SON EKLENENLER
latest

25 Kasım 2017 Cumartesi

İslâm kadını nereye çıkardı, gelenek nereye indirdi?



KENAN DEMİRTAŞ
– I –
HZ.Ömer (r.a.) anlatıyor:
“Cahiliyet devrinde kadına hiçbir değer vermezdik. İslâm gelip Allah’ın onlardan bahsettiğini görünce, onların üzerimizde bazı hakları olduğunu gördük.”[1]
Hz. Ömer’in oğlu Hz. Abdullah ibnu Ömer de (r.a.) biraz farklı bir itirafta bulunuyor:
“Biz Resulullah devrinde kadınlara söz söylemekten ve dilediğimiz gibi davranmaktan, hakkımızda vahiy iner korkusuyla çekinirdik. O vefat edince istediğimiz gibi konuşup davranmaya başladık.”[2]
Bir sonraki kuşakta ise değişim daha bir belirginleşiyor. Hz. Ömer’in torunu ve Abdullah’ın oğlu Bilâl, kadının mescide gitmesine bile izin vermiyor:
Abdullah ibnu Ömer, Resulullah’ın “Birinizin hanımı mescide gitmek için izin talep ederse ona engel olmasın” buyurduğunu haber vermişti. Abdullah’ın oğlu Bilâl, “Allah’a yemin olsun, biz onlara engel olacağız” dedi. Bunun üzerine Abdullah ona yaklaşıp öyle hakaretâmiz sözler sarf etti ki, böylesini hiç işitmedim. Sonra şunu ekledi:
“Ben sana Resulullah’tan haber veriyorum, sen ise durmuş ‘Vallahi engel olacağız’ diyorsun!”[3]
İki kuşak içinde kendisini belli eden değişim, sonraki yüzyıllarda daha da aşikâr hale geldi ve sonunda kadın, Kur’ân ve Peygamberden ziyade geleneklerin belirlediği bir yerle yetinmek zorunda kaldı. Prof. Dr. İbrahim Canan’ın deyimiyle, “Kur’ân ve Hz. Peygamberin, kadının yeri hakkında çok sık uyarılarına rağmen, Peygamber sünnetindeki uygulama, İslâm cemiyetinde maalesef istenen ölçüde yerleşemedi ve müessese haline gelemedi.”

23 Kasım 2017 Perşembe

Resulullah'ın mescidinde kadınlar



Asr-ı Saadette ve Hulefâ-i Râşidîn döneminde kadınların gerek cemaatle namaz kılmak, gerekse ilim öğrenmek için devam ettikleri ve bu duruma asla engel olunmadığı, yaygın şekilde bilinen bir gerçektir. Sorularla İslâmiyet sitesinde “Hz. Peygamber kadınlara perde arkasından mı ders verirdi?” şeklinde bir soruya cevap olarak hazırlanan aşağıdaki makalede, bu konuyla ilgili birçok hadis’e ve ilmî tesbitlere yer verilmiştir. Bu tesbitler arasında,
♦ kadınların mescidde kendilerine ayrılan yerde namazlarını kılıp hutbe ve sair dersleri dinledikleri,
♦ namaz bittiğinde önce kadınların çıkması için Resulullah (s.a.v.) ile erkeklerin bekledikleri, daha sonra kadınlar için özel bir kapı tahsis edildiği,
♦ kadınları erkeklerden ayıran bir perde v.s. gibi birşeyin bulunmadığı,
♦ kadınların da sohbetlere aktif şekilde karışarak soru sorabildikleri, hattâ itiraz edebildikleri,
♦ bu sayede toplumda erkeklerle tartışabilen, onları eleştirebilen, kendilerine danışılan ve insanlara yol gösteren kadın bilginlerin yetiştiği,
♦ kadınların sadece dinî bilgiler edinmekle kalmayıp hayatla ilgili pek çok konuyu da mescidde öğrenme imkânı elde ettikleri
kaydedilmektedir:
İslâm dininde ilim öğrenmeye büyük önem verilmekte (bk. Alak 96/1-5), kadın ile erkek, ibadette olduğu gibi, eğitim konusunda da eşit kabul edilmektedir (İbn Mace, Mukaddime 81) .
Kuran’da ve hadislerde ilmin öğrenilmesi ve öğretilmesi konusunda hem erkeğe hem de kadına yönelik genel ifadeler kullanılmaktadır.
Yine Hz. Peygamber (asm), kendisine vahyedilen Kuran ayetlerini, kadın erkek ayrımı gözetmeksizin, herkese ulaştırmakla görevli bir peygamber olduğunu sözleri ve uygulamaları ile insanlığa göstermiştir.
Hz. Peygamber (asm), kendisine gelen ayetleri camide toplanan erkeklere ve kadınlara okuyordu (İbn İshak, Es-Sîre, 1981:128).
Kadınlar, onun cuma ve bayram hutbelerini (Muslim, İman 34; Tirmizi, Iman 6), değişik konularla ilgili açıklamalarını dinliyor, merak ettikleri pek çok konuyu sorarak bizzat onun dilinden öğreniyorlardı (Ali Özek, Hadis Ricali, İstanbul: Fatih Matbaası,  1967, 113-115).

