SON EKLENENLER
latest

7 Şubat 2020 Cuma

İmanları sınayan âyetler

Halkın malında artış sağlasın diye faiz cinsinden verdiğiniz şeyler Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını gözeterek verdiğiniz zekât cinsinden şeylere gelince:
İşte bunu yapanlar, kat kat arttıranların tâ kendileridir.
Rum Sûresi, 30:39

ÜMİT ŞİMŞEK

FAİZ, Kur’ân’ın en şiddetli hücumlarının tam hedefinde yer alan bir haksız kazançtır. Zekât ise, bunun tam tersine, Kur’ân’ın en hararetli teşviklerine mazhar olmuştur. Bu âyette de, her ikisi birbiriyle karşılaştırılmak suretiyle, aynı hakikat bir kere daha vurgulanmış oluyor.

Yalnız, âyetin dikkat çekici bir yönü var ki, o daMekke döneminde inmiş olmasıdır. Oysa faiz, çok daha sonra, Medine dönemininsonlarında inen âyetlerle yasaklanmıştır.

Zekâtla ilgili durum da böyledir. O da daha sonra farzkılındığı halde, gerek bu âyette, gerekse bundan da önce inen Mekke dönemiâyetlerinde zekâttan çeşitli ifadelerle söz edilmekte ve mü’minler, neredeysedaha kendi başlarının çaresine bakacak durumda bile değilken bu istikameteyönlendirilmekteydi.[1]

Bu durum, Kur’ân’ın bir mucize yönünü de açıkçagösteriyor. Zira Kur’ân, Bediüzzaman’ın da işaret ettiği gibi, farklızamanlarda, farklı sebeplerle, farklı şartlar altında parça parça ve uzun birsüre içinde inmiş olmasına rağmen, sanki bir defada ve tek bir nüzul sebebinebağlı olarak inmişçesine bir bütünlük arz etmektedir. İşte bu hakikatin birşahidi de bu âyettir:

Medine döneminde İslâm toplumunun alacağı kıvamınherhangi bir belirtisi bile henüz ortada yok iken, insanların o şartlar altındamuhatap olacağı hükümlerin hazırlığı çok önceden yapılmakta; zihinler, ruhlar,kalpler zekâtın güzelliğini benimseyecek, faizin çirkinliğini ise nefretlereddedecek bir şekilde, İlâhî bir terbiye altında olgunlaştırılmaktadır.

İşte bu İlâhî terbiyeyi dikkate aldığımız zaman, faizyasağını orasından burasından kemirerek yumuşatmaya çalışanların ne kadarbeyhude bir gayret içinde bulunduklarını görmekte zorlanmayız. Çünkü bu süreç,apaçık bir şekilde, Allah’ın hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeyleri ortaya koymaktave muhataplarını, bütün varlıklarıyla bu ayırımı özümseyecek bir kıvamagetirmektedir.

Âyetin, görünürdeki sebeplere aykırı düşen birhakikati ders verişinde de bu terbiye sürecinin eserini görebiliriz. Zirasebepler, faizin malı arttıracağını, zekâtın ise eksilteceğini bize söyler.Âyet ise bunun tam tersini bildirmektedir. Yıllar sonra, en son inen âyetlerarasında yer alan bir âyet de aynı hakikati, son derece keskin bir ifade iledile getirecektir:

Allah faizi mahveder, sadakaları bereketlendirir. Çünkü Allah nankörlükte ve günahta azıtanların hiçbirini sevmez.[2]

İşte bunlar insanın imanını sınayan sözlerdir.

Tümüyle sebeplere bağlı kalanlar, mallarını Allah’ınyasakladığı faizle arttırma hevesinden bir türlü yakalarını kurtaramazlar. Vesonunda, bugün insanlık âlemini fesada veren tezgâhların bir âleti olupçıkarlar.

