SON EKLENENLER
latest

19 Mart 2020 Perşembe

Onlar için dua edelim

Küresel bir virüs salgını herkesi kendi derdine düşürdü. Lâkin bu hengâmede herkesin derdiyle uğraşırken kendi derdini düşünemeyenler de var. Üstelik onların yakın bir gelecekte kendi dertlerini düşünebilecek hale gelmeleri de muhtemel değil. Önümüzdeki her gün, her hafta, her ay onların yükünü, yüküyle beraber maruz kaldıkları tehlikeleri daha da ağırlaştıracak. Ne zamana kadar? Kimse bilmiyor. Bizim elimizden gelen tek bir şey var: dua. Yer ve Gökler Rabbine yönelip de elimizi açtığımız zaman, onlar için de içimizden gelen en samimî duaları sunabiliriz Onun dergâhına, kendimiz için istercesine. Bu arada, onlarla hemhal olabilmek için, mesleğin içinden birisinin, yarım asra yakın bir hekimlik geçmişi bulunan İbrahim Erbıyık dostumuzdan aldığımız şu mektubu da zaman zaman hatırlayabiliriz:

Yrd. Doç. Dr. H. İBRAHİM ERBIYIK

Tam 45 yıldır beyaz gömlek giyen, ameliyatlarda bere, maske takan, 300binden fazla hasta görmüş, 30 binden fazla doğum yaptırmış, tecrübeli ama hâlâheyecanlı bir hekim olarak düşünce ve duygularımı “virüs düşünceleri” olarakyazmak istedim.

Yazımda “hekim” kelimesinin geçtiği her bölüm aynı zamanda diş hekimi, eczacı, hemşire, ebe, hastabakıcı, tıbbi sekreter, asistan, v.b. tüm sağlık personelini de içine almaktadır.

İlgililer ‘Evinize kapanın’, ‘Evinizden dışarı asla çıkmayın!’ diye orderverseler de bu talimatlar bazı meslek mensupları için geçerli değildir. Meselabiz hekimler, yani sağlık çalışanları her gün mesai saati başlamadanüniformamızı, beyaz gömleğimizi giyer, iş başında hazır olarak hastalarımızıbekleriz.

Tıp fakültesinin birinci yılında Askeri Tıbbiyede bize abilerimizin kitaplarımiras kalırdı. Onlardan birinde, bir cerrahi kitabında şöyle yazıyordu: Sodomedolorem, opus divinum. Bir italyan öz deyişi. Yani “Ağrı dindirmek Allah’ın sanatıdır.” Adına yemin ettiğimiz Hipokrat da, “Önce zararlı olma” (pirimumnon nocere) diye bizlere öğütlemişti. Mesleğimizi severek icra ederken bu sözhep kulaklarımızda çınlar. Ne demek zararlı olmak? Hep fayda için, hep şifaiçindir çabalarımız…

Aciller, hastane acil poliklinikleri, özel, kamu daha bir yoğun hasta akımınauğramakta. Enteresan! Basında hiç ‘Doktorun burnunu kırdı, hemşirenin saçınıçekti, hasta bakıcıya kurşun sıktı, Urfa’da cereyan eden olayda hasta tuğlayıhekimin kafasına vurdu” gibi, İstanbul Tıp Fakültesinde Dr. Göksel hocamızınpisi pisine öldürülmesi gibi hekime yönelik şiddet haberlerini çok şükürokumuyoruz son zamanlarda. Magandalar, tedaviye muhtaç mankafalar, en azındanvirüs salgını sürecinde aşağılık ruh dünyalarını dizginlemeyi başarabiliyorlardemek ki.

İnsanız! Hekim ve sağlık personeli meslektaşlarım adına bir çığlık bu.İnsanız. Hekimiz, ama once insanız. Mesleği gereği hastalanan, hastasındanmikrop kapan biz beyaz gömlekliler de strese, bunalıma, burn-out sendromunayani tükenişe maruz kalabiliyoruz.

Çok şükür ki insan kelimesinin kelime anlamını iyi biliyoruz: insan;kanıksayan, unutan, ülfet eden… Yaptığımız her sağlık gayretinden dolayıteşekkür beklemiyor, tıbbi yardımlarımızı unutuyoruz. Yapılan her türlü yanlışıda unutuyoruz. Evde TV başında vakit geçirmek kolay… Bu çileli mesleği kutsalkılan biraz da bunlar…

Yine de bir teşekkür, bir sağolun sözü duymak tükenişten çıkmamıza katkısağlayacaktır. Rüzgar hep kuru esmez. Yağmur da gönderilir. Bu virüs salgını dabaşka mikroplara yer açmak için çekip gidecekler. Bir zamanlar, çiçek, veba,taun ve sıtma kasıp kavuruyordu…

Kısacası beyaz gömleklileri dualarımızda unutmayalım, lütfen. Tümizleyenlerinize bağışıklığı harika günler diliyorum Sayın Şimşek.

18 Mart 2020 Çarşamba

Katil fetvacılara Peygamber bedduası

Virüs salgını ile ilgili olarak alınan tedbirler, özellikle Cuma namazı ve cemaatle kılınan vakit namazları söz konusu olunca, çok yaygın olmasa da bazılarımızın kahramanlık damarlarını harekete geçirmiş görünüyor.

Bu kahramanlarımız kamera karşısına geçerek virüse meydan okuyor, verilenfetvaları hiçbir bilgiye dayanmaksızın geçersiz sayıyor, hattâ Allah’tan birtaahhüt almışçasına, “Allah bizi korur” şeklinde iddialara kadar işivardırıyorlar.

