SON EKLENENLER
latest

23 Kasım 2018 Cuma

Kur'an ve Hadis öyle demiyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 3. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesinde yaptığı konuşmadan:

Kadın ailenin hem ayrılmaz bir parçası hem de lokomotifidir. Aile, kadın ve erkeğin ortaklığında devam eden hayati bir meseledir. Öyle sanıldığı gibi geçim işlerinin erkeğe ev işlerinin kadınlara yüklenmesi söz konusu değildir.”

Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerim’den:

Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah’ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar.[1]

Resulullah’ın (s.a.v.) hadis-i şeriflerinden:

Hepiniz yöneticisiniz ve yönettiklerinden sorumlusunuz. İmam (devlet başkanı) bir yöneticidir ve halkından sorumludur. Her adam ailesinde yöneticidir ve yönettiklerinden sorumludur. Kadın da kocasının evinde yöneticidir ve yönettiklerinden sorumludur. Hizmetçi / işçi de patronunun malında yöneticidir ve yönettiklerinden sorumludur.[2]

Ey insanlar! Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız. Onların namus ve iffetini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Dikkat edin! Sizin kadınlar üzerinde hakkınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerindeki hakkınız iffet ve namuslarını korumalarıdır. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları geleneklere uygun biçimde yiyecek ve giyeceklerini sağlamanızdır. Kadınlar hususunda Allah’tan korkun ve onlara en iyi şekilde davranın.[3]

***

Kime iman edip itaat edecekleri konusunda tereddüde düşmemeleri için, bütün Müslümanlara bir hatırlatmadır.


[1] Nisâ sûresi, 4:34 (Diyanet Vakfı meâli).

[2] Buharî, İstikraz: 20; bkz. Müslim, İmâre: 20.

[3] Müsned, 7:307, 330, 376; Buhârî, Ḥac: 132, Meġāzî: 78; Müslim, Ḥac: 147; Ebû Dâvûd, Menâsik: 56, 61; Tirmizî, Tefsîrü’l-Ḳurʾân: 10; İbn Mâce, Menâsik: 76, 84.

20 Kasım 2018 Salı

Ailesiz toplum 3 - Kinsey skalası, toplumsal cinsiyet eşitliği

AHMET H. ÇAKICI

https://ahmethakancakici.blogspot.com/

Üçüncü Bölüm

Iskartaların kendi kendilerine yok olabilmeleri için farklı hikayelere ihtiyaç var demiştik.
3-Alternatif Hikayeler
İstanbul Sözleşmesi: Alternatif Hikayeler ya da Farklı Aile Formlarının Çatı Metni

Dünyada ilk olarak İstanbul’da, Türkiye’nin (hem de şerhsiz) imzaladığı bir sözleşme olduğu için İstanbul Convention (Sözleşmesi) adını alan bu çalışma, daha şimdiden (şerhler koyarak da olsa) 44 ülkenin imzaladığı dünya çapında bir projeye dönüştü.

İstanbul Sözleşmesi, II. Dünya Savaşı sonrasında cephelerde eriyen erkek nüfus nedeniyle ortaya çıkan işçi ihtiyacını, kadınları sanayiye çekerek kapatmaya çalışan sermaye destekli projelerden biri olan cinsiyet eşitliği projesinin devamı olarak düşünülebilir. 

Zeminini 1957 yılında Avrupa Birliği çerçevesinde imzalanan Roma Anlaşmasının 119. Maddesindeki “Kadın Erkek Eşitliği”nden, fikri altyapısını Alfred Kinsey’den, dinamizmini feminist hareketlerden, lojistik desteğini büyük sermayeden alıyor. Başlangıçta “Cinsiyet Eşitliği” olan tanım genişleyerek İstanbul Sözleşmesinde, “Cinsiyet, Cinsel Yönelim, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”ne dönüştü. Başta Kadın–Erkek eşitliği olan ilke de, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ile birlikte; Erkek, Kadın, Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Trans(LGBT) ve diğer formlar eşitliğine dönüştürüldü. 
Egemenler, böylesi bir dönüşüme ihtiyaç duyuyorlar. Bu anlamda böylesi bir dönüşümü hedefleyen İstanbul Sözleşmesinin, “Ailesiz Toplum Projesi”, “Farklı Aile formları Projesi” veya “Aile Sonrası Toplumun Hukuki Alt Yapı Çalışması” olarak okunabileceği kanaatindeyim.
Neden Ailesiz Toplum?

Kapitalist dönemin ilk anlarından beri aile ile sermaye arasında sorun olduğunu aydınlardan pek çoğu ifade ediyor. Mesela Weber, “akılcı kapitalizmin gelişiminin önünde en büyük engel ailedir. Özellikle birleşik akraba grubu (hısımlar) ilişkileri kapitalizmin gelişimini boğar” diyor ve devam ediyordu; “Protestanlığın (İngiltere’nin-AHÇ) büyük başarısının ardında “hısımlığın prangalarını parçalaması” yatar. [1] Weber ve Parsons’cu kuramdan hareketle Çin üzerine yaptığı bir araştırmada Levy de “modern sanayinin ve geleneksel ailenin karşılıklı olarak birbirleri için yıkıcı oldukları” sonucuna varmıştı.” [2]   

Onların eleştirileri daha çok sermayenin birikmesine engel olan süreçler üzerine yapılan eleştirilerdi. Sonraları egemenlerin şikayeti ailenin, egemenlerin müdahale edemediği izole alanlar var ediyor olmasından duydukları rahatsızlığa yöneldi. Tv, eğitim süreci, okul, sanal ortam, iş dünyası, askerlik yani hayatın her alanı egemenlerin kontrolü altında olmasına rağmen; aile, egemenlerin öğretilerini hiç umursamayıp dilediği öğreti ile (kontrol dışı) çocuk yetiştiren bir alan var ediyordu. Jack Goody, “ailenin kontrolü; hem toplum sosyolojisinin, hem ekonominin, hem de nüfusun kontrolü demektir.”[3] derken; egemenlerin aileye olan ilgisinin nedenine vurgu yapıyordu.

Ama her halukarda insana (işçi ve asker olarak) ihtiyaçları vardı ve aileye muhtaçtılar. 

Ancak eşiğinde olduğumuz “İnsan ötesi, robotik, yapay zeka” çağında, sanayi sonrası toplumdan kalan milyarlarca insana ihtiyaç yok.  Dolayısı ile atıkları/kalabalık nüfusu üreten AİLE’ye de ihtiyaç yok.

Geleneksel aile, kalabalık nüfusu/atıkları üreten mekanizma ve bu yüzden de egemenlerin en önemli hedefi. Mevcut aile modelinde çiftler herhangi bir makamın kontrolüne tabi olmadan diledikleri zaman ve diledikleri sayıda çocuk yapabiliyorlar. Bu da nüfusu egemenlerin kontrolünden çıkarıyor.

National Geografic, Cinsiyet Devrimi, Ocak 2017

Bu sebeple öncelikle mevcut aile modelinin değiştirilip, idarecinin izni olmadan çocuk edinilemeyen birliktelik formlarına geçilmesi gerektiğini düşünüyorlar ve yeni/farklı aile formlarını toplumlara dayatıyorlar. 

Bunun için ailenin tanımı dahi değiştirildi. Kadın, erkek ve çocuktan müteşekkil aile; “geleneksel aile” olup, geçmişi ifade eden bir değere dönüştürülürken, “modern aile”; çocuğun aileye ancak dışarıdan transfer edildiği[4] “yeni aile formaları”[5] olarak kabul edildi. Böylece toplumların bu “farklı aile formaları”na yönlendirileceği sürece girilmiş oldu.

Bu sürecin anahtar kelimesi, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği.”
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği

Rosi Braidotti, İnsan Sonrası eserinde Coward ve Ellis’ten yaptığı alıntıda “Bilim, toplumdaki geçerli söylem ve iktidar ilişkileri arasında yeni materyalist (kar mekanizmaları, sömürü ilişkileri, çıkarlar vs- AHÇ) bağlantılar kurabilmek için toplumdaki mevcut davranış modellerinin, bu modelleri var eden ahlaki değerlerin ve bilimsel verilerin yıkılmasının gerektiğini” söyler. Braidotti devamında Crenshaw’dan yaptığı alıntıda ise toplumsal cinsiyet eşitliği, ırk, sınıf ve cinsel unsur arasındaki ilişkilere vurgu yapan yaklaşımların da bu yöntemi savunduğunun” altını çizer. Tıpkı Nietszche’nin Soykütük teorisinde işaret ettiği gibi.

Yani Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve benzeri hareketler yeni materyalist ilişkiler var edebilmek için Yeni Kapitalist sürecin önündeki engellerin dağıtılması işlevini görür.  Alfred Kinsey tam da bunu yaptı: Materyalist ilişkiler doğrultusunda toplumdaki geçer söylemi, tüm ahlaki konuları ve geçmişten gelen kodlanmış, kabul edilmiş değerleri yerle bir ederek sermaye için kullanışlı hale getirdi.

Alfred Kinsey, Rockefeller Foundation tarafından desteklenen[6] bir zoolog olarak 1947’de İndiana Üniversitesi bünyesinde Cinsellik Araştırmaları Enstitüsünü kurup 1948 yılında bir araştırma raporu yayınlar.[7] Medya araştırmaya büyük ilgi (!) duyar ve öyle büyük bir sansasyon çıkarır ki; 1955 yılında araştırmanın ikinci etabı yayınlanınca Amerika Barolar Birliği, Amerika Ceza Sistemini değiştirmek zorunda kalır.  O güne kadar Amerikan ceza sisteminde “suç” olarak kabul edilen zina, çocuk erotizmi, kürtaj, evlilik öncesi cinsel ilişki, karı-kocaların birbirlerini aldatması ve eşcinsellik suç olmaktan çıkarılıp, normalleştirilir.[8]

Kinsey Skalası

Alfred Kinsey, bu araştırması ile cinsiyetin tanımını da değiştirir: İnsanların, fizyolojik cinsiyetlerinin yanı sıra “yönelimlerine” göre de cinsiyetlerinin tanımlanması gerektiğini söyler ve Kinsey Skala’si diye ünlenen bir skala yayınlar. Bu sklada, insanların karşı cinsten kendi cinsine kadar uzanan farklı eğilimleri olduğunu anlatır. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikaları, daha çok kadın-erkek eşitliği talebi olarak gösterilse de,  işte bu Kinsey Skalasında tanımlanan heteroseksüelden eşcinselliğe kadar uzanan ara formların, (LGBT; lezbiyen, gay, biseksüel, trans)[9] cinsel yönelimlerin eşitliği talebidir.

