SON EKLENENLER
latest

20 Ekim 2018 Cumartesi

İnsan şeytanlarının imzasını taşıyan haberler

İşte bu ancak şeytandır ki, dostlarıyla sizi böylece korkutur. Siz ondan korkmayın; eğer mü’min iseniz Benden korkun.

İnkârda yarışanlar seni tasalandırmasın. Onlar Allah’a hiçbir zarar veremezler. Allah ise onları âhirette büsbütün nasipsiz bırakmak istiyor. Onlar için ancak büyük bir azap vardır.

İmanlarını inkârla değiştirenler bununla Allah’a hiçbir zarar vermiş olmazlar. Onlar için acı bir azap vardır.

Âl-i İmrân, 3:175-177

Yüce Allah, Müslümanların içine korku düşürecek şekilde söylentiler yayanları “şeytan” olarak vasıflandırıyor. Ve Müslümanlardan onların söylentileri için asla tasalanmamalarını istiyor ve “Siz onlardan korkmayın, Benden korkun” buyuruyor.

Kur’an Buluşmalarının 206’ncı bölümünde okuduğumuz âyetlerin ana konuları bu noktalarda düğümleniyordu.

Konuyla ilgili İlâhî ikazlardan çıkardığımız netice, şeytanların özellikleri hakkında şöyle bir liste ile bizi karşı karşıya getirdi:

  • Şayia çıkarmak, haber uydurmak,
  • Düşmanın propagandasını yapmak, düşman hakkında korkutucu haberler yaymak,
  • Mü’minler arasında birliği, dayanışmayı, itaati, disiplini bozucu söylentiler yaymak,
  • Mü’minleri kâfirler karşısında zayıf gösterecek ve onların güvenini kıracak şekilde yayınlar yapmak,
  • Resulullah’a karşı itaatsizliği kışkırtmak.

Bu arada, korku duygusunun bize veriliş hikmetleri üzerinde de durduk. Yaptığımız değerlendirmeler, Allah korkusunun önemi ve sonuçları hakkında bizi şöyle bir tablo ile karşı karşıya getirdi:

  • Korku insanlara hayatını korumak için verilmiş bir duygudur.
  • Korkunun makbul olanı Allah korkusudur.
  • Allah korkusu zayıfladığında şeytanlara fırsat doğar.
  • Allah’tan korkan, Allah’ın rahmetine sığınır / başkalarından korkan için sığınacak yer yoktur.
  • Allah korkusunun sonu emniyet ve saadet, başka korkuların sonu zillet ve felâkettir.
  • Allah korkusunu canlı tutmanın yolu: sürekli iman takviyesi.

Başlıca noktalarını özetlediğimiz 206. Kur’an Buluşmasının tamamını aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz:

UTESAV organizasyonuyla MÜSİAD’ın Sütlüce’deki genel merkezinde Cumartesi sabahları devam etmekte olan Kur’an Buluşmaları, sabah 7:00-7:30 arasında simit, peynir ve çaydan meydana gelen kahvaltı ikramıyla başlıyor ve 7:30-9:00 arasında sunumlu olarak cereyan ediyor. 2013 başından bu yana devam etmekte olan bu derslerde, âyet-i kerimeler tertip sırasına göre ele alınıyor ve zamanımıza bakan yönleri üzerinde özellikle duruluyor.

Kur’an Buluşmalarında hanımlar için de yer ayrılmış bulunuyor.

18 Ekim 2018 Perşembe

Toplumsal cinsiyet: ailesiz toplum projesi

“Toplumsal cinsiyet eşitliği” adı altında sahneye konan ve milletimizin bütün değerlerini temelden yok etmeyi hedef alan projenin çok az kimse farkında. Bu pek az kişilerden biri olan Milat gazetesi yazarı Ufuk Coşkun da, orijinaline https://www.milatgazetesi.com/ufuk-coskun/ailesiz-toplum-projesi/haber-182566 adresinden ulaşabileceğiniz yazısında, feryadını sağır kulaklara işittirmeye çalışıyor:

UFUK COŞKUN

Weber, “Kapitalizmin gelişiminin önünde en büyük engel ailedir” demişti. Buradan hareketle Alfred Kinsey adında -Rockefeller Foundation tarafından desteklenen- bir zoolog/sapık, 1947’de İndiana Üniversitesi bünyesinde, Cinsellik Araştırmaları Enstitüsünü kurup, 1948 yılında bir araştırma raporu yayınladı.