22 Kasım 2017 Çarşamba

Kadınlarla iyi geçinelim



Onlarla güzellikle geçinin. Onlardan hoşlanmayacak olsanız da, bakarsınız, Allah, sizin hoşlanmadığınız birşeyde nice hayırlar yaratmıştır.
Nisâ sûresi, 4:19
ÜMİT ŞİMŞEK
“Allah’ın hanım kullarını mescidlerden alıkoymayın” buyuran Resulullahtan on dört asır sonra kadınların camilere gitme hakkının bulunup bulunmadığını tartışıyor olmamız hiç de iftihar edilecek bir durum ortaya çıkarmıyor. Gerçi çoğunluk bu tartışmaları aşmış durumda; fakat ne kadar azınlıkta da kalsa bazı zihinlerin cami kapılarını kadınlara kapalı tutma konusundaki kemikleşmiş inanışları, belki de bir ibret vesilesi olarak kıyamete kadar devam edeceğe benziyor.
Bu işin en garipsenecek tarafı, kadınların başka bir yere değil, camilere ve ilim meclislerine gitmesi söz konusu olduğunda itirazların yükselmesidir. Kadınlar çarşıya çıkabilir, pazarda ve marketlerde alışverişini yapabilir, lokantada yemek yiyebilir, otobüse, minibüse, vapura, trene binebilir; bu konuda en katı olanlarımızın dahi eşlerini veya çocuklarını bu yerlerin birkaçında rahatlıkla görebilirsiniz. Fakat Allah’ın mescidlerinde, kendilerine ayrılmış olan yerde, Allah’ın ve Resulünün çizdiği sınırlar içinde ibadet etmeye veya ilim ve hikmet aramaya kalkacak olurlarsa, işte bu problem olur!
Kadınlar için evlerinin mescidlerden daha hayırlı olduğu söylenecekse, genel mânâda bu doğrudur. Fakat hangi ev? Camide huşû içindeki bir namazı yahut faydalı bir vaaz veya sohbeti bırakıp evinde televizyonla baş başa kalan bir hanım gerçekten hayırlı bir iş mi yapmıştır? Kaldı ki, evlerin daha hayırlı oluşundan camilerin ve ilim meclislerinin şerli olduğu sonucunu çıkarmak da hiçbir aklıselim sahibinin aklından geçecek bir şey değildir.
***

21 Kasım 2017 Salı

Kadınlar ve camiler



ÜMİT ŞİMŞEK
Kadınlar camilere gelsin mi, gelmesin mi?
Dinde cevabı açıkça belli olduğu halde yüzyıllardır hararetli tartışmaları tetikleyen konulardan biri de budur. Bu mesele, Diyanet İşleri Başkanlığının kadınları camie çağıran açıklamaları üzerine tekrar gündeme oturdu; bundan sonra da uzunca bir müddet kendisini hatırlatacağa benzer.[1]
Resulullah (s.a.s.) zamanında böyle bir problemin olmadığı herkesin malûmu olan bir gerçektir. O zaman kadınların da mescide geldiğini, Resulullahın arkasında namaz kıldığını, hattâ kadınlar mescidde otururken Resulullahın yanlarından geçip onlara selâm verdiğini biliyoruz. Fakat Peygamberimizden hemen sonra, daha Sahâbe zamanında kadınlara cami yolunu kapatmaya yönelik eğilimler kendisini göstermeye başlamıştır. Meşhur vak’adır:
Hadis ilminin öncülerinden Abdullah ibni Ömer (r.a.) “Kadınlar mescide gitmek için izin istediklerinde onlara mâni olmayın” mealindeki hadis-i şerifi naklettiğinde, oğlu Bilâl “Vallahi biz mâni oluruz” diyerek ona itiraz etmiş, Hz. Abdullah da buna öfkelenerek daha önce kendisinden hiç işitilmedik fena bir sözle oğlunu azarlamıştı. (Müslim, Salât: 135.)
***

