SON EKLENENLER
latest

8 Eylül 2018 Cumartesi

"İstişare et ve tâbi ol"

Kur’an Buluşmalarının 200’üncü bölümüyle başlayan yeni dönemine tevekkül ile girdik.

UTESAV organizasyonuyla gerçekleştirilmekte olan programın bu haftaki konusu, Âl-i İmrân sûresinin şu mealdeki 160’ıncı âyeti idi:

Allah size yardım ederse, size üstün gelecek kimse olmaz. Eğer Allah sizi yardımsız bırakacak olursa, Ondan başka size yardım edecek kim var? Onun için, mü’minler yalnız Allah’a tevekkül  etsinler.

Kur’ân-ı Kerimde çok geniş şekilde ele alınan tevekkül konusunu tamamen âyet ve hadisler ışığında incelediğimizde, şu sonuçların son derece açık ve kesin şekilde belirlenmiş olduğunu gördük:

  • Âyetler, bir tevhid örgüsü içinde, Allah’ın herşeyi yaratan, herşey bütün teferruatıyla Onun iradesine tâbi bulunan yegâne ilâh olduğuna, Onun dilediği herşeyin mutlaka gerçekleşeceğine, Onun dilemediği hiçbir şeyin hiçbir şekilde başa gelmeyeceğine dair sapasağlam ve tafsilli bir imanı mü’minlerin kalplerinde yerleştiriyor.
  • Allah’ın mü’min kullarına yardım vaad etmiştir.
  • Bu vaad şarta tâbidir; kul yükümlülüğünü yerine getirirse Allah’ın vaadi gerçekleşir.
  • Allah’ın yardım ettiğine kimse üstün gelemez.
  • Allah’ın yardımsız bıraktığına da kimse yardım edemez.

MEŞVERETİN BAĞLAYICILIĞI

Bu arada, bir önceki bölümde ele aldığımız ve yine tevekkülü emreden 159’uncu âyette geçen istişare-azim-tevekkül zincirini hatırladık. Bu âyet-i kerimede Yüce Allah “İstişare et, azmettiğinde de Allah’a tevekkül et” buyuruyordu. Hz. Ali’nin (r.a.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte ise Resulullah’a (s.a.v.) “Azim nedir?” diye sorulmuş, o da bu soruyu “Ehl-i rey ile istişare etmek, sonra da onlara tâbi olmaktır” şeklinde cevaplandırmıştı. (İbni Kesîr, 3:159 tefsiri.)

TEVEKKÜL HAL, KESB SÜNNET

Tevekkül konusunu, Sehl et-Tüsterî’ye ait “Tevekkül Peygamber’in hali, kesb de sünnetidir; onun halini yaşamak isteyen sünnetini terk etmez” şeklindeki tesbitle özetledikten sonra, Resulullah’ın (s.a.v.) evden çıkarken yaptığı şu duayı okuduk:

“Bismillâh, tevekkeltü alâllah. Allahım, ayağımızın kaymasından, şaşırmaktan, haksızlık etmekten, haksızlığa uğramaktan, cahillik etmekten, cahilliğe muhatap olmaktan Sana sığınırız.” (Tirmizî, Daavât: 35.)

***

***

UTESAV organizasyonuyla Erdemli İş Adamı projesi kapsamında cereyan eden Kur’an Buluşmaları, Cumartesi sabahları MÜSİAD’ın Sütlüce’deki genel merkezinde gerçekleşiyor.

Sabah 7:00’de simit, peynir ve çaydan meydana gelen kahvaltı ikramıyla başlayan Kur’an Buluşmaları, 7:30-9:00 arasında sunumlu olarak cereyan ediyor. 2013 başından bu yana devam etmekte olan bu derslerde, âyet-i kerimeler tertip sırasına göre ele alınıyor ve zamanımıza bakan yönleri üzerinde özellikle duruluyor.

Kur’an Buluşmalarında hanımlar için de yer ayrılmış bulunuyor.

6 Eylül 2018 Perşembe

Bir gülüşün özeti

ÜMİT ŞİMŞEK

Bir sinyal gelir minik bir bebeğin kafatasının içinden.

Sodyum ve potasyum iyonları yer değiştirir.

Elektrik akımı hızla yayılır. Gideceği yere, göz açıp kapayıncaya kadar ulaşır.

