SON EKLENENLER
latest

6 Ekim 2017 Cuma

Dil hatâsı yüzdeki çıbandan da kötü!





Hadis âlimi Prof. Dr. İbrahim Canan, “Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye” adlı kapsamlı eserinde, Resulullahın (s.a.v.) ve Ashabının dil konusunda ne kadar hassas davrandıklarını ve en küçük bir dil hatâsına müsamaha göstermediklerini, son derece çarpıcı örnekleriyle açıklıyor. Eserin konumuzla ilgili bölümünden bir kısmını daha sunuyoruz:
– 3 –
PROF. DR. İBRAHİM CANAN
Süyûtî, Ebû Ubeyd’in Fedâil’inden naklen Hz. Ömer’in “Kur’ân’ı öğrendiğiniz gibi, lâhn, feraiz ve süneni de öğrenin”[1] dediğini kaydeder ki, bütün bunlar yeni kurulmuş İslâm devletinin her yönüyle teşkilâtlanmaya başladığı bu ikinci Halife devrinde dil meselesine de ciddiyetle el atılmış olacağını göstermektedir. Belki de bu titizliğin bir neticesi olarak, kelâmdaki lâhn, “yüzdeki çıbandan daha çirkin,” “nefis bir elbisedeki yırtıktan daha kabîh,” “vücuda yapılan çimdikten daha çok rahatsız edici” telâkki edilmiştir.[2]
Daha bidayette dil hususunda izhar edilen bu titizlik, Hz. Ali’yi bir de nahiv kitabı yazmaya sevk edecektir. Ebu’l-Esved ed-Düelî şunu nakleder:
“Ali ibnu Ebî Tâlib’in huzuruna girmiştim. Onu başı eğik, düşünceli buldum. ‘Düşünceniz nedir, ey Mü’minlerin Emîri?’ diye sordum. Cevaben, ‘Şu diyarınızda lâhn işitiyorum; usul-i Arabiye üzerine bir kitap yazmayı arzu ettim’ dedi. Ben [sevinçle] ‘Böyle birşey yaptığınız takdirde bizi ihya etmiş, aramızda bu Arapça lisanını ibka etmiş olursunuz’ dedim.”[3]
Ebu’l-Esved bir başka rivayette Hz. Ali’nin kendisine – ref, nasb ve cerre işaret ederek – “Nâs için harfler koy” dediğini ifade eder.
Bu rivayetler ve daha ileride İbnu Sahnûn ve Kâbisî’den küttablarda (mahalle mektepleri) okutulan temel eğitim dersleri hususunda vereceğimiz açıklamalar – ki nahiv, lügat, beyan v.s. yer alacaktır – nazara alınınca, ilk devirlerden itibaren dil terbiyesinin organize tedrisatta yer aldığı söylenebilir.
***
kaynak: yazarumit.com

4 Ekim 2017 Çarşamba

Hz. Ömer'in adaletinde dil hatâsının cezası: kırbaç





Hadis âlimi Prof. Dr. İbrahim Canan, “Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye” adlı kapsamlı eserinde, Resulullahın (s.a.v.) ve Sahabîlerinin dil konusunda ne kadar hassas davrandıklarını ve en küçük bir dil hatâsına müsamaha göstermediklerini, son derece çarpıcı örnekleriyle açıklıyor. Eserin konumuzla ilgili bölümünden bir kısmını daha sunuyoruz:
– 2 –
PROF. DR. İBRAHİM CANAN
Hz. Ömer’in dil hususundaki titizliğini gösteren rivayetler de mevcuttur. Birinde, “Ömer ibnu’l-Hattab, bir kimse konuşurken hatâ yaparsa düzeltir, lâhn yaparsa kamçı ile döverdi” denmektedir.[1]
Bir diğer rivayette, Hz. Ömer’in, ok atışı üzerinde temrin yapan acemî bir gruba rastladığı sırada “Ne fena atışınız var!” diye tenkidi üzerine, atıcıların “Nahnu muteallimîn [doğrusu “nahnu muteallimûn” olacaktı]” yani “Biz henüz öğrencileriz” diye özür beyan etmeleri üzerine “Sizin lâhniniz atışınızdan da berbat! Zira Hz. Peygamberin (a.s.) şöyle dediğini işittim: ‘Lisanını düzelten kimseye Allah rahmetini bol kılsın’” der.[2]
Telâffuz sırasında dad’ı “zı” olarak telâffuz eden kimseye de müdahale eden Hz. Ömer’in[3] resmî yazışmada tek harfte yapılan imlâ hatâsı sebebiyle devlet memurunu azlettiğini görmekteyiz:
Ebû Musa’l-Eş’arî’nin kâtibi, Hz. Ömer’e yazdığı mektubuna şöyle başlamıştı: “Min Ebû Musa [doğrusu: “min Ebî Musa” olacaktı].” Hz. Ömer, derhal Ebû Musa’ya şöyle yazar: “Bu mektup eline varınca kâtibini kamçıla ve işinden azlet.”[4]
Bir diğer rivayet dahi Hz. Ömer’in “Dinî bilgilerde derinleşmeniz gerekir. Keza Arapçada ve fasîh Arapçada da derinleşmeniz gerekir” dediğini haber vermektedir.[5]
[Devamı var]
— İbrahim Canan, Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara: 1980, s. 127
***
kaynak: yazarumit.com
***
[1][1] K. Ummâl, 10:186.
[2] K. Ummâl, 10:149, 1263 H.; bk. İbnu Sa’d, 3:284.
[3] K. Ummâl, 10:149, 1264 H.
[4] Bk. K. Ummâl, 10:192; Ebu’t-Tayyib, a.g.e., s. 6.
[5] K. Ummâl, 10:151, 1276 H.