[Geçen yıllarda Kinsey’in çalışmalarının; büyük bir manipülasyon olduğu,[10]raporlarına kaynaklık eden çocuklara tecavüz ettiği, para karşılığı babaları ile küçük kızları ensest ilişkiye zorladığı, (Kinsey’in 7 yaşındayken öz babasına para karşılığı 20 seferden fazla tecavüz ettirdiği iddia edilen kızlardan biri olan Ester White, 12 Nisan 2014 tarihinde Birleşmiş Milletlere yazmış olduğu mektupta “babamı affedebildim ancak Kinsey’i asla” demişti.[11]) 4 aylık çocukların cinsel performansını nasıl ölçtüğünü, çocuk seksi ve çocukların cinsel kapasiteleri ile ilgili bilgileri nasıl elde ettiğini açıklamadığı, sıradan insanlar diye tanıtılan deneklerin para ile kiralanmış seks işçileri oldukları, söylediği kadar deneğe hiç bir zaman ulaşmadığı gibi bir sürü eleştiri almış olsa da scala asla medyanın gözünden düşmedi.[12] Liberty Counsel’in kurucusu ve Dekanı Mathew Staver[13]’ın da, “Alfred Kinsey ve Kinsey Enstitüsü, işledikleri devasa sahtekarlıktan sorumlu tutulmalıdır” diyerek Enstitü hakkında bulunduğu soruşturma talebi de karşılık görmedi.]

Ancak biz “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” politikalarının, toplumsal eşitlikten ziyade, toplumun LGBT ilişkilere yönlendirmesi, yayılması ve meşru zemine taşınması politikaları olduğu[14] kanaatindeyiz.[15] (Toplumların arasındaki cinsiyetli, cinsiyetsiz eşitsizliklere, gelir dağılımdaki korkunç uçurumların etkisini fark edemeyen bir eşitlik anlayışının, egemenlere yönelecek öfkeli bakışları başka yerlere yönlendirerek sermayeyi koruma işlevi gördüğünü düşünüyoruz. Aynı umumhaneye düşmüş, alınıp satılan bir kadına, “Senin çalışman kötü bir şey değil, devam et! Sen fahişe değilsin, seks işçisisin” demenin gerçekte kadını onore etmek değil onu pazarlayanı korumak, olması gibi.)

İstanbul Sözleşmesinde “Toplumsal Cinsiyet”. “Toplum tarafından yüklenen ve sosyal olarak kurgulanan roller, davranışlar ve eylemler anlamına gelir[16].…… taraflar, kadın erkek için kalıp rollere dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve tüm diğer uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadın ve erkeklere ilişkin toplumsal ve kültürel davranış modellerinde değişim sağlamak için gerekli tedbirleri alır…. Taraflar; kültür, gelenek, görenek, din veya sözde ‘’namusun’’ işbu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemi için gerekçe oluşturmamasını sağlar[17]” deniliyor.


Yani din, gelenek, örf, namus vs’den hareketle kimseye bir davranış kalıbı bir toplumsal rol yüklenemez; bu İnsan Haklarını ihlaldir, devlet bunun tedbirini almalıdır, deniliyor.
 

Ebeveynin çocuğuna “sen kızsın” ya da “erkeklere yakışmaz” vs demesi, namus, şeref, edep, haya, utanma tavsiyesinde bulunması, pembe bisiklet, bez bir bebek, oyuncak asker alması, etek giydirmesi cinsel rol yükleme ve yönlendirme oluyor. Eğer, “sen kızsın” kelimesi ikaz maksadıyla söylenmiş ya da ses tonu veya yüz ifadesi sertleşmişse bu sefer konu “çocuğa şiddet” kapsamına giriyor. 

“Toplumun binlerce yılda ürettiği gelenek, örf veya dinden gelen değerler ya da öğretilmiş cinsel roller şiddet ve baskı üretirler; eğer bu baskı ve yönlendirme yok edilirse çocuklar, toplumun dayattığı geleneksel “erkek” veya “kız” rollerine girmek zorunda kalmayıp daha özgür, daha eşit olup ezilmekten kurtulabilecekler” iddiasındalar. Üstelik kendi cinsel eğilimlerine yönelebilecekler ve içlerindeki mesela translık veya gay’liği ortaya çıkarıp; özgürce yaşayabilecekler. 

İstanbul Sözleşmesi bu “özgürlük ortamını” sağlamakla, devleti görevlendiriyor: Sözleşmenin 14. Eğitim Maddesi[18]nde kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinin yeni nesillere taşınmaması için, “Toplumsal Cinsiyet Hakkı gibi konulara ilişkin materyalleri öğretim müfredatına ve eğitimin her seviyesine eklemek için gerekli adımları atmaktan devlet sorumludur” deniliyor.

Bu nedenle olsa gerek Toplumsal Cinsiyet Eşitliği konusu üzerine Milli Eğitim Bakanlığının yapmış olduğu faaliyetler çok yoğun.[19] (Ancak gerek Milli Eğitim Bakanlığında gerek Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlıktan yayınlanan “Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine”[20] dair yayınların topluma hala sadece kadın vurgusu üzerinden duyurulması, ifadenin başındaki “toplumsal” kelimesinin ne anlama geldiğinin altının çizilmemesini dikkate değer buluyorum.)
Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde hayata geçirilen ETCEP[21]  (Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi) Tüm okulları toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı hale getirecek araçları geliştirmek için amaçlarını şöyle sıralıyor: “Eğitim politikaları ve mevzuatını, öğretim programlarını ve ders kitaplarını gözden geçirerek, toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik tavsiyeler oluşturmak ve bunları yetkililere iletmek. Eğitimciler için eğitim paketleri oluşturarak, çok sayıda eğitimciyi eğitmek. Okul ve yakın çevresinden başlayarak, toplumun farklı katmanlarında toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık yaratmak.” 

Bu çalışmaların ilk sonuçları alınmaya başlandı bile. İlkokul ve ilkokul öncesi öykü ve resimli kitaplarda erkek ve kız vurguları cinsiyet ayrımcılığı olarak değerlendirilip, erkekliği ve kızlığı hatırlatan her şeyin kaldırılması için çalışmalar yapılıp gündem oluşturuluyor.[22] 
ETCEP’in alt projesi olan  OTCETA[23] (Okullar için  Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Teminat Aracı) ile hazırlanan Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Okul Standartları Klavuzu[24]  ve El Kitabı[25] ile tüm Türkiye çapında bir standardın oturtulması için oldukça mesafe alındı. (Yandaki cinsiyetsiz resimler Okul Temelli Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Kampanya Kılavuzundan alınma)[26] 

Bu projeler düzenli sempozyumlar[27], çalıştaylar[28] ve basılı yayınlarla[29] da destekleniyor.

Türkiye toplumunda Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin yerleşmesi için Batılı ülkeler de  desteklerini esirgemiyorlar. Mesela Hollanda Kraliyet Ailesinin desteği ile yapılan “Ne var, Ne yok. Gençlerle Güvenli İlişkiler Üzerine Çalışmak[30]” ve Norveç Toplum Güvenliği Bakanlığının desteğiyle yapılan “ANKA, Çocuk Destek Programı[31]” gibi projelerle ortaokul ve lise çağındaki gençler ve onların eğitimcileri; Toplumsal Cinsiyet Eğitimi, Cinsellik, Flört, Güvenli Seks, Hamilelik ve Hamilelikten korunma gibi konularda bilinçlendirilmeye çalışılıyor. Ancak bize göre bu dersler bir bilinçlendirmeden çok öğretme, yaygınlaştırma, özendirme, meraklandırma, meşrulaştırma, yayma işlevi görüyor. Ortaokul çocuğuna senin flört seçme hakkına kimse karışamaz, flörtünü şöyle seçeceksin, ilişkiye böyle gireceksin, hamile kalmaktan böyle korunacaksın, gaylik şöyle bir şeydir, lezbiyenlik böyle hissetmektir demek onun ilgisini çekmek, merakını uyandırmak ve kışkırtmaktan başka bir şey değildir, kanısındayız. 

Üniversitelerimiz de sürecin gerisinde kalmadı(!): YÖK aldığı bir karar ile üniversitelere, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dersini[32]  zorunlu hale getirdi ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi yayınlayarak, Yüksek Öğretim Kurulunun bütün bileşenlerinde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ne duyarlı olarak hareket edileceğini taahhüt etti.[33]

Eğitimde “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” konusunda en ileri gitmiş ülke olan İsveç, içinde cinsiyete dair hiç bir uyaranın bulunmadığı, her çocuğun aynı renk ve tarz giyinip aynı oyuncaklarla oynadıkları öncü okulları kurdu bile. (Cinsiyetsiz okullar, Avrupa toplumundan bile “yeni bir tarikat”ın dünyaya dayatılması eleştirisi ile karşılandı.[34] SSCB dönemindeki kolhoz uygulamalarının modern zamanlara geri dönüşü demek daha mı uygun olurdu acaba? )


Diyanet İşlerinde Sorun Daha Büyük

Yalnız iş Diyanet Teşkilatına geldiğinde sorun çok daha büyük; İstanbul Sözleşmesi, ”toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla….. (“kökünü kazımak”, hukuka yakışan bir ibare olmamasına rağmen aynen bu şekilde İstanbul Sözleşmesine giriyor) devletin yükümlülüğüdür, diyor.[35]

Dikkat buyurun, bizim gibi toplumlarda toplumsal eşitsizliklerin kaynağı denilen şey, genelde dini metinlerdir. Diğer kutsal kitaplarda olduğu gibi, Kur’an’ı Kerim’de de geçen Lut Kavmi, eşcinsel ilişkiler ve kadın erkek ilişkileri üzerine olan ayetler ile Arapçanın yapısından kaynaklı dişil ve eril (müzekker-müennes) kelimeli ayetlerin tamamı bu konunun kapsamına giriyor. 2011 yılında imzalamış olduğumuz İstanbul Sözleşmesi tam olarak yürürlüğe girerse ya Kur’an’ın ve diğer Kutsal ve dini içerikli kitapların (İncil, Tevrat, Talmud, Buhari, Tırmizi, Müslim, Mesnevi vs)  yok edilmesi ya da yeniden yazılması(!) gerekecek. Bu hali ile Kur’an’ın ve diğer Kutsal Kitapların okunmasının, okutulmasının, duyurulmasının, nesillerden nesillere aktarılmasının önüne geçmek devletin sorumluluğudur.  

