Sessizliği dinlemek

 

Kâinatın en önemli olayları sessizlik içinde cereyan eden olaylardır. Güneş hergün sessizce doğar ve batar. Gece semasını binlerce yıldız sessizce renklendirir. Çiçekler ses çıkarmadan açar. Birkaç gün içinde bir ağaç binlerce çiçeğe bürünür, bir ovada binlerce ağaç çiçek açar da kimse birşey işitmez.

Yeryüzü her bahar yeniden dirilir; baharlar hiç ara vermeden yeryüzünü bir baştan bir başa dolaşır; fakat bütün bu olup bitenlerden kimsenin kulağına bir çıtırtı bile ulaşmaz.

Kendi bedenimizde de durum farklı değildir. İçimizde dünya nüfusundan on bin kat daha kalabalık bir hücre kalabalığı sürekli faaliyetlerle kaynayıp durduğu halde onların da sesini işitmeyiz. Bunlar arasında sadece savunma sistemimizin faaliyetlerinden haberdar olabilseydik, uykularımızı bile bir savaş alanının tam ortasında uyumak zorunda kalırdık!

Daha da önemlisi, içimizde ve dışımızda, yerde ve göklerde olan ne varsa, bütün zerrelerine kadar hepsinin her an bir zikir ve tesbih içinde oluşlarıdır. Lâkin kâinatın tümünü birden bir cezbe içine atmaya yetecek böyle bir coşku bile kulak zarlarımızda bir iz bırakmaz.

Elbette bu kâinatta işitilen sesler de vardır; ama bunlar, bir yan ürün olarak çıkan veya bir varlık ispatını amaçlayan sesler değildir; gürültü hiç değildir. Bir gurup vakti kurbağaların, bir yaz akşamı ağustosböceklerinin, bir deniz kenarında martıların korosu insana doyumsuz hazlar yaşatıyorsa, bunun bir önemli nedeni de, o seslere eşlik eden sükûnettir. Ama bu sükûnet de bizim şehir hayatında pek seyrek yakalayabildiğimiz cinsten bir sessizliğe benzemez. “Kapalı bir parkın sessizliği, kulağımıza kırların sessizliği gibi gelmez,” diyor İrlandalı yazar Elizabeth Bowen. “Çünkü bu belirli bir alana hapsedilmiş, gergin bir sessizliktir.” Doğal hayatın sessizliği ise, kuşatılmış değil, tersine, kuşatan ve insanın bütün âlemini kaplayan bir sessizliktir. O sadece gürültünün yokluğundan ibaret de değildir. O var olan birşeydir; göklerin ve yerin güzellikleriyle birlikte yaratılan, onlara eşlik eden, onların anlamını tamamlayan bir sessizliktir. Bu sessizliği dinleyebilirsiniz.

Yirmi Dördüncü Mektupta, Bediüzzaman “kâinatın ve envâının sessizce konuşmasından” söz eder, Yer ve Gökler Rabbinin âyetlerini sessizce söyleyen bir âlem tasvir eder. Yirmi Dördüncü Sözde ise, sessiz konuşmaların üzerine tatlı sözlü nutukhanların zikir ve tesbihlerini de ilâve eder, bize kâinatı öylece dinlettirir. Binlerce sayfalık Risale-i Nur Külliyatı o doyumsuz sessizliğin bir tercümesinden başka nedir ki?

Bizim sanatımız kâinatla âhenk içinde geliştiği için, musikimizde de bu sessizliğin eseri vardı. Nasıl mimarîmiz bir yere bir eser kondurduğu zaman o tabiat köşesinin biçimini ve anlamını tamamlayacak bir şekilde o eseri vücuda getiriyor idiyse, musikimiz de aynı ruh derinliği, aynı uyum ve aynı ihtişam içinde kâinata bir tercümanlık yapardı. Bu inceliği anlamayanlar, musikimize “tek sesli” diyerek burun kıvırdılar. Sonunda, varlığını şamata çıkararak ispatlama şeklindeki asrın modası bir yandan gökdelenlerle şehirlerimize damgasını vururken, diğer yandan da kulak zarlarımızı delen gürültüleriyle musikimizi alt üst etti. Hem öyle etti ki, dün “Mevlânâ düdük çalmamıştır” diyerek musikinin en ulvî kısmını dinin ve hayatın dışına atanlar, onun gürültüye dönüşmüş biçimini benimsediler; bununla da kalmayarak, ruh inceliğinden ve anlam derinliğinden tümüyle yoksun patırtılarda ibadet kokusu aramaya başladılar!

Başka bir ölçüte gerek duymaksızın, sadece bizi her taraftan kuşatan gürültülere bakmak bile, özden ve mânâdan ne kadar uzak düştüğümüzü göstermeye kâfidir. Zira ses volümü ile öz arasında ters orantı vardır; birincisinin şiddeti, ikincisinin boşluğundan gelir. Bağıra çağıra varlıklarını ispat etmeye çalışanların bu halleri de açıkça gösteriyor ki, sessizliğe her zamankinden fazla ihtiyacımız var.

Eğer içinde bulunduğumuz âleme yabancı düşmemek ve onun güzel ve hakikatli bir tercümanı olarak bu gezegen üzerinde huzurlu bir hayat sürmek istiyorsak, ilk olarak uymamız gereken kural şundan başkası değildir:

“Sus ve dinle!”

Bizim konuşma hakkımız, ancak o sessizliği dinlemesini öğrendikten sonra başlar.

-- Ümit Şimşek



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SADE HAYAT

Gelin cahil olalım