İçtenlikle iman eden ve Rablerinin hükmüne teslim olankimseler için ise, sebepler sadece görünürdeki birer perdeden ibarettir;gerçekte arttıran da, azaltan da, veren de, alan da Allah’tan başkası değildir.Onun “Artacak” dediği şey artar, “Mahvolacak” dediği şey mahvolur. Buna tam birgönül rahatlığı içinde iman edenler, bu âlemde huzurun ve bereketin anahtarınıelde ettikten başka, Rablerinin huzuruna çıktıkları zaman da kazançlarını katkat arttırmış olarak bulurlar.


[1] Bu konu daha öncekibölümlerden birinde, Mü’minûn Sûresinin 4. âyetiyle ilgili açıklamalarda dahageniş şekilde ele alınmıştır. Bk. Ayetler ve İbretler: 4, 1. Bölüm.

[2] Bakara Sûresi, 2:276.

6 Şubat 2020 Perşembe

Mü'minlerden ayrı yol tutanlar

Mü’minlerin gittiği yoldan farklı bir yola giren kimsenin durumu, bu haftakiKur’an Buluşmalarında ağırlıklı konumuzu teşkil ediyor.

UTESAV organizasyonuyla 8 Şubat Cumartesi sabahı MÜSİAD genel merkezindegerçekleşecek olan 256. Kur’an Buluşmasında Nisâ sûresinden nasibimizi aramayadevam edeceğiz.

Bu buluşmada okuyacağımız 115-116. âyetlerde Yüce Allah bize şu uyarılarıyapıyor:

Doğru yolkendisine açıkça belli olduktan sonra kim Peygambere muhalefet eder vemü’minlerin yolundan başka bir yol tutarsa, Biz de onu yöneldiği yola sevk ederve Cehenneme süreriz. Gidilecek ne kötü bir yerdir orası!

Allah,kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; onun dışında, dilediği kimseningünahını bağışlar. Allah’a ortak koşan ise, pek derin bir sapıklığa düşmüştür.

Buluşmada, şirk konusunun yanı sıra, affedilmeyen ve failini ebedî azaba müstehak hale getiren “küfür” konusu üzerinde de durulacak.

Herkese açıkolarak cereyan eden Kur’an Buluşmaları Cumartesi sabahları 6:50’de kılınansabah namazından sonra simit-peynir-çaydan meydana gelen bir kahvaltı ikramınıtakiben 7:30’da başlıyor ve 9:00’a kadar devam ediyor.

Programda hanımlara da yer ayrılmış bulunuyor.

4 Şubat 2020 Salı

İznik Gölünde bir günbatımı

FOTOĞRAFLAR: ÜMİT ŞİMŞEK

Herşey bir güzellikle cereyan eder dünyamızda.

Çünkü herşey, bütün güzelliklerin kaynağı olan Esmâ-i Hüsnâ’dan parıltıları yansıtır.

Güneş de bir güzellikle gelir, bir güzellikle gider. Gün güzellikle başlar, güzellikle kapanır.

İznik Gölü de bu cennet vatanın seyrine doyum olmayan manzaralarını sergiler her gün, her saat ve her dakika.

İşte, günün batışı, ufukta, suyun üzerinde, bulutlarda rengârenk tablolar halinde yansıyor.

Gölün her köşesinde ayrı bir güzellik, gurubun her dakikasında farklı bir harikulâdelik var.

İşte bunlar da o muhteşem kapanışın hızına deklanşörümüzün yetişebildiği ölçüde kaydedebildiğimiz birkaç görüntü. O gün kapanıp nöbeti gece âlemine devretti, fakat dile getirdiği anlamlar ve hatıralar bütün canlılığıyla duruyor.

“Gece ve gündüzün peş peşe değişmesinde ve Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde, inkârdan ve kötülüklerden sakınan bir topluluk için âyetler vardır.” (Yunus, 10:6).

