SON EKLENENLER
latest

11 Aralık 2019 Çarşamba

İstanbul Sözleşmesi yüzde yüz yerli malı çıktı

İstanbul Sözleşmesini Avrupa’nın bize dayattığı ve bizim de gönüllü olarak imzaladığımız bir sözleşme olarak biliyorduk.

Türkiye’deki feminist hareketin öncü isimlerinden biri tarafından geçtiğimiz günlerde yapılan bir açıklama, bu sözleşmenin bizim tarafımızdan hazırlanarak Avrupa’ya sunulduğunu ortaya çıkardı.

Sputnik Türkiye radyosunun “Fotoğrafın Tamamı” programına konuk olan ünlü feminist Hülya Gülbahar, İstanbul Sözleşmesinin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in önderliğinde, Ak Partili Nursuna Memecean’ın da içinde bulunduğu bir heyet tarafından kaleme alındığını açıkladı.

Gülbahar, “İstanbul Sözleşmesinin adı boşuna İstanbul Sözleşmesi değil; bunun her kelimesi sonuna kadar yerli ve millîdir” şeklinde konuştu.

sputniknews.com sitesinde yer alan habere göre, Hülya Gülbahar aynen şunları söyledi:

“Yasal düzeyde yapılması gereken her şeyi yaptık. Yasal mevzuatımız dünyaya örnek gösterilecek bir mevzuat. Her noktasında virgülünde hatta kelime arasındaki boşluklarda bile Türkiye kadın hareketinin emeği var. İstanbul Sözleşmesinin adı boşu boşuna İstanbul sözleşmesi değil. Tıpkı Kopenhag Kriterleri gibi, Roma Anlaşması gibi tarihe geçecek bir Sözleşme hediye ettik dünya tarihine ve bunun her kelimesi sonuna kadar yerli ve millidir. O metin yazılırken, AK Partili Nursuna Memecan, CHP’li Gülsün Bilgehan, bütün kadın dernekleri, Yakın Ertürk oradaydı. Grevio’da iki dönem başkanımız Feride Acar deli gibi emek harcadı. O sözleşme çeviri değildir, gayet yerli ve millidir. 6284 sayılı yasanın örneği yok dünyada, kelime kelime biz yazdık. Sayın Fatma Şahin’in önderliğinde hepimiz yazdık.”

Sözleşmenin altında kimlerin imzası var?

İstanbul Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılmıştı. Bu sırada Fatma Şahin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı, Recep Tayyip Erdoğan Başbakan, Abdullah Gül de Cumhurbaşkanı idi.

Bu arada, herhangi bir resmî görevi bulunmayan Başbakan eşi Emine Erdoğan 2011 Mart’ında İstanbul’da toplanan Uluslararası Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Buluşmasında yaptığı konuşmada “Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda verdiğimiz mücadele bir hak mücadelesinden öte, altını çizerek söylüyorum, bir ölüm kalım mücadelesidir” demişti.

2017 yılında Millet Meclisinde Ak Parti grubu adına yapılan bir konuşmada da İstanbul Sözleşmesini ilk olarak ve hiç çekincesiz şekilde imzalayan ülkenin Türkiye olduğu iftiharla açıklanmıştı.

İstanbul Sözleşmesinde neler var?

Avrupa Konseyi ile imzalanan İstanbul Sözleşmesi, kadınların maruz kaldığı şiddeti önleme görüntüsü altında, Avrupa’nın her türlü sapık telâkkilerini dayatan Anayasa-üstü hükümler içeriyor.

Sözleşme, biyolojik cinsiyet yerine her türlü sapıklığı “cinsel yönelim” adı altında ayrıcalıklı koruma altına alan “toplumsal cinsiyet” kavramını taraf ülkelere dayatıyor.

Aile kavramını “ev” olarak değiştiren Sözleşmede, eşlerin yanı sıra “partner” unsuru da getirilerek nikâhsız beraberlikler “evlilik” statüsüne kavuşturuluyor.

