SON EKLENENLER
latest

28 Kasım 2020 Cumartesi

Azmedilmeye değer işler

Bu dünya hayatında kolay ulaşılamayacak hedefler vardır. Bunlardan hangisi uğrunda çaba lharcanmaya değer, hangisi değmez? Kur’ân bize bu konuda önemli ölçüler vermekle kalmıyor, aynı zamanda şevk de veriyor ve bizi cesaretlendiriyor.


 

Muhakkak siz malınızla ve canınızla sınanacaksınız; sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve Allah’a ortak koşanlardan pek çok incitici şeyler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız, işte bu, uğrunda azmedilmeye değer işlerdendir.
Âl-i İmrân Sûresi, 3:186

Oğlum, namazı dosdoğru kıl, iyiliği tavsiye et, kötülükten sakındır, başına gelene sabret. İşte bunlar, uğrunda azmedilmeye değer işlerdendir.
Lokman Sûresi, 31:17

Kim sabreder ve bağışlarsa, işte bu, uğrunda azmedilmeye değer işlerdendir.
Şûrâ Sûresi, 42:43


ÜMİT ŞİMŞEK


KUR’ÂN-I KERİMİN üç yerinde, “azmedilmeye değer işlerden” bazıları hakkında öğütler yer alır. Her üç âyette sayılan öğütleri bir arada sıralayacak olursak:

Sabır: Bu, her üç âyette birden azmedilmeye değer bir iş olarak öğütlenmiştir.

Sakınmak, yani takvâ: Genel anlamıyla, Allah’ın buyruk ve yasaklarına karşı gelmekten ve böylece kendi davranışlarının yol açacağı kötülüklerden sakınmak.

Namazı dosdoğru kılmak: Bu, sadece namazı “kılmaktan” ibaret kalmayan, onun hakkını vermeyi ve ona önem vermeyi de içeren bir iştir.

İyiliği tavsiye etmek, kötülükten sakındırmak: Sadece iyiliği yapıp kötülükten uzak kalmakla yetinmeyip, çevresine de iyilik yayan ve münasip şekilde kötülükleri önlemeye çalışan birisi olmak.

Bağışlamak: Şûrâ Sûresinin âyeti, haksızlığa uğrayan kişiye hakkını arama yolunu açmakta, ancak kendisine kötülük edeni bağışlamayı da üstün bir davranış olarak teşvik etmekte, “azmedilmeye değer işler” arasında göstermektedir.

Kur’ân’ın öğütlediği bu davranışların herbiri üzerinde uzun uzadıya durmak da elbette ki yerinde olur. Ancak burada, dikkatlerden uzak kalmaması gereken bazı noktalara, genel hatlarıyla işaret etmek istiyoruz.

Her üç âyetin ifadesinde de, “azmedilmeye değer işlerden” kaydı vardır. Bu da gösteriyor ki, sayılan davranışlar sınırlayıcı değil, örnekler niteliğindedir. Yani, uğrunda azmedilmeye değer işler bunlardan ibaret değildir. Bunlar gibi, uğrunda azmedilmeye değer daha başka davranışlar da bulunabilir. Önemli olan, bu çizginin korunması, sayılan davranışların gösterdiği yönde, o örneklerin doğrultusundaki işler üzerinde azmedilmesidir.

Bunlar ve benzeri davranışların, kolayca başarılabilecek işler olmadığı da âyetlerin ifadesinden anlaşılmaktadır. Bunda da hem bir teşvik, hem bir tesellî vardır: Evet, sayılan davranış örneklerini sergileyebilmek ciddî bir çaba ister; sağlam bir iradeye, sürekli eğitim ve temrinlere ihtiyaç gösterir. Fakat bu fiyatı ödemeye de değer. Eğer siz azmedip de sayılan konularda bir beceri elde edecek olursanız, emekleriniz asla boşa gitmeyecektir. Tökezlediğiniz zaman da bu sizin şevkinizi kırmasın. Zira bunlar kolay işler olmadığı gibi, sizden beklenen de bir hamlede mükemmelliği yakalamak değildir. Önemli olan azmetmektir; küçük adımlarla da olsa sürekli bir gelişim çizgisini yakalayabilmektir.

Âyetler, bütün bu anlamları dile getirirken, aynı zamanda, bize bir hayat hedefi de gösteriyor, bu dünyada ne aradığımızı yahut ne aramamız gerektiğini bildiriyor. Bu uyarıdan da iki önemli sonucu çıkarabiliyoruz.

Birincisi: Bu dünyada bulunuşumuzun amacı rahat bir hayat geçirmek, başıboş yaşamak, keyif sürmek değildir. Âyet, “azmedilmeye değer işleri” bize hedef olarak göstermekle bunu bildiriyor, “Azmedin, çabalayın” diyor.

İkincisi: Eğer azmedilecekse, bu, azmedilmeye değer şeyler uğrunda olmalı, harcanan çabalar alınan sonuca değmelidir. Gelip geçici dünyanın hevesleri, insan gibi üstün özelliklerle donatılmış bir varlığın çabalarına değecek şeyler değildir. İnsan bu dünyaya geliş amacını iyi bilmeli, sonra da uğrunda azmedilecek şeyleri bu amaç doğrultusunda değerlendirmelidir.

İşte Kur’ân, sayılan âyetlerinde verdiği örneklerle, insanlığın önüne, ciddî bir gelişim ufku açıyor ve bu uğurda ondan ciddî bir çaba bekliyor.

Özellikle günümüzün “kişisel gelişim” furyası karşısında Kur’ân’ın bu irşadları daha büyük önem kazanıyor.

Fâni dünyanın tasaya değmez işlerini büyük birer ideal haline getirip pazarlayan, yahut büyük başarılara kolay yoldan ulaştırmayı vaad eden  “uzmanların” telkinleri altında şaşkına dönmüş günümüz insanının, bu irşadlara her zamankinden fazla ihtiyacı var.

24 Kasım 2020 Salı

İsraf, insanı nasıl şeytana kardeş yapar?



Dünyamızın manzarası: bir tarafta, eriştiği nimetleri nasıl saçıp savuracağını şaşırmış bencil bir azınlık; diğer tarafta, temel ihtiyaçlarını güçlükle sağlayabilen — çoğu zaman da sağlayamayan — bir çoğunluk.

Akrabaya, yoksullara, yolculara hakkını ver; israfla saçıp savurma.
Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.

İsrâ Sûresi, 17:26-27

 

ÜMİT ŞİMŞEK


BU ÂYETTE, Yüce Allah, israftan kaçınma emrini,

(1) ihtiyaç içinde olanları gözetmek

(2) şeytanlara kardeş olmaktan kaçınmak

şeklinde iki ibretli öğüt arasında bize sunuyor.

Böylece, israfın asla gözardı edilmemesi gereken iki önemli boyutunu gözlerimizin önüne seriyor.

Bu boyutlardan birincisinde, bir hak ihlâli söz konusudur. Zira Allah’ın kuluna cömertçe bağışladığı nimetlerde, akrabanın, yoksulun, yolcunun da bir payı vardır. Bu nimetlerden ihtiyaç fazlasını gelişigüzel saçıp savuran kul, sadece Rabbinin nimetine karşı saygısız davranmakla kalmaz, aynı zamanda, gözetmekle yükümlü tutulduğu hemcinslerine karşı da haksızlık etmiş olur.

Birinci âyette ihtiyaç sahiplerine haklarını verme emri ile israf fiilinin karşıtlık teşkil edecek şekilde bir arada sayılması, her ikisi arasında bir ilişki bulunduğu fikrini hatıra getiriyor. Toplumların bugünkü haline baktığımız zaman ise, bu ilişkiyi açıkça görebiliyoruz. Meselâ, Birleşmiş Milletlerin 2001 yılına ait İnsanî Gelişme Raporuna bu açıdan göz attığımızda, kendimizi şu çarpıcı rakamlar karşısında buluyoruz:

Dünya halkının toplam gelirinin dörtte üçünü, onların dörtte biri cebe indiriyor.

Dünyanın en zengin insanları arasında, en üst seviyede yer alan yüzde 1’lik kesim, dünya halkının yarısından daha fazla gelire sahip bulunuyor.

1990 yılında 100’e yakın ülkeden 1300 temsilci, dünyanın geleceğini konuşmak için Moskova’da bir araya geldiğinde, dünya 100 haneyi barındıran bir köye benzetilmiş ve dünya halkının durumu şöyle bir manzara ile tasvir edilmişti:

Bu hanelerden 70’inin evinde içme suyu yoktu. Tüm arazinin yüzde 60’ı sadece 7 ailenin elindeydi. Bu aile, kullanılabilir enerjinin yüzde 80’ini tüketiyordu. 100 aileden 60’ı ise, arazinin yüzde 10’luk bir kısmına tıkışmıştı. Hava, su, çevre, günışığı, her geçen gün daha da kötüye gidiyordu.

Daha başka anket ve araştırmalar ise, Bangladeş’te 2 bin, Nijerya’da bin dolar seviyesinde olan yıllık ortalama gelirin İngiltere’de 30 bine, ABD’de 40 bine yükseldiğini gösteriyor. Bunun bir başka ifadesi, Nijeryalının 3 bin yıllık gelirini tek bir Amerikalının bu dünyadaki ömrü içerisinde tüketmesi demek…

Dünyanın halinden sual edecek olanlar için, gezegenimiz işte böyle bir manzara sunuyor: bir tarafta, eriştiği nimetleri nasıl saçıp savuracağını şaşırmış bencil bir azınlık; diğer tarafta, temel ihtiyaçlarını güçlükle sağlayabilen — çoğu zaman da sağlayamayan — bir çoğunluk. Aslında bu gezegen, karaları ve denizleriyle, bugünkü nüfusundan kat kat fazlasını barındıracak imkânlara ve besleyecek kaynaklara sahip; fakat maddî imkânların büyük kısmını elinde tutan azınlığın bilinçsiz ve bencil kullanımı sebebiyle, var olan kaynaklar tükeniyor, sınıflar ve ülkeler arasındaki uçurum derinleşiyor, karada ve denizde fesat yayılmaya devam ediyor.

Ve, Allah’ın bağışladığı nimetleri kendi içinde âdil bir şekilde paylaştırmayan dünya, sonuçta, adım adım topyekûn bir yoksulluğa doğru gidiyor.

Bu manzaraya karşılık, bir de, İslâm toplumlarının zaman zaman, zekâta muhtaç kimse bırakmayacak derecede refah seviyesini yakalamış olmasını hatırlayalım. Bugünün medeniyet anlayışı ile, hattâ bu anlayışın etkisinde kendi benliğinden uzaklaşmış zamanımız İslâm toplumlarının durumu ile, öyle bir Kur’ân medeniyeti arasındaki fark ne büyüktür!

Bu farkı kapatacak ve insan sınıfları arasındaki uçurumu ortadan kaldırarak dünyayı yaşanır hale getirecek bir çözümü, pek çok âyetiyle Kur’ân tekrar tekrar ders veriyor.

“Ne bağışlayalım?” diye soranlara, “İhtiyaçtan fazlasını” buyuruyor.[1]

Allah’ın makbul kullarını, “harcadıkları zaman saçıp savurmayan, ama cimrilik de etmeyip orta bir yol tutan kimseler”[2] olarak tanımlıyor.

Ve bu âyette de, tutumluluğu, ihtiyaç sahiplerine yönelen bir şefkat duygusuyla birlikte ders vererek bu dünya üzerindeki huzur ve mutluluk anahtarını bize sunuyor.


[1] Bakara Sûresi, 2:219.

[2] Furkan Sûresi, 25:67.

22 Kasım 2020 Pazar

Resulullahın Ehl-i Kitap ile mücadele üslûbu bize neyi öğretiyor?


