eman, hayat gayesi olan 700 kiloya ulaşmak için bütün gün tıkınıyor ve tıkındıklarının kendisini değilse de resimlerini sosyal medyadaki takipçileriyle paylaşıyor.
Klaus ve Margaret Frentzen ile Doris Madry’nin ortak hayalleri ise Concorde ile uçmak idi. Yıllarca boğazlarından kısarak bunun için para biriktirdiler. Fakat hayatlarının en büyük gayesine kavuştuklarında, yaşanacak bir hayat kalmamıştı. Bindikleri Concorde düştü ve öldüler.
***
Hayatlarında bir gaye takip eden insanların şu veya bu şekilde gayelerine ulaşabildiklerine dair örnekler hiçbirimizin yabancısı değildir. Burada önemli olan, bu gayelerin ödenecek fiyata değip değmeyeceği sorusudur. Zira bir ideal, fiyat olarak insandan bütün sermayesini ister. O da insanın ömrüdür.
İdealler insandan hayatını ister; buna karşılık, onun hayatını fazlalıklardan temizler. Niçin yaşadığını bilen bir insanın hayatında herşey o ideale göre bir yer ve değer alır. Fakat zamanımızın oyuncakları, ya insanın bir ideal sahibi olmasını bütünüyle engelleyecek, ya da az çalışıp çok kazanmak, gününü gün etmek, şöhret ve servet peşinde koşmak gibi şeyleri ideal kılığına sokup ona yutturacak şekilde düzenlenmiştir. Bütün bu oyuncakların ve tuzakların cazibesine kapılmaksızın ömrünü kendisine veya başkalarına yarayışlı bir gayeye vakfedebilen kimse gerçekten bahtiyar bir insandır.
 ***
Çoğumuzu bir ideal sahibi olmaktan zamanımızın oyuncakları engelliyor. İşte burada bir fasit daireyle karşılaşıyoruz:
Bu oyuncaklar ideal peşinde koşmaya fırsat bırakmıyor; idealimiz olmayınca da onların hayatımızı işgal etmesine engel olamıyoruz.
Bu fasit daireyi her iki taraftan da kırabilirsiniz. Fazlalıklarından arındırdığınız bir hayat, kendisine anlam kazandıracak bir ideal arayışına doğal olarak girecektir. Fakat önce hayat gayenizi belirlemek daha kolaydır; niçin yaşadığınızı bildiğiniz zaman, hayatınızın geri kalan kısmını doldurma ve düzenleme işini bu ideale bırakmış olursunuz.
İdeal sahibi olmak, insanın yaratılış amacını keşfetmesi demektir. İnsan neslinin yaratılış amacı, genel olarak, “Allah’a kulluk etmek” şeklinde tanımlanmıştır (Zâriyât, 51:56). Kulluğunu ne şekilde ve nasıl bir zenginlik içinde Rabbine sunacağını ise, kaderin ona nasip ettiği yetenekler ve hayat şartları gibi unsurları dikkate almak suretiyle, kulun kendisi bulacaktır.
Bu konu ne zaman açılacak olsa, yıllar önce özürlü çocuklar hakkında düzenlenen bir televizyon programını hatırlarım. Programa katılanlardan biri de, kendisini özürlü çocukların problemlerine adamış bir hanım idi. Bu hanımın özürlü bir çocuğu vardı; onun problemleriyle uğraşırken kendisini bu gönüllü çalışmaların içinde bulmuştu. Macerasını anlatırken, “Sonunda Allah’ın beni bunun için yarattığını anladım” diyordu. Bu hanım, sadece kendi hayat gayesini keşfetmekle kalmamış, bunu yaparken bir felâketi mutluluğa çevirmenin yolunu da bulmuştu.
***
Bu dünyaya gelen her bir canlı, bir gayeyle gelir; giderken de ardında bir iz bırakır. Bir karıncanın arkasında bıraktığı dünya, karınca kararınca temizlenmiş bir dünyadır. Arının altı haftalık bir ömürden sonra geride bıraktığı dünyada ise 50 gram bal farkı vardır.
Eğer insan, kendisine verilmiş olan imkân ve yeteneklerle mütenasip bir iz bırakmak üzere gönderildiği bu dünyadaki sayılı günlerini karnına 700 kilo yağ depolamak için harcarsa, arının da, karıncanın da çok gerisinde kalmış olur.
***
Kaynak: yazarumit.com

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Heykel sevgisi tehlikeli boyutlarda

Kavmi içinde 950 sene kaldığı Kur’ân’da bildirilen (Ankebut, 29:14) ve onları Allah’tan başkasına kul olmamaya çağıran Nuh aleyhisselâm, bu davetinde her türlü yolu denemiş, ancak onların inadını kıramamıştı.

