Mustafa Güllü, Adam Smith'e karşı

ÜMİT ŞİMŞEK

Rahmetli bir iş adamımızın bir nasihati, bize çoktandır unuttuğumuz çok önemli bir hasletimizi hatırlattı. Çocuklarına “Bir yerde dükkân açarken orada başkasının işini bozar mıyım diye düşünün” diyordu merhum Mustafa Gül. (Bkz. “”Her Tarafa Güllüoğlu Açıp Durmayın, Başka Baklavacılar da Ekmek Yesin.”)

Bir esnaf, bir basit cümle. Söylenen, telâffuzu gayet kolay, sade bir söz; söyleyen de her zaman etrafımızda gördüğümüz, sıradan, sizin bizim gibi bir vatandaş. Fakat bu kadarı, işin görünen kısmıdır. Onun arkasına bakacak olursanız, karşınıza bir dünya görüşü, bir iman, bir medeniyet çıkar. Bunlar ise bizim bugünkü dünyamızın ölçüleri içinde kavranılamayacak kadar büyük ve derin meselelerdir.

***

“Rakiplerimiz zarar görmesin” diyen bir kimsenin bugünkü medeniyetten alacağı cevap, olsa olsa bir tebessümden ibarettir. Ne yazık ki, bu medeniyetin ölçüleri bizim toplumumuzu da kıskacına almış bulunduğu için, merhum Mustafa amcamızın sözleri bizde de çok farklı tepkiler uyandırmıyor. “İyi, güzel, ama,” diyoruz, “bir iş yaparken rakiplerimizi düşünecek olursak bizi kim düşünecek?” İşte problem de bu düşüncenin ardında yatıyor.

Mustafa amcanın sözlerinde, dikkat ederseniz, “rakip” kelimesi yok, öyle bir düşüncenin eseri de yok. Onun dünyasında, aynı sanatı icra ederek Allah’ın verdiği rızkı arayan dostlar, komşular, meslektaşlar var. Burası, bugün bizim de mensubiyetiyle övünüp durduğumuz Batı medeniyetinin bizim inançlarımızla tam karşı karşıya geldiği cephedir. Aynı manzaranın Batı tarafından görünüşünü en güzel bir şekilde Adam Smith’in şu meşhur sözleri özetliyor:

“Biz akşam yemeğimizi kasabın, biracının yahut fırıncının iyiniyeti sayesinde değil, onların kendi çıkarlarını gözetmesi sonucunda elde ederiz. Biz onların insanlığı ile değil, nefisperestlikleriyle muhatap oluruz ve onlara ihtiyaçlarımızı anlatmak yerine, onların kendi menfaatlerinden bahsederiz.”

Batı medeniyeti, bir anayasa maddesi haline getirdiği bu anlayışın meyvelerini paranoid toplumlar halinde topluyor. Herkesin kendi menfaati peşinde koştuğu bir dünyada geçerli en esaslı ilke “rakiplerini yok etmek” olmaz da ne olur? Onun için, artık Batılı kalemler kendi toplumlarını anlatırken, paranoyayı bir sağlık alâmeti olarak sayıyorlar:

“Yağmacı bir toplumda paranoya bir akıl hastalığının değil, sağlıklı bir zihnin ve güçlü bir sezginin alâmetidir. Çünkü komplo gerçekten var.” (Paul Blumberg, The Predatory Society, p. 73.)

***

Evet, komplo gerçekten var ve bu Batı dünyasının yanı sıra bizim hayatımızı da her taraftan kuşatmış bulunuyor. Kıblemizi Batıya çevireli beri, bizim de ilk hedefimiz, dükkân açtığımız yahut açmayı tasarladığımız her yerde bize rakip olabileceğini düşündüğümüz herkesi bertaraf etmek haline geldi. Artık insanlar ve kurumlar bir yandan var olmak için başkalarını yok etmenin planlarını kurarken, diğer taraftan başkalarının da aynı tür planlar içinde olduklarını düşünüyor ve yok olmamak için onlardan önce davranmaya çalışıyor. Kanun: Önce yok eden kazanır. Fakat bu da sürekli bir zafer değildir. Kazanan, daha yerine yerleşmeden mutlaka başkaları çıkacak ve onu oturduğu yerden kaldırmaya çalışacaktır. Onun için, paranoya da sürekli gelişim halindedir. Yoksa, kazanan daha fazla paranoidleşmezse var olamaz.

Bir inanç topluma hangi kapıdan giriş yapmış olursa olsun, yerleştiği zaman o toplumun bütün davranışlarını tesiri altına alır. Bu anlayış da bize iş hayatından girmiş olmakla birlikte, bir inanç olarak girdiği ve kendi değerlerimizin yerini aldığı için, sadece iş hayatıyla sınırlı kalmadı. Hayatımızı öylesine istilâ etti ki, böyle bir anlayışa en fazla tepki göstermesi gereken cemaatlerimizden bazılarını da hükmü altına aldı. Batının herşeyini zamanın vazgeçilmez bir değeri olarak benimseyen bu cemaatlerimiz, sürekli yayılmayı ve maddî büyümeyi ilke edindikleri için, başka cemaatlerin varlıklarını da bir tehdit olarak algılıyorlar ve hakimiyetleri altındaki yerlerde bu algılamanın gereğini yerine getiriyorlar.

***

Nereye kadar yayılmış olursa olsun, bu virüsten kurtulmanın çaresi, onu geldiği kapıdan kovmaktır. Yahut Adam Smith’in karşısına Mustafa Güllü’yü çıkarmaktır. Çünkü Mustafa amcamız hayata bâtıl Batının değil, hakkın tâ kendisi olan Kur’ân’ın bize gösterdiği yerden bakıyor. Ne diyordu Kur’ân:

“Kim Allah’tan korkarsa Allah ona bir çıkış yolu nasip eder ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.” (Talâk, 65:2-3.)

Toplumun bugünkü manzarası her ne kadar bu hakikate yabanîleşmiş olsa da, çok şükür ki, bu inancı taşıyan ve yaşayan insanlarımız hâlâ var. Bakarsınız, onların öğütleri bazı gönüllerde, özellikle genç esnaf ve işadamlarımızın gönüllerinde mâkes bulur ve oradan adım adım toplumun bütününe yayılacak yollar açar. Biz de böylece, hayli zamandır kaybettiğimiz hüviyetimizi bulur da kim olduğumuzu hatırlayıveririz. Neden olmasın?

***

Mustafa Güllü’nün sözleri için bkz:

Fazilet medeniyetinin esnafı işte böyle olur

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kur'an mealleri din eğitiminde baş köşeyi almalı

Raşid Halifelerde iman-amel bütünlüğü