Sade hayat nedir, ne değildir?

ÜMİT ŞİMŞEK

Birçokları, sade hayattan söz edildiğinde, bundan, şehir hayatını ve teknolojiyi bütünüyle terk ederek doğa ile baş başa yaşanacak bir hayat anlamını çıkarır. Bu, tayfın bir ucunda yer alan, oldukça aşırı denebilecek bir yaklaşımdır. Tayfın diğer ucunda ise, sade hayatın kendisini yeni bir tüketim zemini olarak gören başka bir anlayış mevcuttur. Bunu da yadırgamamak gerekir; çünkü yeni kavramların yeni masraf kapıları anlamına geldiği bir dünyaya gözümüzü açtık ve bundan başka bildiğimiz bir dünya da olmadı. Böyle bir dünyada ise, sade hayata geçme kararını verdikten sonra eşyalarını yenilemekle işe başlayan ve cüzdanlarını doğal görünümlü mobilya için boşaltmak suretiyle sadeliği yakalayan insanlarla karşılaşmak pek o kadar zor olmuyor. Tabii, böyle bir pazarın kokusunu da bazı hassas burunlar birkaç ışık yılı öteden almakta gecikmiyorlar. Ve, sade hayat akımının revaç bulmasıyla birlikte, “Filan parfümle sadeliği yakalayın,” “Falan otomobil modeliyle sadeliğe uçun” gibi reklamlar da birbirini izlemeye başlıyor. Çok geçmeden, Time dergisini çıkaran Time Warner grubu pazarı yakalıyor. Real Simple (Gerçekten Sade) isimli, rengârenk ve bol reklamlı bir dergiyle, “sade tüketicinin” büyük bir ihtiyacını karşılıyor ve ona, sadeliğin tadını yakalamak için neler satın alması gerektiği konusunda yol gösteriyor: yağmur altında doğa ile baş başa bir yürüyüş için 78 dolarlık bir yağmurluk ve 30 dolarlık bir şemsiye, sade giyinmek için saf yünden yapılmış 365 dolarlık bir tişört, zamanla aranızdaki bağı koparmamak için 1350 dolarlık Chanel saat, sade bir gece uykusu için 2500 dolara alabileceğiniz gece lambası ve daha nice sade tüketim araçları… Bu derginin şimdiye kadar kaç kişinin hayatını sadeleştirdiğine dair bir bilgimiz yok; ama 2002’de, Advertising Age (Reklam Çağı) dergisi tarafından “yılın dergisi” seçildiğini biliyoruz.

Böylece, sade hayat gönüllülerinin ilk ve en önemli dersi belirlenmiş oluyor: “Size biraz sadelik satalım” diyenlerden korunmak.

Tayfın diğer ucundaki tercihlere gelince: Bütünüyle medeniyetten istifa ederek kurtlar ve kuşlar arasında bir ömür sürmek, eğer kişinin kendi seçimiyse ve böylece mutlu olunacaksa, buna herhalde kimsenin bir itirazı olamaz. (İnsanlar böyle bir hayatı tercih ettiklerinde satıcıların ne iş yapacaklarını siz merak etmeyin; onların dağ başındakine de pazarlayacak birşeyler bulması uzun zaman almaz. Vaktiyle bir İngiliz firması Eskimolara buzdolabı satarak Kraliçeden ödül almıştı.) Ancak bizim bu kitapta tasvir ettiğimiz sade hayat düşüncesi böyle bir hayatı öngörmemekte; bir yandan toplumla birlikte yaşarken, aynı zamanda kendi değerlerini ve kişiliğini koruyan bir hayat tarzını esas almaktadır.

İhtiyaç fazlası ve toplum baskısı

Sade hayatın herşeyden önce bir özgürlük hareketi olduğunu görmüş bulunuyoruz. Bu, kendi hayatının yönetimini ele almak ve kendi hayat tarzı hakkındaki belirleyici kararları bizzat vermek demektir. Bu da, en başta, neye ihtiyacı olduğunu insanın kendi başına karar vermesiyle gerçekleşir. Eğer ihtiyaçlarınızı sizin dışınızda bir belirleyen varsa, hayatınızın en önemli bölümü başkalarının yönetimine teslim edilmiştir; geri kalan alanlarla sizin kendinizi serbest hissetmeniz birşeyi değiştirmez. Böyle bir durumda, tüketim ekonomisinin öngördüğü ideal insan rolünü kusursuz bir şekilde oynamaya devam ederken, bir yandan da sade bir hayat sürdüğünüzü düşünebilirsiniz. Çünkü sade hayatın çıkış noktası, ihtiyaç fazlasının baskısından kurtulmaktadır. Neye ihtiyacınız olduğunu sizden başkası belirliyorsa, yani yeterlilik ve fazlalık arasındaki sınırı başkaları çiziyorsa, bu, sade hayat projesi içinde ve ihtiyaç etiketi altında size herşeyin pazarlanabileceği anlamını taşıyabilir.

İhtiyaçlarını bizzat belirleyebilen insan, bir açıdan çok zor bir işi bütün bir toplum baskısına rağmen başarmış, diğer taraftan da kendisini çok büyük bir yükün baskısından kurtarmış özgür bir insandır. Onun artık başka birileri gibi olmak, başkalarının gerisinde kalmamak, başkalarını etkilemek, başkaları tarafından aşağılanmaktan kurtulmak gibi endişeleri yoktur. Modaya uygun elbise, yeni mobilya, yeni model araba, ünlü ve pahalı markalar, onun kişiliğine değer kazandıran unsurlar arasına giremez; sırf başkaları öyle yapıyor diye, özgür adamın, bunların peşinde koşma mecburiyeti yoktur. Özgür adamın böyle beyhude yarışlardan serbest kalan enerjisi daha başka, daha masrafsız ve daha anlamlı tatmin kaynaklarına yönelmiştir. Zaten sade hayatı bir hayat tarzı olarak insanlara benimseten ve yaşatan da budur. Yoksa, sahip olduğu eşya ile ve tükettiği şeylerle insanın bir değer kazanamayacağı konusunda, bir sohbet içinde iknâ edemeyeceğiniz kimse hemen hemen yok gibidir. Lâkin mantık itibarıyla insanın doğru kabul ettiği birşeyin hayata yansıması için daha başka şeylere de ihtiyaç vardır. Daha doğrusu, tüketim insanının eşya ile ve maddî refah araçlarıyla doyurmaya çalıştığı duyguları, sade hayat gönüllüleri başka yollardan ve daha güçlü bir şekilde tatmin ediyor olmalıdırlar. Ancak böyle bir tatmin duygusu, onlara, toplumun çoğunluğuna ters düşme gücünü ve cesaretini verebilir. Sonuçta, ortaya çıkan manzara, her iki tarafın da anlamakta güçlük çektiği bir manzaradır: “Tüketici” rolünü benimsemiş insanlar sade hayat gönüllülerine bakarak onların kendi kendilerini maddî mahrumiyetlere mahkûm etmiş olmalarına nasıl hayret ediyorlarsa, sade hayat gönüllüleri de bu insanların ömürlerini kendi elleriyle tüketip dururken hayatın asıl yaşanacak taraflarını kaçırmakta olduklarını bir türlü fark edemeyişlerine hayıflanmaktadırlar.

***

Sade Hayat isimli kitaptan alınmıştır. Kitaba şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz:

http://www.babil.com/kitap/urun/e40965ad51274541b5e7ef4bf60f09e5

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Raşid Halifelerde iman-amel bütünlüğü

Yöneticiler hesaba hazırlansın