Sempozyum delirtti

İİKV tarafından düzenlenen “müsbet hareket” konulu 11. Risale-i Nur Sempozyumu ve bu sempozyuma devlet ricali tarafından en yüksek seviyede gösterilen teveccüh, kamuoyunda büyük bir sevinç ve ferah uyandırırken, bazı husumet ve adavet ehli çevrelerde de şiddetli kıskançlıklara ve allerjik reaksiyonlara yol açtı.

Atatürk’ün hayalî zikir halkalarını ballandırarak anlatmasıyla ve sürekli tazelenen haremiyle tanınan şöhretperest bir müteşeyyih zâtın sözde müridlerinde bu reaksiyonlar en şiddetli ve edepsizcesine bir seviyede gözlendi.

Bu sözde müridlerden birisi, yazısının başında uzunca bir “it muhabbeti” yaptıktan sonra, Bediüzzaman Hazretlerine sürekli şekilde “Sait” olarak atıfta bulunmak suretiyle, Türkçede “Arş’a hırlamak” deyimiyle özetlenen bir davranışın en çarpıcı örneklerinden birini verdi.

Müteşeyyih zâtın dişi takipçilerinden biri ise Üstad hakkındaki uzun iftira listesini, Üstad’ın en büyük “suçu” olan “Atatürk düşmanlığı” ile tamamladı.

Daha başka bir sözde mürid de, bütün kin ve gayzını, ismiyle müsemmâ kâmil bir Müslüman ilim ehli olarak bütün ehl-i imanın gözünde müstesna bir yeri bulunan İstanbul Müftüsüne yöneltti.

Bu hücumlar ise, daha önce başka vesilelerle hatırlattığımız bir Moğol atasözünü bir kere daha hatıra getirdi:

“Arkasından yüz tane it havlatmayan kurda kurt denmez.”

(Yüz bin Müslümanı mağdur etmiş bir başka husumet ehli topluluk tarafından tahrik edilen malûm zevâtın da sürüye katılmak için çok beklemeyeceği / bekleyemeyeceği tahmin ediliyor.)

3 Ekim 2017 Salı

Herkes meal / tefsir okumalı, ama nasıl?


Kur'an Buluşmaları, 2017-18 dönemine “Kur’ân’ı Yaşayarak Okumak” başlıklı özel gündemiyle girdi.