Bu konuda Anayasa Mahkemesi ne başvurarak Sözleşmenin iptalini istemek de mümkün değil. Çünkü Anayasa’nın 90. Maddesi[36] “Uluslara arası sözleşmelerde Anayasa Mahkemesi kendini sorumsuz sayar ve Uluslar Arası Sözleşmeler uygulanır” derken, bu maddenin kaldırılmasının yolunu da tıkıyor. Geriye Kur’an ayetlerinin veya yorumlarının değiştirilmesinden başka bir seçenek kalmıyor. 

Bu nedenle olsa gerek ki; devletin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve LGBT ilişkilere yönelik devlet politikaları ile dini söylem arasında bir uyum sağlamaya yönelik Diyanet İşleri Bakanlığının yaptığı çalışmalara, 2005 yılında Kızılcahamam’da yapılan toplantıdan beri devam[37] ediliyor.[38]  Ancak Diyanet Teşkilatı açısından Kur’an’ın ve neredeyse tüm diğer dini metinlerin yasaklanmasını gerektirecek bir süreci savunmanın veya buna uygun bir dil geliştirmenin zorluğunun da aşikar olduğunu düşünüyorum. 

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği üzerine özel sektörün faaliyetleri çok daha yoğun: Ariel’in #ShareTheLoadDove’un #SpeakBeautifulUnilever’in #unstereotype ve Badger&Winters’ın #WomenNotObjects[39] gibi bir çok firma twitterla ortak düzenledikleri kampanyalarla reklam ve internet sektöründeki cinsel ayrımcılığı hatırlatan kelimelerle mücadele başlattılar. Arçelik’te whatsup gruplarında cinsiyeti çağrıştıran kelimeleri takip etme kararı aldı.[40] Büyük sermaye şirketlerinden [41] “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” konusunda sorumluluk almayan yok gibi. Çok büyük bir gayretle ve STK’larla beraber son 10 yılda yapılan çalışma sayısı binleri aşmış durumda.

Medya üzerinden (Aksini iddia eden birçok çalışma olmasına rağmen[42]) Çocukların fizyolojik cinsiyetlerine yönlendirilmesinin[43] çocukların ruhsal sağlığına zarar verdiği iddiasındaki çeşitli yayınlar[44] psikologlar eşliğinde topluma taşınmaya devam edilirken,[45] toplum “kız çocuğa kız, erkek çocuğa erkek” demenin cinsel dayatma olup, çocuğun ruhsal dengesini bozduğuna ikna edilmeye çalışılıyor.[46] 

2017 yılında Brezilya’da homofobiye karşı kurulan 16 takımlı LiGay-LGBTi+ (LiGay Nacional de Futebol) ilk sezonunu tamamladı. Henüz uluslar arası bir turnuva ya dönüşemese de bu yöndeki çalışmaların devam ediyormuş.

“Toplumsal Cinsiyet Ayrımcılığı”na neden olduğu için sosyal medya, tv ve yazılı basındaki kelimeleri dahi takip edip, bu kelimeler yerine cinsiyeti hatırlatmayan kelimeler öneriyorlar[47]. Rahatsız oldukları kelimelerden bazıları baba, ana, anne, dede, nene, ata, atasözü, namus, kız, birader, kadın. hanım, hanım efendi, bey, beyefendi, bayan, hatun, bacı, bey, beyler, adam, ağa ,er, efe, dayı, amca, teyze, hala, ağabey, oğlan, delikanlı, yiğit, babayiğit, cadı, aslan parçası, kral gibi[48] vs..

Trafik tabelalarındaki çöp adamların adam olmasını da cinsiyet ayrımcılığı olarak gündeme taşıyorlar[49], oyuncak üreten firmaların kız ve erkek çocuklara farklı oyuncaklar üreterek cinsiyet ayrımcılığı yaptığı iddiasını da.[50] Kız ve erkek çocuklara yönelik oyuncak üretimi baskılamak isteyenler Trans formatında üretilmiş oyuncakları Carrefour marketler zincirinin raflarına yerleştirdiler, bile.

Tuvaletleri, kadın ve erkek tuvaleti diye ayırmanın cinsiyet ayrımcılığı olduğunu iddia edip, kadın ve erkek beraberce tuvaleti kullanmanın özgürlük olduğunu da söylüyorlar.[51] Samsun’da bir hareket kamu binalarında tuvaletlerdeki bay/bayan ifadelerinin kaldırılması için kamuoyu çalışmasına başladı bile.[52] Belçika, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Almanya, İngiltere hatta Manchester United Futbol Kulübü ortak tuvalet uygulamasına geçenlerin arasına isimlerini yazdırdı. ( Bu uygulamanın kadınlara nasıl bir fayda getirdiğini anlayabilmiş değilim. Daha çok Kinsey’in bahsettiği eğlenceli(?) tecavüz için uygun ortam hazırlığı gibi geliyor bana.)


Ortak tuvalet uygulamacılarından olan İsveç’te erkeğe “han” kadına “hon” denilmesinin cinsiyet eşitliğine aykırı olduğunu fark edenler her iki cinse hitap eden “hen” zamirini ürettiler ve kullanmaya başladılar. Buna Nötr cinsiyet hareketi diyorlar. Bu hareket tuttu ve ilk cinsiyetsiz ya da nötr cinsiyetli pasaport Hollanda’da verildi.

TV’ler ve sosyal medya da “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” konusuna hassasiyetle(!) yaklaşıyor: Öyle ki, birçok çizgi filimde karakterlerin cinsiyetlerini birbirlerinden ayırt etmek oldukça zor. Erkeksi duruşa kız kafası, kız kaşlarına erkek saçı, kız kirpiklerine erkek elleri çizerek cinsel karakterleri birbirlerinden ayırt edilemez kılıyorlar. 

Ancak çocuklar erkek veya kız gibi çizilirse eşitsizlik ve yönlendirme olduğunu söyleyip karşı çıkanların, karakterler “cinsiyetsiz” çizildiğinde LGBT formlara yönlendirme olduğunu fark edememelerinin bir gaflet olduğunu düşünmüyorum. 
Diğer taraftan bir kadın hastaneye başvurup, “doğum için kadın hekim istediğinde” veya “muayene esnasında erkek hekim yardımcısı olmasın” dediğinde, bu devletin “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” politikalarına ters oluyor[53] iken aynı devlet ekonomide kadın istihdamını artıracağını[54]söyleyerek[55] cinsiyetçi bir politika uygulayabiliyor. Yani vatandaş kadın bile olsa muhatabının cinsiyetini fark ederse eşitlik bozuluyor ama egemen, işçisinin cinsiyetini fark ederse bozulmuyor.   

Sorunun bir başka yönü ise, “Cinsel Yönelim” ve “Toplumsal Cinsiyet” gibi kavramların muğlaklığının getirdiği sınırların belirsizliği.

Mesela “Cinsel Yönelim” ibaresi LGBT’lileri (Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Trans) kapsarken Ensest[56](aile içi), Pedofili (çocuklarla seks), Zoofili (hayvanlarla seks), Nekrofili (ölülerle seks),  porno veya seks bağımlısı gibi farklı “eğilimleri” kapsıyor mu, belli değil. Kapsıyorsa düzenlemelerde neden onlar dikkate alınmıyor, kapsamıyorsa “neden kapsamıyor, eksiklikleri nedir” o da belli değil.  (LGBT ilişkileri destekleyenlerin de bu konudaki tartışmaları kendi içlerinde devam etmektedir. Mesela LGBT’nin sonuna eklenen Q: Querr ifadesini tanımlarken Annamarie Jagose’in Querr Teori kitabına yazdığı önsözde  Gökçen Ezber,  “queer kromozomal cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve cinsel arzu arasındaki sözde değişmez ancak tutarsızlıklarla örülmüş ilişkileri çarpıcı şekillerde ortaya koyan ifadelerle… cinsellik, toplumsal cinsiyet ve cinsel arzu arasındaki uyuşmazlıkları tanımlamaya çalışıyor..” denilir.)

Daha farklı eğilimliler, “uygulamalar, ölülere, hayvanlara,  amcasına veya kendi kızına eğilimi olanları da dikkate almalı” dediklerinde “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” nasıl sağlanacak, o da belli değil. Kimin “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”nin korumasına gireceğinin tamamen feminist örgütlerin keyfiyeti ile belirlenmesini adil bir uygulama olarak değerlendirmek mümkün değil kanaatindeyiz. 

Ya da insanın kendi hem cinsine olan “eğilimi” ile hırsızlığa (kleptomani), sadizme veya psikopatlığa olan “eğilim”leri arasındaki farkı belirleyen nedir, bu da belli değil. Bunlar karşı konulmaz hastalıklar, genetik zorlamalar, bilinçaltı eğilimler veya kişisel özgürlükler ise öldürmenin, çalmanın suç olmasını nasıl açıklayacağımızı da bilmiyoruz. 

Tanrının ya da tabiatın değerlerini kabul etmediğimizde neyin meşru, neyin hastalık, neyin sapma olduğuna dair toplumsal uzlaşılar da kalmıyor. Bu durumda iyiyi kötüyü kim belirleyecek?

Elbette medya. Yani Kapitalist Sermaye.