20 Kasım 2017 Pazartesi

Şeker dilli bozguncular



İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına dair konuşması senin hoşuna gider. Üstelik kalbindekine Allah’ı şahit tutar. Oysa düşmanlıkta o pek yamandır!
Senin yanından ayrıldığında veya iş başına geçtiğinde ise, memlekette fesat çıkarmaya, ürünleri ve nesilleri helâk etmeye koşar. Fakat Allah bozgunculuğu sevmez.
Ona “Allah’tan kork” dendiğinde de kibir ve gururu kabarır ve onu daha çok günaha sürükler. Onu ancak Cehennem paklar. Ne kötü bir yerdir orası!
Bakara Sûresi, 2:204-206
ÜMİT ŞİMŞEK
TOPLUM hayatıyla ilgili olarak Kur’ân’ın bize öğrettikleri o kadar sağlam ve şaşmaz ölçülerdir ki, biz Kur’ân’a hayatımızda lâyık olduğu yeri verir ve onun ölçülerini ciddiyetle benimsersek, hiçbir konuda yaş tahtaya basmayız, kimsenin tuzağına düşmez, kimse tarafından aldatılmayız.
İşte bu ölçülerden birini de Bakara Sûresinin 204-206. âyetleri bir ibret levhası halinde önümüze seriyor.
Bu âyetlerde sıralanan nitelikler herhangi bir kimsede, özellikle yönetici durumundaki birisinde bulunduğu takdirde, ondan nelerin beklenebileceğini bize gösteriyor. Daha da önemlisi, bu niteliklere sahip olan kişileri asla sorumlu mevkilere getirmememiz konusunda bizi uyarıyor.
Bu niteliklerin birincisi, dünya hayatına dair hoş sözlerdir. Kişi güzel ve etkili konuşabilir; ağzından bal damlayabilir. Daha da ötesi, Allah adına yeminler ederek, kalbinde iyi niyetten ve muhabbetten başka birşey taşımadığına Allah’ı şahit tutarak, inandırıcılığını bir kat daha arttırabilir. Ancak, âyet açıkça gösteriyor ki, bu, bir insana inanmak için yeterli sebep değildir. Güzel sözler, etkili konuşmalar, Allah adına edilen yeminler bizi aldatmamalıdır; bütün bunlar temelden yalan olabilir. Nitekim Allah Resulü de bizi, özellikle âhir zamanda görülecek olan koyun postuna bürünmüş, sözleri şekerden tatlı, kalpleri ise kurt kalbi olan kişilere karşı uyarmıştır.[1]

19 Kasım 2017 Pazar

"Ümmetimde ihtilâf ü tefrika endişesi..."




İhtilâf ve tefrika, geçtiğimiz hafta sonu gerçekleşen Kur’an Buluşmasının ağırlıklı konusunu teşkil eden kavramlar oldu.
UTESAV organizasyonuyla düzenlenen Kur’an Buluşmalarının 173’üncüsünde, bir süredir üzerinde durduğumuz ümmetin birliği konusu şu meâldeki Âl-i İmrân sûresinin 105’inci âyetiyle neticeye bağlandı:
“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra anlaşmazlığa düşüp de parçalananlar gibi olmayın. Onlar için büyük bir azap vardır.”
Bu âyetin açıklamaları arasında, günümüzdeki ehl-i İslâm’ın, bilhassa âlimlerimizin İslâm ittihadı karşısındaki durumu da gündeme geldi.
Buluşma, daha sonra Âl-i İmrân sûresinin 16-108’inci âyetleriyle devam etti.
Uluslararası Teknolojik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfının (UTESAV) “Erdemli İş Adamı” projesi çerçevesinde 2013 başından bu yana devam eden Kur’an Buluşmaları, Cumartesi sabahları saat 7:00-9:00 arasında MÜSİAD’ın Sütlüce’deki genel merkezinde gerçekleşiyor.
Programımız simit-peynir-çay’dan meydana gelen bir kahvaltı ikramı ile başlıyor, 7:30’dan itibaren de sunum ve onu takiben soru-cevaplarla devam ediyor. İleri saat uygulaması sebebiyle, sabah namazı 07:00’de kılınıyor ve arkasından kahvaltıya geçiliyor.
Herkese açık olarak cereyan eden Kur’an Buluşmalarında hanımlar için de yer ayrılmış bulunuyor.