Sözleşme, kadınlar aleyhinde olabilecek her türlü ayrımı reddederken, kadınların lehindeki hiçbir hükmün ayrım telâkki edilemeyeceğini de hükme bağlıyor.

İstanbul Sözleşmesinin hükümleri, kanun hükmünde sayılıyor. Yürürlükteki kanunlarla bir çelişki söz konusu olduğu zaman kanun değil, İstanbul Sözleşmesi esas alınıyor. Sözleşme hükümleri yasama, yürütme ve yargı organları ile idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişilerin tümünü bağlıyor. Sözleşmenin aleyhinde Anayasa Mahkemesine başvurma yolu da kapanmış olduğundan, İstanbul Sözleşmesi kanun-üstü, hattâ Anayasa-üstü bir nitelik taşıyor.

Bu Sözleşme uyarınca çıkarılan 6284 sayılı kanun ise, her yıl 120-130 bin erkeğin sudan bahanelerle evlerinden uzaklaştırılmasına, binlerce erkeğin “eşinin ırzına tecavüz” suçlamasıyla 10-15 yıl gibi sürelere varan hapis cezalarına çarptırılmasına yol açmış bulunuyor.

İstanbul Sözleşmesi ve yol açtığı problemler ile ilgili geniş bilgiye “Toplumsal Cinsiyetten Toplumsal Cinnete” adlı kitapta yer verilmiştir. Kitaba şu adresten erişebilirsiniz:

https://www.kitapyurdu.com/kitap/toplumsal-cinsiyetten-toplumsal-cinnete/511945.html&filter_name=toplumsal%20cinsiyetten%20toplumsal%20cinnete

9 Aralık 2019 Pazartesi

Yılbaşı yahut "darağacının gölgesinde eğlence"

ÜMİT ŞİMŞEK

Bir idam mahkûmunun son saatlerini mutlu bir şekilde geçirmesini istiyorsanız, ona yapabileceğiniz en güzel sürpriz, affedildiğini ve az sonra serbest bırakılacağını müjdelemektir. Hattâ, bu arada kendisini tepeden tırnağa giydirip üzerine mükellef bir de ziyafet çekebilirsiniz.

İnfaz ânı geldiğinde, önündeki kapının özgür bir dünya yerine darağacına açıldığını gördüğü zaman kandırılmış olduğunu anlasa bile, zavallı mahkûmun hiç değilse bu dünya üzerindeki son birkaç saatinde mutluluğu yakalamış olması ona yapılmış bir iyilik sayılır mı, sayılmaz mı?

***

Eğer bir idam mahkûmuna ömrünün son saatinde yapılan böyle bir “şakayı” gaddarlık olarak düşünüyorsanız, acele etmeyin:

Her birimiz, bir darağacına çıkmak üzere olduğumuzu bize unutturacak tuzaklarla çevrilmiş bulunuyoruz. Hattâ, infaz saatinin yaklaşması bile bizim için başlı başına bir eğlence vesilesi teşkil ediyor. Haftalar öncesinden başlayan yılbaşı eğlencesi hazırlıkları, güle oynaya ölüme doğru koşmaktan başka nedir ki?

Birkaç saatlik bir eğlence için harcanan emeklerin, ortaya dökülen paraların hesabını bilen yok. Eğlence merkezleri, oteller, televizyonlar tarihî bir güne hazırlanıyorlar! O gün için süslenmemiş bir dükkân, özel olarak aydınlatılmamış bir cadde kalırsa, çağdaş yaşamın şeâir hükmündeki ritüellerinden belki de en önemlisi ihmal edilmiş olur! Havaî fişek gösterileri ise, sıradan düğünlerin bile vazgeçilmez unsurları arasında girmişti; yılbaşı gecesinde, belediyelerimizin de katkısıyla, herhalde kişi başına düşen barut miktarında büyük patlamalar göreceğiz. O gece sahnelerde ve ekranlarda boy gösterecek “sanatçılarımız” bir işçinin yıllarca çalışarak ancak kazanabileceği parayı bir gecede cebe indirecekler. Bütün bu masraflar ise, bu eğlencelere talip olan kitleler tarafından karşılanacak. Kimsenin cebinde para olup olmaması da önemli değil; nereye gitseniz harcamalarınızı kredi kartı üzerinden on iki takside bağlıyorlar. Yani, birkaç saat eğleniyor, sonra da bir sene boyunca bu birkaç saatlik eğlencenin masrafını ödüyorsunuz. Şöyle de söyleyebiliriz:

