SON EKLENENLER
latest

1 Ekim 2020 Perşembe

Dünyadan nasibimiz


*

 

Dünyadan nasibini unutma.

Kasas Sûresi, 28:77


ÜMİT ŞİMŞEK


İBRETLİ bir kıssanın içinde yer alan bu söz, Karun’a verilen öğütler arasında geçiyor.

Karun, Ankebut Sûresinin 39. âyeti ile Mü’min Sûresinin 24. âyetinde verilen bilgiye göre, Firavun ve Hâmân ile birlikte, ülkede büyüklük taslayan ve halka zulmeden varlıklı bir yöneticiydi. Kasas Sûresinde ise, bu şahsın kıssası nakledilmekte, ona verilen öğütlerin etkisiz kalması ve sonunda Karun’un sarayıyla birlikte yerin dibine geçirilmesi anlatılmaktadır.

Âyetin bildirdiğine göre, Karun öylesine zengin biriydi ki, sadece hazinelerinin anahtarlarını taşımak bile güçlü bir topluluğa zor geliyordu. Kendisine “Şımarma” diyenlere verdiği cevap ise “Bütün bunlar bilgim sayesinde benim oldu” sözünden ibaretti. Bundan sonrasını, Kasas Sûresinin âyetleri şöyle anlatıyor:

Derken, bütün debdebesiyle kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar, “Keşke Karun’a verilenin benzeri bize de verilseydi,” dediler. “Gerçekten onun çok büyük bir nasibi var.”

Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise, “Yazık size,” dediler. “İman eden ve güzel bir iş yapan kimse için Allah’ın vereceği ödül daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşur.”

Sonra Biz onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık ne Allah’a karşı ona yardım eden bir topluluk vardı, ne de o kendisine yardım edecek haldeydi.

Akşam vakti onun yerinde olmak isteyenler ise, sabahladıklarında, “Demek ki,” diyorlardı, “Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletir, dilediğininkini de daraltırmış. Allah bize lütfetmeseydi biz de yerin dibine geçecektik. Demek nankörler iflâh olmuyormuş!”[1]

Karun’un âkıbetini haber vermeden önce, Kur’ân, ona şu öğütlerin verildiğini de hatırlatıyor:

“Şımarma. Çünkü Allah şımarıkları sevmez. Allah’ın sana verdikleriyle âhiret yurdunu kazanmaya çalış; dünyadan nasibini unutma. Allah sana nasıl ihsanda bulunduysa sen de öylece insanlara iyilik yap. Memlekette bozgunculuk yapmaya da kalkma. Çünkü Allah bozguncuları sevmez.”

Bu özlü sözler, insana dünyada verilmiş olan nimetlerin aslı amacını, “âhiret yurdunu kazanmak” şeklinde belirliyor. Zira dünya malı ne kadar göz kamaştırırsa kamaştırsın, devam eden bir mülk değildir; çok geçmeden ya o insanın elinden çıkar, ya da insan bu dünyadan çıkar. Eğer insan elinde fırsat varken dünya nimetlerini âhirette kendisine kazanç sağlayacak bir şekilde kullanmazsa, nasipsiz bir şekilde âhiret yurduna ayak basar ki, Karun’a verilen öğütte bu tehlikeye işaret edilmiş ve “Dünyadan nasibini unutma” denmiştir.

Gerçi bu sözü “Dünya nimetlerinden nasiplenmeyi unutma” şeklinde anlayanlar da vardır; ama ağırlıklı olan görüş, “Dünyadan âhirete götüreceğin nasibini unutma” şeklindedir. Zira kimsenin, özellikle Karun gibi birisinin dünyalık nasibiyle ilgili nasihate ihtiyacı olmadığı gibi, Kur’ân da dünya ve içindekilerden söz ettiği zaman, nazarları, asıl yaşanacak yer olan âhirete çevirir. Üstelik, çoğu zaman, bunu âni bir şekilde, adeta bir şok verircesine yapar ve muhatabını hayatın en temel gerçeğiyle, yani dünyanın fâniliği ve âhiretin bâkiliğiyle yüz yüze getirir. Bir yerde, “Azıklanın,” dedikten sonra ilâve eder:

Fakat azığın en hayırlısı takvâdır.[2]