***

İznik’te günbatımı 1

İznik’te günbatımı 2

İznik’te günbatımı 3

İznik’te günbatımı 4

İznik’te günbatımı 5

İznik’te günbatımı 6

İznik’te günbatımı 7

İznik’te günbatımı 8

İznik’te günbatımı 9

İznik’te günbatımı 10

İznik’te günbatımı 11

İznik’te günbatımı 12

İznik’te günbatımı 13

İznik’te günbatımı 14

İznik’te günbatımı 15

İznik’te günbatımı 16

İznik’te günbatımı 17

İznik’te günbatımı 18

İznik’te günbatımı 19

İznik’te günbatımı 20

İznik’te günbatımı 21

İznik’te günbatımı 22

İznik’te günbatımı 23

İznik’te günbatımı 24

İznik’te günbatımı 25

İznik’te günbatımı 26

İznik’te günbatımı 27

İznik’te günbatımı 28

İznik’te günbatımı 29

İznik’te günbatımı 30

 

3 Şubat 2020 Pazartesi

Şuûnat âlemlerine kısa bir bakış

Kâinattaki her varlığı ve her hadiseyi birer “eser” olarak görünce, insanın gözünde bütün âlem muhteşem bir sanat sergisi halini alıyor.

Bütün bu eserlerin arkasında, onları ortaya çıkaran harikulâde fiiller belirmeye başlıyor.

O fiillerin üzerinde de, Kâinat Hâlıkının bin bir Esmâ-i Hüsnâsı okunuyor.

Ve o Esmâ-i Hüsnânın arkasında ise, o isimleri tecellîye sevk eden “şuûnât”ın varlığı öyle aşikâr bir şekilde kendisini belli ediyor ki, bütün kâinat bir “hüsün ve muhabbet” deryasına gark oluyor.

İşte o zaman insan, kendisini her taraftan bir muhabbetle sarılmış olarak buluyor ve kendi değerini anlıyor.

1 Şubat Cumartesi günkü Tefekkür Derslerinde Risale-i Nur’un şuûnat ile ilgili bahislerine bir giriş yaptık. Bu dersin tam video kaydını aşağıda bulacaksınız. Risale-i Nur’un şuûnat ile ilgili ayrıntılı bahislerini ve bunların dayandığı âyet ve hadisleri ise 15 Şubat Cumartesi günündeki Tefekkür Dersinde inceleyeceğiz.

Tefekkür Dersleri, Cumartesi sabahları 10:30-12:00 arasında, Iraklı âlim İhsan Kasım Salihî ile Ümit Şimşek arasında dönüşümlü olarak cereyan ediyor ve İİKV’nin Facebook ve Youtube hesaplarından canlı olarak izlenebiliyor.

Herkese açık olarak cereyan eden derslerde hanımlar için de yer ayrılmış bulunuyor.

Ali Ulvi Kurucu'nun üç duası

ÜMİT ŞİMŞEK

Büyük insanların her biri özel bir görevle gelir, yahut gönderilir bu dünyaya. Görevlerini tamamlar ve dönerler. Döndükleri zaman, arkalarında, geldikleri dünyadan daha farklı bir dünya bırakmışlardır. Onlardan herhangi birinin büyüklüğünü anlamak için, yokluklarını tasavvur etmek, yahut hayalen onlardan önceki zamana dönmek yeter:

Sinan’sız bir dünyada Süleymaniye, Mevlânâ’sız bir dünyada Mesnevî, Itrî’siz bir dünyada bayram tekbiri, Âkif’siz bir dünyada Safahat yoktu. Ve hiç şüphesiz, o eski dünyalardan herbiri, bugünkü dünyaya nisbetle daha yoksul bir dünya idi. O büyük insanların arkalarından baktığımız zaman, onların, bu dünyada eksik olan birşeyleri tamamlamak için yaratıldıklarını görebiliyoruz.

Onlar, bir yönüyle bu dünyaya aittirler ve ondan ayrı düşünülemeyecek bir parçadırlar; bir yönüyle de başka bir âlemin insanlarıdırlar.

Bu dünyaya aittirler; çünkü bu dünyanın yaratılışında var olan âhenk ve düzen, onların yaratılışıyla daha da mânâ kazanmıştır. Başka bir âlemin insanlarıdırlar; çünkü gelip geçici bir dünya, o kadar büyük varlıkların ağırlığını kaldıramaz; zaten küçük-büyük ayırt etmez bu dünya, kucağına düşeni çürütür, öğütür, bir avuç toprak halinde eşitleyiverir.

Kâinatın yüz milyar kadar kehkeşanından bir tanesinin yüz milyar güneşinden birisinin gezegenlerinden bir gezegenin üzerinde, Konya adlı bir beldenin mütevazi evlerinden birinde, dünyanın doğuşundan tahminen 4,5 milyar sene kadar sonra bir gün Ali Ulvi Kurucu adıyla anılacak bir insan hayata gözünü açtığı zaman, bu olay, anne ile babasından ve üç beş akrabâsından başka pek az kimse için bir anlam ifade ediyordu görünürde. Fakat mânâ âlemlerinin değer ölçüleri daha farklıdır. Orada kişilerin zaman ve mekânda işgal ettiği yer değil, kendisini gönderenin nazarında ifade ettiği anlam esas alınır. Ali Ulvi Kurucu için ise, bu anlamın pek az kula nasip olacak bir büyüklükte olduğu, ona verilmiş olan kabiliyetlerden ve gösterilmiş olan hedeften belliydi.

“İslâm çirkini güzel yapar, güzeli daha da güzelleştirir.”

Dilinden düşürmedi, halinden de eksik etmedi bu sözü. Bir münezzeh güzelliğin peşine düşürülmüştü, besbelli. İslâmı güzellikle anlayan ve güzellikle anlatan bir ortamda dünyaya geldi ve sonra da sanat denen güzelliğin birkaç dalıyla birden tanıştı; sözün, sesin, süsün ve yazının güzelliklerine daldı.

Bir başka zemin, başka zaman çerçevesinde
Eşsiz Güzelin vaslına ermek hevesinde.

***

Daldığı güzellikler içinde yalnız değildi Ali Ulvi Kurucu. Orada pek çok tanıdık sesler buldu. Ama bir tanesiyle, özellikle bir tanesiyle, arasında büyük bir âşinâlık vardı. Zamanın ve zeminin başka kesitlerinde, ayrı bedenlere bürünmüş tek bir ruh gibiydi o ve kendisi. Duyduklarını ve düşündüklerini onda buldu. Onu aşkına ve imanına tercüman gördü. Aynı güzelliğin peşine düşmüş iki insandılar. Sualler ve cevaplar gidip geldi ruhlar ve zamanlar arasında.

Âkif diye haykırsam ufuklarla beraber,
Âkif diye feryadıma ses vermede her yer.

Böylece, onu kendisine model seçti Ali Ulvi Kurucu. Âkif’in Rabbine yöneldi, Âkif’e verilen nasipten istedi. Bu onun birinci duasıydı.

Duası bir güzellikle kabul gördü Ali Ulvi Kurucu’nun. Bir zaman sonra, herkes onun, “Zamanın Âkif’i” olduğunda ittifak etti. Artık o Âkif’e tercümanlık yapıyor, ölümün susturduğu bir dile bedel o konuşuyordu. Fakat Âkif’in nasibinde çile de vardı; ondan da payını aldı. Bir yandan Âkif’in imanı ve Âkif’in beyanıyla yazarken, bir yandan da Âkif’in ıztırabını çekiyordu.

Tâ ezelden demek uşşâka mukadder bu çile,
Gece bülbül yine bin âh ile yalvardı güle.
Sevilen gonca açıldıkça seven yaş döküyor,
Söyle cânan, hani yol vardı gönülden gönüle.

***

Ali Ulvi Kurucu’nun ikinci duası da bir başka güzellikle kabul gördü Yer ve Gökler Rabbinin dergâhında. Habibi, onu yanına aldı. Ve altmış yıl boyunca dizinin dibinden ayırmadı. Bülbül, artık gülünün yanı başında şakıyordu.

Bû-yi vaslındır muattar eyleyen sünbülleri,
Nur cemalinden eserdir bağ-ı aşkın gülleri,
Gül cemalindir Habibim mest eden bülbülleri,
“Ben Resul-i Kibriyânın bülbül-i nâlânıyım,”
“Mücrimim gerçi, cemal-i Mustafâ hayranıyım.”

Peygamber komşuluğunda yazdıkları, Peygamberden haberler taşıyordu okuyanlara. Zaman geçtikçe o mekânıyla bütünleşti. İnsanlar onu artık “Peygamber komşusu” olarak tanıyorlardı. Onu okuyup dinledikçe Peygamberin kokusunu aldılar; onunla Peygamberlerine selâmlar gönderdiler.

“Peygamber-i Zîşânın komşuluğu bize çok dostlar kazandırdı” diyordu. Bu “dostlar” tanımı içinde, âlemde Peygambere dost olan kim ve ne varsa dahil olduğunda şüphe yok: O mübarek avuçta tesbih eden taşlar, onun hasretiyle ağlayan kütükler de dahil! Ancak, güller ve bülbüller kadar, muzır haşerat da bu dünyanın tabiatında olan birşey; nice büyük insanlarla beraber, onların eteklerine saldırarak irtifa kazanmaya çalışan küçücük yaratıklar da yine bu toprakların üzerinde geziniyor ve sonunda hepsi birlikte toprağın altına giriyor. Bir ömür boyu Peygamber dostlarıyla muhabbet alıp veren Ali Ulvi Kurucu, ömrünün sonlarına doğru, Resulünün Ashabına ve Âkif’ine dil uzatabilmek için debelenen bedbahtları da gördü ne yazık ki. Fakat uğradığı bu talihsizlik, yeni bir eserin doğuşuna yol açtı. Bir anlattı Peygamberini, bir anlattı Âkif’ini, dinleyen ağladı, soran ağladı, izleyen ağladı, sunan ağladı. Böylece, giderken, “Peygamberin İzinde” bir eser daha bıraktı bu dünyada.[1]

***

Ve son duası Ali Ulvi Kurucu’nun:

“Bir nesil… Böyle bir nesil… İşte böyle bir nesil!”

Ve son duasının sonucu:

“Siz benim kabul olunan dualarımsınız.”

Âhir ömründe sayısız gençler onun elini öpme şerefine kavuştu.  “Ben Allah’tan böyle bir nesil istemiştim,” diyordu elini öpenlere. “Bahçıvan yetiştirdiği fidanın meyvesini yerken nasıl bahtiyar olursa, şimdi ben de öyle bahtiyar oluyorum.”

Onun duaları, Allah katında kabul gören dualardı; bunda şüpheye hiç mi hiç yer yok.

Bu dünyadan bir Ali Ulvi Kurucu geçti.

Ve her büyük insan gibi, arkasında eserlerini bıraktı.

En büyük eseri, onun kabul olunmuş dualarıydı.

Eğer herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda, bir gencin kalbine Peygamber sevgisi düştüğünü görür, işitir, yahut hissederseniz, bilin ki, Ali Ulvi Kurucu’nun duası oraya kadar ulaşmıştır.

Bugünlerde bu dualar o kadar çok kabul olunuyor ki!

***

[1] 28 Şubat’ın karanlık ortamında şımaran sefil ruhlardan birisi, millî şairimiz Mehmet Akif’e ve Resulullah’ın (s.a.v.) Ashab-ı Güzin’ine dil uzatarak kendisini gündeme taşımış ve bütün bir milletin nefretine muhatap olmuştu. Ali Ulvi Kurucu merhum o günlerde Türkiye’de idi. Yönetmenliğini Ayşe Böhürler’in, sunuculuğunu Özlem Zengin’in yaptığı bir Kanal 7  programında gençlerle bir araya geldi. Söz Sahabe’den açılınca, söz Mehmet Akif’ten açılınca, bir de karşısında kendisini iştiyakla dinleyen gençleri bulunca coşmaz mıydı Ali Ulvi Kurucu? Program sırasında Ayşe Hanımı aradım; “Sunucumuz dahil hepimiz iki gözü iki çeşme ağlıyoruz” dedi. Elhasıl, o muhteşem program da öylece tarihe geçti. İstemeden böyle bir programa vesile olan sefil ruha gelince, onu kimse hatırlamıyor bile: “Gömdü tarih onu artık yeri gayyâ dibidir!”