Onları Nuh aleyhisselâmın davetine cevap vermekten alıkoyan şey, heykelleriydi. Nuh sûresi, öncesi ve sonrasıyla bu olayı anlatırken, “Vedd, Süvâ’, Yeğus, Yeûk, Nesr” diye bu putların isimlerini de sayar.

Bu isimlerin gerçek sahipleri, aslında, kötü insanlar değildi. İbni Abbas’ın (r.a.) bildirdiğine göre, bunlar daha önce yaşamış salih zatlardı; insanlar da bunlara kalplerinde samimî bir muhabbet besliyordu.

Şeytan bu muhabbeti onların felâketine çevirmek için bir fırsat olarak değerlendirdi.

“Toplantı yerlerinizin karşısına bunlar için anıtlar dikin ve onların adlarını verin” diye telkinde bulundu.

Onlar da böyle yaptılar ve toplantı yerlerine bu salih zatların suretlerini diktiler.

Önceleri kimsenin bunlara taptığı yoktu. Fakat zaman geçti, köprülerin altından sular gelip geçti ve insanlar bu suretlerin sahiplerine tapmaya başladılar.

Sonra da Nuh aleyhisselâm gibi ülü’l-azim bir peygamberin çağrısına karşı yüzyıllarca süren bir inatla bu putlara bağlandılar ve en sonunda da onu bedduâya mecbur bırakarak belâlarını buldular. (Bkz. Buhârî, Tefsir 71:1.)

***

Bir süredir bazı belediyelerimiz de kendilerini amansız bir heykel sevgisinin tuzağına kaptırmış bulunuyorlar.

Eminönü Belediyesi ilçenin sokaklarını hamal, simitçi, terzi v.s. heykelleriyle dolduruyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesinin sayın Başkanı daha görevinin ilk günlerinde şehre çok uzaklardan görünen bir semazen heykeli dikmeye niyetlenmiş, ancak karşılaştığı tepkiler ona bu arzusunu gerçekleştirme imkânı vermemişti. Bu yakınlarda da sayın Başkan Haliç’te denizin ortasına koca bir Fatih heykeli dikme hayaliyle hemşehrilerini şaşkınlığa uğrattı.

Selçuk Belediye Başkanı da çok uzak olmayan bir geçmişte ilçenin tepesine devâsâ bir Meryem Ana heykeli dikmek için kolları sıvamış ve kendisini tepkilerin odağı haline getirmişti.

Onlardan daha önce, her nasılsa, FETÖ’nün yayın organları da, başta Zaman gazetesi olarak, son zamanlarında esrarengiz bir şekilde insanlara heykel sevgisi aşılamak gayretine düşmüş, hattâ bu işi, heykeller için “İstanbul’un sembolü” diyecek raddeye vardırmıştı.

Şimdi ise, 15 Temmuz darbe teşebbüsünün yıldönümünde, putperestlik virüsünün vatanseverlik ve kahramanlık kapılarından giriş yapmaya çalıştığını ibretle ve dehşetle görüyoruz.

FETÖ adıyla anılan uluslararası hıyanet şebekesinin uzun zamandır tasarladığı ve bütün gücünü seferber ederek sahneye koyduğu bir darbe teşebbüsünü birkaç saat içinde dünyayı hayran eden bir cesaretle akîm bırakan kahramanlarımızdan bazıları, dinimizin en şiddetli hücumlarının tam hedefinde bulunan heykelperestliğe âlet ediliyor. Bu heykellerle birlikte resim çektirmek için kuyruğa giren insanların meydana getirdiği izdiham ise, bir yandan halkın bu büyük kahramanlara duyduğu sevgiyi gösterirken, bir yandan da, tıpkı Şeytanın Nuh kavmini helâke sürüklerken kullandığı taktiği hatıra getirecek bir şekilde, bu sevgi üzerinden damarlarımıza girmeye çalışan bir putperestlik mikrobunun alarmını veriyor.