Bir başka yerde, “Çirkin yerlerinizi örtsün ve sizi süslesin diye Biz size elbise indirdik” der. Hemen arkasından da sözü asıl maksadına getirir:

Takvâ elbisesine gelince, işte bu en hayırlısıdır.[3]

Bu dünyaya Kur’ân’ın gösterdiği yerden bakan bir kimse de, elbette ki ondan nasiplenmeye çalışacak ve Allah’ın ona verdiği dünya nimetlerini, âhiret yurdu hesabına bir kazanca dönüştürmek isteyecektir. Bunun ötesinde dünyadan alınacak bir nasip ise, merhum Elmalılı’nın da işaret ettiği gibi, bir kefenden başka nedir ki?

Veya şöyle de sorabiliriz:

Dünyadan nasip olarak, sade bir kefen ile yerin dibine geçmiş bir saray arasında ne fark vardır?

Kur’ân ise, ibretli kıssaları ve uyarıcı âyetleriyle her zaman bize asıl büyük nasibin adresini veriyor:

Kendiniz için hayır olarak önceden ne gönderirseniz, Allah katında onu daha hayırlı ve sevabı daha da artmış olarak bulursunuz.[4]


[1] Kasas Sûresi, 28:79-82.

[2] Bakara Sûresi, 2:197.

[3] A’râf Sûresi, 7:26.

[4] Müzzemmil Sûresi, 73:20.

30 Eylül 2020 Çarşamba

Müslümanın yürüyüşü


*

Kur’ân, kâmil bir mü’minin nitelikleri arasında “yürüyüşü” de sayıyor ve bize bir denge öğütlüyor.

Rahmân’ın kulları yeryüzünde alçakgönüllülükle yürürler.
Furkan Sûresi, 25:63


ÜMİT ŞİMŞEK


KUR’ÂN’DA “Rahmân’ın kulları” olarak anılan seçkin kulların bazı önemli özellikleri, bu âyet ile onu izleyen âyetlerde sayılmış ve bize örnek olarak gösterilmiştir. Bu özelliklerden birine daha önce 84. bölümde temas etmiştik. Bu âyet ise, o seçkin kulların hem alçakgönüllülüklerine, hem de ağırbaşlılıklarına işaret eden iki özellik sıralıyor.

Bu özelliklerden birincisi, yeryüzünde alçakgönüllülükle yürümektir ki, bu, kasılıp böbürlenmemeyi, insanlar üzerinde üstünlük taslamamayı ifade etmektedir. Nitekim İsrâ Sûresinde, “Rabbinin katında hoş karşılanmayan kötülükler” arasında, “kasılarak yürümek” de özellikle sayılmıştır:

Yeryüzünde kasılarak yürüme. Çünkü sen ne yeri yarabilir, ne de dağlarla boy ölçüşebilirsin.[1]

Hz. Lokman’ın oğluna öğütlerini anlatan âyetin dersi de aynı yöndedir:

Kibirlenip de insanlardan yüzünü çevirme; yeryüzünde kasılarak yürüme. Çünkü Allah büyüklük taslayan ve böbürlenenlerin hiçbirini sevmez.[2]

Bir hadis-i şerifte ise, geçmiş ümmetlerden birisinde, giyinip kuşandıktan ve tarandıktan sonra kasıla kasıla yürüyerek halka çalım satmaya kalkan kendini beğenmiş bir adamın âkıbeti haber verilir:

Allah onu yerin dibine geçiriverdi. Hâlâ da o adam toprağın altında kıyamete kadar debelenerek yerin dibine geçmeye devam eder.[3]

Kasılarak yürümek bir aşırılık ise, bunun tam karşısında da süklüm püklüm dolaşmak gibi bir başka aşırılık vardır ki, bunun, âyette geçen “alçakgönüllülük” ile hiçbir ilgisi yoktur. Sahâbîler, Allah Resulünün canlı ve seri adımlarla yürüdüğünü anlatırlar. Her haliyle bize örnek olarak gönderilen ve bütün davranışlarında ahlâkın en üstününü sergileyen Peygamber Efendimizin yürüyüşünde insanlara karşı bir üstünlük havası sezilmediği gibi, tükenmişlik, bitkinlik, yorgunluk gibi bir manzara da görülmezdi. O daima canlı, atak, enerjik, dostlarına şevk aşılayan, düşmanlarından her zaman bir adım önde olan, ama bunu da asla alçakgönüllülüğünü elden bırakmadan yapan bir güzel ahlâk abidesiydi.

