SON EKLENENLER
latest

12 Haziran 2020 Cuma

Allah'tan kim korkar, kim korkmaz?



Kulları içinde ancak bilginler Allah’tan korkar.

Fâtır Sûresi, 35:28

ÜMİT ŞİMŞEK

ALLAH SEVGİSİ gibi, Allah korkusu da imanın gücüyle orantılı şekilde kuvvet kazanan bir duygudur. İnsanın imanı ne derece kuvvetli ise, Rabbine olan sevgisi de, Ondan korkusu da o kadar kuvvetli olur.

Fakat zaman zaman, toplumda esen rüzgârlara göre, bu iki duygudan birisinin ihmal edildiği görülebiliyor. Bir bakmışsınız, insana hiçbir kurtuluş ümidi bırakmayacak şekilde, Allah’ın herşeyi kuşatan rahmetini hiç dikkate almadan, insanlar Allah’ın azabıyla korkutulmakta, bunun sonucu olarak da, Allah’ın adı anılınca zihinlerde “cezalandırıcı bir yüce varlık” canlanmaktadır.

Derken, buna tepki olarak, daha başkaları çıkar, Allah’ın azabını tümüyle bir kenara bırakır da insanlara sadece Allah’ın sevgisinden ve rahmetinden söz eder. Bunun sonucunda da, adeta bu dünya üzerinde ne yaparsanız yapın aldırış etmeyen, herkesi kendi keyfince yaşamaya terk etmiş bir tanrı modeli ortaya çıkar.

Oysa bu konuda bize rehberlik edecek olan, Kur’ân’dan başkası değildir. Eğer Âlemlerin Rabbi hakkında bir söz söylenecekse, bu sözü söylemeye lâyık olan, elbette ki Onun kendi kitabı olacaktır. Kur’ân’ın bu konudaki beyanları ise bize bir yandan Allah’ın sınırsız rahmetini müjdelerken, bir yandan da Onun şiddetli azabını hatırlatmaktadır.

Yüce kitabımız, Allah’ı bize Rahmân ve Rahîm isimleriyle tanıtmaya başlar, Onun rahmetinin herşeyi kuşattığını bildirir, Onun rahmetinden asla ümit kesmemeyi emreder. Ama düzinelerce âyetinde de Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu hatırlatır ve bize gayet açık ifadelerle “Allah’tan korkun” der. Konumuz olan âyet-i kerimede ise, Allah korkusu, dikkat çekici bir şekilde, bilgi ile doğrudan irtibatlandırılmakta ve “Kulları içinde ancak bilginler Allah’tan korkar” buyurulmaktadır.

Bu da gösteriyor ki, iman gibi, Allah korkusu da bilgiyle beraber var olan ve bilgiyle orantılı şekilde güçlenen bir özelliktir. Neden olmasın ki? İnsanın bu âlem hakkındaki bilgisi arttıkça hayreti de artıyor. Büyüklüğü, ihtişamı, düzeni, hikmeti, heybet ve azameti karşısında akılların hayrette kaldığı bir kâinatı hiç yoktan var eden bir Yaratıcı karşısında insanın ürpermemesi kabil midir? Ve öyle bir Yaratıcı, bize kitaplarıyla ve elçileriyle buyruklarını ve yasaklarını bildirip dururken, insan bu buyruk ve yasaklara hiç aldırış etmeksizin yaşayıp gidebilir mi? Ufacık bir yer sarsıntısıyla neye uğradığını şaşıran, bir mikrop karşısında yere seriliveren insan, Yer ve Gökler Rabbinden gelebilecek bir cezadan nasıl emin olabilir, böyle bir cezayı nasıl küçümseyebilir?

