Ya iman, ya hüsran!

Ey iman edenler! İçten ve kesin bir tevbe ile Allah’a dönün. Bakarsınız, Rabbiniz sizin günahlarınızı örter ve sizi, altlarından ırmaklar akan Cennetlere koyar. O gün, Allah’ın Peygamberi ve beraberindeki iman edenleri utandırmayacağı gündür.
Tahrim Sûresi, 66:8

 

ÜMİT ŞİMŞEK
(İslâm İnanç İlmihali’nden)

DÜNYANIN varlığı kadar kesin olan bir başka gerçek varsa, o da faniliğidir. Bunu herkes bilir. Fakat pek az kimse hatırlar.

Gariptir, bizi bu dünya hayatından ayıracak olan ölüm bize yaklaştıkça, biz ondan daha da uzaklaşırız.

O bize dost yüzünü göstermek ister, biz onu düşman belleriz.

Onunla barışacak olsak, dünya hayatımızın da tadı yerine gelecek; fanilik endişesi keyfimizi kaçırmayacak.

Fakat barışmak yerine kaçmayı tercih ettikçe, dünya da gittikçe yaşanmaz hal alıyor.

Herkes bu dünyanın bir parçasını birkaç günlüğüne kendi avucuna alabilmek için birbiriyle çekişiyor.

Evet, sadece bir parçasını, sadece birkaç günlüğüne…

Dünyanın en güçlü devletinin başında da olsa, insanın burada ele geçirebileceği şey bundan ibarettir.

Oysa Rabbine kavuşan bir insana bundan çok daha fazlası vaad edilmiştir:

Cennete en son giren ve Cennetteki derecesi en aşağıda bulunan kimseye, bu dünya kadar, hattâ dünyanın on misli kadar bir Cennet![1]

Üstelik üç beş günlüğüne değil, birkaç bin seneliğine de değil, ebediyen, sonsuza kadar.

Hem de içinde hiçbir dert, keder, tasa, korku, endişe bulunmayan bir mutlulukla beraber.

Farkında olsun veya olmasın, bu dünya üzerindeki herkesin en büyük meselesi işte bu:

On tane dünyayı kazanmak yahut kaybetmek!

***

Eğer ebedî bir âlemde bir dünya kazanmak için bizden bu dünya hayatının tamamı istenmiş olsaydı, yine pek ucuz düşerdi.

Fakat bizden istenen şey sadece sağlam bir imandan ibarettir ki, bu, dünya hayatında da herşeyi yerli yerine oturtacak bir altın formüldür.

İnsan, imanı sayesinde bu dünyada başıboşluktan kurtulur, Yer ve Gökler Rabbinin aziz bir misafiri olur.

Ve yerin ve göğün bütün nimetleri, o aziz misafirin önüne seriliverir.

Ve fanilik denen kavram, bir başka kılığa bürünür, bir yenilenme olur.

Varsın geçip gitsin dünyanın süsleri, meyveleri, nimetleri, zevkleri. Nasıl olsa yerlerine yenisi gelir. Çünkü onlar fani ise de, onları gönderen Bâkidir.

Varsın dünya hayatı gelip geçiversin bir kısacık an gibi. Gidecek olan bir fani dünya, gelecek ise on tane bâki dünyadır.

Onun içindir ki, iman, sadece insana baki bir dünya kazandırmakla kalmaz, bu dünya hayatını da ağız tadıyla yaşanacak hale getirir.

Erkek olsun, kadın olsun, kim mü’min olarak güzel işler yaparsa, Biz ona huzurlu bir hayat yaşatır; yaptıklarının daha güzeliyle de ödüllerini veririz.[2]

***

Önümüzde, dünya kadar, hattâ dünyanın on misli kadar bir mülke ebediyen sahip olup olmamak şeklinde bir mesele varsa, dünyada hiçbir şey bundan daha önemli bir mesele haline gelemez.

Eğer insan ebedî bir âleme gözünü açtığında, ayağına kadar gelmiş olan böyle bir fırsatı kaçırmış olduğunu görürse, böyle bir pişmanlığı dünyanın hangi safâsı, hangi sultanlığı telâfi edebilir?

İnkâr edip de kâfir olarak ölenler azaptan kurtulmak için fidye olarak dünya dolusu altın verecek olsalar, hiçbirinden böyle birşey kabul edilmez. Onların hakkı acı bir azaptır; kendilerini bu azaptan kurtaracak hiçbir yardımcıları da yoktur.[3]

Kıyamet gününde kâfir, Allah’ın huzuruna getirilir ve kendisine sorulur: “Eğer dünya dolusu altının olsaydı, şimdi kurtulmak için hepsini feda eder miydin?” “Evet” der. O zaman ona denir ki: “Oysa senden istenen bundan çok daha kolay birşeydi.”[4]

Bizi bu dünyaya gönderip yerden ve gökten sayısız nimetlerle ağırlayan Rabbimizin bütün bunlara karşılık bizden istediği şey, sağlam bir imandan ibarettir. Öyleyse, bu dünya hayatının en büyük gayesi, öyle bir imanı elde etmek ve sapasağlam korumak olmalıdır. Bu ilk bakışta “Bir Allah var” demek kadar basit bir iş olarak görünebilir; fakat “Niçin ve Nasıl İman Etmeliyiz?” başlıklı bölümle beraber şirk tehlikesine dikkat çeken bölümler incelendiğinde, bu işin özel ve sürekli bir çabaya ihtiyaç gösterdiği görülecektir. Ancak iman için gösterilen çabalar, ebedî âlemdeki ödülün kokusunu da beraberinde taşır. Bu yüzdendir ki, imanı korumak ve geliştirmek için çalışmak demek, aynı zamanda, dünya hayatının huzur ve mutluluğu için de çalışmak anlamına gelir.

Sözün özü:

Bu dünyadaki mevkii, rütbesi, görevi, ünvanı, serveti, saltanatı ne olursa olsun, herkesi mutlak şekilde eşitleyen tek bir dâvâ varsa, o da iman dâvâsıdır.

Daha da özü:

Bu dünya hayatının bir sonucu varsa, o da, şöyle bir müjdeye lâyık olmaktan ibarettir:

Ey Âdemoğlu! Sen Bana dua ettiğin ve Benden af ümit ettiğin müddetçe, günahlarının  ne kadar çok olduğuna aldırmadan seni bağışlarım.

Ey Âdemoğlu! Gökleri dolduracak kadar günahın olsa, sonra sen Benden af dilesen, Ben seni bağışlarım.

Ey Âdemoğlu! Hiçbir şeyi Bana ortak koşmaksızın Bana kavuşmak şartıyla, sen Benim huzuruma yeryüzünü dolduracak kadar günahla gelecek olsan, Ben seni bir o kadar bağışlamayla karşılarım.[5]

[Kur’ân’ın ve Kâinatın Dilinden İman Esasları: İSLÂM İNANÇ İLMİHALİ adlı kitaptan alınmıştır. Kitaba buradan ulaşabilirsiniz]


[1] Buharî, Tevhid: 36; Müslim, İman: 308.

[2] Nahl Sûresi, 16:97.

[3] Âl-i İmrân Sûresi, 3:91.

[4] Buharî, Rikak: 49; Müslim, Münâfikîn: 52.

[5] Tirmizî, Daavât: 98.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kur'an mealleri din eğitiminde baş köşeyi almalı

Ramazan'ımız Kur'an ayımız olsun