Kayıtlar

Haziran 16, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bir Nursî-Mursî kader ortaklığı daha

Ş ehid Muhammed Mursî’nin kaderi, bir konuda daha büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî’nin kaderiyle birleşti. Tıpkı Said Nursî gibi, Muhammed Mursî’nin kabri de bilinmiyor. Ve her ikisinin kabri de darbecilerin ihanetine uğradı. Bediüzzaman Said Nursî, kabrinin meçhul kalacağını daha hayatta iken haber vermiş ve “Dünyada sohbetten beni men eden bir hakikat, vefatımdan sonra da bu surette [kabrimin gizli kalmasına] beni mecbur ediyor” demişti. Bediüzzaman’ın vefatından kısa bir süre sonra 27 Mayıs darbecileri onun kabrini tahrip ederek naaşını bilinmeyen bir yere taşımışlar, böylece onun haberi ve vasiyeti zalimlerin eliyle tahakkuk etmişti. İhvân-ı Müslimîn lideri ve Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursî de mahkeme salonunda şehit düştükten sonra, darbeci Sisi ve şürekâsı tarafından alelacele gizli bir yere defnedildi. Bediüzzaman Said Nursî ile şehid Muhammed Mursî’nin bir diğer önemli benzerliği ise mahkeme salonunda namaz kılmalarıydı. Bu konudaki yazımız için bkz. https://yazarum

İhvân'dan kim korkar?

2013 Eylül’ünde Son Devir’de İhvân-ı Müslimîn ile ilgili olarak yayınlanan yazılardan ikincisi ÜMİT ŞİMŞEK İ hvân-ı Müslimîn’in kapatılma talebi, ilk olarak 1948 yılında ABD, İngiltere ve Fransa tarafından açıkça dile getirilmişti. Bugün arkasında aynı güçlerin yer aldığı bir darbenin eliyle İhvân bir kere daha kapatılma sürecine girdi. Kesinleşirse, bu İhvân’ın tarihinde ilk kapatılma olmadığı gibi, belki son da olmayacak. Düştüğü sanılan yerden İhvân yine kalkacak, yine derlenip toplanacak, önceki seferlerde olduğu gibi yine daha da güçlenerek yeni cepheler kazanacak. Ve Batı, yine İhvân’ın önlenemeyen yükselişini engellemek için İslâm âleminin dört bir yanındaki kuklalarını seferber edecek. Batı dünyası ve İslâm âlemi var oldukça bu husumet de böylece devam edip gidecek. Batı’nın husumetini önlemenin tek bir çaresi varsa, onun değerlerini reddetmeyecek, bilâkis bu değerleri meşrulaştırarak damla damla İslâm âleminin damarlarına zerk edecek bir yol izlemektir. Bu yola bir kere girdik

İslâm âleminin ikiz kardeşleri

ÜMİT ŞİMŞEK E mirdağ’da, 1949 yılının bir Şubat gününde, hissettiği âni ve şiddetli bir rahatsızlık üzerine, Bediüzzaman Hazretleri talebesi Hüsnü Bayram’ı “ Git gazetelere bak, İslâm âleminde menfi bir hadise mi var? ” diyerek çarşıya göndermişti. Hüsnü Bayram o günkü gazetelerde dikkate değer birşey göremedi. Ancak ertesi gün tekrar çarşıya gittiğinde, Bediüzzaman’ın bir başka talebesi ona gazetelerde aradığı haberi gösterdi: Mısır’da İhvân-ı Müslimîn Cemiyetinin kurucusu Hasan el-Bennâ şehid edilmişti; bu arada cemiyet mensupları da geniş çaplı tutuklamalara ve işkencelere mâruz bırakılıyordu. Bediüzzaman bu haberi aldıktan sonra, “ Demek ki ben Mısır’daki kardeşlerimizin ahvâlinden müteessir olup hastalanmışım ” dedi. İhvân’a gelen darbeyi daha haber almadan kendi ruhunda hissedecek kadar onlarla alâkadardı Bediüzzaman. Anadolu’da Nur talebeleri ne ise, İslâm âleminde İhvân-ı Müslimîn de o idi onun gözünde. Bu ikisi için “ İslâm’ın iki mütevâfık ve müterâfık saffıdır ” diyerek aral

"Demokrasi şehidi" ne demek?