Ve Resulullah’ın (s.a.v.) âhirzaman ile ilgili dehşetli bir uyarısını hatırlıyoruz:

“Ümmetimden bazı topluluklar müşriklere katılıp da putlara tapmadıkça kıyamet kopmaz.” (Tirmizî, Fiten: 45.)

***

Şimdi, lütfen, karşı karşıya bulunduğumuz şu manzara karşısında, Nuh sûresini, sanki şimdi nâzil oluyormuşçasına, taze bir nazarla, bir daha baştan sona, satır satır okuyalım:

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

“Başlarına acı bir azap gelmeden önce onları uyar” diye, Biz Nuh’u kavmine gönderdik.

Nuh “Ey kavmim,” dedi. “Ben size gönderilen apaçık bir uyarıcıyım.

“Allah’a kulluk edin, Ondan sakının, bana itaat edin.

“Tâ ki Allah da bir kısım günahlarınızı bağışlasın ve belirlenmiş bir vakte kadar sizi geciktirsin. Allah’ın takdir ettiği ecel gelecek olursa asla ertelenmez. Keşke bunu bilseniz.”

Nuh “Yâ Rabbi,” dedi. “Kavmimi gece gündüz imana çağırdım.

“Fakat ben çağırdıkça onlar daha da çok kaçtılar.

“Senin bağışlaman için onları her çağırışımda kulaklarını tıkadılar, elbiselerine büründüler, inat ettiler, kibirlendikçe kibirlendiler.

“Derken onları açıkça davet ettim.

“Sonra hem açıkça, hem de gizliden gizliye çağırdım.

“Onlara dedim ki: Rabbinizden af dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır.

“Tâ ki üzerinize bol bol yağmur yağdırsın.

“Size mal ve evlât nasip etsin, bağlar yeşertsin, ırmaklar akıtsın.

“Size ne oluyor ki Allah’tan öyle bir büyüklük ummuyorsunuz?

“Oysa O sizi halden hale geçirerek yarattı.

“Hem görmediniz mi, yedi göğü birbiriyle uyum içinde nasıl yaratmış?

“Ayı göklerde bir nur, Güneşi de bir kandil yapmış.

“Sizi de Allah yerden bitki gibi bitirdi.

“Sonra oraya geri gönderecek, sonra bir daha çıkaracak.

“Yeryüzünü de Allah önünüze yaydı:

“Geniş yollarında gidin diye.”

Nuh “Yâ Rabbi,” dedi. “Bunlar bana isyan ettiler de mal ve evlât çokluğuyla azıp hüsrana düşmüş kimselerin peşine düştüler.

”Ve pek büyük tuzaklara giriştiler.

“Bir de dediler ki: ‘Sakın tanrılarınızdan vazgeçmeyin. Vedd’i, Süvâ’ı, Yeğus’u, Yeûk’u ve Nesr’i bırakmayın.’

“Gerçekten bunlar pek çoklarını saptırdılar. Sen de onların şaşkınlığını arttır!”

Böylece günahları yüzünden suda boğuldular, ardından ateşe atıldılar. Kendilerine Allah’tan başka bir yardımcı da bulamadılar.

Nuh “Yâ Rabbi,” dedi. “Yeryüzünde dolaşan tek bir kâfir bırakma.

“Bırakacak olursan, onlar Senin kullarını yoldan çıkarırlar da ancak günahkâr ve nankör evlâtlar yetiştirirler.

“Yâ Rabbi! Beni, anne-babamı, mü’min olarak evime girenleri, mü’min erkekleri ve mü’min kadınları bağışla. Zalimlerin ise helâkten başka birşey arttırma.”

***

Konuyla ilgili diğer bazı haberlerimiz:

http://yazarumit.com/kuranimizin-butun-hucumu-heykelleredir/

http://yazarumit.com/putperest-kulturu-belediyelere-nereden-bulasti/

 

16 Temmuz 2017 Pazar

DEMOKRASİ ŞEHİDİ NE DEMEK?




Menfur darbe teşebbüsüyle ilgili yayınlarda maalesef yaygınlaşma istidadı gösteren bir deyim ortaya çıktı: “Demokrasi şehidi.”