Eğlenerek sadece yeni yılı karşılamış olmuyorsunuz; aynı zamanda, yeni yılın bir borç yüküyle beraber gelmesini temin etmiş oluyorsunuz.

***

Pek çok şey kutlanır; ama yılbaşı kutlamalarının mantığını çözebilmek, daha doğrusu buna bir mantık yakıştırmak hiç de kolay değildir.

Kutlanan şey bir yılın daha geride kalması ise, o dönmemek üzere gitmiştir. Yeni bir yılın gelmesi ise, o da gittikçe azalan ve tükenmekte olan yıllardan birisidir. Eğer bu dünya üzerinde ebedî bir hayatımız olsaydı, bunu yılların yenilenmesi olarak kabul eder ve kendimize yeni bir eğlence vesilesi bulmuş olurduk. Fakat ne tarafından bakarsanız bakın, bir yılbaşı demek, tükenişe bir miktar daha yaklaşmak demektir. Bunu mu kutluyor insanlar?

“Maksat vakit geçirmek; başka bir anlamı yok” denecekse eğer, bu da bizi bir başka açmazla karşı karşıya bırakıyor:

Vakit yalnız geçmez, ömürle beraber geçer. Vaktimizi ne kadar hızlı harcarsak, ömür de o kadar hızla geride kalmış olur. Hattâ ilerleyen yaşlarda bu kaçınılmaz bir âkıbettir: Bir sene, yirmi yaşındaki bir genç için bir ömrün yirmide biri iken, kırk yaşına gelmiş birisi için ömrün sadece kırkta biri demektir. Onun için, kırk yaşındaki insanlar, yirmi yaşındakilere göre, zamanın aşağı yukarı iki misli hızlı geçtiğini hissederler. Fakat bu hızlanmanın da “zaman geçirememekten” ileri gelen can sıkıntısına faydası olmaz. Onun için, “Gençlikte günler kısa yıllar uzun, ihtiyarlıkta ise günler uzun, yıllar kısadır” denmiştir. Hiç kuşkusuz, insan için ideal olan “Vakit geçsin, ama ömür yerinde dursun” şeklindeki bir formüldür; fakat böyle bir formül henüz icad edilmiş değildir. Daha doğrusu, bu formül sonsuzluk âlemine ait bir kavram olup bizim fâni dünyamızla bir münasebeti yoktur.

***

Yeni bir yılın gerçekten bir anlam ifade edecek ve kutlanmaya değecek tarafı varsa, o da, ebediyete bakan yönüdür. Bu taraftan bakıldığında, ne geçmiş yıllar yokluğa karışır, ne gelecek olanlar tükenir.

Ebediyet âlemine mahsulât yetiştiren bir tezgâh olarak baktığımızda, bize şu an için geçmişte kalmış olarak gözüken bütün zamanların Yer ve Gökler Rabbi tarafından indirilen nimetlerle dolu olarak yaşandığını görürüz. Aynı şey gelecek olan yıllar için de söz konusudur; şu farkla ki, onlar henüz açılmamış armağan paketleridir. Asıl güzelliği ve heyecanı da o paketlerin henüz açılmamış olmasındadır.