İyinin kötünün belirleyicisi olan Tanrının, koltuğuna uzun süre önce devletler oturmuşlardı. Bir müddettir o koltukta sermaye(medya) oturuyor ve bir taraftan toplumun kendi değerleri ile nesillerine terbiye vermesini engelleyip, projelerinin önündeki engelleri ve alternatifleri ortadan kaldırırken, diğer taraftan da medyayı kullanarak toplumlara yeni ilişki formları dayatıyor.

[1] Jack Goody, Batıdaki Doğu

[2] Aynı eser.

[3] Aynı eser.

[4] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/escinseller-cocuk-sahibi-olmasin-mi-13877082

[5] http://bianet.org/bianet/bianet/120415-lgbtt-orgutleri-bakan-kavafi-onur-haftasina-davet-ett

[6]
Sen fernando vadisi’nde dünya porno pazarının kurulmasına ve bunların basın ve sinema yoluyla toplumlara yayılmasına da öncülük etmiş rockefeller vakfı, kendisinin “sexuel behavior in the human male” ve “sexuel behavior in the human female” gibi insanlık üzerinde cinsî cihetten tahribat yaratmaya yönelik çalışmalarını finanse etmiş; dr. kinsey, 1941’den itibaren rockefeller tarafından fonlanmış, 1954’ten sonra 75.000 ve 240.000 arasında değişen çeklerle toplam 1.750.000 dolar almış.
Şöhrete kavuştuktan sonra kendisinin ve karısının başrolde oynadığı porno filimler çekmesi nedeni ile gözden düşmüş bir bilim adamı.

[7] Kinsey’in araştırmaları ve bu araştırmanın Amerikan Devleti ve toplumu üzerine geniş bir yazı:
http://islamianaliz.com/yazi/cinsel-istismar-ve-hukukun-manipulasyonu-amerika-3581#sthash.WP6rKvCC.dpbs

[8] http://www.cocukaile.net/cinsel-istismarin-tarihi/

[9] https://www.youtube.com/watch?v=dJ3TL17hna0

[10] https://www.lifesitenews.com/news/alfred-kinsey-was-a-pervert-and-a-sex-criminal?br=ro&

[11] https://stopthekinseyinstitute.org/more/a-child-victim/

[12] Alfred Kinsey ve araştımrları üzerine bir inceleme: Kinsey : Seks ve Sahtekarlık Prof. William Sİmon

[13] https://www.lc.org/mat-staver

[14] http://kaosgl.org/sayfa.php?id=15401

[15] http://repository.essex.ac.uk/18654/1/13114.pdf

[16] İstanbul Sözleşmesi 3/c ; ’toplumsal cinsiyet’’ belli bir toplumun kadınlar ve erkekler için uygun gördüğü sosyal olarak inşa edilen roller, davranışlar, etkinlikler ve yaklaşımlar anlamına gelir.

[17] İstanbul Sözleşmesi 12-5.

[18] İstanbul Sözleşmesi 14. Eğitim Maddesi: Taraflar, gerektiğinde, öğrencilerin gelişen kapasitesine uygun olarak, kadın erkek eşitliği, kalıplaşmamış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde şiddet içermeyen çatışma çözümleri, kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişisel bütünlük hakkı gibi konulara ilişkin öğretim materyallerine resmi müfredata ve eğitimin her seviyesine eklenmesi için gerekli adımları atar.

[19]  http://ogm.meb.gov.tr/www/egitimde-toplumsal-cinsiyet-esitliginin-gelistirilmesi-etcep-projesi-uluslararasi-kapanis-konferansi-1-eylul-2016-tarihinde-basladi/icerik/480

[20] Toplumsal Cinsiyet: Toplumsal cinsiyet ise; toplumun verdiği roller, görev ve sorumluluklar, toplumun bireyi nasıl gördüğü, algıladığı ve beklentileri ile ilgili bir kavramdır.”
Cinsiyet: http://aileakademisi.org/arastirma/arastirma-toplumsal-cinsiyet-esitligine-dayali-politika-uygulayan-uelkelerde-kadin-ve-aile

[21] http://etcep.meb.gov.tr/

[22] https://www.koc.com.tr/tr-tr/koc-gundem/Documents/iletisimde-tce-kilavuzu.pdf
https://www.researchgate.net/publication/325119698_Okul_Oncesi_Donem_Cocuklarina_Hazirlanan_Resimli_Oyku_Kitaplarindaki_Toplumsal_Cinsiyet_Rollerinin_Incelenmesi

[23] http://etcep.meb.gov.tr/otcetanin-hazirlanmasi-ve-uygulama-kapasitesinin-gelistirilmesi-detayi-14408564241719

[24] http://etcep.meb.gov.tr/application/assets/admin/uploads/userfiles/files/otceta_kilavuz.pdf

[25]http://etcep.meb.gov.tr/application/assets/admin/uploads/userfiles/files/otceta_el_kitabi_turkce.pdf

[26]http://ogmprojeler.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_07/05104002_Okul_Temelli_Toplumsal_Cinsiyet_EYitliYi_Kampanya_KYlavuzu.pdf

[27] https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/komisyon_tutanaklari.goruntule?pTutanakId=2075

[28] http://ogm.meb.gov.tr/www/egitimde-toplumsal-cinsiyet-esitligi-etkinlik-degerlendirme-calistayi-gerceklestirildi/icerik/588

[29] http://esitizberaberiz.org/wp-content/uploads/2018/08/%C3%87al%C4%B1%C5%9Fma-Ya%C5%9Fam%C4%B1nda-Toplumsal-Cinsiyet-E%C5%9Fitli%C4%9Fi-E%C4%9Fitim-Rehberi.pdf

[30] http://cinselsiddetlemucadele.org/wp-content/uploads/2017/09/ne-var-ne-yok-uygulama-kitap.pdf

[31] Aile ve Soayal Politikalar Bakanlığı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı ANKA Katılımcı Klavuz Kitabı
https://cocukhizmetleri.aile.gov.tr/haberler/anka-cocuk-destek-programi-bireysel-danismanlik-ve-aile-ile-calisma-egitici-egitimi

[32] Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Üniversite Çalıştayı Sonuç Raporu ile ilgili YÖK Genel Kurulunda Alınan Karar (29.05.2015)

[33] http://www.yok.gov.tr/documents/10279/22712333/YOK_Tutum_belgesi.pdf/

[34] https://www.mepanews.com/modern-dunyanin-cinsiyetsizlik-dayatmasi-hedefte-cocuklar-var-9573h.htm

[35] “Taraf devletler kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal
olarak klişeleşmiş rollerine dayalı önyargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak önlemleri alacaklardır” (İstanbul Sözleşmesi VII. madde 1-1 Bend) (Vurgu bana ait-AHÇ)

[36] https://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa_2018.pdf
D. Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma MADDE 90- Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır. Ekonomik, ticarî veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan antlaşmalar, Devlet Maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu antlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur. Milletlerarası bir antlaşmaya dayanan uygulama antlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticarî, teknik veya idarî antlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluluğu yoktur; ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik, ticarî veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren antlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz. Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü antlaşmaların yapılmasında birinci fıkra hükmü uygulanır. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne 18 göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.

[37] http://t24.com.tr/haber/diyanetten-talimat-cinsel-yonelime-duyarli-olun,699065

[38]http://www2.diyanet.gov.tr/DinHizmetleriGenelMudurlugu/KadnveAileyeYonelikCalsmalar/KadinVeA%C4%B1leyeYonel%C4%B1kCalismalar.pdf

[39] https://bigumigu.com/haber/cinsiyetcilikle-mucadele-eden-isler-bigumigu-da-2016/

[40] https://www.marketingturkiye.com.tr/haberler/cinsiyetci-kaliplari-yok-eden-sozluk-esit-sozluk/

[41] https://sugender.sabanciuniv.edu/tr/gelecek-etkinlikler/stklar-i%C3%A7in-toplumsal-cinsiyet-e%C5%9Fitli%C4%9Fi-sertifika-program%C4%B1

http://tce.koc.com.tr/

http://medyamerkezi.vodafone.com.tr/basin-bultenleri/once-kadin-diyen-vodafone-dan-sosyal-medyada-anlamli-kampanya

https://www.eczacibasi.com.tr/tr/basin-odasi/haberler/eczacibasi-topluluguna-toplumsal-cinsiyet-esitligi-odulu

[42] https://pedagojidernegi.com/cocuk-ve-cinsel-kimlik-gelisimi/

[43] http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt8/sayi39_pdf/5egitim/incikuzu_cigdem.pdf

[44] https://dunyalilar.org/cinsiyetsiz-egitim.html/

[45]  http://www.hurriyetaile.com/yazarlar/sinem-olcay-kademoglu/cocugunuzu-kategorize-etmeyin_6319.html

[46] http://dergipark.gov.tr/download/article-file/324725

[47] http://t24.com.tr/video/34esit-sozluk-dilimizi-esitliyor34,12715

https://onedio.com/haber/cinsiyetci-ifadelerden-kacinmak-icin-529604

https://www.google.com.tr/search?q=sosyal+medyada+kelimelerde+toplumsal+cinsiyet&ei=igKpW4fCOPyBi-gPnLuC0Ac&start=10&sa=N&biw=1280&bih=892

https://www.koc.com.tr/tr-tr/koc-gundem/Documents/iletisimde-tce-kilavuzu.pdf

http://m.bianet.org/kadin/toplum/122646-cinsiyetci-dile-karsi-medya-izleyici-el-ele-projesi-sona-erdi

[48] http://acikerisim.istanbul.edu.tr/bitstream/handle/123456789/26457/41950.pdf?sequence=1&isAllowed=y

[49] https://medium.com/t%C3%BCrkiye/trafik-i%C5%9Faret%C3%A7ileri-seksist-mi-aadf383d5a3a

[50] http://uzuncorap.com/2014/02/04/gecmisten-bugune-cinsiyet-ayrimi-vurgusu-yapan-oyuncaklar/

http://www.gazeteturk.org/oyuncagin-cinsiyeti-olmaz-110h.htm

[51] https://www.mynet.com/odtude-cinsiyetsiz-tuvalet-donemi-basladi-110103105988

[52] https://www.mavitac.com/terapioku-274-cinsiyetci_dil_ve_ifadelere_dikkat_cekme.html

[53] Sağlık bakanlığı şikayet hatt 184’den alınmış cevaptır.