*

Mâide sûresinin 15-16. âyetlerini okuduğumuz 289. Kur’an Buluşmasının özeti ve video kaydı


Kur’ân-ı Kerimin Ehl-i Kitap ile ilgili uyarıları, sadece onların tuzaklarını meydana çıkarmakla kalmıyor, aynı zamanda bizim için  de önemli dersler içeriyor.

Bu derslerden birisi de 289. Kur’an Buluşmasının ana konularından birini teşkil etti.

21 Kasım Cumartesi günkü Kur’ân Buluşmalarında okuduğumuz Mâide sûresinin 15-16. âyetlerinde şöyle buyuruluyordu:

Ey Kitap Ehli! Size Bizim elçimiz geldi ki, kitaptan gizlediğiniz pek çok şeyi size açıklar, birçoğunu da yüzünüze vurmaz. Gerçekten size Allah’tan bir nur ile hakkı açıklayan bir kitap gelmiştir.

Onunla Allah, rızasına tâbi olanları selâmet yollarına iletir, onları izniyle karanlıklardan nura çıkarır ve sırat-ı müstakîme / dosdoğru bir yola ulaştırır.

Resulullah, apaçık bir mucize eseri olarak, onların semavî kitaplardan bazı kısımlarını sakladıklarını onlara bildiriyor, ama bunlardan bir kısmını açıklamakla yetinip diğerlerini de hemen yüzlerine vurmuyor, âyet-i kerime de onun bu davranışını tasdik ediyordu. Bu durumla ilgili olarak özetle şu tesbitleri yaptık:

  • Bu vak’adaki kişiler kendi dinlerine ve kendi halkına ihanet etmiş, İslâma ve Müslümanlara karşı düşmanlıkları aşikâr olan, Allah’ın âyetlerini değiştirerek insanları yoldan çıkaran kimseler.
  • Bunların işleyip durdukları ve sanat haline getirdikleri fiillerinin açıklanması gerekir – ta ki insanlar onların gerçek niyetlerini ve fiillerinin mahiyetini iyice bilsin.
  • Ancak böyle bir durumda dahi işlediklerinden bir kısmını saymakla yetinip hepsini birden yüzlerine vurmamak şeklindeki bir peygamber ahlâkına âyette dikkat çekilmiştir.
  • Böylece, son nefese kadar açık kalacak olan tövbe kapısına yönelmeleri engellenmemiştir.
  • Medyada, sosyal medyada ve sosyal ilişkilerde yaygın hale gelen kusurları teşhir etme heveslerine karşı âyetin bu dersi hatırdan uzak tutulmamalı.

Allah’ın rızası, selâmet yolları ve sırat-ı müstakîm konuları da, Buluşmada ele aldığımız diğer konuları teşkil ediyordu. Bu konuları incelerken dikkatimizi çeken bir hususta da şu tesbitler yapıldı:

  • Sebîl’in çoğul olarak “sübül” şeklinde geçmesinde, Allah’ın rızasına ulaştıracak yolların çokluğuna işaret vardır. Peygamberlerin farklı şeriatleri, farklı cemaatler, mezhepler ve sair topluluklar bu kapsamda düşünülebilir.
  • Ancak bütün bu yollar, sırat-ı müstakîm olan Kur’ân’ın büyük caddesine çıkmalıdır.
  • Bu sebepten, İslâm içindeki tek bir yolu yegâne hak yol olarak görmek ve göstermek doğru olmadığı gibi, Kur’ân’ın sırat-ı müstakîmine çıkmayan yollarda hidayet aramak da doğru değildir.

Kur’an Buluşmalarının 289. bölümüne ait video kaydını buradan izleyebilirsiniz:

UTESAV tarafından düzenlenen ve Erdemli Hayat projesi kapsamında gerçekleştirilen ve daha önce MÜSİAD Genel Merkezinde yapılmakta olan Kur’an Buluşmaları, salgın sebebiyle bir müddettir https://www.youtube.com/erdemlihayat adresinden Cumartesi sabahları 7:30-8:30 arasında canlı olarak yayınlanıyor.