Gelecek yılın bize ne getireceğini bilmiyoruz. Fakat onun rahmeti ve hikmeti herşeyi kuşatan bir  Rab tarafından gönderileceğini biliyoruz. Bu, geleni kutlamak için bize yeterli olan bir bilgidir—fakat gaflet içinde tepinerek, insan şeytanlarının tuzaklarına alın terimizi saçarak değil.

Yeni bir yılı kutlamak gerekecekse, bunun en doğru yolu, onu ebedî bir hayatın sermayesi yapmak ve kendimizi ebedî hayata lâyık hale getirmeye çalışmaktır.

8 Aralık 2019 Pazar

"İyiliğe aracı olun, selâmı yayın"

Kur’ân-ı Kerim mü’minlerden sadece iyilik yapmasını istemekle kalmıyor, onlardan, başkaları tarafından yapılacak iyiliklere de aracı olmalarını bekliyor ve bunun karşılığında da büyük mükâfatlar vaad ediyor. Bu husus, 247. Kur’an Buluşmasında okuduğumuz iki âyet-i kerimeden birincisinde bize emrediliyordu.

İkinci olarak okuduğumuz âyet-i kerimede ise, İslâm ümmetini esenlik içinde yaşayan insanlardan meydana gelen bir topluluk haline getiren en önemli ilkelerden birincisiyle karşılaştık: selâmlaşmak, verilen selâmı ya aynen veya daha da güzeliyle almak.

Bu arada, Allah Tealânın “el-Mukît” ve “el-Hasîb” isimlerinden de nasibimizi aradık.

Nisâ sûresinin 85-86. âyetlerini okuduğumuz 247. Kur’an Buluşmasında çıkardığımız başlıca dersler:

  • Her an Rabbimizin gözetimi altında bulunduğunu bilerek Onun çizdiği sınırlar içinde yaşamaya özen göstermeliyiz.
  • Kötülüğe aracı olmaktan kaçınıp iyiliğe aracı olmaya çalışmalıyız.
  • Rızkın Allah’tan geldiğini bilerek Onun izni ve rızası dahilinde kazanmalı ve harcamalıyız.
  • Kendisi vasıtasıyla Allah’ın rızık ulaştırdığı kulların geçimini ihmal etmeksizin güzel bir surette sağlamakla yükümlüyüz.
  • İşlenen ve/veya aracı olunan küçük-büyük her türlü iyiliğin Allah tarafından bilindiğini bilmeliyiz.
  • Müslüman toplumun özelliği: sürekli olarak birbirlerine dua eden, birbirinin iyiliğini isteyen, birbirine “Benden kötülük görmezsin, ben senin için ancak iyilik isterim” mesajını veren, birbirinin iyiliğini daha güzeliyle cevaplandıran insanların meydana getirdiği bir toplum.
  • İslâmın selâmla ilgili emirlerinde, insanların birbiriyle tanışmalarına, birbirlerinden faydalanmalarına ve hep birlikte kenetlenmiş bir toplum meydana getirmelerine bir teşvik var.
  • Hiçbir iyilik Allah’tan gizli kalmaz, kaybolmaz, unutulmaz. En muhtaç olduğumuz günde kat kat artmış olarak karşımıza çıkarılır.
  • Her an bizi her halimizde, her işimizde, her niyetimizde görüp gözetmekte olan Rabbimiz, her ihtiyacımızda bize yeter.
  • Özetle: Sen dünyaya ve âhirete ait büyük-küçük her türlü dileğinde Onu razı etmeye bak.

7 Aralık Cumartesi günkü Kur’an Buluşmasının kesintisiz kaydını aşağıda izleyebilirsiniz:

UTESAV organizasyonuyla gerçekleşen Kur’an Buluşmaları MÜSİAD’ın Çobançeşme’deki genel merkezinde Cumartesi sabahları 6:50’de kılınan sabah namazından sonra simit-peynir-çaydan meydana gelen bir kahvaltı ikramını takiben 7:30’da başlıyor ve 9:00’a kadar devam ediyor.

Programda hanımlara da yer ayrılmış bulunuyor.