[54] https://www.tbmm.gov.tr/komisyon/kefe/docs/komisyon_raporu_2014_1.pdf

[55] Bundan sonraki süreçte LGBT’liler için kamuda işçi olma hususunda  “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”nin sağlanması için LGBT personel istihdamı içinde çalışmalara başlanması açılacak ilk davayı beklemektedir.

[56] http://www.radikal.com.tr/radikalist/abdde-bu-sefer-de-ensest-evlilik-tartismasi-basladi-1394123/


18 Kasım 2018 Pazar

Savaş bitti, imtihan devam ediyor

Uhud savaşı da dünyanın gelip geçici olaylarından biriydi. Başa geldi, yaşandı ve arkasında çağlara ibret olacak dersler bırakarak tarihteki yerini aldı.

Bu yılın Ocak ayında okumaya başladığımız Uhud harbi ile ilgili âyetlerin de geçtiğimiz haftalar içinde sonuna geldik. Fakat Kelâm-ı Ezelînin âyetleri hiç tükenmeyen hazinelerinden bize ibretler dağıtmaya devam ediyor. Bu hazinelerden geçen haftaki başlıca nasibimiz ise, hayatın değişmeyen gerçeği “imtihan” ile ilgili uyarılardı.

UTESAV organizasyonuyla MÜSİAD Genel Merkezinde devam etmekte olan Kur’an Buluşmalarının 210. bölümünde Âl-i İmrân sûresinin 186. âyetini okuduk.

Âyet-i kerime, imtihanımızın önemli bir bölümünü, “Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve Allah’a ortak koşanlardan pek çok incitici şeyler işiteceksiniz” şeklinde bize hatırlatıyordu.

Bu ifadelerde Yahudi ve Hıristiyanların açıkça tarif edilmesi, bize müsteşrikleri, misyonerleri, siyonistleri başta olmak üzere Batı dünyasını hemen hatırlatıyordu. Bu arada, Allah’a ortak koşanlar tanımının içine de Batının bilim dünyası başta olmak üzere her türlü inançsızlık akımları giriyordu.

Bütün bunlar, hayatımız boyunca bizim imtihanımızın bir parçası olacaktı. Onlar sürekli bir şekilde bizi taciz etmeye ve dinimizden pişman etmeye çalışacaklardı. İstedikleri şey, kendi dinlerini nasıl rezil ettilerse bizim de kendi dinimize aynı şeyi yapmamızdan ve tam anlamıyla onlara benzememizden başka birşey değildi. Ve bunu Kur’ân-ı Kerim “Onların dinlerine uymadıkça ne Yahudiler senden hoşnut olur, ne de Hıristiyanlar” meâlindeki Bakara sûresinin 120. âyetiyle bize hatırlatıyordu.

Bununla birlikte, onlar her ne kadar bize eziyet vermek için ellerinden geleni yapsalar da, iki şarta riayet ettiğimiz takdirde hiçbir zararlarının dokunmayacağını da Kur’ân bize açıkça bildiriyordu. Bu iki şart ise “sabır” ve “takvâ” şartı idi.

Bu şartları âyet ve hadisler ışığında incelerken, günümüzün siyaset ve medya, özellikle sosyal medya alanında cereyan eden lâf savaşlarını hatırladık. Ve bir Müslümana yaraşan şeyin böyle dalaşmalardan uzak bir şekilde, sabır ve sebat ile, dâvâsına sahip çıkmaktan ibaret olduğunu gördük.

Okumakta olduğumuz âyet-i kerime, bunun kolay bir iş olmadığını, ancak “uğrunda azmedilmeye değer işlerden olduğunu” bize bildiriyordu.

Kur’an Buluşmalarının 210. bölümüne ait tam video kaydını aşağıdaki bağlantıdan izleyebilirsiniz:

Kur’an Buluşmaları, Cumartesi sabahları 7:00’de kılınan sabah namazı ile onu takip eden ve simit-peynir-çaydan meydana gelen bir kahvaltı ikramıyla başlıyor ve 7:30-9:00 arasında sunumlu olarak cereyan ediyor.

Kur’an Buluşmalarında hanımlar için de yer ayrılmış bulunuyor.

Ailesiz toplum 2 - İnsansız bir gelecek

AHMET H. ÇAKICI

https://ahmethakancakici.blogspot.com/

İkinci Bölüm

Peki ne olacak bu kadar işsiz (atık) insan?

Muhtemeldir ki, kitleler bu soruya cevap bulması için iki mercie dönüp bakacaklar: Birincisi devletler.

 A)       Devletler

Karl Marx’tan alıntılayacağım bir kaç kelimeyi buraya taşımak istiyorum.[1]

1700’lerden önce devletler meşruiyetlerini Tanrı’dan alıyorlardı. Kitleler Tanrı’nın halifesi, gölgesi, kulu, temsilcisi olan devlet başkanına ya da Papa’nın kutsadığı krala, Tanrı rızası çerçevesinde itaat ediyor, onun hizmetinde çalışıyor ya da savaşıyorlardı.

Aydınlanma Hareketi, Tanrı’yı öldürünce insanları devlet için ölmeye, çalışmaya, fedakarlıkta bulunmaya ikna edebilmenin başka yollarını aradı. Ve “Yüce Millet” miti çerçevesinde “devlet” Tanrı’nın koltuğuna oturtuldu.  Bayrak, vatan, millet, milli marş vs gibi yeni kutsallar üretilerek yeni ibadet biçimleri (törenler) geliştirildi. Devlet rızası ile Tanrı’nın rızası örtüştürüldü. Ancak bu kavramlar çerçevesinde ikna edilebilenler hemen her toplumda %5-15 gibi oranlarda kaldı. Bu sorunu çözemeyen Modern Ulus Devletler,  toplumlarını para ile kiralayarak itaati satın alma yoluna gittiler ve sadakatleri karşılığında toplumu ücretlendirmeye başladılar. (Toprak hacmi Türkiye’nin 4-5 katı büyüklüğündeki Osmanlı Devletinin memur sayısı Prof. Kemal Karpat’ın verdiği bilgiye göre 28.000 civarında, 2017 yılında Türkiye Cumhuriyetinin MİT hariç memur sayısı 3 milyon 341 bin 358 iken; emekli, dul, yetim, malullük ve ölüm aylığı alanların toplamı ise 12 milyon 324 bin 186 kişiyi buldu. 2018 Ağustos verisi.)[2]

Ancak devletlerin her ay bu kadar büyük bir kitleye maaş ödeyebilecek kaynakları (5-6 sömürgeci ülke hariç) yoktu [hala yok]. Bunun için sermayeye gittiler ve her ay maaşları ödemek için borç istediler. Büyük tefeciler de onlara kendi şartlarını kabul etmeleri [yani ülkenin kaynaklarını onlara açmaları] halinde bu parayı temin etmeyi kabul ettiler. Karl Marx daha 1800’lerde “bunu kabul ettiklerinden beri iktidarlar, zenginlerin idare kurulundan başka bir şey değiller… onlar çoktan sermayenin tarafına geçtiler… kitlelerin iktidar diye gördükleri birer gölgeden ibaret… İktidarlar meşruiyetlerini bu ilişkiyi gizleyebilmekten alırlar” diyordu.

Dikkat ederseniz büyük tefeciler ne zaman borç vermeyi (memur, emekli maaşlarını ödemeyi) reddederlerse ya da geciktirirlerse gelişmekte olan ülkeler krizlere girerler. Sonuçta sermayenin istediği olur ve kriz aşılır.

Bunun anlamı şu; modern ulus devletlerin bu sorunu çözebilme ihtimalleri oldukça zayıf. Bu sorunu çözebilmek için geliştirecekleri her türlü çözüm önerisi, kitlelerin gelir seviyesinde düşüş anlamına geleceğinden “kitlelerin alıştırılmış oldukları konfor seviyesi” tarafından dirençle karşılanacaktır. İsmet Özel’den bir alıntı yapmak istiyorum: “Türk, konfor ve rahatının bozulmaması karşılığında her şeyini feda etmeye ikna edildi.” Ne yazık ki, bu sözün sadece Türk toplumu için değil, Modernleşme tuzağına çekilmiş tüm topluluklar için doğru olduğunu düşünüyorum.

Üstelik büyük sermayelerin ulaşamadıkları, kontrolünü ele geçiremedikleri kaynak neredeyse kalmadı gibi. Yani Sermayenin sadece fakirlere olan ihtiyaçlarının değil yerel iktidarlara olan ihtiyaçlarının da sonuna geldik.

Modern ulus devletler toplumlarının sadakatini tüm toplumu maaşa bağlayarak sağlamaya çalışırlar, demiştik: Ya eğer devlet para basamazsa ne olur?

Elbette ki memurlar ve askerler sadakatlerini maaşlarını verene (konforlarını sağlayana) yönlendirirler.[3]  İşte “digital para” denen yeni maaş ödeme yöntemi ulus devletlerin elinden para basma/ maaş verme yeteneğini almanın hazırlığı olarak düşünülebilir. Bazı büyük şirketler, devletleri aradan çıkararak digital para ile maaş ödemeye başladı bile.[4]

Öngörümüz odur ki, büyük sermaye; kitlelerin içine düşeceği büyük sarsıntılardan doğacak öfke ve nefreti  devletlerin üzerine yönlendirerek, kendi kitlelerinin elleriyle devletleri tasfiye edecek.

Bu demektir ki, ulus devletlerin yakın zamanda daha da büyük sorunları olacak. Kendilerini kurtarma derdi fakirlere derman olma derdinden daha büyük bir dert olarak onların önünde duruyor.