Medya, araştırmaya büyük ilgi gösterdi. Öyle ki; 1955 yılında araştırmanın ikinci etabının sonuçları yayınlanınca Amerika Barolar Birliği, Amerika ceza kanunlarını değiştirmek zorunda kaldı. O güne kadar Amerikan ceza sisteminde “suç” olarak kabul edilen zina, çocuk erotizmi, kürtaj, evlilik öncesi cinsel ilişki, karı-kocaların birbirlerini aldatması ve eşcinsellik suç olmaktan çıkarılıp, normalleştirildi.

Mevcut aile modelinin değiştirilmesi hedefleniyor. Bunun için son elli yıldır, yeni/farklı aile formlarını(eşcinsellik) toplumlara dayatıyorlar. Bu dayatmaların anahtar kelimesi ise “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”.

Şimdi size ilk olarak İstanbul’da, Türkiye’nin ve 44 ülkenin 2011 yılında imzaladığı dünya çapında bir sözleşme olan “İstanbul Convention (Sözleşmesi)” adlı anlaşmadan bir madde okuyacağım. Mezkûr anlaşmaya göre;  “Toplumsal cinsiyet, toplum tarafından yüklenen ve sosyal olarak kurgulanan roller, davranışlar ve eylemler” anlamına geliyor.

“… taraflar, kadın erkek için kalıp rollere dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve tüm diğer uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadın ve erkeklere ilişkin toplumsal ve kültürel davranış modellerinde değişim sağlamak için gerekli tedbirleri alır…”

“Taraflar; kültür, gelenek, görenek, din veya sözde ’namusun’ işbu sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemi için gerekçe oluşturmamasını sağlar.”(Md.12-5) deniliyor.

Yani “Din, gelenek, örf, namus gibi değerlerden hareketle kimseye bir davranış kalıbı bir toplumsal rol yüklenemez, bu insan hakları ihlalidir, devlet bunun tedbirini almalıdır” deniliyor. Burada elbette gelenek, görenek kisvesi altında işlenen cinayetler de mevzubahis ediliyor. Sorun o ki; şiddet olaylarından yola çıkılarak namus gibi değerlerin de içi boşaltılmaya çalışılıyor.

Sözleşmenin 14. Eğitim Maddesi’nde de kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinin yeni nesillere taşınmaması için, “Toplumsal Cinsiyet Hakkı gibi konulara ilişkin materyalleri öğretim müfredatına ve eğitimin her seviyesine eklemek için gerekli adımları atmaktan devlet sorumludur” deniliyor.

Bu nedenle olsa gerek daha evvel yine bu köşede “Nötr Cinsiyet” başlıklı yazımda da değindiğim gibi “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” konusu üzerine MEB’in yapmış olduğu bazı faaliyetler oldu.

MEB bünyesinde hayata geçirilen ETCEP (Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi) tüm okulları toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı hale getirecek araçları geliştirmek için amaçlarını şöyle sıralıyordu: “Eğitim politikaları ve mevzuatını, öğretim programlarını ve ders kitaplarını gözden geçirerek, toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik tavsiyeler oluşturmak ve bunları yetkililere iletmek.”

Üniversitelerimiz de bu alanın gerisinde kalmadı. YÖK aldığı bir karar ile üniversitelere, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dersi” koydu ve “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi” yayınlayarak, Yükseköğretim Kurulunun bütün bileşenlerinde toplumsal cinsiyet eşitliği ve adaletine duyarlı olarak hareket edileceğini taahhüt etti.

İstanbul Sözleşmesi, ”Toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla… (“kökünü kazımak”, hukuka yakışan bir ibare olmamasına rağmen bu ifade İstanbul Sözleşmesi’ne giriyor) devletin yükümlülüğüdür” diyor. (VII.madde 1-1 Bend)

Sözleşmeye göre “kadınlar” kelimesi 18 yaşın altındaki kız çocuklarına da kapsıyor. İlginç.

TV’lerde de “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” projesi tam gaz devam ediyor. Öyle ki birçok çizgi filmde karakterlerin cinsiyetlerini birbirlerinden ayırmak oldukça zor.

