SON EKLENENLER
latest

14 Kasım 2019 Perşembe

Zalim kanunların mağdurlarına bir teselli olsun


***

Bir sade vatandaşımız, ülkenin ve dünyanın içinde bulunduğu durumlar karşısında çözümler üreterek bunları “iktidar vaadleri” olarak bir yerlere not ediyor. Kimseye “Şöyle şöyle yapın” demiyor; dese de kimsenin kulak asmayacağını herkes gibi o da biliyor. Sadece, “Üzerimde vebal kalmasın” kabilinden, “Ben iktidara gelince şunu şunu yapacağım” diyerek insanlığa karşı bir vaadde bulunmuş oluyor. Bize de bu vaadleri duyurmak kalıyor. Bismillâh deyip başlıyoruz. Sade vatandaşımız diyor ki:

28 Şubat döneminde haksız şekilde hüküm giyen onca insan hapishanelerde çürüyor.

Bu yetmiyormuş gibi, Allah’ın evliliğe ehil kabul ettiği, Resulünün de teşvik ettiği yaşta evlenen binlerce insan, Batı’nın şeytanlarına uyan bir kısım politikacıların koyduğu zalim kanunlar sebebiyle yıllardır hapis yatıyorlar ve hergün bu mağdurlara yenileri ekleniyor.Ülkenin yönetiminde bulunanlar ise bu feryatlara tamamen kulak tıkamış durumda. Sade vatandaş olarak bunları hizaya çekecek imkânım yok. Ama iktidara geldiğim takdirde ne yapacağımı çok iyi biliyorum:

Evvelâ, mağdurların tamamını, mağduriyet miktarlarıyla birlikte tesbit edeceğim. Meselâ 5 bin küsur mağdura toplam olarak 40 bin yıllık hapis cezası uygulanmış olsun diyelim.

Sonra, bu mağduriyetlerde rol alanların tesbitine sıra gelecek. Teklifi hazırlayan, oy veren, savunan, imzalayan, yürürlüğe koyan, alkışlayan, ilh. kim varsa, sorumluluk derecesine göre belirlenmiş katsayılarla hesaplanacak bir yönteme göre, bu 40 bin senelik cezayı bölüşecekler ve çekecekler.

Ayrıca, mağdurlara, kendilerinin ve ailelerinin mağduriyetlerini giderecek bir şekilde tazminat ödettireceğim. Tabii bu tazminatlar da devletin değil, yukarıda bahsi geçen sorumluların kesesinden çıkacak.

Bu kadar cezayı fazla ağır bulacaklar için hatırlatalım: Allah’ın cezası bundan çok, ama çok daha şiddetlidir; o hiçbir mağdurun en küçük bir hakkını zayi etmez. Onlar şimdilik bu kadarlık ceza ile idare ededursunlar; mahşer gününde hesabın bakiyesi tamamlanır. Bu arada, yarın öbür gün “Nasıl olsa güç bizde” diyerek lâyüs’el bir şekilde milletin mukadderatıyla oynayacak kimselere de bir ibret dersi verilmiş olur.

Daha başka iktidar projelerinde buluşmak üzere hoşçakalın sevgili vatandaşlarım.

***

İlk yayın tarihi: 1 Eylül 2018

11 Kasım 2019 Pazartesi

Darwin taarruzu

ÜMİT ŞİMŞEK

“Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır.”
Fetih Sûresi, 4

PALMERSTON, Avustralya’nın kuzeyindeki bir koyda yer alan bir liman şehriydi. İngilizler bu şehre kendi verdikleri ismi 1911 yılında değiştirdiler ve kendi kültürlerinin övünç kaynağı olan meş’um bir isim verdiler: Darwin.

Fakat Ezelî Sanatkârın bin bir isminin nakış nakış dokun­duğu bir cennet köşesine bu isim yakışmadığı gibi, uğurlu da gelmedi. Bir müddet sonra Japon ordularının ağır bombardı­manı altında kent yerle bir oldu.