Bize göre, “İşsizlere ne olacak?” sorusuna cevap verecek ikinci ve gerçek muhatap Sermaye:

B)       Sermaye

Geçmişte sermaye ve iktidarın, hizmetlerini görecek emeğe/köleye/işçiye ve servetini ya da çıkarını korumak için savaşacak askere ihtiyacı vardı. Fakirler, güçlülere bu hizmetleri vererek onların sermayesinden pay talep ederlerdi. Zengin ve fakir arasındaki bu karşılıklı bağımlılık (Interdependence) ilişki kırılmak üzere: Artık iktidarların ve sermayenin savaştıracak korkusuz robotları ve 7 gün 24 saat hiç yorulmayacak makineleri var. Üstelik ücret de istemiyorlar, itiraz etmiyorlar, gönülsüz olmuyorlar, sendikalaşmıyorlar, çocukları ateşlenmiyor, tatile çıkmıyorlar.

Robotların işsiz bırakamayacağı kesimler için de müjdeli haberler vermek zor. Zira işsizlik miktarları arttıkça, arz yükselip robot giremeyen alanlara yüklenme olacağı ve işçiler arası rekabet de artacağı için doğal olarak iş bulabilenlerin de ücretleri aşağıya gelecek ve onların da hayat koşulları zorlaşacak diye öngörmek zor değil.

Şehirlerde biriktirilmiş yığınlar işsiz kaldıklarında ve devletler onları artık besleyemediklerinde ne yapacaklar?

Birbirleri ile korkunç bir varlık/yokluk ya da yiyecek savaşına mı girecekler? Bu noktada Alain Touraine’nin sorusu hiç de boş bir soru değil: “Medeniyette ulaştığımız zirve hayvanlığa (neandertal döneme) geri dönmekten mi ibaret?”[5]

Devasa şehirlere yığılmış devasa kitleleri (atık insanları), devasa servetler biriktirmiş olan sermayenin desteklemesi gerekir: “Çünkü o servetleri o fakirlerin hizmetleri ile biriktirdiler” şeklindeki çağrıların bir karşılığı olduğunu düşünmüyorum.

Sermaye, gereksizlere /ıskartalara destek olur mu?

Alain Touraine, “Tanrı olmayınca (Cennet, Cehennem) devasa servetler biriktirmiş olan kapitalistleri, işçilerine ertesi gün işinin başına dönebilmesi için ihtiyacı olan rakamın bir kuruş fazlasını vermeye ikna edemiyoruz.”[6] diyerek şikayet ediyordu.

Tanrı, tam da bu işi yapıyordu. Kutsal kitaplarından tehdit ediyordu güçlü ve zenginleri: “Zenginlerin mallarında fakirlerin hakkı vardır.[7] Eğer onu vermez ve onlara zulmederlerse Cehennem ateşini yükseltiriz” diyordu.

Aydınlanma Hareketi “fakirleri, güçsüzleri, yetimleri, garipleri koruyan Tanrı’yı” yok etti. Tanrı’nın olmadığı yerde hiç bir fakir, zenginlere dönüp “sizin yığdıklarınızda bizim hakkımız var” diyemez. Çünkü “kanuni” olarak buna hakları yoktur. Ve kanunları 300 yıldır sermaye yapıyor.

Sermayenin fakirleri desteklemesi önerisine Wendy Brown, Regan’dan alıntılayarak bir cevap veriyor: “Başka milletlerin kendi kaderlerini tayin etmelerine izin vermeliyiz[8], kibarca “kimseye yardım edeceğimiz yok, herkes başının çaresine baksın” diyor. Zaten  Wendy Brown da “servet biriktirme ve serveti paylaşmama hakkının, İnsan Hakkı” olduğunu bu konuda birilerini zorlamanın AHLAKSIZLIK olacağını da aynı kitapta söylüyor.[9] Dikkat edilirse geleneksel ahlak kavramı alt üst edilip yeniden tanımlanıyor ve bir değer olan “başkalarının açlığına sebep olan malı yığmayın” çağrısı, ahlaksızlığa dönüşüyor.

Ancak Hayvan Haklarının Siyasi Kuramı, ZOOpolis isimli kitapta çok daha açık ifadeler var: “İnsanların hayvanlar üzerindeki hayırserver despotluğu, onların ihtiyaçlarını karşılaması fikri, ahlaki açıdan iğrençtir: Türlerin egemenliği, tıpkı milletlerin egemenliği gibi, ahlaki öneme sahiptir. Bir canlı için gelişmek demek, bir ölçüde de önemli meseleleri kendi başına, hayırsever de olsa insan müdahalesi olmadan halledebilmesidir.[10] Dikkat edilirse ihtiyaç sahiplerine yardım etmek “hayırsever despotluk” diye tanımlanırken; bunu teklif etmek İĞRENÇLİK, bunu talep etmek ilkellik, gelişmemişlik oluyor. (Konunun Hayvan Hakları ile ilintisine ise ileride değinmeye çalışacağız.)

Üstelik Prof. Harari de diyor ki, “Zenginlik içinde şımarmış toplumları memnun edemezsiniz. Onlara daha çok yemek daha çok konfor vererek sadece intihar oranlarını yükseltirsiniz.[11] Yani zenginlerin fakirleri desteklemesi, fakirlere zarar vermektir. Açlıktan ölmeye ya da birbirlerini öldürmeye terk edilmeleri onlar için daha iyidir.

Hülasası şu; sermayenin fakirlere destek olmasını istemek iğrençliktir, ahlaksızlıktır. Böyle bir şey mümkün değil. (Muhtemelen bahsettikleri sarsılma yoğun hissedilip, kargaşaya döndükçe “zenginlerin fakirlere yardım etmesini talep etmek” suç olarak da tanımlanacaktır.)

Sermayenin, şehirlere yığılmış işsiz kitleler için yardım etmek yerine başka teklifleri var: İşsizlerin/atık insanların 8 milyarı bulan nüfuslarını 300-500 milyonlara indirmek. (Sayın Rockefeller’in, ışıklar içinde yatmaya gitmeden kısa bir süre önce verdiği röportajda “sistemin işlemesi için 300-500 milyon insana ihtiyacımız var. Gerisi fazlalık.” kelimesinden hareketle veriyorum rakamı.)

Diyorlar ki, şehirlere yığılmış 8 milyarı bulan kalabalıkları eğer ürememeye ya da üremeyle sonuçlanmayacak ilişkilere razı edebilirsek bir kaç nesil içinde sorun çözülür. Biz de onlara büyük acılar çektirmek zorunda kalmayız.

Bu nasıl olacak?

Soykütük Teorisi ve toplumsal baş dönmesi ile.

2- Soykütük ve Baş Dönmesi:

Ne diyordu Wendy Brown, “Soykütüğün yaratmayı hedeflediği baş dönmesi ile” yok etmeden sekteye uğratmak ve başka bir hikayeye dönüşme olanağı” sunmak gerekiyor. “Alternatif hikayelere” girmeden önce burada geçen Soykütük ve baş dönmesi kelimelerinin açılmasına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

-Nietzsche ve Soykütük :

SOYKÜTÜK, Nietzsche’nin  meşhur teorisi. (Nietzsche, Hitler Almanya’sının teorisyeni, “üst insan” ve “ari ırk” fikrinin de babasıdır.)

Wendy Brown’dan hareketle Soykütük Teorisinden anladığım  şu:[12]

Evrime göre, insan maymunluktan iki ayak üstünde durmaya başladığı Neandertal döneme geçtiğinde ne Tanrı’yı biliyordu, ne ahlakı, ne edebi, ne paylaşmayı, ne haramı, ne helali, ne nikahı ne de diğer erdemleri. Tarih içinde ihtiyaç duydukça siyaseten keşifler yaptı ve bunları üretti. Ürettiklerinden en büyük ve tehlikeli olanı Tanrı’ydı.  Tanrı ve diğer değerler (ahlak, namus, şeref, merhamet, doğruluk, paylaşım, aile vs) SANIdır, uydurmadır, uydurulmuşlardır. Bu sanılar “kazancınızı fakirlerle paylaşın” diyerek sermayenin birikmemesine, “doğruluk dürüstlük” diyerek kişisel gelişimin engellenmesine, “ahlak, namus, şeref” diyerek pazarların gelişmemesine, “ibadet” diyerek zaman israfına, “zulüm etmeyin, öldürmeyin” diyerek milyonlarca miskinin korunmasına sebep oluyordu.  Yani Tanrı insanın paçalarından tutup onun ilerlemesini, GÜÇ elde etmesini engelleyen bir SANIydı. İnsanın ilerlemesi ve yeryüzüne hakim olmasını sağlayan aç gözlülüğü, hırsı,  tamahkarlığı, tecavüzkar oluşu, sınır tanımaz hadsizliği, bencilliği, zalimliğiydi. Modern keşiflerin ve büyük sanayileri kuran sermayenin temeli korsanlık, sömürü, hırsızlık, gasp, talan ve yağma ile biriken servetlerdi. Bunlar Tanrı’nın tavsiyelerini dinleyerek yapılamazdı.

Biz Tanrı’ya karşı sorumluluklarımızı reddederek 200 yıldır dünyanın efendisi olduk. Ancak bu efendilik uzun süre gitmeyecek. Çünkü Tanrı’yı reddetmek bizi amaç boşluğuna düşürdü. Bu nihilizmdi. Kişinin, “yaşamın anlamsız” olduğunu düşündüğü ilk Nihilizm döneminin ardından Nihilizmin yıkıcı dönemi gelecek; o dönem de “karşıdakinin yaşamasının anlamsızlığı”  dönemi olacak ve bu korkunç bir boğuşma ile neticelenecek (Nietzsche’ciler bu dönemin 2. Dünya savaşı döneminde gerçekleştiğini düşünüyor.) Bu aşamadan sonra, hala dünyanın patronu olmak için Tanrı’yı ve O’na karşı sorumluluklarımızı reddetmek yetmeyecek: Bundan sonra Tanrı’dan geriye kalan hayaleti/hortlağı (yani Ahlakı-AHÇ) da yok etmeliyiz. Vurmamız gereken hedef,  Ahlaktır.

Soykütüğümüze dönmeli, klavuzluğumuzu neanderthal insana yaptırmalıyız. Ne zaman şüpheye düşsek ona dönüp bakmalıyız. Onda olmayana düşman olmalıyız.”

Yani Wendy Brown’ın Soykütüğün baş dönmesi dediği şey;  insanlığın tarih boyunca biriktirdiği değerlerin reddedileceği, erdem ve ahlak diye bildiklerimizin ahlaksızlık, ahlaksızlık diye bildiğimiz her şeyin erdem olarak tanımlanacağı bir kaos dönemi. Tam da bu tanıma uygun olarak “fakirlere yardım edin” çağrısı ahlaksızlık olarak tanımlıyor ve “birinin fakirlere yardım etmesi onun insani olarak gelişmemiş bir varlık olduğuna delildir çünkü o sahip olma duygusundan yoksundur”[13], iddiasını dillendiriyordu Wendy Brown.

Sayın Harari’de, “Tanrı olmak istemek değil, Tanrı olmak istememektir ahlaksızlık” diyordu Homo Deus’ta.

Uygulama pratiğini görmek açısından ahlakın alt üst edilmesi ile ilgili iki örnek vermek istiyorum:

  • Türkiye’de cari kanunlara göre 18 yaşının altındaki bir kadınla evlenince tecavüz oluyor ve tecavüzcü koğuşunda 7 yıla kadar yatılabiliyor. Evlenilen 16 yaşının altında ise tecavüz suçundan hüküm 50 yıla kadar cezaya dönüşebiliyor. Ancak eğer kızla nikah kıyılmamışsa bu “kişisel özgürlük” alanına giriyor suç olmaktan çıkıyor. Zina özgürlük/ahlak, evlilik ise suç/ahlaksızlık kapsamına alınmış durumda. Böylece helal olan yasak, haram olan özgürlük diye tanımlanmış oldu. (Neandertal de nikah yoktu, nikah sonradan keşfedildi.)
  •       TCK 102.  madde ile evlilik içi tecavüz diye bir suç tanımlandı.[14] “Erkeğin karısıyla rızası dışında ilişkiye girmesi” olarak tanımlanan bu suçun cezası 2 yıldan 7 yıla kadar çıkabiliyor.[15]Hatta kadının ruh sağlığı bozulduğuna dair bir kanaat oluşmuşsa iş ömür boyu cezaya kadar gidebiliyor.  “Tecavüz mü yoksa gönüllü birliktelik mi” olduğuna hukukun en temel ilkesi olan “suç, ispat edilene kadar masumiyet karinesi” iptal edilip sadece kadının beyanı ile karar veriliyor.[16] (Bu kanunun feminist hareket için önemli bir kazanım olduğunu feminist hareketler de kabul ediyor.)[17]
    Diğer taraftan son yüzyılda Freud’dan sonra dünyayı en çok etkileyen adam, 20. Yüzyılın ahlakını değiştiren adam[18], cinselliği tabu olmaktan çıkaran bir dahi[19]  gibi sıfatlarla anılan ve “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” fikrinin babası olan  Alfred Kinsey (Alfred Kinsey’e tekrar döneceğiz), Human Female eserinde nüktedan bir şekilde “tecavüzle iyi vakit geçirmek arasındaki fark, kız sonunda eve döndüğünde ebeveynlerinin uyanık olup olmamasına bağlıdır[20] der. Kinsey’in tecavüzün “bir seks oyunundan ibaret[21] olduğuna ve “kolayca unutulabilecek bir şey olduğu”na dair fikirlerinin devamcıları olan Amerika, İngiltere ve İskandinav ülkelerindeki feminist hareketler, tecavüz rakamlarının çok yükselmesi ile  “tecavüzün” suç olmaktan çıkarılıp “nezaketsiz” davranış olarak tanımlanması için gündem oluşturmaya çalışıyorlar.[22] Diyorlar ki;”Tecavüze ağır cezalar istenmesinin nedeni ataerkil kültürden kaynaklanıyor. Öyle büyütülecek bir suç değil.”  Bu arada Türkiye’de de “tecavüz” tabirinin “cinsel istismara” dönüştürülmesinin de bu suça karşı tepkinin yumuşatılması olarak düşünülebileceği kanaatindeyim.


Dikkat ederseniz bir taraftan; kadınla zorla ilişkide kocaların cezalandırılması talep edilirken, diğer taraftan; evlenmeden tek seferlik tecavüz suç olarak tanımlanmamalıdır, diye kamuoyu hazırlanıyor. (Neandertal de ilişkide rızaya veya nikaha dikkat etmezdi.) 

Bu noktada sık sık gündemimize getirilen ve muhtemelen gittikçe daha sık gündeme getirilecek olan “Hayvan Hakları Kuramı”na yahut “İnsan” tanımının yok edilmesi konusuna değinmek istiyorum.

Hayvan Hakları

“İnsan” ancak Tanrı’nın varlığı ile var olabilir.[23] “Tanrı,  her şeyi yarattı ve sadece insana ruhundan üfleyerek[24] O’nu hayvanlardan ayırdı, insan kıldı. Hayvanları ve diğer mahlukatı da onun hizmetine koşarak, O’nu tüm mahlukatın efendisi, kendisinin “halifesi” olarak görevlendirdi”,  diyordu dinler.

Ancak Tanrı yok ise, İnsanın değerini aldığı kutsal kaynak ya da kutsal görev ve sorumluluk da yoktur. Bu demektir ki, insanın diğerlerinin üzerine otorite tesis etmesinin, “efendi” olmasının, onlardan fayda sağlamasının dayanağı da yoktur. Tanrı’nın olmadığı yerde insan ancak, diğer hayvanlardan biraz daha gelişmiş bir hayvan olabilir. Tersten de söylenebilir; Tanrı yok ise; hayvanlar, gelişmemiş insanlardır.

Bir insan sırf daha iyi matematik sorusu çözüyor diye ya da daha iyi resim yapıyor diye diğer insanlardan üstün ve farklı haklara sahip olamazsa, insan da gelişmiş bir hayvan olarak  sırf çevreden gelen verileri daha karmaşık formüllerle değerlendirebiliyor diye, hayvanlardan üstün olamaz.[25]Dolayısı ile insanın sahip olduğu her hakka hayvanlar da sahiptir, diyorlar[26]. (Evlenmek dahil.)

Bunun için bazı organizasyonlar geliştirilmeye başlandı bile: Mesela Tek Sağlık İnisiyatifi (One Health İnitiative) kendini, “İnsan sağlığı, hayvan sağlığı ve ekosistem sağlığının birbirinden ayrı tutulamaz biçimde bağlı olduğunu dikkate alan Tek Sağlık; doktorlar, veterinerler, diğer bilimsel sağlık ve çevre uzmanlarıyla işbirliği ve dayanışmayı güçlendirmek, ayrıca bu amaçlara ulaşmak için önderlik ve ideare mukavemeti düzenleyerek bütün türlerin sağlığını ve refahını teşvik etme, geliştirme ve savunma amacını taşımaktadır.[33]”… şeklinde tanımlıyor. Bu hareket doktorlar ile veterinerleri bir araya getirme[34] hedefini güdüyor. Kanser, kalp krizi, diyabet, astım, arterit, grip salgınları gibi ortak birçok rahatsızlıklardan beraberce muzdarip olan insanlar ile hayvanlar arasında doktorluk-veterinerlik, hemşirelik-hayvan bakıcılığı gibi ayrıştırıcı çizgilerin olmamasını savunuyorlar. Kemik, diş, bağışıklık sistemi gibi birçok alanda eş biçimliliğin olması ve bu alanlarda hem hayvanları hem insanları tanımlayacak ortak yeni tanımlar geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorlar.

Buraya kadar her şey normal gibi duruyor. (Zaten arabalarının içinde diri diri yanan 5 kişilik ailenin haberi ancak kenar köşede yer bulurken[27], ayakları kesilen köpek haberinin[28] haftalarca ekranlarda döndüğü bir ortamda bunlara itiraz etmek de kolay değil.)

Problem şurada ki; şu an mevcut insan nüfusunun %80’i bile henüz bu hakların çoğundan (yemek, temiz su,  barınak, güvenlik, özgürlük, onurlu hayat vs ) nasiplenememişken ineklere, domuzlara, köpeklere, farelere de bunları vaad etmek nasıl mümkün olacak?

Hayvanları insanların seviyesine çıkarmak mümkün değil ama insanları hayvan seviyesine indirmek  pekala mümkün. Tabi zengin/güçlüleri değil, güçsüz ve fakir olanları.(Yalnız zenginliğin ölçüsü milyon dolarlar değil, milyar dolarlardır artık.)

İtalyan filozof, feminist kuramcı Rosi Braidotti, İnsan Sonrası isimli eserinde; “.. insan sonrası kuramı, insanmerkezciliğin kibrine ve insanın aşkın bir kategori olarak ‘istisna addedilmesine’ karşı çıkar.” derken felsefeci ve Hayvan Hakları aktivisti Paola Cavalieri de onunla hemfikir; “İnsan Haklarından insanı çıkarmanın vakti geldi.”[29] 

Yani “İnsan” aşkın bir varlık değildir; dolayısı ile “İnsan Hakları”  diye özel bir kategoriden bahsedilemez. Hayvanlarla, insanlar ayrı kategorilerde, ayrı haklarla savunulmamalı, tüm canlılar aynı hakları sahip olmalıdırlar” diyorlar.

Sayın Prof. Harari de aynı fikirde ancak farklı sebeple: “İnsan Hakları ya da İnsan Eşitliği, en güçlü insanları hadım ederek süper insanların gelişmesinin önüne geçilebilir, hatta bunlarla Homo Sapiens’in bozulmasına ve soyunun tükenmesine bile neden olabiliriz.”[30]  Anladığım kadarı ile İnsan Hakları seviyesinin çok yüksek olduğunu, Süper İnsanların hedeflerinin ya da hayallerinin önünde engel teşkil ettiğini ve bu engelin kaldırılması gerektiğini söylüyor Sayın Harari. “Eğer seçkin bir millet insanlığın gelişimine devamlı ön ayak oluyorsa onu insan türünün evrimine bir katkı sağlamayan diğerlerinden üstün tutmalıyız[31]” derken de bu görüşünü destekliyor. ((Harari, İnsan ırkının gelişmesine destek verenler biziz(Yahudiler ?) vermeyenler de sizsiniz. Biz efendi olalım, sizin köle olmanız gayet doğal, bunu garipsememelisiniz, kabullenin. Demeye çalışıyor diye anladım.)