Diziler, sinemalar, subliminal mesajlarla yüklü yönlendirme haberleri ile ünlülerin “Yeni birliktelik formuna uygun” ilişkileri özendirici bir dille medya üzerinden topluma taşınarak her türlü çarpık ilişki zihinlerde meşrulaştırılıyor. Küçük yaşta kendi “özgür seçimini yapmış” çocuk haberleri sosyal medyada düzenli aralıklarla yer alıyor. Peki, neden önlem almıyoruz?  Aile, Türk toplumunun temeli değil miydi?


Konuyla ilgili diğer yazılarımız:

Bir güncelleme öyküsü: “toplumsal cinsiyet” tuzağı

Batı tarafından hacklenmek: 2053’te Türkiye nasıl bir ülke olacak?

Kışlada toplumsal cinsiyet eğitimi

“Cinsel yönelimlere” Diyanet hoşgörüsü tasarlanıyor

Sapıklığı korumakta Avrupa’yı sollamışız!

 

16 Ekim 2018 Salı

Resulullah'ın mescidinde kadınlar

Asr-ı Saadette ve Hulefâ-i Râşidîn döneminde kadınların gerek cemaatle namaz kılmak, gerekse ilim öğrenmek için devam ettikleri ve bu duruma asla engel olunmadığı, yaygın şekilde bilinen bir gerçektir. Sorularla İslâmiyet sitesinde “Hz. Peygamber kadınlara perde arkasından mı ders verirdi?” şeklinde bir soruya cevap olarak hazırlanan aşağıdaki makalede, bu konuyla ilgili birçok hadis’e ve ilmî tesbitlere yer verilmiştir. Bu tesbitler arasında,

♦ kadınların mescidde kendilerine ayrılan yerde namazlarını kılıp hutbe ve sair dersleri dinledikleri,

♦ namaz bittiğinde önce kadınların çıkması için Resulullah (s.a.v.) ile erkeklerin bekledikleri, daha sonra kadınlar için özel bir kapı tahsis edildiği,

♦ kadınları erkeklerden ayıran bir perde v.s. gibi birşeyin bulunmadığı,

♦ kadınların da sohbetlere aktif şekilde karışarak soru sorabildikleri, hattâ itiraz edebildikleri,

♦ bu sayede toplumda erkeklerle tartışabilen, onları eleştirebilen, kendilerine danışılan ve insanlara yol gösteren kadın bilginlerin yetiştiği,

♦ kadınların sadece dinî bilgiler edinmekle kalmayıp hayatla ilgili pek çok konuyu da mescidde öğrenme imkânı elde ettikleri

kaydedilmektedir:

İslâm dininde ilim öğrenmeye büyük önem verilmekte (bk. Alak 96/1-5), kadın ile erkek, ibadette olduğu gibi, eğitim konusunda da eşit kabul edilmektedir (İbn Mace, Mukaddime 81) .

Kuran’da ve hadislerde ilmin öğrenilmesi ve öğretilmesi konusunda hem erkeğe hem de kadına yönelik genel ifadeler kullanılmaktadır.

Yine Hz. Peygamber (asm), kendisine vahyedilen Kuran ayetlerini, kadın erkek ayrımı gözetmeksizin, herkese ulaştırmakla görevli bir peygamber olduğunu sözleri ve uygulamaları ile insanlığa göstermiştir.

Hz. Peygamber (asm), kendisine gelen ayetleri camide toplanan erkeklere ve kadınlara okuyordu (İbn İshak, Es-Sîre, 1981:128).

Kadınlar, onun cuma ve bayram hutbelerini (Muslim, İman 34; Tirmizi, Iman 6), değişik konularla ilgili açıklamalarını dinliyor, merak ettikleri pek çok konuyu sorarak bizzat onun dilinden öğreniyorlardı (Ali Özek, Hadis Ricali, İstanbul: Fatih Matbaası,  1967, 113-115).

Medine Mescidinde haftanın bir günü, Hz. Peygamber tarafından sadece kadınların eğitimine tahsis ediliyordu (Buhari, İlim 15, 35).