Bunlar her ne kadar önemli bir yekûn tutmasalar da, anormal olan şeyiyaymak tabiatında olan medyada bu tür haberler fazlaca rağbet gördüğü için, saniyeleriçinde bu iddialar yurdun en ücra köşelerine kadar ulaşıveriyor. Sonuç olarakda, vatandaşların önemli bir kısmında bu tür haberler tereddütlere yol açabiliyor.

Oysa Asr-ı Saadette yaşanmış olan bir vak’a, konuyu son derece net birşekilde açıklığa kavuşturuyor ve bilmeden ahkâm kesenleri, Resulullahın(s.a.v.) bir bedduasıyla karşı kaşıya getiriyor:

***

Hz. Cabir (r.a.) anlatıyor:

Biz bir seferde iken, adamın birine bir taş isabet etmiş ve onun başınıyarmıştı.

Daha sonra adam ihtilâm oldu, yıkanması icap etti.

Bunun üzerine arkadaşlarına “Benim teyemmüm etmem için bir ruhsatbulabiliyor musunuz?” diye sordu.

Arkadaşları ise “Hayır,” dediler. “Sen suyu kullanabilecek durumdasın. Onuniçin sana ruhsat bulamayız.”

Çaresiz kalan adam gusletti. Ama arkasından da vefat etti.

Resulullaha (s.a.v.) geldiğimizde bu hadiseyi ona haber verdik.

Resulullah “Allah onların canını alsın” dedi, “adamı öldürdüler!”

Arkasından da şöyle buyurdu:

“Bilmedikleri şeyi sorsalardı ya! Cehaletin şifası sualdir.”

Ebû Dâvud, Taharet: 125; İbni Mâce, Taharet: 93

***

Konuyla ilgili diğer yazımız:

16 Mart 2020 Pazartesi

Allah'ın kaderinden Allah'ın kaderine kaçmak

Buharî ile Müslim’in ittifakla naklettikleri bu hadis, salgın hastalıklar karşısında tedbirli davranmanın ve yetkililerce bu meyanda alınan tedbirlere itaat etmenin kesin ve açık bir mükellefiyet olduğunu, bu konuda gösterilecek ihmalin ise insanların hayatını tehlikeye atmak anlamına geleceğini ve kişiyi Allah katında büyük bir sorumluluk altına sokacağını gösteriyor.

İbni Abbas (r.a.) anlatıyor:

Ömer b. Hattab (r.a.) Şam’agitmek üzere yola çıkmıştı. Serğ denilen yere vardığında, Hz. Ömer’i ordukomutanları (Ebû Ubeyde b. Cerrah ve arkadaşları) karşıladılar ve ona Şam’da salgınhastalığın başgösterdiğini haber verdiler.

Hz. Ömer bana “İlk Muhacirleri çağır” dedi.

Onları çağırdım. Hz. Ömer Şam’dasalgın hastalığın başgösterdiğini bildirerek onlarla istişare etti. Onlarihtilâf ettiler. Bazıları “Sen bir iş için yola çıktın; geri dönmen için birsebep görmüyoruz” dediler. Diğerleri ise “İnsanların kalan kısmı ileResulullah’ın ashabı seninle beraber; onları tehlikeye atmanı uygun görmüyoruz”dediler.

Hz. Ömer onlara “Siz gidin”dedikten sonra bana da “Ensârı çağır” dedi.

Ensârı çağırdım, Hz. Ömeronlarla da istişare etti. Onlar da Muhacirlerin yolunu tutup ihtilâf ettiler.

Hz. Ömer onlara da “Siz gidin”dedikten sonra bana dönüp şöyle dedi:

“Bana Mekke’nin fethinden öncehicret eden Kureyş’in yaşlılarından burada bulunanları çağır.”

Ben de onları çağırdım. Onlardan iki kişi bile bu konuda ihtilâf etmedi. Hepsi birden “Biz senin insanlarla beraber geri dönmeni ve onları vebâ salgınına atmamanı uygun görüyoruz” dediler.

Hz. Ömer bunun üzerine halkaseslenerek “Sabahleyin ben bineğimin sırtında olacağım; siz de bineklerinizeatlayın” dedi.

Ebû Ubeyde b. Cerrah (r.a.) “SenAllah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” dedi.

Hz. Ömer “Keşke bunu sendenbaşkası söylemiş olsaydı Ebû Ubeyde” dedi. Onun muhalefetinden Hz. Ömerhoşlanmamıştı. “Evet,” dedi. “Allah’ın kaderinden Allah’ın kaderine kaçıyoruz.Söylesene, senin develerin olsa da iki taraflı bir vadiye inseler, bu vadininiki tarafından biri verimli, diğeri de çorak olsa, sen develerini verimli yerdede otlatsan, çorak yerde de otlatsan yine Allah’ın kaderiyle otlatmış olmazmısın?”

O sırada, bir süredir bazıihtiyaçları için ortalıkta görünmeyen Abdurrahman b. Avf (r.a.) çıkageldi ve“Benim bu konuda bilgim var,” dedi. “Resulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunuişitmiştim: Bir yerde veba olduğunu işittiğiniz zaman oraya girmeyin. Sizoradayken bulaşıcı hastalık başgösterecek olursa hastalıktan kaçmak için oradançıkmayın.”

Bunu işiten Hz. Ömer Allah’ahamd etti ve Şam’a girmeden geri döndü.

Buharî, Tıb: 30; Müslim, Selâm:98