Şehitlik, milletimizin en mukaddes değerlerinden biridir ve kaynağını doğrudan ve sadece İslâm dininden alır. Şehitliğin anlamını ve şartlarını bize bildiren, Allah ve Resulüdür. İ’lâ-yı kelimetullah uğrunda, din ve vatan müdafaasında canını verenlerin yanı sıra; canını, ailesini ve malını müdafaa ederken öldürülenlerin de şehit sayılacaklarını Peygamberimiz haber vermiştir.[1] Bunların yanı sıra, birtakım musibetler sebebiyle can verenlerin de mânen şehit sayılacakları, yine hadis-i şeriflerde bildirilmiştir.[2]
Bütün bu tanımlar ışığında baktığımız zaman, son darbe teşebbüsüne karşı vatanını, milletini, devletini ve mukaddes değerlerini yiğitçe savunurken can veren kahramanlarımızı yüce dinimizin şehit olarak tarif ettiğini her Müslüman açıkça görecektir. Evet, daha darbe teşebbüsünün ilk ânında âsî generali alnından vurarak bu menfur teşebbüsü akamete uğratmakta en birinci rolü oynayan ve bu sebeple öldürülen assubayımızdan başlamak üzere, kendilerini âsîlerin tanklarına ve silâhlarına siper ederek bu milleti ve vatanı büyük bir bâdireden canları pahasına kurtaran vatan evlâtlarını şehit olarak anmak sadece hakkımız değil, aynı zamanda onlara ve gelecek nesillere karşı bir görevimizdir. Fakat onlara Allah’ın verdiği bu en şerefli rütbeyi başka isim ve sıfatlarla sulandırmamak şartıyla!
Bizim mukaddesatımızda sadece bir “şehitlik” kavramı vardır; o kadar. Dinini savunurken de, ailesini savunurken de, malını savunurken de ölen şehittir; ancak bunlar din şehidi, aile şehidi, mal şehidi diye tasnif ve tarif edilmezler. Böyle bir tasnif, şehitliğe asıl kutsallığını kazandıran kaynakla bu kavramın arasındaki bağı koparmak anlamına gelir.
Şehitlik, bu ümmetin ve bu milletin tarih boyunca en yüksek bir değeri olmuş ve sayısız kahramanlar bu yüce mertebeye erişerek Allah’ın vaadine hak kazanmak için canlarını feda etmişlerdir. Onların hepsi de Allah için, din için, vatan için, millet için can veren insanlardı. Fakat onların hiçbiri ne demokrasi şehidi idi, ne kırallık, ne padişahlık, ne meşrutiyet, ne de başka bir rejimin şehidi.
Bedrin arslanları demokrasi için can vermediler.
Anadolu’yu bize vatan yapan ecdadımız demokrasi için can vermedi.
İstanbul’u fetheden atalarımız demokrasi için can vermediler.
İstiklâl Harbinin şehitleri demokrasi için can vermediler.
Çanakkale’yi yedi düvele mezar yapan  kahramanlar demokrasi için can vermediler.
Bugün onların izini takip ederek bu din ve bu vatan için canlarını Allah yolunda feda eden insanları “demokrasi şehidi” gibi dinin kaynağında olmayıp da sonradan icad edilmiş deyimlerle anmak, bu insanları o mübarek kafileden ayırmak anlamına gelir.
Bununla da kalmaz, “şehitlik” gibi tarih boyunca bütün nesillerimizin ulaşmak için hayatlarını verdiği en yüce bir rütbeyi ve en mukaddes bir değeri ruhundan soyutlar ve kabrin ötesinde hiçbir anlam ifade etmeyen maddî bir şöhret etiketinden ibaret hale getirir.
Bu darbe teşebbüsünün yarası iyileşir, acıları unutulur, tahribatı tamir edilir. Fakat mukaddes değerlerimizdeki aşınmaların yol açtığı tahribatı gidermek hiç kolay olmaz, hattâ mümkün dahi olmayabilir.
— Ümit Şimşek
***
Kaynak:
***
[1] Bkz. Tirmizî, Diyât: 21; Nesâî, Muharebe: 23.
[2] Bkz. Nesâî, Cihad: 48; İbni Mâce, Cihad: 17.