Bu durum, Ebu Said el-Hudri’den gelen şu rivayetten de anlaşılmaktadır:

“(Bir gün) Kadınlar “Ey Allah’ın Rasûlü, erkeklerden bize meydan kalmıyor, bize özel bir gün ayırır mısınız?” dediler. Rasûlüllah onlara bir gün belirledi. Kadınlar o günde Rasûlüllah’ın huzuruna gelir, O da onlara sohbet ederdi.” (Buhari, İlim 36).

Konuyla ilgili Abdullah b. Mesud’un; “Rasûlüllah (asm) mescide girdi; orada Ensar kadınlarından bir grup vardı ve onlara vaaz etti…” dediği rivayet edilmektedir.

Bu konuda Cabir b. Abdillah’dan da şu sözler nakledilmektedir:

“Ben Rasûlüllah ile birlikte bayram namazında bulundum. Hutbeden önce ezan ve kamet okunmadan namaza başladı. Sonra Bilal’a dayanarak ayakta durdu ve Allah’tan korkmayı, O’na itaat etmeyi emretti. Ardından cemaate vaaz ve nasihat etti. Daha sonra da yürüyüp kadınların yanlarına gitti ve onlara vaaz etti.” (Muslim, İdeyn, 4)

Hz. Peygamber’in burada zikredilen eğitim uygulaması, cemaate katılan kadınlar içindir. Bunun dışında kadınlar münferit olarak da Rasulullah (asm)’a gelir, O’na sorular sorup bilgi alırlardı. (Tayyip Okic, İslâm’da Kadın Eğitimi, Ankara: Diyanet Yayınları, 1978:40).

Hz. Peygamber döneminde kadınlarla erkekler camide karma bir şekilde değil, ayrı ayrı yerlerde oturuyorlardı. Kadınlara camiin hariminin arka kısmında özel bir bölüm ayrılmıştı.

Bu uygulama, Enes b. Malik tarafından rivayet edilen şu sözlerden de anlaşılmaktadır:

“Biz mescidin suffa kısmında Rasûlüllah’ın yanındaydık. Muhacirlerden bir kadınla buluğa ermiş oğlu geldi. Kadın bayanlara ayrılan kısma geçti, çocuk da bizim yanımıza geldi.” (İbn Kesir, el-bidaye ve’n-nihaye. Beyrut,1997:VI, 154).

Mescid-i Nebevi’nin kadınlara tahsis edilen kısmının (İbn Hanbel, 1992:VII-523; Taberani, Kebir, Beyrut, 1985:XXIV-204) günümüzdeki bazı camilerde olduğu gibi, erkeklerin namaz kıldıkları yerden duvar ya da perdeyle ayrıldığı konusunda herhangi bir rivayete rastlanılmamıştır. Dolayısıyla kadınların, kendilerine ayrılan ancak arada herhangi bir engel bulunmayan bölümde namaz kıldıkları, hutbe, vaaz ve sohbetleri rahatlıkla dinleyip eğitim öğretim etkinliklerine katıldıkları anlaşılmaktadır.

Hz. Peygamber (asm), camide kadınlara özel bir bölüm ayırmanın yanında, onların camide rahat edebilmeleri için bazı tedbirler almıştır.

Öncelikle kadınların camiye rahat girip çıkmaları için gerekli kolaylığın sağlanmasını istemiştir. O dönemde Medine Mescidinin üç kapısı vardı. Başlangıçta kapılardan herhangi biri kadınlara tahsis edilmemişti. Ancak camiye devam eden kadınların sayısında artış görülmesi üzerine Hz. Peygamber; “Keşke şu kapıyı kadınlara ayırsaydık” buyurarak, kapılardan birinin onlara tahsis edilmesinin daha uygun olacağını belirtmiştir. Nitekim O’nun bu isteği daha sonra yerine getirilmiş ve  kapılardan biri kadınlara tahsis edilmiştir. (Ebu Davud, Salat 17).

Namazdan sonra kadınların camiden ayrılmaları bir düzen ve intizam dahilinde olurdu. İbadet bittiğinde camiden önce kadınlar, sonra Hz. Peygamber ve daha sonra da erkek cemaat ayrılırdı. (Buhari, Ezan 152)

Konuyla ilgili Ümmü Seleme’nin şu açıklamayı yaptığı rivayet edilmektedir:

“Rasûlüllah (asm) selam verip namazı bitirir bitirmez kadınlar hemen kalkarlar, Rasûlüllah ise yerinde oturarak onların dışarı çıkmalarını beklerdi.” (Buhari,Ezan 164).