İkinci Dünya Savaşından sonra İngilizler Darwin şehrini yeni baştan inşa etmek zorunda kaldılar. Bu iş uzun yıllara ve yoğun emeklere mal oldu. Bu arada, yeni kurulan şehre yeni ve modern bir hükümet konağı yapılıyordu.

Derken, 1954 yılında bir gün, henüz faaliyete geçmemiş olan bina, âni bir gece baskınına uğradı. Bu defa taarruz ha­vadan değil, kimsenin aklından geçmeyen bir yönden gel­mişti:

Son derece etkili kimyasal silâhlarla donatılmış bir ordu, binanın temelinden saldırıya geçerek beton tabanı delip orta­lığı istilâ etti ve pencere pervazlarına varıncaya kadar ne bul­duysa tahrip ettikten sonra çekilip gitti.

Umulmadık bir şekilde, beklenmeyen bir zamanda, kimse­nin ruhu duymadan gerçekleştirilen operasyon sessizce ve başarıyla tamamlanmış ve yılların emeğiyle vücuda gelen Darwin Hükûmet Konağı bir anda harabeye dönmüştü.

İşin bir garip yanı daha vardı: Bu operasyonun bir benzeri, beş sene önce Batı dünyasının bir başka önemli merkezinde aynen tekrarlanmıştı. 1949 yılında Roma’daki Vatikan Sarayı­nın duvarlarını aynı sessizlikle ve aynı silâhlarla delen bu çe­vik kuvvetler, elleriyle koymuş gibi buldukları kütüphaneye doluşmuş ve Hıristiyanlık âleminin çok önemli tarihî evrak­larını ve el yazması orijinal eserleri tahrip ettikten sonra aynı sessizlik içinde kaybolup gitmişlerdi.

Tarihin binlerce yıl gerisinde ise, bu iki vak’aya şaşırtıcı şe­kilde benzeyen bir başka baskın yatıyor: Mısır’da bir muhte­şem saray, muhtemelen aynı yeraltı komandolarının düzen­lediği bir operasyon sonucu, Firavunlardan birinin başına yıkılmıştı.

***

KİM bu yeraltı orduları? Hedeflerini nasıl seçiyorlar? Kime niçin saldırıyorlar ve hangi silâhları kullanıyorlar?

Bu ordular, boyu bir santimi geçmeyen, çoğu anadan doğ­ma kör olan ve halk arasında “beyaz karınca” olarak adlandırılan termitlerden başkası değildir. Kusursuz askerî operas­yonlar, gerçekte, bu hayvancıkların beceri listesinin sonla­rında yer alır. Onların asıl hünerleri ise yıkmakta değil, yapmakta­dır.

Mükemmel bir sosyal hayata sahip olan ve milyonlarca nü­fuslu toplumlarını en küçük bir aksaklığa veya huzursuzluğa meydan vermeden idare eden termitler, gökdelen inşaatların­da insanlara parmak ısırtan uzman yaratıklardır. Avustral­ya’da yaşayan termitlerin inşa ettikleri gökdelenlerin yüksek­liği altı metreyi bulur. Eğer bu termitler insan boyunda yaratıklar olsaydı, onların kurdukları binalar dünyanın en büyük gökdeleninin dört misli yüksekliğe ulaşacak ve 8 kilo­metre çapında bir alanı kaplayacaktı. Fakat bina yüksekliğin­de rekor Afrika termitlerinindir. Bunların gökdelenleri Avustralyalı hemcinslerininkini ikiye katlar ve 13 metreye ulaşır!