Şurası bir gerçek ki, Allah’ın azabından en çok korkanlar, kendilerini o azaptan en çok uzaklaştırmış olanlardır. Allah korkusundan en az nasibi olanlar ise, Onun azabına en yakın kimselerdir. Bakara Sûresinin 206’ncı âyetinde, “Allah’tan kork” dendiğinde kibir ve gururu kabaran ve daha çok günaha dalan bir insan tipi tasvir edilir. Beyyine Sûresinin son âyeti ve buna benzer âyetler ise, Cennete ve Allah’ın rızasına ancak Ondan korkanların erişeceğini bildiriyor. Zira azap da, rahmet de tümüyle Allah’ın iradesindedir. O bir kulu hakkında rahmet dilediği zaman, bütün âlem bir araya gelse o rahmete engel olamaz; bir kuluna hak ettiği cezayı vereceği zaman da hiç kimse o kulu Allah’ın elinden kurtaramaz.

Kul, işte bu hakikati anlayacak bir bilgiye sahip olduğu zaman, Allah korkusundan nasibini almış demektir. O, Rabbinin rahmetinden hiçbir zaman ümidini kesmez. Kendisini her nefeste sayısız lütuflarıyla besleyen Rabbine muhabbetini de her zaman bütün varlığında taşır. Fakat onun bu ümit ve muhabbeti, kendisini Rabbi karşısında bir vurdumduymazlığa itmez; tam tersine, kalbinde Ona karşı daha büyük bir saygı uyandırır.

Evet, bu hayatta sevilmeye herkesten fazla lâyık olan Allah olduğu gibi, korkulmaya herkesten lâyık olan da yine Odur. Fakat bunu anlayacak olanlar da, kulları içinde, ancak bilgi sahibi olanlardır. Özetle:

Bilen kimse Allah’tan korkar.

Allah’tan korkan kimse de Allah’ın hoşnutluğuna kavuşur.

İşte, bu âyetler, bizi böyle bir denklemle karşı karşıya getiriyor ve önümüze bir yol açıyor:

Bilgi ile başlayıp Allah’ın rızasında son bulan bir ebedî mutluluk yolu.

***

Bu yazı, Hayat Yayınları arasında çıkan “Ayetler ve İbretler” adlı kitabımızdan alınmıştır. Kitap hakkında bilgiye şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz:

http://www.yazarumit.com/ayetler-ve-ibretler-yayinlandi/

9 Haziran 2020 Salı

Geçim darlığı


 

Kim Benim zikrimden yüz çevirirse, onun geçiminde bir darlık olur. Kıyamet gününde de onu kör olarak diriltiriz.

O “Rabbim,” der. “Niçin beni kör olarak dirilttin? Oysa ben görüyordum.”

“Öyleydin,” buyurur Allah. “Fakat âyetlerimiz sana geldiğinde sen onları unuttun. Bugün de sen böyle unutulursun.”

Tâhâ Sûresi, 20:124-126

ÜMİT ŞİMŞEK

Hayat şartlarından yakınmak, zamanımızın yaygın bir âdeti haline geldi. Kime “İşler nasıl?” diye soracak olsanız, alacağınız cevap aşağı yukarı aynıdır. Hayat pahalılığından, müşteri yokluğundan, piyasanın cansızlığından, ve daha akla gelebilecek ne varsa hepsinin olumsuzluklarından şikâyet edilir.

Bu yakınmalarda, hiç kuşkusuz her zaman bir gerçek payı vardır. Yakınan insanlar, daima darlık içinde yaşarlar. Bu, mutlaka maddî anlamda bir darlık olmayabilir. İnsanın kasası ağzına kadar dolmuş, karnı tıka basa doymuş olabilir; sırtında en pahalı elbiseleri taşıyabilir, en lüks konutlarda oturabilir. Fakat hayatın yükü yine ağır, geçim yine dar, yaşamak yine zor, yine zordur. Lâkin yakınmakla kişi bu dertlerinden hiçbirini hafifletmiş olmaz. Çünkü içine düşmüş olduğu darlığın sebebi, onun görmediği yahut görmek istemediği yerdedir.

Gerçi sebepler, bu âleme Allah tarafından konulmuş kanunlardır; hayatımızı devam ettirebilmek, bu kanunlara uygun şekilde çalışıp çabalamakla mümkün olur. Ancak kanun koyucunun kudret ve iradesini unutur, sebepler perdesi arkasında yaşatan ve rızıklandıranın kim olduğundan habersiz davranırsak, imanımızın gerektirdiği şekilde bir hayat yaşamış olmayız. Hele bu durum bize dünyaya geliş amacımızı unutturacak bir dereceye varmışsa, o hayattan genişlik ve huzur beklemek için bir neden de kalmamış demektir. İşte âyet de bizi bu konuda uyarıyor ve diyor ki, “Kim Benim zikrimden yüz çevirirse, onun geçiminde bir darlık olur.”

Zikir, “Allah’ı anmak” anlamında alınabileceği gibi, Kur’ân’ın birçok yerinde geçtiği üzere, bizzat “Kur’ân” olarak da anlaşılabilir. Her iki halde de sonuç aynıdır:

Kim Allah’ı anmaktan uzaklaşırsa, kim Âlemlerin Rabbinden kendisine gönderilmiş olan o yüce kitaptan yüz çevirirse, kendi eliyle hayat şartlarını zorlaştırmış olur.

Bunun zıddı olan durum ise, daha başka âyetlerde şöyle açıklanmıştır:

Erkek olsun, kadın olsun, kim mü’min olarak güzel işler yaparsa, Biz ona huzurlu bir hayat yaşatır; yaptıklarının daha güzeliyle de ödüllerini veririz.[1]

Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu nasip eder. Ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.[2]

Âyetler, böylece hadisenin iki yüzünü de açıkça ortaya koyuyor:

Bu dünyada da, âhirette de güzel bir geçim ve huzurlu bir hayat isteyen, Rabbine hakkıyla iman etsin ve imanının gerektirdiği gibi hareket etsin. Kendisini yaratıp yaşatan ve gökten ve yerden nimetleriyle rızıklandıran Rabbinden yüz çeviren de meşakkatli bir hayata hazırlansın.

Gariptir ki, insanlar, hayat şartları ağırlaştıkça, kendilerine asıl ferah kapılarını açacak olan çözüme yönelecekleri yerde, problemi ağırlaştıran sebeplere daha fazla hırsla sarılıyorlar; Allah’ı anmaktan ve Allah’ın kitabına kulak vermekten daha da uzak düşüyorlar. Bu ise, insanın başına dünyayı daha da çok darlaştırıyor. Hadis-i kudsîde de aynen bu durum haber verilmiş ve Allah’ın şöyle buyurduğu bildirilmiştir:

 Ey Âdemoğlu! Kendini ibâdetime ver ki gönlünü zenginlikle doldurayım, ihtiyaçlarını gidereyim. Böyle yapmazsan ellerini meşguliyetle doldururum, ihtiyaçlarını da kapamam.[3]

Allah’ın zikrinden yüz çevirmenin dar bir yaşamdan başka, âhirette körlüğe yol açması da ibret vericidir. Belki de bu durumu, dünyamızda geçerli olan İlâhî yasalardan “atalet atrofisi” ile açıklamak daha doğru olacaktır. Bu yasa, “Çalışmayana ekmek yok” esasına dayanan bir yasadır. Bir organımız eğer uzunca bir süre kullanılmaz ise, oraya gönderilen besinler kısılır ve bir zaman sonra da artık o organ iş göremez hale gelir. Uzun bir hastalıktan sonra ayağa kalkan kimsenin yürümekte güçlük çekmesi, yahut alçıdaki bir organı tekrar canlandırmak için fizik tedavi ve egzersiz gibi önlemlere başvurulması bu yüzdendir. Bu dünyada iman nuruyla aydınlanmayan, görmesi gereken şeylere dönüp bakmaksızın bir ömür geçiren ve Allah’ın kitabına karşı körlük eden bir kimseyi bekleyen âkıbet de böyle bir atalet atrofisinden başka birşey değildir. İsrâ Sûresindeki bir âyet de bu durumu haber verir:

Kim bu dünyada kör ise, işte o âhirette de kördür ve daha da şaşkın bir yoldadır.[4]

Bütün bu bilgilerin ışığında, şimdi Tâhâ Sûresinin âyetlerini bir daha okuyalım ve toplumumuzun en önemli dertlerinden birinin sebebini de, çözümünü de zihnimize nakşedelim:

Kim Benim zikrimden yüz çevirirse, onun geçiminde bir darlık olur. Kıyamet gününde de onu kör olarak diriltiriz.