Hz. Peygamber (asm), camiye gelen kadınların durumunu dikkate alarak, onların sıkıntıya düşmemelerine özen gösterirdi. Namaz sırasında bir çocuğun ağladığını duyduğunda, anneyi düşünerek namazda kıraati kısa tutardı. (Tirmizi, Salat 267).

Cami adabıyla ilgili bazı ahlaki öğütlerde bulunan Hz. Peygamber, camiye gelen kadın ve erkeklerin davranışlarına dikkat etmelerini, karşı cinsin dikkatini çekecek tutum ve davranışlardan kaçınmalarını (Vahidi, Esbabu’n-nüzûl, Kahire, 1968:186), giyim kuşamda ölçülü olmalarını (Buhari, Meğazi 537), akşam namazına gelen kadınların güzel koku sürünmemelerini söylerdi. (İbn Hanbel, 1992:IV, 363).

Yine camide kadınlar erkeklerin arkasında namaza durdukları için, erkeklerin avret yerlerinin gözükme ihtimaline karşı, onlar secdeden kalkıp doğruluncaya kadar kadınların secdeden kalkmamalarını tavsiye ederdi. (Buhari, Salat 6; Ebu Davud, Salat 54)

Camide kız çocuklarının ve kadınların eğitimiyle Hz. Peygamber sadece kendisi ilgilenmez, özel kadın öğretmenler de görevlendirirdi. Özellikle kendi hanımları, kız çocuklarının ve kadınların eğitim öğretimiyle yakından ilgilenir, evlerine gelenlere bildiklerini öğretirlerdi. (Özek, 1967: 113)

Camide yapılan sohbetlerde kadınlar sadece dinleyici konumunda değillerdi; onlar bazen soru sorarak, iyice anlayamadıkları konunun açıklığa kavuşturulmasını ister ve böylece cami sohbetlerine aktif olarak katılırlardı.

Bu gayretlerin sonucu olarak, o dönemde toplumda erkeklerle tartışabilen, onların hata ve yanlışlıklarını çekinmeden eleştirebilen, kendilerine danışılıp istişare edilen ve insanlara yol gösteren kadın bilginler yetişmiştir. Sahabe içerisinde yirmi kadar kadın fıkıh bilgininin yetişmesi, Hz. Peygamber döneminde kadınların cami eğitiminden ne ölçüde yararlandıkları konusunda önemli bir ipucu vermektedir. (Hamidullah, İslâm peygamberi (çev: S. Tuğ). Ankara, 2003, II/79; Okic, 1978: 26)

Kadınların eğitim-öğretimleri sadece dini bilgiler edinmekle sınırlı değildi; onlar, hayatla ilgili pek çok konuyu da camide öğrenme imkanı elde etmişlerdir. Bazı kadınlar şiir, tıp ve hayvancılık alanlarında bilgi ve tecrübe sahibi olmuşlardır. (Sibai, İslâm’a ve garplılara göre kadın (çev: İ. Toksarı). İstanbul, 1969: 80; Detaylı bilgi için bk. Hüseyin Yılmaz, Camilerin Eğitim Fonksiyonu, DEM Yayınları, İstanbul 2005).

***

Kaynak: https://sorularlaislamiyet.com/hz-peygamber-kadinlara-perde-arkasindan-mi-ders-verirdi

Millî Eğitime TED bakacak

Millî Eğitim Bakanından sonra, Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulunun üç üyesi de Türk Eğitim Derneği (TED) bağlantılı çıktı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından tayin edilen Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulunun üyelerinden Selçuk Pehlivanoğlu, TED’in internet sayfasından yaptığı açıklamada, diğer kurul üyelerinden Prof. Dr. Öktem Vardar’ın TED Üniversitesi kurucu rektörü ve mütevelli heyet üyesi, Prof. Dr. Ümran İnan’ın ise TED Ankara Koleji mezunu olduğunu müjdeledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Millî Eğitim Bakanlığına getirdiği Ziya Selçuk da TED Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkan Yardımcısı.

Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu üyesi Selçuk Pehlivanoğlu’nun http://www.ted.org.tr adresindeki TED internet sitesinde yaptığı açıklama şöyle:

TED Ailesinin Değerli Üyeleri,

Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün talimat ve himayeleriyle kurulmuş olan Derneğimizde arkadaşlarımla yıllardır bu güzel vatanının evlatlarına daha nitelikli ve çağdaş bir eğitim hakkı verilmesi için mücadele ediyoruz. Bugün, eğitim politikalarında büyük fark yaratan bir sivil toplum kuruluşunun Genel Başkanı olarak, Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu üyeliğine atandım. İlkelerimiz doğrultusunda, kurulda yer alan Bilkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdullah ATALAR, Koç Üniversitesi Rektörü TED Ankara Koleji Mezunu Prof. Dr. Ümran İNAN, TED Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Mütevelli Heyet Üyesi Prof. Dr. Öktem VARDAR gibi yetkin isimlerle çocuklarımıza daha iyi bir gelecek sağlamak için çalışacağız. Bir ülke görevi ve sorumluluğu olarak gördüğüm bu görevin, Türk Eğitim Derneğimiz ve ülkemiz için hayırlı olmasını diliyorum.

Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu, Millî Eğitim Bakanlığının çalışmalarını izleyerek Cumhurbaşkanına raporlar ve teklifler sunacak.

Türk Eğitim Derneği, Atatürk’ün talimatıyla “Türk Maarif Cemiyeti” adıyla 1928 yılında kuruldu, 1946’da ise Türk Eğitim Derneği adını aldı.

Genel Başkan Pehlivanoğlu, derneğin tanıtım katalogundaki takdim yazısında TED’in kuruluş ve misyonunu şu cümlelerle açıklıyor:

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün yol göstericiliğinde Cumhuriyetimizin zor koşullarında kurulan Türk Eğitim Derneği (TED), kurulduğu 1928 yılından itibaren sürekli büyümenin gururunu yaşıyor.

Türk Eğitim Derneği, eğitim alanında sivil girişimlerin etkin kılınmasını, okul öncesinden yüksek öğretime kadar tüm eğitim kademelerinde yaptığı çalışmaları ülke çapında ve uluslararası düzeyde sürdürmeyi, uygarlık değerlerini koruma ve geliştirme çabasında etkin rol oynamayı hedefleyen, çağdaş ve ilerici bir sivil toplum kuruluşudur.

15 Ekim 2018 Pazartesi

İzafî adaletin görünmeyen yüzü



ÜMİT ŞİMŞEK
Sadece adalet-i mahzanın tatbikine imkân bulunmayan durumlarda istisnaî olarak uygulanabilecek bir ilke olan izafî adalet hayatımızın bir parçası haline gelmiş bulunduğundan, kural tersine dönmüş bulunuyor: Artık izafî adalet mümkün olduğu müddetçe adalet-i mahzanın uygulanamayacağı telâkkisi bize daha âşinâ geliyor. Belli ki, bir süre sonra bugünü arayacağımız günler de gelecek, “Adalet olsun da izafîsinden oluversin” diye yakınmaya başlayacağız.
İzafî adaletin sakıncaları üzerinde çok söz söylenebilir, nitekim kulak veren olmasa bile söyleniyor da. Fakat onun görünen zararlarından başka, bir de için için işleyen bir tahribatı daha var ki, hem farkına varmamız, hem farkına varsak bile umursamamız, hem de umursayacak olsak bile tamirine teşebbüs etmemiz hiç de kolay olacağa benzemiyor.

14 Ekim 2018 Pazar

Eğitimciler ve yöneticiler için tükenmez bir hazine

Mağlûbiyetle sonuçlanan Uhud harbinin ertesi günü, Resulullah mü’minleri yeni bir sefer için çağırdı. Ancak bu sefere sadece birgün önceki savaşa katılmış olanlar katılacaktı.

Çoğu ağır şekilde yaralı olan bu insanlar, hiç tereddütsüzce Resulullah’ın arkasına düşüp yola çıktılar.

Bu arada müşrikler de muzaffer bir şekilde Mekke’ye dönerken akıllarına “Biz niye Müslümanların işini bitirmeden dönüyoruz ki?” fikri düşmüş ve yarım bıraktıkları işi tamamlamak üzere Medine’ye dönmeye karar vermişlerdi.

