SON EKLENENLER
latest

4 Mart 2020 Çarşamba

Yıldızlar işte böyle doğuyor

Göklerin derinliklerinde bir yıldız yetiştirme çiftliği!

Samanyolunun uydu galaksilerinden Büyük Macellan Bulutu içinde yer alan Tarantula Bulutsusunda, büyük bir hızla yıldızlar yaratılıyor. Üstelik bu yıldızlar Güneşten çok daha büyük; aralarında Güneşin 10 milyon misli parlaklığa ulaşan yıldızlar var.

Bulutsunun toplam kütlesi Güneşin 450 bin misli olarak hesaplanıyor. Yalnız bu yıldızlar çok büyük olduğu için hızlı yaşayıp genç ölüyorlar. En yaşlısı birkaç milyon yaşında olan yıldızların önünde ancak birkaç milyon senelik bir ömür daha var. Uzay ölçeğinde bakıldığında, bu, göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir zaman diliminden ibaret kalıyor. Bu görünüşüyle, Tarantula Bulutsusunu, göz alıcı bir şekilde parlayıp sönerken semâda rengârenk desenler çizen bir büyük havai fişeğe de benzetebiliriz.

“Hem semavat yüzünde, öyle bir haşmet içinde bir parlamak ve bir zînet içinde bir tebessüm var ki; Sâni’-i Zülcelal’in ne kadar muazzam bir saltanatı, ne kadar güzel bir san’atı olduğunu gösterir. Donanma günlerinde kesretli elektrik lâmbaları, sultanın derece-i haşmetini ve terakkiyat-ı medeniyede derece-i kemalini gösterdiği gibi; koca semavat o haşmetli, zînetli yıldızlarıyla Sâni’-i Zülcelal’in kemal-i san’atını ve cemal-i san’atını, öylece nazar-ı dikkate gösteriyorlar.”

3 Mart 2020 Salı

Patlıcanlarımız, haberlerimiz ve baharlarımız

ÜMİT ŞİMŞEK

Büyük haber, çoğu zaman olduğu gibi, bugünlerde de sessizce hayatımıza giriyor. Fakat gerek onun sessizliği, gerekse bizim haberleri yanlış yerde arama alışkanlığımız yüzünden, çoğumuz bu haberin farkında bile değiliz. Yahut farkında olsak da ona haber değeri vermiyoruz.

Haberin büyüğü şu:

Bahar geliyor!

Küçük haberlere gelince, onlar da hergün haber diye izlediğimiz ve okuduğumuz şeyler. Fakat tersine dönen bir dünyada büyüğe küçük, küçüğe büyük demek, ayıplanmak bir yana dursun, hayatın temel gerçeklerinden biri olarak kabul görüyor. Onun için, ömrümüzün kimbilir kaç senesine tekabül eden miktarını haber kılığına bürünmüş faydasız bilgi yığınlarını öğrenip unutmak için harcıyoruz.

Dikkat ederseniz, bizim haber saydığımız olayların tamamına yakın kısmı, bizimle doğrudan ilgili değildir. Bu hüküm mübalâğalı görünüyorsa, açın herhangi bir haber sitesini, giriş sayfasındaki düzinelerce haber hakkında tek tek şu iki soruyu sorun kendinize:

  • Bunun benimle doğrudan bir ilgisi var mı?
  • Bunu bilmek bana ne kazandırır, bilmemek ne kaybettirir?

Baharın gelişi ise, hepimizi doğrudan ilgilendiren mühim bir hadisedir; ona hangi gözle bakarsak bakalım, her birimiz üzerinde onun mutlaka bir tesiri vardır. Onun hakkında öğreneceğimiz şeylerin ise bize faydası dokunabilir; bu tamamen bizim konuya yaklaşma tarzımıza bağlıdır. Onun için, bir bahar mevsiminin başlangıcında, baharın kendisi kadar bizim için haber değeri taşıyacak bir gelişme düşünmek zordur. Fakat haberlerin bağırarak satıldığı bir ülkede bahar mevsiminin gelişini bir haber olarak sunmak ondan daha da zordur.

***

Bir TV haber sunucusunun bağıra çağıra şöyle bir haber sunduğunu hayal edebiliyor musunuz:

“Sayın seyirciler, İstanbul bu sabah papatya ve sarıçiçekler arasında uyandı!”

Fakat iki katlı ahşap bir binada çıkan yangını, nezle görmemiş bir TV sunucusu  “İstanbul bu sabah alevler içinde uyandı!” diye bağırarak duyurduğunda bunu hiç yadırgamıyoruz. Hattâ, kaç milyonuncu sefer kandırılacağımızı bile bile bu haberi sonuna kadar merakla izlemekten de kendimizi alamıyoruz.

Kabul edelim veya etmeyelim, bizim bir habere gösterdiğimiz ilgi, onun sunuluşundaki bağırtı indeksiyle doğrudan ilgilidir. Fakat bazı haberler vardır ki bağırarak satılmaz; bazıları da bağırmadan satılmaz. Basit bir ahşap ev yangınını bütün İstanbul’u tehdit eden bir felâket gibi sunmazsanız size kim kulak verir? Buna karşılık, bahar gibi hadiseler de sessizce gelirler ve fark edilmek için sükûnet isterler.

Hergün gelip geçtiğimiz yollarda, gözümüzün önünde, ayağımızın altında cereyan eden ve bir bahar mevsiminin inşasıyla sonuçlanan faaliyetler eğer bizim yaptığımız gibi çevreye rahatsızlık verecek şekilde cereyan etseydi, günün hiçbir saatinde biz kafa dinleyecek bir yer bulamazdık. Başımızın üzerinde sessizce uçan kuş filolarına dönüp bakmayız; ama kaba ve hantal bir helikopter tek başına hepimizin dikkatini gürültüsüyle üzerinde toplar. Güneş her saniye yüz milyonlarca ton hidrojen bombasının enerjisiyle dünyayı ısıtır ve aydınlatır; fakat sessizce doğup battığı için o da dikkatimizi çekmez.

Aslında bu faaliyetlerden hiçbirinin sessizlik içinde cereyan ettiğini söyleyemeyiz. Hareketin olduğu her yerde ses vardır. Fakat Yaratan o seslerin çoğunu bizim işitme sınırımızın dışında bırakmak, bir kısmına da (Güneşte olduğu gibi) uzay kapılarını kapatarak bize ulaşmasını engellemek suretiyle bize bu gezegen üzerinde huzur ve sükûn içinde bir yaşama alanı hazırlamıştır. Lâkin biz sessiz ortamları gürültüye boğuyor, sükûnetten kaçıp gürültüye müşteri oluyoruz. Baharın cazibesi ise ancak sükûnetli ortamlarda hissedilebildiği için, bu mevsimin bize anlattıklarını anlayabilmek hiç kolay olmuyor.

Belki de baharın gelişini gürültülü haber ortamları yerine mahalle pazarlarında anlatmayı denemek daha mantıklı olabilir. Avrupa Birliğine uyum tedbirleri içinde, mahalle pazarlarında bağırarak satış yapma yasağı da yok muydu? AB sayesinde artık bağırarak patlıcan satamıyoruz, ama bağırarak haber satmayı yasaklayan bir kanun henüz yok. Eğer patlıcanlarımızın eriştiği medeniyet seviyesini bir gün haber bültenlerimiz de yakalayacak olursa, işte o zaman baharı anlatan haberleri de televizyonlarımızda zevkle izleme imkânına kavuşuruz.

2 Mart 2020 Pazartesi

İnsanın en büyük sermayesi: acz ve fakr

Bediüzzaman Said Nursî’nin “Risale-i Nur’un dört esasından ikisi” olaraknitelediği “acz ve fakr” İİKV’deki Tefekkür Derslerinin konusu idi.

29 Şubat Cumartesi günü Vakfın Vefa’daki merkezinde gerçekleşen seminerde “buiki kavramın Yaratan karşısında bütün yaratılanların ortak özelliği olduğu”tesbiti yapıldı.

İnsanların durumu ise, ihtiyaçlarının çokluğu sebebiyle, diğer bütünyaratılmışlardan daha ileri seviyede, mutlak acz ve mutlak fakr olarakkarşımıza çıkıyordu.

Ancak bu durum insanın aleyhinde değil, bilâkis lehinde bir durum ortayaçıkarıyor ve önüne çok büyük fırsatları seriyordu.

Çünkü âcizliği de, ihtiyaçları da, Allah’ın kudret ve rahmetinden sonsuzbir şekilde yararlansın diye onun sıfatı olmuştu.

Eğer insan Rabbi karşısındaki bu durumunu görür, anlar ve bu anlayışa uygunbir şekilde hareket ederse, onun âcizliği Allah’ın sevgisine, ihtiyaçları daRahmân ismine onu ulaştırabilirdi.

Fakat madalyonun bir de öteki yüzü vardı:

İnsan kendisinde bir güç vehmeder, Rabbi karşısındaki âciz ve muhtaçdurumunu kabul etmez ve kendisinde diğer insanlara karşı bir üstünlükvehmederse, bu sıfatları onun hem bu dünyadaki hayatını, hem de ebedî hayatınıCehenneme çevirebilirdi.

Bu tesbitleri yaparken, zamanımızda toplumların içine sürüklendikleri bunalımlarıntemelinde yatan en önemli unsurun, “acz ve fakrını kabul etmemek” şeklindebelirdiğini de gördük. Bu da bizi, her türlü sosyal problemlerin çözümünde aczve fakr konusunun anahtar rolü oynadığı tesbitine ulaştırdı.

Seminerin tam video kaydına bu adresten erişebilirsiniz:

Seminerin sunum dosyasını PPS formatında bu bağlantıdan indirebilirsiniz:

Seminerin sunum dosyasını PDF formatında bu bağlantıdan indirebilirsiniz:

Tefekkür Dersleri, Iraklı âlim İhsan Kasım Salihî (veya Kenan Demirtaş) ileÜmit Şimşek arasında dönüşümlü olarak ve herkese açık şekilde Cumartesi günlericereyan ediyor.

Dersler canlı olarak İİKV’nin sosyal medya hesaplarından da yayınlanıyor.

1 Mart 2020 Pazar

Dinî hayatın gençlik iksiri: fetvâ

Günümüzün en önemli problemlerinden biri olan “fetva” konusu, 259. Kur’anBuluşmasının başlıca konularından birini teşkil ediyordu. Buluşmanın bir diğerağırlıklı konusu ise, yetim kızların hakları idi.

UTESAV organizasyonuyla Karadeniz Vakfının İstinye tesislerinde gerçekleşenBuluşmada Nisâ sûresinin şu mealdeki 126-127. âyetlerini okuduk:

Göklerde nevar, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Ve Allah herşeyi kuşatmıştır.

Kadınlar hakkında senden fetvâ istiyorlar. De ki: Size onlar hakkındaki fetvâyı Allahveriyor. Haklarını vermeksizin nikâhlamak istediğiniz / istemediğiniz yetimkızlar ile güçsüz ve korunmasız çocuklar hakkındaki hükümler ve yetimlerinhakkını âdil bir şekilde gözetmenize dair emirler, kitapta size okunuyor. Hayırolarak siz ne işlerseniz, muhakkak ki Allah onu hakkıyla bilir.

Fetvâ, gerçekte kişinin inancını ve dinî hayatını sağlamlaştıran çok önemlibir uygulama olduğu için Kur’ân’da bu isimle anılmıştı. Ancak bu, fetvâ vermeyeehliyetli kimselerin varlığını gerektiriyordu. Aksi takdirde, bilen-bilmeyenherkesin gelişigüzel fetvâlar vermeye kalktığı bir zamanda – şimdi olduğu gibi– böyle fetvâların dini sağlamlaştırmak bir yana dursun, daha da zaafauğratmaktan başka bir sonuç vermesi beklenemezdi. Bunun çözümü ise, fetvâ içinbaşvuracağı kimseleri tesbit etmekte herkesin son derece sorumlu davranmasıylamümkün olabilirdi.

Yetim kızların durumu ise Nisâ sûresinin başında ele alınmış olmaklabirlikte, burada onların haklarını gözetmek hususunda insanlar bir kere dahauyarılıyordu. Bu tekrarın sebebi ise, Ashab-ı Kiramın bu konudakihassasiyetlerinin sonucu olarak meseleyi yeniden gündeme getirmeleri veResulullahtan (s.a.v.) açıklama istemeleriydi. Kur’ân’ın konuyla ilgili cevabıise, hem geçmişteki haksızlıkları hiçbir iz bırakmayacak şekilde ortadankaldırmaya, hem de insanların içinde iyilik, güzellik, fazilet tohumlarınıyeşertmeye yönelik muhteşem bir eğitim sürecini sergiliyordu.

259. Kur’an Buluşmasının kesintisiz video kaydını bu bağlantıdanizleyebilirsiniz:

Herkese açık olarak cereyan eden Kur’an Buluşmaları Cumartesi sabahlarıMÜSİAD’ın Çobançeşme’deki genel merkezinde 6:50’de kılınan sabah namazındansonra simit-peynir-çaydan meydana gelen bir kahvaltı ikramını takiben 7:30’dabaşlıyor ve 9:00’a kadar devam ediyor.

Programda hanımlara da yer ayrılmış bulunuyor.