O “Rabbim,” der. “Niçin beni kör olarak dirilttin? Oysa ben görüyordum.”

“Öyleydin,” buyurur Allah. “Fakat âyetlerimiz sana geldiğinde sen onları unuttun. Bugün de sen böyle unutulursun.”

***

Bu yazının videosu:

[1] Nahl Sûresi, 16:97.

[2] Talâk Sûresi, 65:2-3.

[3] Tirmizî, Kıyamet: 30; İbni Mâce, Zühd: 2.

[4] İsrâ Sûresi, 17:72.

8 Haziran 2020 Pazartesi

Kur'an ve Hadiste Hz. İsa'nın inişi



Kur’ân-ı Kerim, Hz. İsa aleyhisselâm ile ilgili olarak geçmişe ve geleceğe yönelik haberler veriyor ve Yahudiler ile Hıristiyanların yanlış bilgi ve iddialarını düzeltiyor.

Kur’an Buluşmalarının 6 Haziran’daki 272. bölümünde, Nisâ sûresinin Hz. İsa ile ilgili 156-159. âyetlerini okuduk.

Bu âyetlerin mealleri şu şekilde idi:


[İsrailoğullarının maruz kaldığı cezalar] inkârları ve Meryem’e pek büyük bir iftira atmaları yüzündendir.

Bir de “Allah’ın Resulü Meryem oğlu İsa’yı öldürdük” demeleri yüzündendir. Onu ne öldürdüler, ne de çarmıha gerdiler; ancak şüpheye düşürüldüler. İsa hakkında anlaşmazlığa düşenler de bu konuda şüphe içindedirler. Onların bildiği birşey yoktur; sadece zan peşine takılıyorlar. Onu kesin olarak öldüremediler.

Fakat Allah onu kendisine yükseltti. Allah ise Azîz ve Hakîmdir.

Kitap Ehlinden hiç kimse yoktur ki, ölümünden önce İsa’ya inanmasın. Kıyamet gününde ise İsa onlar hakkında şahitlik edecektir.


Âyetlerle ilgili açıklamaların ışığında ise başlıca şu tesbitleri yaptık:

İsa aleyhisselâm ile ilgili olarak âyette kesin olarak bildirilen hususlar:

Yahudiler onu öldürmedi / çarmıha da gerilmedi.

Onu Allah vefat ettirdi / ettirecek.

Hadislerde manevî tevatür seviyesine ulaşan bilgi: Tekrar yeryüzüne inecek.

Ancak peygamber olarak inmeyecek.

Hıristiyan ve Yahudiler de ölmeden önce onun gerçek durumunu öğrenecek.

Kıyamet gününde İsa aleyhisselâm Kitap Ehli hakkında şahitlik edecek.

Ne var ki, İsa aleyhisselâm ile ilgili olarak verilen haberlerin çok açık ve net olmaması, bazı problemlerin doğmasına da yol açıyor, bu durum da mü’minleri bir imtihan karşısında bırakıyordu. Bu problemlerin başlıcalarını da şu başlıklar altında topladık:

Sahte İsa ve sahte mehdîler.

Şöhret ve makam düşkünlerinin meydana getirdiği kirlilik.

Bir tarafta “İsa inecek, Mehdi gelecek” avuntusuyla, diğer tarafta da onlara cevaben “İsa inmeyecek, Mehdi gelmeyecek” iddiasıyla ümmetin havanda su döven insanların heba olan enerjileri.