Ancak Müslümanların daha önce davranıp onların peşine düştüğü haberi gelince müşrikleri korku bastı ve çareyi dönüp kaçmakta buldular.

Beşer tarihinin benzerini görmediği bu muhteşem tablo, Allah’ın ve Resulünün eğitim metodundaki harikulâdeliği ortaya çıkarıyor:

  • Düşmanın karşılaşmaya bile cesaret edemediği muzaffer ordu, bir gün öncesinin mağlûp ordusundan başkası değildi.
  • Önceki mağlûbiyetin sebebi itaatsizlik idi. Fakat Allah’ın Resulü (s.a.v.), Allah’tan gelen bir rahmet sebebiyle, onlara karşı sert davranmadı. İşlenen hatâ objektif, kesin, net bir şekilde, gerek sonuçları ve gerekse hikmetleriyle birlikte gösterildi, ancak kişilikler rencide edilmedi, insanlar horlanmadı, bilâkis daha eğitimli bir şekilde yeni hedeflere teşvik edildi.
  • Kılıç, ok ve mızrak yaraları daha bir gününü doldurmamışken, birçoğu ayakta dahi duramayacak halde bulunan insanlar, Resulullah’ın emrine derhal itaat etmekte bir an olsun tereddüt etmediler. “Bu halde mi düşman kovalayacağız?” demediler. “Bizden başka Müslüman yok mu?” demediler. MaddÎ sebepler açısından yüzde yüz imkânsız bir göreve tereddütsüzce atıldılar.
  • Resulullah’ın (s.a.v.) “Dünkü savaşa katılmış olanlardan başkası gelmesin” şeklindeki emrinin hiç şüphesiz hikmetleri vardı. Eğer başkaları ve bu arada bazı münafıklar da katılmış olsalardı, münafıkların gerek Müslümanlar arasında fitne kazanı kaynatmak, gerekse herhangi bir zaferi “Siz beceremediniz, biz başardık” şeklinde istismar vesilesi yapmaları da muhtemeldi.
  • Sebebi ve hikmeti ne olursa olsun, bu insanların o halleriyle kilometrelerce düşman kovalamaları, ellerinden gelen herşeyi son zerresine kadar yerine getirdikten sonra Allah’ın yardımından başka hiçbir şeye güvenmediklerini açıkça ortaya koymuş ve neticesiyle de bütün insanlara çok büyük bir ders teşkil etmiştir.
  • Bu muhteşem eğitimin başarısında, eğitimcinin yanı sıra eğitilenin de tavrı hayatî önem taşımaktadır. Sahabe bir yandan hatâsını görmüş, bunda ısrar etmemiş, ancak yılgınlığa, karamsarlığa, ümitsizliğe de kapılmamış, düştüğü yerden kalkarak bir an bile durmaksızın yeni hedefler peşinde koşmaya başlamıştır. Ve o günden sonra da bir daha yenilgi yaşamamıştır.
  • Bütün mü’minlerin bu zaferden çıkaracağı en önemli derslerden birisi: Siz Allah yolunda istişarenizi yapın, tedbirinizi alın, gayretinizi sonuna kadar harcayın, neticeyi Allah’a havale ederek ve Allah’a tam bir itimatla tevekkül ederek sırtınızdaki o en büyük ağırlıktan kurtulun. Ve unutmayın, şartlar ne kadar aleyhinizde olursa, zaferiniz de o kadar büyük olur. Bu hakikati en iyi anlayanlar, halk kendilerine “İnsanlar size karşı toplandı, onlardan korkun” dediğinde imanları artan kahramanlardır.

***

Bu notlar, UTESAV organizasyonuyla MÜSİAD’ın Sütlüce’deki genel merkezinde gerçekleşen 205’inci Kur’an Buluşmasında üzerinde durduğumuz hususlar arasındaydı. 13 Ekim Cumartesi günkü Buluşmada Âl-i İmrân sûresinin 172-174’üncü âyetlerini okuduk ve bu âyetlerin günümüze yansımalarından nasibimizi almaya çalıştık. Dersi tamamına aşağıdaki bağlantıdan erişebilirsiniz: