Bir Kur'an emri olarak seyahat



  

Dünyamızın hali de açıkça gösteriyor ki, seyahati, ciddî bir unsur olarak kültürümüze yerleştirmeye ihtiyacımız var. Hiç gezmediğimiz için değil; yeteri kadar gezmediğimiz ve doğru bir amaç uğrunda gezmediğimiz için.

  

ÜMİT ŞİMŞEK

İbret ve tefekkür amaçlı geziler, Kur’ân’ın sıkça tekrarladığı emirleri arasındadır; inanan insanın bu emirler karşısında kayıtsız kalması düşünülemez. Ancak zamanımızın turizm telâkkisi bu işi daha başka mecrâlara sürüklediği için, Kur’ân’ın çağrısı ruhlarımızda yeteri kadar yankılanamıyor.

İnsan yeryüzünde nereye adım atacak olsa, Kur’ân’ın uyarısını hatırlatacak bir manzarayla karşılaşır: “Gezin de görün sizden öncekilerin âkıbetini!” Bu uyarının yönlendirdiği bir gezi, insana, belki pek çoklarının ilk anda hoşlanmayacağı bir fânilik gerçeğini bütün çıplaklığıyla hatırlatmaya yetecektir. Oysa zamanımızın anlayışı, dünyanın fâniliğini hatırlamak değil, unutmak esası üzerinde kurulu olduğu için, zamanımız insanının davranışı ya Kur’ân’ın uyarılarını umursamamak, ya da seyahati asıl amacının tamamen tersine çevirerek kullanmak şeklinde ortaya çıkıyor.

Yeryüzünde gezmek, bu dünyanın gerçekleriyle yüzleşmek demektir. Bunun bir yanında dünyanın ve insanın fâniliği varsa, diğer tarafında da, bu fâniliğin işaret ettiği bâki güzellikler vardır. Kur’ân, bu gerçeğin her iki yüzünü de gözlerimizin önünde sermektedir.

Kur’ân’ın verdiği ibret gözlüğünü kafasına geçirerek yeryüzünde adım atmaya başlayan bir insan, kendisini apaçık bir fânilik gerçeğiyle karşı karşıya bulur. Zira şimdi dolaşmakta olduğu yerlerden daha önce nice nesiller gelip geçmiş, oralarda nice beldeler kurulmuştur. Bazan eskilerin bıraktıkları arasında dolaşır insan; ve tıpkı kendisi gibi, bir vakitler orada sapasağlam dolaşan insanları hatırlar. Ve gözüyle görmüşçesine bilir ki, bugün onun dolaştığı yerlerde, yarın da başkaları dolaşacaktır. Bazan da gelip geçmiş olanlardan bir iz bile bulamaz; kendileri gibi, kalıntıları da tüm izleriyle birlikte yok olup gitmiştir evvelce oralarda dolaşanların. Onlardan kimi yeryüzünün en güzel köşelerini kapmış, kimi mazlumların sırtında saltanat sürmüştür. Ama hayret! Bütün bunların birgün ellerinden uçup gideceğini nasıl olmuş da düşünememişler? Ya onların izleri üzerinde dolaşıp da onlarla aynı sonu paylaşacağını düşünmemek nasıl bir gaflettir?

Fakat Kur’ân’ın emirleri, bizi bu çıplak gerçeğin karşısında çaresiz bırakmaz; aynı emir ve aynı çıplak gerçek içinde bir müjdeyi de gözlerimizin önüne serer:

“De ki: Yeryüzünde gezin de Allah’ın mahlûkatı ilk önce nasıl yarattığını görün. Sonra Allah onları ikinci bir inşa ile tekrar yaratır. Çünkü Allah’ın gücü herşeye yeter.” (Ankebût, 20.)

Yeryüzünün gerçekten de gezilmeye, görülmeye, üzerinde tefekkür edilmeye lâyık bir yer olduğunu bilenler için, bu emre uymaktan ve Allah’ın eserlerini seyretmek için seyahat etmeyi bir ibadet telâkki etmekten daha doğal ne vardır? Kur’ân’ın muhatabı olan insan bilir ki, bu dünya, bütün fâniliğiyle birlikte, üzerinde İlâhî sanatın eserlerini alabildiğine bir zenginlikle sergileyen muhteşem bir galeridir. Bu galerinin her köşesi tekrar tekrar gezilmek, görülmek, tefekkür ve teneffüs edilmek ister. İnanan insan ise, bu galerinin özel bir davetlisidir; buraya, bu eserleri görmek ve galerinin her tarafını, Bediüzzaman’ın tabiriyle, “teftiş etmek” üzere çağırılmıştır. Bu bakımdan, seyahat kültürünün, bir mü’minin dünyasında önemli bir yer işgal etmesi gerekir. Bunun aksini düşünmek — ister seyahatin önemini küçümsemek, isterse onu başka amaçlara yönlendirmek şeklinde olsun — bu muhteşem galeriye ve onun sergilediklerine aldırış etmemekten başka anlam taşımaz. Özellikle bahar ve yaz mevsimlerinde, Anadolu’nun dağlarında ve bağlarında âlemin yeniden yaratılışını o harikulâde renk zenginliği içinde seyredemeyen insanlar, beşer âleminin sinek vızıltıları karşısında sarsılmadan durabilecek bir iman gücüne nasıl kavuşacaklarını sanıyorlar?

Dünyamızın hali de açıkça gösteriyor ki, seyahati, ciddî bir unsur olarak kültürümüze yerleştirmeye ihtiyacımız var. Hiç gezmediğimiz için değil; yeteri kadar gezmediğimiz ve doğru bir amaç uğrunda gezmediğimiz için. Kur’ân’ın övdüğü insanlar arasında “seyahat edenlerin” de yer almış olması, bizi bu konuda köklü bir muhasebeye ve etkili davranışlara sevk etmelidir:

“Onlar tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat edenler, rükûa varanlar, secdeye kapananlar, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındıran ve Allah’ın koyduğu sınırlara riayet edenlerdir. Müjdele o mü’minleri!” (Tevbe, 112.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kur'an mealleri din eğitiminde baş köşeyi almalı

Raşid Halifelerde iman-amel bütünlüğü