Sadece Hayvan Hakları değil, aynı zamanda “Gelişmiş Hayvanların” da Hakları

Eğer Rosi Braidotti’nin İnsan Sonrası eserinde iddia ettiği gibi insan, “insan tabiatına” ilişkin toplumsal sözleşme halini almış tarih içinde üretilmiş bir uydurma ise,insan diye özel bir kategori yok ise, biz sadece “gelişmiş hayvanlar” isek ve insan evrimine katkıda bulunan o “süper insan”lardan da değilsek, gerçekten de egemenlerin gözünde  “hayvanlardan” hiç bir farkımız yok demektir. O halde, Egemenlerin, Hayvan Haklar” diye tartıştıkları şey süper olamayan insanların(gelişmiş hayvanların) hakları meselesi değil midir? Bize göre tam da bunu kastediyorlar ve aslında hayvan hakları diye tartıştıkları şey; yeni kurulmakta olan düzende GÜÇLÜ olamayan insanların (gelişmiş şehir hayvanlarının) konumlarını tayin etmeye yönelik sosyo-ekonomik politikalardan ibaret.

Hayvan Hakları tartışmalarını, “fakir ve güçsüzlerin yeni düzendeki hukuki zemini” tartışmaları şeklinde okumak, çok komplocu bir yaklaşım gibi gelebilir. Ancak böyle düşünmenin, kısırlaştırılarak nesillerinin tükenmesini bekleyeceğimiz domuz ve ineklere tazminat verme tartışmalarında “Domuzlara nasıl bir tazminat vereceğiz?[32]” gibi saçma sorulara cevap vermeye çalışmaktan da bizi kurtardığını da görmek gerekiyor.

ZOOpolis, Hayvan Haklarının Siyasi Kuramı kitabında; insanların kendi menfaatleri için besledikleri hayvanların yumurtalarını, etlerini, sütlerini, derilerini vs. gasp etmeleri, kullanmaları, yemeleri, içmeleri vahşiliktir. İnsanın bu vahşi dönemi bitmeli ve hayvanlara, insanlara tanınan tüm haklar tanınmalıdır, deniliyor. İnsanların zekileri, daha az zekiler diye başka insanların etini yemez, sütünü içmez, derisini giymezler. Hayvanlarla eşitiz, onların da etini yiyemeyiz, sütünü içemeyiz ve onları sömürmek için çiftliklere, ahırlara, kümeslere hapsedemeyiz. Ancak onları sömürmeyi bıraktığımızda yeni bir sorunla karşı karşıya kalacağız: “Barınaklara, çiftliklere, kümeslere hapsedilmiş milyarlarca  şehir hayvanına ne olacak?” denilerek asıl konuya giriliyor.

ZOOpolis isimli kitaptan evcil şehir hayvanlarına ne olacağı ile ilgili tartışmaları bir kaç madde etrafında özetlemeye çalışayım:

  • Ehlileştirilmiş hayvanların (yani işsiz atıkların) toptan, kitleler halinde bir seferde yok edilmesi sorunun en hızlı çözümüdür.
    Ancak bu çok zalimce ve korkunç acılara neden olacağından bu seçenek kabul edilemez.
  • Ehlileştirilmiş hayvanlar(ıskartalar), medeni insanların sağlayacağı ortamlarda, medeni insanların yardımı ile yaşamaya devam etmelidir. Bu bir tazminat olarak değerlendirilebilir.
    Ancak bu onların doğallıklarına müdahale olacağından; böyle bir teklif,  iğrenç ve ahlaksızca bir teklif olacaktır. Kabul edilemez.
  • Doğada, hayvan egemen alanlar var ederek onların şehirlerle/medeni insanlara münasebetleri tamamen kesilip kendi hallerine bırakılmalılar.
    Ancak şehirlerde yaşamaya alışmış ve doğal ortamda yaşama kabiliyetini kaybetmişleri tekrar doğaya salıp onların medeni dünyadan yardım almalarını engellemek dolaylı yoldan onları açlıktan öldürmek ya da birbirlerini vahşice katletmelerini beklemek anlamına geleceğinden bu da başka bir vahşet olacaktır bu da kabul edilemez.
  • Hayvan egemen alanlara salınmış hayvanları dışarıdan destekleyerek süreç içinde nüfuslarının azalmasına yönelik tedbirler alınmalıdır.
    Ancak bu durumda geçiş süreci çok uzayıp nesiller boyu sürecektir. Bu da onlardan sorumlu olanlara ekonomik yük yükleyecektir. Ki bu halde 2. seçenekten bir farkı kalmıyor.
  • Bu sürecin hızlanması için hayvan egemen bölgelere bırakılan hayvanlar “kısırlaştırılmalı” ve “nüfusları vasilerce sürekli kontrol” altında tutularak bir iki nesilde soyları tüketilmeli ya da en aza indirilmelidir.
    En uygun seçenek bu olarak görülüyor.

Nitekim yazarın devamında verip tartıştığı bir örnek konuyu açıklar nitelikte:

Yazar, komşusunun köpeğine, bahçe çitini aşan başka bir köpeğin tecavüz ettiğini söylüyor. Köpek hamile kalmıştır.  Köpeğin başlangıçta istemediği ve kendi menfaatine olmayan ancak evrimsel içgüdüleri nedeniyle sahiplendiği bu hamilelik karşısında onun sorumlusu ve yöneticisi olan sahibine düşen görev nedir?

Cevap şöyle oluyor: Kendi menfaatlerini bilemeyecek durumda olanlara karşı, tepki ve masraf ne olursa olsun kısırlaştırma/kürtaj, hayvan vasilerinin ihmal edilemeyecek ahlaki sorumluluğudur.

Eğer bizim perspektifimiz doğru ise bu cümle; sermayenin devletlere vermiş olduğu “bedeli ve masrafı ne olursa olsun, toplumların fikrini sormadan, kontrolsüz üremeye izin vermemek dolayısı ile nüfuslarını azaltmak devletlerin sorumluluğudur” direktifi olarak okunabilir.

Bu cümleyi, Prof. Harari’nin cümlesi ile beraber düşünelim:  “Nasıl ki Homo Sapiens (bugünün insanı) maymunlara ya da neanderthale “ne istersin” diye sormamışsa, geleceğin süper insanı “Homo Deus” da bugünün insanı Homo Sapiens’e  kanunları yaparken, “Ne düşünüyorsun, ne istersin?” diye sormayacak.”

Ve sıradan insanlara “Nasıl bir dünya istiyorsunuz?” diye sormadan kanunları yapıyorlar.

                                                                                          Ahmet H. Çakıcı
Muharrem 1440 / ALANYA

***

Bundan önceki bölüm:

Ailesiz toplum 1 – Iskartalar


[1] Alıntıların bir kısmı “Spivak Gayatri’nin : Madun Konuşabilir mi?” eserinden bir kısmı da Wendy Brown’ın “Tarihten Çıkan Siyaset” eserinden.

[2] http://www.gunes.com/ekonomi/emekli-sayisi-12-milyonu-asti-895282

[3] Türkiye Cumhuriyetinin Ordusunun da artık tamamen “maaşla askerlik” dönemine geçişinin bununla ilişkisi var mıdır acaba?

[4] https://www.haberturk.com/bitcoin-ile-maas-odemesi-yapilacak-1752846-ekonomi

[5] Modernizmin Eleştirisi

[6] “Medeniyette ulaştığımız nokta hayvanlığa geri dönmek mi?” sorusunu Alain Touraine, Modernizmin Eleştirisinde dile getiriyor.

[7] Zariat Suresi 19.Ayeti kerime.

[8] Regan 1983,357 syf.

[9] Terry Eagleton da bu meyandaki görüşleri Tanrı’nın Ölümü ve Kültür eserinde toplamış.

[10] Nussbaum 373 (Zoopolis- s: 184)

[11] Homo Deus, Yuval Noah Harari

[12] Wendy Brown bu alıntılar için kaynak olarak : Ahlakın Soykütüğü Üzerine, Şen Bilim, İyinin  ve Kötünün Üzerinde, Putların Alacakaranlığında, Güç İstenci ve Alacakaranlık  eserlerini kaynak olarak veriyor.

[13] Wendy Brown, Tarihten Çıkan Siyaset

[14] TCK. Madde 102

(1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmesi durumunda, yedi yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi hâlinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır.

[15] https://www.sabah.com.tr/yasam/2009/09/24/esine_tecavuz_eden_kocaya_yedi_yil_hapis

[16] https://www.abcgazetesi.com/arsiv/mahkemeden-emsal-karar-kadinin-beyani-esastir-diyerek-tecavuzcu-kocaya-18-yil/haber-34984

[17] https://www.morcati.org.tr/tr/yayinlarimiz/makaleler/99-aile-icinde-kadina-yonelik-siddete-karsi-mucadele-ve-feminizm

[18] https://www.kadinlarkulubu.com/forum/threads/lgbt-ve-pedofili.1082794/

[19] https://www.uplifers.com/cinselligi-tabu-olmaktan-cikaran-bir-dahi-alfred-kinsey/

[20] (bkz: http://www.decentfilms.com/articles/kinsey) (Ekşi Sözlük’ün Kinsey Maddesinden alınmıştır.)

[21] https://concernedwomen.org/images/content/kinsey-women_11_03.pdf

[22] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-44312566

[23] Terry Eagleton, Tanrı’nın Ölümü ve Kültür.

[24] Hicr Suresi  29. Ayet

[25] ZOOpolis, Hayvan Haklarının Siyasal Kuramı

[26] Aynı eser.

[27] https://www.yenisafak.com/gundem/yanan-aractancikamadilar-3372004

[28] https://www.youtube.com/watch?v=EwDrJV1lmV8

[29] ZOOpolis, Hayvan Haklarının Siyasal Kuramı

[30] Homo Deus, Noah Harari s:266

[31] Aynı Eser.

[32] ZOOpolis, Hayvan Haklarının Siyasal Kuramı

[33] http://www.onehealthinitiative.com/

[34] Rosi Braidotti, İnsan Sonrası  s:192