Onun Sahâbîlerinin de, her konuda olduğu gibi, bu konuda da referanslarını ondan aldıkları bilinmektedir. Hz. Ömer’in, hasta olmadığı halde bitkin ve bezgin bir şekilde yürüyen bir delikanlıyı uyardığı anlatılır. Muhtemelen o genç Kur’ân’ın “alçakgönüllü yürüme” buyruğundan böyle bir anlam çıkarmıştı. Ancak bu yorum Allah Resulü ile Sahâbîlerinin yorum ve yaşayışına uyan bir yorum değildi.

İşte, Kur’ân, ideal mü’mini, birçok âyette olduğu gibi, burada da bir denge halinde gösteriyor:

Ne kasılıp böbürlenmek, ne de içi geçmiş bir halde süklüm püklüm dolaşmak…

Her iki aşırılıktan da uzak şekilde, bir ağırbaşlılık ve alçakgönüllülük içinde, Allah’ın aziz bir kuluna yaraşır şekilde yürümek…

Bu dengeyi yakalamak ve korumak her zaman pek kolay olmayabilir. Çünkü her iki yönde de insanı aşırılıklara çağıran pek çok unsur vardır.

Özellikle zamanımızın telkinleri, insanları, benlik şişiren şeylere çağırıyor. Farklı olmak, ayırt edilmek, herkesin hayran bakışlarını üzerinde toplamak, hava atmak, tepeden bakmak gibi davranışlar, kınanmak bir yana dursun, rağbet gören ve insanların iştahını kabartan birer davranış modeli haline gelmiş bulunuyor. Zihinler boşalıp ruhlar çoraklaştıkça, bu boşluk, cilâlanmış görüntülerle, debdebe ve gürültülerle kapatılmaya çalışılıyor. Artık yürürken kasılmak da yetmiyor; böbürlenmek için, üzerine binilecek gösterişli ve gürültülü araba, motosiklet gibi “kasılma araçlarına” da ihtiyaç duyuluyor. Eski zamanların sadece yürürken çalım satan insanları, zamanımızın direksiyon arkasından etrafa terör saçan, yedi mahalleyi gürültüye ve dehşete boğan motorize canavarları yanında pek mâsum kalmıyor mu?

Buna karşılık, dindar insan deyince pek çok zihinde canlanan, ununu eleyip eleğini asmış, içi geçmiş, eline vurup lokması alınacak bir biçarenin yürüyüşü de, âyetin tanımına uygun düşen bir davranış değildir. Kur’ân, her konuda olduğu gibi, bu konuda da bir denge halini ders vermekte ve hem ağırbaşlılığı, hem de alçakgönüllülüğü bir arada toplayan canlı, dinamik bir davranış modelini mü’mine yakıştırmaktadır.


[1] İsrâ Sûresi, 17:37.

[2] Lokman Sûresi, 31:18.

[3] Buhârî, Enbiya: 54; Müslim, Libas: 49, 50.

29 Eylül 2020 Salı

Bir çiçeğin duası


Bu yazı, ’90’lı yıllarda TGRT’de yayınlanan Kâinatın Dilinden dizisi içinde bir bölümün metni olarak kaleme alınmıştı. Daha sonra 1996’da Nesil Yayınları arasında çıkan Bakıp da Görmediklerimiz adlı kitapta yer aldı. İnternette yayınlandıktan sonra da pek çok yerde, isimli ve isimsiz, aslına uygun olan veya olmayan şekillerde yayınlandı, hattâ yer yer seslendirildi de. Bu arada, en azından tarihe not düşmüş olmak için, bir de ben yayınlayayım dedim. — Ü.Ş.


ÜMİT ŞİMŞEK


Ey bütün çiçeklerin, bütün bitkilerin, göklerin, yerin ve bütün âlemlerin Rabbi,

Ben Senin yarattığın tohumlardan cansız bir tohumdum bir zamanlar.

Sen bana can verdin.

Dualarımı kabul ettin, beni bir çiçek yaptın.

Bana kendi dilediğin gibi bir şekil verdin.

Renklerle, desenlerle süsledin yüzümü.