Nisâ sûresinin 156-159. âyetlerini okuduğumuz 272. Kur’an Buluşmasına ait kesintisiz video kaydını buradan izleyebilirsiniz:

UTESAV’ın Erdemli Hayat projesi kapsamında düzenlenmekte olan ve daha önce MÜSİAD Genel Merkezinde gerçekleşen Kur’an Buluşmaları, virüs salgını sebebiyle şimdilik sadece https://www.youtube.com/erdemlihayat adresinden Cumartesi günleri 19:00-19:30 arasında yayınlanıyor.

7 Haziran 2020 Pazar

İlk bakış



ÜMİT ŞİMŞEK

İlk bakış, ilk görüş, ilk tadış.

Bunların zevkine erişilmez.

Ne var ki, çoğu da hatırlanmaz bunların.

Kim var güneşi ilk defa görüşünü hatırlayan?

Kim var havada kanat çırpan kuşları ilk defa seyredişini, bir çiçeği ilk defa görüp koklayışını hatırlayan?

İlklerin çoğu, çocukluk dönemine rastlar.

Sonra büyür insan.

Büyür ve dünyayı tanır.

Yahut tanıdığını sanar.

O dünyada güneş hergün doğar ve batar, kuşlar her zaman uçar, çiçekler her zaman açar.

Yadırganmaz bütün bunlar. Hayret de uyandırmaz.

Bilinmezler, artık bilinmektedir.

Bir ağaç, bir deniz, bir bulut, bir yaprak, bir böcek, duyguları eski canlılığıyla tahrik etmez.

Hepsi, ilk gördüğümüz günkü gibi çevremizdedir onların.

Yalnız duygu eksiği vardır gözlemlerimizde.

Ülfet gelmiş, hayret gitmiştir.

***

Zaman zaman, bildiklerimizden uzak kalırız.

Nimetler fasılalara uğrar.

Tekrar kavuşulduğunda, ilk tanışmanın hazzı yaşanır bir ölçüde.

Mevsimin meyvesi sanki ilk defa tadılır.

Yahut bölünmüş bir uykunun tadına varılır.

Veya bir hastalık sonrası ayağa kalkar insan. Ve sapa sağlam yürümenin yahut bir çayı yudumlamanın zevkini sanki ilk defa yaşar.

O kesintiler de olmasa, bir sonotonluk içinde sürer, gider hayat.

Heyecansız yaşanır.

Ve duygular ya körelir veya başka yerlere yönelir.

***

İlk bakışla mest olur insan.

Duygular ilk görüşle canlanır.

Haz, ilk tadışta bütün canlılığıyla yaşanır.

Güneş her sabah ilk defa doğuyorsa eğer, onunla hergün insan yeniden doğar.

Bir çiçek ilk defa açıyorsa, onunla beraber bir dünya açılır insanın önüne.

O dünyada her an çiçekler açar.

Hiç eksilmez kokusu çiçeklerin.

Renkleri hiç solmaz.

Kuşlar ilk defa kanatlanır.

Bir yumurta sarısı insanın gözü önünde canlanır, cıvıltısıyla bir dünyayı doldurur.

O cıvıltı ve o şakıyış, her an ilk defa işitilir.

Yapraklar ilk defa altın sarısına bürünür. Onların rengiyle duygular ısınır.

Denizler ilk defa enginliğe çağırır insanı. Mavi renk ilk defa görülür.

Bir bahar sabahı yeryüzü ilk defa dirilir. Kara topraktan ilk defa renk renk meyveler çıkar.

Nasıl çıktığı anlaşılmaz onların.

Onun için hayretle seyreder insan.

Çünkü ilk defa seyreder.

Dünyaya ilk defa bakar.

Ve gerçekten bir dünya bulur karşısında.

Ülfet gider, hayret gelir.

Dünya hergün yeniden doğar.

İnsan hergün yeniden dünyaya gelir.

Ve yaşamaya başlar:

İlk bakışla.