2 Şubat 2020 Pazar

Toplum hayatı için altın öğütler

Kur’an Buluşmalarının 255’inci bölümünde okuduğumuz âyetler, Müslüman toplulukları ve her seviyedeki yöneticiler için altın öğütlerle dolu idi.

UTESAV organizasyonuyla MÜSİAD genel merkezinde gerçekleşen Buluşmada, Nisâ sûresinin 113-114. âyetlerinden nasibimizi aradık. Âyetlerde şöyle buyuruluyordu:

Eğer Allah’ın sana lütuf ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir topluluk seni şaşırtmaya niyetlenmişti. Onlar ancak kendilerini şaşırtıyorlar; sana da bir zarar veremezler. Çünkü Allah sana Kitabı ve Hikmeti  indirmiş ve bilmediklerini sana öğretmiştir. Gerçekten de senin üzerinde Allah’ın pek büyük bir lütuf ve keremi vardır.

Onların fısıldaşmalarının çoğunda bir hayır yoktur — ancak bir sadakayı, bir ma’rûfu veya insanların arasını bulmayı teşvik eden kimse bundan müstesnadır. Bunu Allah rızası için yapana Biz pek büyük bir mükâfat vereceğiz.

Bu âyetlerden çıkardığımız derslere gelince, bunların başlıcaları şu şekilde idi:

  • İftira ile ilgili âyetten sonra geldiğine göre, yönetim ve hüküm mevkiindekiler başta olmak üzere ümmete bir uyarı: Sizi şaşırtmaya çalışacak kimseler olabilir ve olacak; bunlara karşı Kitap ve Hikmete sarılın, bilmediklerinizi öğrenmeye çalışın.
  • Bir meselenin içyüzünü öğrenmeden onu savunmak veya onunla ilgili hüküm vermek doğru değildir.
  • Taraflardan herhangi birinin Müslüman, diğerinin gayrımüslim oluşu onlardan birine meyletmeyi caiz kılmaz.
  • Bilmediklerini öğrenme yolu: Kitap ve Hikmete teslimiyet / bunu ihsan-ı İlâhî takip eder.
  • Şaşırtma teşebbüslerinin hedefi sadece Hz. Peygamber (s.a.v.) olacak değildir.
  • Ümmetinin bu teşebbüslerden korunması da ancak Allah’ın lütuf ve rahmeti sayesinde mümkün olur. Onun da vasıtaları Kitap ve Hikmettir / Sünnettir.
  • Bunlara sarılanlara Allah bilmediklerini de öğretir ve onlar Allah’ın pek büyük lütuflarına mazhar olurlar.
  • En büyük lütuflar: Kitap, Hikmet, bilmediğini öğrenmek.
  • İlim ve hikmetin üstünlüğüne vurgu: Bu doğrudan doğruya Allah’ın ihsanıdır.
  • İnsan iyilikleri kendisinden değil, doğrudan doğruya Allah’ın lütuf ve ihsanı olarak bilmelidir.

Programın kesintisiz video kaydını izlemek için tıklayınız:

Herkese açık olarak cereyan eden Kur’an Buluşmaları Cumartesi sabahları 6:50’de kılınan sabah namazından sonra simit-peynir-çaydan meydana gelen bir kahvaltı ikramını takiben 7:30’da başlıyor ve 9:00’a kadar devam ediyor.

Programda hanımlara da yer ayrılmış bulunuyor.