Yüz siniri, mesajı alır. Yedi bin sinir hattından oluşan ağın, sadece belli bölgelerine iletir sinyali.

Belirli hatlar, belirli kaslara mesajı aktarır.

Ağzın etrafında, yanaklarda, gözlerin çevresinde kaslar oynaşır.

Kaslarla beraber deri harekete geçer.

Bebek gülümser.

***

Olayın geçtiği yer, varlık âleminin en olağanüstü eseridir: insan yüzü.

El kadar bir alanda, kâinat estetiğinin bütün orantıları özetlenmiş, güzellik denen büyülü kavram bir cisme bürünüp belirmiştir. İnsan yüzünün bir benzeri yapılmaz. İsterseniz, sayısız sanatçıların hayalgüçlerinin ürünleriyle karşılaştırın insan yüzünü. Uzay filmlerindeki hayalî canlıları tek tek gözünüzün önünden geçirin. Hepsi de kaçınılmaz bir şekilde insan yüzünden yola çıkarak resmedilmiştir ve hepsi de çirkindir onların. İnsan yüzüne benzemeyen bir yüz, kimsenin ne elinden çıkar, ne aklından geçer. O güzellik ve benzersizlik, bir bebeğin yüzünde, insanlığın zekâ ve hayalgücü birikimine meydan okur.

***

Milâttan önce altıncı yüzyılda, Pisagor, “Herşeyin ölçeği insan” diyordu. O ve arkasından gelenler, insan bedenini, özellikle insan yüzünü, mükemmelliğin sembolü olarak gördüler. Bu üstün sanat eserindeki orantıları hesaplayarak, estetik anlayışlarına temel yaptılar. “Altın bölme” adıyla günümüze kadar gelen orantı, böylece ortaya çıktı.

Bir çizginin üzerinde altın bölmeyi işaretlediğiniz zaman, küçük parçanın büyük parçaya oranı ile, büyük parçanın bütün çizgiye oranı eşit çıkar. Böylece, 1/1,618 rakamını elde ederiz ki, bu sayıdaki 1,618 altın oranı verir. Bir insan yüzünde büyük küçük her öğe, her çizgi, her kıvrım, birbiriyle sayısız altın oranlar teşkil edecek şekilde yerleştirilmiştir.

***

Eğer insan yüzü bir portre gibi cansız ve hareketsiz bir güzellik sergileseydi, yine onunla rekabet edilmezdi. Fakat bir yüz hiçbir zaman hareketsiz kalmaz. O, en sakin ânında bile şekilden şekle girmekte, kendisine özgü o muhteşem diliyle konuşmaktadır.

İnsan yüzündeki hareketleri, biz derinin üzerinden izleriz. Çünkü yüzdeki hareketleri gerçekleştiren kaslar, diğer bütün kaslardan farklı olarak, deriyle de irtibatlandırılmıştır. Yüzümüz şekilden şekle girebiliyor ve sayısız anlamları dile getirebiliyorsa, bunun sebebi, yüz kaslarımızın bu özelliğindedir. Besbelli ki, insan yüzü, konuşturulmak istenmiş ve konuşacak şekilde düzenlenmiştir.

***

Yüz kaslarımız her an faaliyet halindedir. Onlar, yüzümüzde binlerce farklı anlamı dile getirirken, biz çoğu zaman bunun farkına varmayız bile. Bazan dilimiz bir anlamı ifade ederken, yüzümüz onun tersini söyler ve yalanımızı ele verir. Bir göz kırpma, bir tebessüm, bir öpücük, hiç düşünmeksizin yaptığımız şeylerdir; bu işlemleri gerçekleştirirken kafatasımızın etrafında nelerin olup bittiğini bilemeyiz. Oysa bir dostun yüzüne gülerken kullandığımız kaslar, hasmımıza kaş çatarken hiçbir işe yaramayacaktır. Kaşlarımızın inip kalkması da birbirinden farklı işlemlerdir; kasların biri onları yukarı kaldırır, bir başkası aşağı indirir. Gözkapaklarını iç taraftan kapatan kas başka, dışarıdan kapatan kas yine başkadır.