UTESAV’ın “Erdemli İş Adamı” projesi kapsamında sunumlu olarak gerçekleşen  Buluşmada, âyet ve hadisler ışığında şu konular ele alındı:
Kur’ân-ı Kerim kıyamete kadar gelecek bütün çağlara ve bütün insanlara inmiştir.
  • Kur’ân’ın ulaştığı herkesin, Âlemlerin Rabbi tarafından gönderilen bu hitaba cevap vermek yükümlülüğü vardır.
  • Kur’ân, insanlar için hem bir öğüt, hem de şeref vesilesidir; çünkü bu kitapla insan, Âlemlerin Rabbine muhatap olur.
  • Her meslekten ve her seviyeden insanların Kur’ân’dan bir nasibi vardır. Bu bakımdan, herkes Kur’ân’ı ve meal ve tefsirlerini okumalı, ancak kendi uzmanlık alanının dışına çıkan konularda, özellikle hüküm çıkarma konusunda hüküm vermeye teşebbüs etmemelidir.
  • Kur’ân-ı Kerimin öğütleri ve kıssaları – ki bunlar Kitabımızın büyük kısmını teşkil eder – herkese, ahkâm âyetlerinin hükümle ilgili kısımları ise bu konunun uzmanlarına hitap eder. Ahkâm âyetlerinin de sonları, herkese hitap eden ve herkesin rahatlıkla anlayacağı öğütler ve uyarılar içerir. Bu bakımdan, ahkâm âyetlerinin özellikle son kısımlarını dikkatle okumak ve gereken dersleri çıkarmak, Kur’ân’dan istifadenin önemli bir şartıdır.
  • Fıkıh ile ilgili bilgiler, Kur’ân’ın öğüt ve uyarılarını ciddîye alan ve bunları güzelce özümsemiş bulunan kimseleri Allah’ın rızasına yaklaştırır. Ancak bu vicdanî altyapı sağlam olmaz da mesele sadece “farz-sünnet-haram-mekruh” gibi bir tasnifat seviyesinde kalırsa, Allah ve Resulünün emir ve yasaklarına riayet etme hususunda lâübaliliğe kaçma ihtimali yüksektir.
  • Kur’ân-ı Kerim, pek çok âyetinde, muhataplarını “en güzel olanı” almaya teşvik etmiş, böylece bir fazilet toplumunun çekirdeklerini muhataplarının gönüllerine yerleştirmiştir. İlk nesillerden, özellikle Sahabeden bize intikal eden vak’alarda, bu konuda yol gösterecek pek çok örnek vardır.



***

Kaynak: yazarumit.com

2 Ekim 2017 Pazartesi

Hayır yarışında Sahabeden örnekler



Abdullah b. Ömer (r.a.) Arafat’tan Cuhfe’ye indiğinde hastalanmış, canı balık çekmişti.

Aradılar, sonunda ancak bir tane bulabildiler. Hanımı Safiye onu pişirip önüne koydu.

O sırada bir fakir gelip Abdullah’ın yanına oturdu.

Abdullah ona “Şu balığı al da ye” dedi.

Oradakiler “Sübhanallah! Bizi o kadar yordun; bu balığı güç belâ bulabildik. Bunu sen ye, o adama da başka birşey veririz” dediler.

Hanımı da “Ona bir dirhem vermek balığı vermekten daha iyidir. Böylece sen de canının çektiği balığı yemiş olursun” dedi.

Abdullah ise “Zaten ben de onu çok arzuladığım için veriyorum ya!” dedi.

Sahabenin önde gelen isimlerinden olan Abdullah b. Ömer’in bu davranışı, “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe birr’e ermiş olmazsınız” meâlindeki âyet-i kerimenin ilk dönem Müslümanları arasında nasıl bir hayır yarışına yol açtığını gösteren örneklerden biriydi.

Geçtiğimiz hafta incelediğimiz Âl-i İmrân sûresinin 92-95’inci âyetleri arasında ana konumuzu teşkil eden bu âyet-i kerimeye, bu ve benzeri vak’alar ışığında baktık ve günümüze dersler çıkarmaya çalıştık. Şu hususlar da, çıkardığımız dersler arasındaydı.

· “Sevdiği şeyden infak etmek” sadece para ve eşyaya münhasır değildir.

· Şan, şöhret, mevki, makam, rütbe, ünvan gibi şeyler de dikkate alınmalı.

· Maneviyatta ve âhirete ait işlerde de bu yüksek hasleti ilke edinmek, ümmetin fertleri ve cemaatleri arasındaki birlik ve muhabbetin en önemli vesilesi olabilir.




***

Uluslararası Teknolojik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfının (UTESAV) “Erdemli İş Adamı” projesi çerçevesinde 2013 başından bu yana devam eden Kur’an Buluşmaları, Cumartesi sabahları saat 7:00-9:00 arasında MÜSİAD’ın Sütlüce’deki genel merkezinde gerçekleşiyor.

Programımız simit-peynir-çay’dan meydana gelen bir kahvaltı ikramı ile başlıyor, 7:30’dan itibaren de sunum ve onu takiben soru-cevaplarla devam ediyor.