Yağmur, fırtına, deprem gibi her türlü felâkete karşı inanıl­maz dayanıklılıkta inşa edilen termit gökdelenlerinin içi ise, milyonlarca nüfusu barındıracak şekilde düzenlenmiş büyük bir şehirden farksızdır. Kral dairesinden çocuk bakım odala­rına, nöbetçi bölmelerinden erzak depolarına kadar herşey inceden inceye düşünülmüş, yerli yerine yerleştirilmiş ve bir­birine sayısız cadde ve sokaklarla bağlanmıştır. Bu muazzam şehrin bir de kazan dairesi vardır: Çürümekte olan bitkilerin yakıt olarak kullanıldığı bu mantar odalarında elde edilen sı­caklık, şehrin her köşesine uzanan kalorifer borularıyla etrafa dağıtılır. Buna benzer borularla şehri bir ağ gibi kaplayan başka bir harikulâde sistem ise, gökdelen çevresinde özel ola­rak açılmış gözeneklerden taze havayı alarak içeriye dağıtan air-condition sistemidir.

Bu maharetlerinin yanı sıra, termitlerin bir de muazzam üreme kapasitesi vardır ki, eğer bu kapasiteyi sonuna kadar kullanacak olsalardı, yeryüzünde termitlere karşı duracak bir kuvvet düşünmek imkânsız hale gelirdi. Çünkü tek bir ter­mit kraliçesi, 50 sene boyunca hergün 36 bin yumurta yapa­cak bir yetenekte yaratılmıştır. Başka bir deyişle, sayısız ter­mit toplumlarından sadece bir tanesindeki tek bir ana termitin elinde, Türkiye nüfusunu on defa cebinden çıkara­cak bir potansiyel vardır.

Termitlerin muharip sınıfları ise, son derece etkili silâhlar ve cephaneyle donatılmış zırhlı birliklerden meydana gelmiş­tir. Bunlar, çenelerine takılmış kesici âletlerle koca kütükleri hızar gibi biçerler. Özel bakterilerin faaliyet gösterdiği bağır­sak sistemleri ise, yedikleri herşeyi öğüten bîr imhâ fırınıdır. Salgıladıkları bir kimyasal madde ile metalleri paslandırıp kesilecek hale getirirler. Bir başka kimyasal silâhla camı eri­tirler, bir başkasıyla betonu delip geçerler. Kısacası, insan medeniyetinin elinde, Saddam’ın B-52 bombardımanına da­yanıklı sığınakları da dahil olmak üzere, bir termit taarruzu­na karşı koyabilecek yapı hemen hemen yok gibidir.

Nedense termitler bu olağanüstü yetenek ve silâhlarını sa­vunma dışında pek seyrek olarak kullanmaktadırlar. Üstelik belli başlı vak’alara bakıldığında, termit taarruzlarının dik­katle seçilmiş hedeflere yöneldiği ve bu hedefleri asla şaşırmadığı görülür. Bütün bu taarruzlar arasında belki de en anlamlısı Darwin Taarruzudur. Çünkü bu taarruzun altında, İlâhî isimlerin renk renk tecellileriyle bezenmiş bir dünya cennetindeki mahlûkat taifelerinin, kendilerini anlamsızlık ve tesadüf oyuncaklığıyla itham ve tezyif eden bir Firavun tasla­ğına verdikleri cevap açıkça okunmaktadır. Öyle bir ismin öyle bir yere yakışmadığını âleme ilân etmek için, o ismin ve­rildiği beldede en yüksek otoriteyi temsil eden bir binayı daha tamamlanmadan harabeye çevirmekten daha güzel bir yol düşünebilir misiniz?

“Rabbinin ordularını Ondan başkası bilemez.”1 İşte termit­ler de o hadsiz ordulardan bir ordudur ki, ne zaman, nasıl ve nereden taarruza geçecekleri bilinmez. Bir gece ansızın gele­bilirler. Geldikleri zaman duvarları yararak, betonları delerek gelirler. Daima bir hedef için gelirler ve o hedefe ulaşmadan geri dönmezler. Çünkü termit orduları, bir Kaid-i Ezelînin kumandası altındadır.