Bana bir koku sürdün, koklayanı mest eden…

Güzellerden bir güzel yaptın, görenlere gösterdin.

Senin verdiğin cazibeyle kuşları, böcekleri çağırdım kucağıma.

Dayanamadılar, koştular.

Onlara, Senin rahmet çeşmelerinden şerbetler sundum Senin izninle.

Birbirimize güldük, birbirimize sarıldık. El ele, kucak kucağa Sana şükrettik, Seni zikrettik günler boyunca.

Nice kuşlar, nice böceklerle tanıştım hayatım boyunca.

Hepsiyle mutlu beraberliklerim oldu.

Nihayet birgün…

Beni bir mü’min kulun gördü.

Yanımdan geçiyordu. Beni fark etti. Durdu, geri döndü, eğildi.

Yüzüme baktı uzun uzun. Önce gözleriyle, sonra elleriyle okşadı. Kokladı, kokladı.

Bir öpücük kondurdu yanaklarıma ayrılmadan.

“Ne güzel yaratılmış!” dedi sessizce.

İşte o an, niçin var olduğumu anladım.

Melekler sardı etrafımızı ansızın.

İmrenerek seyrettiler olup biteni:

Görmediği Rabbine görmüş gibi inanan bir insanın yücelişini gördüler.

Ve herşeyi en ince ayrıntısıyla kaydettiler.

Çekilen resimlerde ben de vardım.

***

Ey dualara cevap veren Rabbim,

Ben cansız bir tohumdum.

Dualarımı kabul ettin, güzel bir çiçek oldum.

Senin kudretinle canlandım, Senin san’atınla süslendim, Senin lûtfunla güldüm.

Şimdi bir duam daha kaldı mahşere sakladığım:

Beni gören gözleri ateşte yakma yâ Rabbi!

27 Eylül 2020 Pazar

Mâide sûresinde "sofra başı"


*

UTESAV organizasyonuyla düzenlenmekte olan Kur’an Buluşmalarının 281. bölümüyle birlikte yeni bir âleme daha girdik.

Bu yeni âlem, yeni bir sûrenin, Mâide sûresinin bize açtığı bir muhteşem âlem idi.

Bu bölümde Mâide sûresine umumî hatlarıyla kısaca göz attık.

İslâm nimetinin kemale erdiğini ve bundan sonra yeni bir hüküm inmeyeceğini bildiren Mâide sûresi, Müslümanları büyük bir geleceğe hazırlıyor ve onlara, cihanda benzeri görülmemiş bir medeniyeti inşa ederken dikkat etmeleri gereken hususları öğretiyordu.

Gerçi sûrenin indiği ortamda Müslümanlar geçmiştekinden çok farklı ve güvenli bir durumda idiler; bu durum da onlara ileriye dönük büyük atılımlar yapma fırsatı veriyordu. Ancak bu ortam da kendi şartlarını ve tehlikelerini beraberinde getiriyordu. Bu tehlikelerin en büyüğü ise, güce kavuştuktan sonra eski duyarlılıkları kaybetme tehlikesiydi. Mâide sûresi de, daha ilk âyetlerinden başlamak üzere, Müslümanları böyle bir âkıbetten koruyacak şekilde bilinçlendiriyordu.

Bu tesbitlerin ışığında, Mâide sûresinin ele aldığı konulara genel çizgileriyle göz attıktan başka, sûrenin diğer sûrelerle ilişkilerine dair bazı misalleri de gördük. Son olarak da, girdiğimiz bahçeden bir demet gül toplarcasına, sûrenin âyetlerinden bazılarına kısaca göz atarak, önümüzdeki aylar içinde bu İlâhî sofrada arayacağımız nasiplerimizin kokusunu almaya çalıştık.

Kur’an Buluşmalarının 281. bölümüne ait kesintisiz video kaydını buradan izleyebilirsiniz:

UTESAV’ın “Erdemli Hayat” projesi kapsamında gerçekleştirilen ve daha önce MÜSİAD Genel Merkezinde gerçekleşen Kur’an Buluşmaları, virüs salgını sebebiyle şimdilik sadece https://www.youtube.com/erdemlihayat adresinden yayınlanıyor.

Program, bu hafta sonundan itibaren Cumartesi sabahları saat 7:30-8:30 arasında yayınlanacak.