***

Yüz kasları arasında, gözlerin ve ağzın etrafına atılmış iki tane ilmek vardır ki, bunlar, yüz de dahil olmak üzere, vücudumuzun bütün kaslarından farklı şekilde düzenlenmiştir. Bu kasların hiçbir kemikle bağlantısı yoktur. Ağız etrafındaki kasın bu yapısı sayesinde biz o ve u seslerini telâffuz ederiz; öpmeyi mümkün hale getiren de yine aynı kasın bu yapısıdır. Gözlerimizi kısarken de, bu defa göz etrafındaki kaslarımızın kemiklerden bağlantısız şekilde yaratılmış olmasından yararlanırız. Küçük bir ayrıntı gibi görünen şeyler; ama hangimiz bunların herhangi birinden mahrum kalmayı göze alabilir?

***

Bir insan yüzü, sadece kaşını, gözünü oynatmakla kalmaz. O konuşur.

Nasıl konuşur ve ne söyler?

İşte onu anlatmaya sıra geldiğinde, bir bebeğin bir anlık ifadesini tercüme etmek için binlerce kelimelik sözlüklerin yetersiz kaldığını hissedersiniz.

Bir bebek gülücüğü deyip geçmeyin.

O gülücük için, o minicik vücudun derinliklerinde, sayısız hücreleri, organları ve sistemleri içine alan, son derece karmaşık ve o derece de kusursuz bir operasyon gerçekleşmektedir.

Gülen bebekse eğer, konuşan, kâinatın en göz kamaştırıcı sanat eseridir.

— Binlerce Diliyle İnsan Yüzü, Ümit Şimşek, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

4 Eylül 2018 Salı

Diyanet yöneticisi, cami müdavimi olmalı


 

Bir sade vatandaşımız, ülkenin ve dünyanın içinde bulunduğu durumlar karşısında çözümler üreterek bunları “iktidar vaadleri” olarak bir yerlere not ediyor. Kimseye “Şöyle şöyle yapın” demiyor; dese de kimsenin kulak asmayacağını herkes gibi o da biliyor. Sadece, “Üzerimde vebal kalmasın” kabilinden, “Ben iktidara gelince şunu şunu yapacağım” diyerek insanlığa karşı bir vaadde bulunmuş oluyor. Bize de bu vaadleri duyurmak kalıyor. Sade vatandaşımız diyor ki:

Herkesin bildiği bir gerçek: Bu dinin direği namazdır; bu ümmetin can merkezleri de camilerdir. Müslümanların kalbi camilerde atar. Namazların camilerde cemaatle kılınmasına Resulullah’ın (s.a.v.) ne kadar önem verdiğini herkes bilir; herkesten daha iyi bilenler de, hiç şüphesiz, Diyanet mensuplarıdır.

İşte bu sebepten, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde, özellikle yönetim kademelerinde görev yapan kimselerin herkesten daha fazla namaza ve camilere düşkün olmaları gerekir. Yoksa, cenaze ve Cuma namazları dışında camilerin semtine pek seyrek uğrayan kimselere memleketin 100 bine yakın cami ve mescitlerine hükmetme yetkisi vermek hangi akla ve hangi insafa sığar?

Acaba durum tatbikatta böyle midir?” sorusunu şimdilik bir kenara bırakıp, “olması gerekene” geliyorum:

Ben iktidara gelince, ilçe müftülüklerinden başlamak üzere, Diyanet İşleri Başkanlığının en üst kademedeki yöneticilerine, uzmanlarına, kurul v.s. üyelerine kadar her seviyedeki sorumluluk sahiplerine, “cami cemaati olma” mecburiyeti getireceğim. Ve bu durum, göreve getirilecek yöneticilerin en az on senedir mahalle mescitlerine muntazaman devam ettiklerini şahitli ve belgeli bir surette ispat etmeleriyle sağlanacak. Gerekli şartları yerine getirerek göreve getirilme hakkını kazananlar da bu kadarla bırakılmayacak, görevleri süresince camilerle irtibatlarının devam edip etmediği sürekli olarak denetlenecek.
Bu vaadimin bazı kardeşlerimizi, özellikle Diyanet’e karşı karışık hisler besleyen bazı cemaat mensubu kardeşlerimizi pek keyiflendireceğini görür gibiyim. Biraz sabretsinler, yakında onlar için düşündüğüm bazı güzelliklerden de haber vereceğim.

Daha başka iktidar projelerinde buluşmak üzere hoşçakalın sevgili vatandaşlarım.