Eğer galaksilerle karıncalara beraber talim yaptıran, her ba­har milyonlarca orduyu yoktan yaratıp erzaklarını, silâhlarını, teçhizat ve mühimmatını herbirine lâyık şekilde veren ve herbirini lâyık oldukları şekilde istihdam edip hedeflerine yönelten o Kumandanı tanıyorsanız, termitlerden hiç kork­mayın. Onlar ve onlarla beraber göklerin ve yerin bütün or­duları sizin dostunuz ve müttefikinizdir. Firavunun sarayını başına yıkan, Hıristiyanlığın devrini doldurmuş muharref evrakını yürürlükten kaldıran, İngilizin küfür kalesini tükürüğüyle harabeye çeviren termit taarruzları, sizin hesabınıza kazanılmış birer zaferdir; onlarla yerden göğe kadar övüne­bilirsiniz. Çünkü termitler İbrahim’lere, Mûsâ’lara, Geylânî’lere, Bediüzzaman’lara sataşmaz; onların bütün hücumu Nemrutlara ve Firavunlaradır.

Âlemlerin Rabbine karşı inkâr ve isyanla efelenmeye kal­kan bir kısım beşerin şımarık suratına bir santimlik kör bir böceğin eliyle ara sıra böyle bir şamar indirmek ise, İlâhî ada­letin bu dünyadaki tecellîlerinden izzetti ve hikmetli bir te­cellîdir.

  1. Müddessir Sûresi, 31.

10 Kasım 2019 Pazar

İmanları kemiren büyük tehlike: astroloji

Kur’an Buluşmalarının 9 Kasım 2019 tarihli bölümünde üç önemli konuya yakından bakma fırsatını bulduk.

Bunlardan birincisi ölüm gerçeği idi. Kur’ân-ı Kerim, “Nerede olsanız ölüm gelip sizi bulacak” diyerek bizi hayatın en önemli gerçeği ile yüz yüze getiriyordu. Bununla beraber konuyu Kur’ân’ın bütünlüğü içinde ele aldığımız zaman, bu haberin kâfirler için ciddî bir tehdit, mü’minler için ise bilâkis apaçık bir müjde ifade ettiğini gördük. Çünkü ölümden sonrası bu dünyada ekilenlerin biçilme mevsimini ifade ediyordu ve bunun mü’minler için anlamı, Rabbine kavuşmak ve bu dünya hayatında işlediği hayırların ebedî mükâfatını almak demekti.

İkinci önemli konumuz, günümüzün son derece vahîm bir yarasını teşkil eden “burçlar” konusu idi. Bugün hemen hemen her yerde “burç yorumları” gibi başlıklar altında karşımıza çıkan iddialardan bazı örnekleri incelediğimizde, bunların İslâmın tevhid esasına meydan okumak ve Allah’a açıkça ortak koşmak anlamına geldiğini gördük. Bu tesbitler de bizi, imanımızın bu cepheden gelen büyük bir tehlike karşısında bulunduğu neticesine ulaştırdı.

Üçüncü konumuz ise “hayır ve şer” idi. Her türlü iyiliğin Allah’tan geldiği konusunda zaten bir şüphe yoktu. Şer, yani kötülük konusuna gelince, okuduğumuz âyetlerden birisi kendi fiillerimizi başımıza gelen kötülüklerin sebebi olarak gösteriyor, diğer âyet ise hayır gibi şerri de Allah’ın yarattığını bildiriyordu. Sonuç olarak, biz tercihimizi yapıyorduk, Allah da bizim tercihimize uygun olan sonucu yaratıyordu.

UTESAV organizasyonu altında devam eden Kur’an Buluşmalarının 243. bölümünü, Karadeniz Vakfının İstinye’deki sosyal tesislerinde gerçekleştirdik ve Nisâ sûresinin 78-79. âyetlerini okuduk. Bu bölümün kesintisiz video kaydını aşağıdaki bağlantıdan izleyebilirsiniz:

Kur’an Buluşmaları, normal olarak MÜSİAD’ın Çobançeşme’deki genel merkezinde Cumartesi sabahları 6:50’de kılınan sabah namazından sonra simit-peynir-çaydan meydana gelen bir kahvaltı ikramını takiben 7:30’da başlıyor ve 9:00’a kadar devam ediyor.

Programda hanımlara da yer ayrılmış bulunuyor.