15 Temmuz darbe teşebbüsünü takiben bazıları tarafından bilinçsizle kullanılan “demokrasi şehidi” şekilndeki uydurma deyimle ilgili olarak, 18 Temmuz günü aşağıdaki yazıyı yayınlamıştık. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Zaman zaman bazıları şu tür ifadeler kullanıyorlar: Demokrasi şehidi. Değerli kardeşlerim, böyle bir şey yok, demokrasi şehidi diye bir şey olmaz” şeklindeki uyarısının hatırlattığı bu yazıyı tekrar yayınlıyoruz. M enfur darbe teşebbüsüyle ilgili yayınlarda maalesef yaygınlaşma istidadı gösteren bir deyim ortaya çıktı: “Demokrasi şehidi.” Şehitlik, milletimizin en mukaddes değerlerinden biridir ve kaynağını doğrudan ve sadece İslâm dininden alır. Şehitliğin anlamını ve şartlarını bize bildiren, Allah ve Resulüdür. İ’lâ-yı kelimetullah uğrunda, din ve vatan müdafaasında canını verenlerin yanı sıra; canını, ailesini ve malını müdafaa ederken öldürülenlerin de şehit sayılacaklarını Peygamberimiz haber vermiştir. [1] Bunların yanı sıra, birtakım musibetler sebebiyle can verenleri

Mahkemede namaz kıldıran Cumhurbaşkanı

Mahkeme salonunda şehit olan Mısır’ın meşru Cumhurbaşkanı Mursî, göstermelik mahkemede yargılanmaya başladığı günden itibaren bir Müslüman lidere yakışan kahramanca bir tavır sergilemişti. Mursî’nin yargılanması sırasında hafızalara kazınan manzaralardan birisi de, duruşma kafesinde diğer tutuklu Müslüman Kardeşler üyelerine imamlık yaparak öğle namazı kıldırmasıydı. Bediüzzaman’ın mahkeme salonunda namaz kılışını andıran bu hadise ile ilgili olarak daha önce yayınladığımız bu haberi aziz şehidimizin ruhuna Fatihalar ile tekrar hatırlıyoruz.   Darbeyle görevinden uzaklaştırılarak tutuklanan Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi dün başlayan duruşmasında, diğer tutuklulara imamlık yaparak öğle namazını kıldırdı. Mursî’nin mahkeme heyetini şaşkınlığa uğratan bu davranışı, Bediüzzaman Said Nursî’nin Afyon Mahkemesinde namaz kılışını hatırlattı. Kendisine ve talebelerine idamlık gözüyle bakıldığı yargılamanın duruşmalarından birinde ikindi namazının vakti girince Bediüzzaman mahkeme başkanınd

Müslüman Besmele çekemeyeceği işi yapmaz

PROF. DR. İSMAİL LÜTFİ ÇAKAN H er kültür ve medeniyetin kendisine özgü söze ve işe başlama cümleleri, usül ve üslubu vardır. İslâm kültürü demek olan Sünnet-i seniyyenin, ümmetin günlük hayatına kazandırdığı Tevhid merkezli bir başlangıç usûlü, hatta belli kalıplara sahip cümleleri ve  üslubu bulunmaktadır: Besmele ya da Allah adını zikretmek. Herşeyden önce, Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, besmele ve hamdele ile başlamaktadır . Vahyedilen ilk âyet-i kerimede de “ikra’ bismi rabbik, Rabbinin adıyla oku ” cümlesi yer almaktadır. Şeâir-i İslâm’dan olan Ezân-ı Muhammedî ise, Allahu ekber diye lafza-i celâl ile başlamaktadır. Bu başlangıçlar, bizim medeniyetimizin öncelikle Allah’ı anma (zikrullah) edebine sahip bir besmele medeniyeti olduğunu göstermektedir. Öte yandan besmelesizliğin, bereketsizlik demek olduğunu (ممحوق من كل بركة) bildiren rivayetler de medeniyetimize has -sözünü ettiğimiz- özelliği farklı yönden pekiştirmektedir. Konuya yönelik üç rivayet şöyledir: Ebû Hüreyre radıya