Bizim haberlerimiz


Batılı kafanın bize haber olarak ısıtıp ısıtıp sunduğu şeyler, gafil hayatların içinde bir boşluk buldukları için dikkatimizi çekiyor ve ömrümüzü dolduruyor. Bunlarla ruhumuzu bunaltmamanın yegâne çaresi, yüzümüzü gerçek haberlerin cereyan ettiği yöne çevirmektir.

ÜMİT ŞİMŞEK

Batılı kafa, haber yapmak için uçağın düşmesini yahut adamın köpeği ısırmasını bekler. Yoksa, düşmeyen bir uçağın veya adam ısıran köpeğin hikâyesini kimsenin okumayacağını düşünür.

Gerçekten de öyledir demeyecek misiniz?

Okuduklarımıza ve okumadıklarımıza bakarsanız öyledir. Fakat biz kendimizi bildik bileli hep düşen uçaklara ait haberleri okuduk. Yolunda giden şeylere hiçbir zaman dikkatimiz çekilmedi. Aksamayan, tersine dönmeyen, hayatımızı olumsuz yönde etkilemeyen şeylerde hayret uyandıracak birşeyleri hiçbir gazete, radyo veya televizyon bize haber olarak sunmadı. Bu yüzden, “Olağan şeyler kimse okumak istemediği için mi haber olmaz, yoksa haber olarak sunulmadıkları için mi bunlara kimse dönüp bakmaz?” sorusunun cevabını kesin olarak verebilmek güçtür.

***

Şimdi haberlere başka bir açıdan bakalım:

Bir uçak düştüğünde, iki araba çarpıştığında, bir cinayet işlendiği yahut bir savaş çıktığında, çok da sıra dışı birşey cereyan etmiş olmaz. Bu haberlerin yüzlercesini okumamış kimse yoktur. Öyle ki, bu haberleri bir form halinde düzenleyip de sadece olayın kahramanları ve olay mahalli gibi unsurların yerini boş bıraksanız, bugün gazetelerde okuduğumuz haberlerin büyük çoğunluğu, bu boşlukları doldurmak suretiyle zahmetsizce yazılabilir. Değişen kahramanlarla binlerce defa tekrarlanan birşeyi her defasında taze bir haber olarak okumakla ne kazandığımızı düşünen var mı?

Siyaset sahnesinde çoğu zaman bu kadar bir değişikliği bulmak dahi zordur. Tekrarlanan şey sadece lâflardan ve karşılıklı suçlamalardan ibaret değildir; kahramanlarımızın yapıştıkları yerden kalkma gibi bir âdeti bulunmadığı, hikmetinden sual olunmayan Rabbimiz de böylelerine ömürden bolca nasip verdiği için, siyaset âleminin sürüp giden mücadelelerine dair haberlerde ekseriyetle değişen şey okuyucuların kendisi olmakta, bunların nesilleri birbiri ardınca gelip geçtiği halde torunlar dedeleriyle aynı haberlerin yüz bininci versiyonunu aynı kahramanların ağzından okumaya devam etmektedirler.

***

Biz aynı vak’anın biteviye tekrarlarıyla ömür tüketirken, etrafımızda dünya dolusu yenilik cereyan ediyor, fakat bunlar sıra dışı olmadığı için haber muamelesi görmüyor.

Her gün ufkumuzda yeni bir güneş, her an yenilenen manzaralar içinde doğuyor, bir başka ufukta da aynı şekilde batıyor. Her doğuş yeni bir günü, her batış yeni bir geceyi beraberinde getiriyor. Gelişler de, gidişler de, hiçbir ânı kaçırılmayacak güzelliklere bürünmüş olarak cereyan ediyor.

Lâkin güneşin ne doğuşuna, ne de batışına biz ücret ödemeyiz; ödemediğimiz için de bunları nimetten saymayız. Bu yüzden, İskender kebabı yemek için buradan kalkıp Bursa’ya gitsek bile, bir gündoğumunu seyretmek için burnumuzun dibindeki bir deniz kenarına gitmek aklımıza gelmiyor. Hattâ, dünyayı olumsuz şekilde etkileme ihtimali bulunan patlamalar da olmasa, biz semâmızda hergün doğup batan bir güneşin bulunduğundan dahi haberdar olmayacağız.

Kur’ân, yüzlerce âyetinde, bizim “haber” muamelesi yapmadığımız nice olaylara tekrar tekrar dikkatimizi çeker. Bunlar güneş, ay, yıldızlar, bulutlar, denizler, yağmur, bahar, zeytin, hurma, arı, sinek, koyun, deve, gece, gündüz gibi herkesin bildiği şeylerdir.  Biz bunlara “sıradan şeyler” deriz; Kur’ân onları “âyet” olarak adlandırır. Bizim bu âyetlere yaklaşımımız ise, Kur’ân’ın âyetinde tasvir edildiği gibidir:

“Göklerde ve yerde nice âyetler vardır ki, insanlar onlara sırt çevirir de yanlarından geçip giderler.” (Yusuf, 12:105.)

***

Göklerin ve yerin âyetlerine sırt çevirmekle, biz, kendimizi beşeriyet âleminin duvarları arasına hapsetmiş oluyoruz. Bunun faturası ise, dünyamızı daraltmak ve karartmak şeklinde bize yansıyor.

Evvelâ, kâinat kadar geniş bir âlemin bir parçası ve bir ebediyet yolcusu olduğumuzu unutuyoruz. Dünyamız, âlemlerde bir toz zerresi bile etmeyen bir gezegenin üzerindeki bir kısacık andan ibaren hal alıyor.

İkinci olarak, bu küçücük dünyanın boğuşmaları, büyük âlemlerde bütün şaşaasıyla kendisini gösteren rahmet ve cemal tecellîlerinden nasibimizi engelliyor.

İşte, Batılı kafanın bize haber olarak ısıtıp ısıtıp sunduğu şeyler, azamet ve rahmet hakikatlerinden gafil şekilde yaşanan hayatların içinde bir boşluk buldukları için bizim dikkatimizi çekiyor ve ömrümüzü dolduruyor. Bunlarla ruhumuzu bunaltmamanın yegâne çaresi, yüzümüzü gerçek haberlerin cereyan ettiği yöne çevirmektir.

***

Bundan aylar önce, ayağımızın altındaki toprağın derinliklerinde hummâlı faaliyetler başlamıştı.

Bakterilerden köstebeklere kadar nice canlının sayısız fertleri bu faaliyetlerde görev aldı.

Yerin üstü soğuktan donar ve hiçbir hayat eseri göstermezken, aşağıdaki sımsıcak âlemler hayat kaynıyordu.

Bütün bu faaliyetler, bir diriliş hazırlığından ibaretti.

Nihayet gün geldi, emir erişti, yerin yüzü rengârenk çiçeklerle tebessümünü takındı.

Kupkuru iskeletler yapraklara büründü. Cansız toprağın her zerresinden canlar fışkırdı.

Kur’ân’ın sadâsı bir daha yankılandı bu gezegenin dağlarında, ovalarında:

“Bak Allah’ın rahmet eserlerine!”

Fakat insanların çoğu bunu göremedi. Hattâ birçoğu bakmadı bile.

Çünkü orada ne bir uçak düşmüş, ne de bir köpek ısırılmıştı.

Bütün olup biten, yeryüzünün dirilişinden ibaretti!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kur'an mealleri din eğitiminde baş köşeyi almalı

Raşid Halifelerde iman-amel bütünlüğü