SON EKLENENLER
latest

19 Haziran 2021 Cumartesi

Mercanların duası


***

ÜMİT ŞİMŞEK


Avustralya açıklarında, denizlerin dibini rengârenk bir halı gibi kaplar mercanlar.

Bu canlı halının tüyleri gibi uzanan poliplerden herbiri, aslında ayrı bir hayvandır. Bunlardan binlercesi birbirine bağlanır ve bir aile teşkil eder. Öyle bir aile ki, birinin aldığı besinle hepsi birden beslenir, hepsi tek bir vücut gibi davranır.

Bulundukları yerde kalmaya razı olmaz mercanlar. Çoğalmak ve yayılmak isterler. Çünkü üzerlerinde, görenleri hayran bırakan bir san’atın eseri vardır.

“Ey Rabbimiz,” diye dua eder mercanlar kendi dilleriyle. “Bize izin ver de, üzerimizde sergilediğin İlâhî san’atının eserlerini uzaklara taşıyalım.”

Dualara cevap, bahar mevsiminin başlangıcında, ay ışığıyla beraber gelir.

Dolunay belirdi mi Büyük Okyanusun üzerinde, milyarlarca mercan birden harekete geçer.

Birbirinden yüzlerce kilometre uzakta milyarlarca mercan, “Ateş” emrini almış bir ordu gibi, aynı anda yumurtlamaya başlar.

Yumurtaların bırakıldığı aynı anda, milyarlarca mercandan, birer ambalaj içinde spermler fışkırır.

Birkaç saat içinde, denizlerin altı, lapa lapa kar yağışı içinde kalır.

Sonra akıntı gelir, onları uzaklara, daha uzaklara taşır: tıpkı yeryüzünde ağaç tohumlarını birbiriyle tanıştıran aşılayıcı rüzgârlar gibi.

Yüzeye yaklaşınca paketler açılır, spermler yüzmeye başlar ve hemen gider, kendisine uygun yumurtayı bulup ona yapışır.

Bir anda, milyarlarca hayatın temeli atılır Büyük Okyanusun sularında.

“Ol” emrini alan yumurtalar, mercan olmaya koyulur. Birkaç dakika içinde bölünme başlar. Şekilsiz yumurtalarda, adım adım mercanlar inşa edilir: bir plânla, bir takdirle, apaçık bir tenasüp ve san’at içinde…

•••

Her bahar, dolunayla birlikte milyarlarca mercanın dualarına cevap gelir.

Her bahar, Yer ve Gökler Rabbinin emriyle, denizlerin altında lapa lapa kar yağar.

Her bahar, tıpkı yeryüzü gibi, denizlerin altında da rengârenk halılar serilir.

Eskiyen ve vadesini dolduran halılar ise, kalsiyumdan birer âbideye döner, şekil şekil ve renk renk kayalıklarla denizlerin altını ve üstünü süsler.

18 Haziran 2021 Cuma

Her varlık bir damlacık


****-

ÜMİT ŞİMŞEK


Bir parça güneş ışığı vurdu çiy damlasına.

Yedi rengi ve sıcaklığıyla güneş ışığının tâ kendisiydi o.

Çiy damlası, güneşle başbaşa kaldı. Onunla parladı, onunla ısındı ve buharlaştı.

Aynı anda sayısız çiy damlaları da güneşle başbaşaydı. Hiçbiri diğerine engel olmadı; hiçbiri diğerinin güneşten nasibini eksiltmedi.

Aynı güneş, aynı anda sayısız yapraklarda görünmez fabrikaları harekete geçiriyor, sayısız canlılara ışık ve sıcaklık dağıtıyordu.

Bir çiy damlasına nasıl vuruyorsa, koca denizlerin yüzünde de öylece parlıyordu güneş.

Ve koca bir dünyayı da aynı anda, aynı şekilde ısıtıp aydınlatıyordu.

•••

Güneşe gelince…

O da bir çiy damlasından farksızdı.

Isıtıp ısıtmamak, aydınlatıp aydınlatmamak onun elinde değildi.

Sayısız güneşlerle beraber, o da bir tecellîye mazhar oldu.

“Ol” emrini aldı, güneş oldu. “Yan” emrini aldı, yandı. “Dön” emrini aldı, döndü.

Aynı anda, aynı emri alan sayısız yıldızlar, sayısız güneşler gibi…

O emir ve o tecellî, bir güneşin yüzünü nasıl aydınlattıysa, aynı anda kâinatı da öylece sayısız yıldızlarla süsleyip aydınlattı. Onlardan hiçbiri diğerine engel olmadı, bir başkasının o tecellîden nasibini azaltmadı.

Aynı anda, yerin derinliklerindeki en ücra ve en küçük varlıklar da o emir ve tecellîden kendi nasiplerini aldılar. Hiçbiri ondan gizlenmedi, hiçbiri ondan uzak kalmadı. Herbiri, sanki kâinatta başka bir varlık yokmuş gibi, Ondan gelen emir ve tecellî ile başbaşaydılar.

•••

Çiy damlasında parlayan, güneşti.

Ama güneş o damlanın içinde değildi.

O damlacık, kendi kabiliyetince güneşin bir parıltısını aksettirdi, o kadar.

Deniz de kendi kabiliyetince o güneşe bir ayna oldu.

Damlacıktan güneşlere kadar küçük büyük herbir varlık ise, kendilerinde tecellî eden kudret ve san’ata, kendi kabiliyetlerince birer ayna oldular; birer damlacık misali, kendi dilleriyle o kudreti ve o san’atı anlattılar.

Aynaların gösterdiğini görenlere ne deryalar kâfi geldi, ne güneşler.

Gözleri aynalardan başka birşey görmeyenler ise, bir damlacıkta, bir zerrecikte boğulup gittiler.

16 Haziran 2021 Çarşamba

Güçlü insanların özelliği: affetmek


**

Öfkelendiklerinde kusurları bağışlarlar.
Şûrâ Sûresi, 42:37


ÜMİT ŞİMŞEK


KUR’ÂN’DA övgü ile söz edilen kulların başta gelen özelliklerinden biri de, birçok âyet-i kerimede geçtiği gibi, affediciliktir. Bu âyette ise, “öfkelendikleri zaman” kaydının da eklenmesiyle, bu özelliğe ayrı bir vurgu yapılmıştır.

Affedicilik, bir mü’minin imanından gelen nitelikleri arasındadır. Çünkü bu, esas itibarıyla, Allah’ın sıfatlarındandır. Kur’ân ve Hadis, Yüce Allah’ı bize çok affedici, çok bağışlayıcı olarak tanıtır. Allah ise, bağışlayıcılığının eserini kulunun üzerinde görmek ister. Bu da iki şekilde olur:

Bir yandan kul, kendi kusurları nedeniyle Allah’ın affına muhtaç olduğunu bilir ve tevbe ile, istiğfar ile Onun rahmetine müracaat ederek bağışlanma ister.

Bir yandan da, Allah’ın kullarına karşı bizzat kendisi affedici olmaya çalışır; onların kusurlarını örter ve affeder. Böylece, Rabbinin affediciliğine, bir başka şekilde, kendi davranışlarıyla bir ayna olmuş olur. Bu ise onu Rabbinin affına daha da çok yaklaştırır. İnsanlara karşı kusur örtücü ve bağışlayıcı olan bir kimsenin, Rabbinden bağışlanma ummaya elbette ki daha fazla hakkı vardır.

Kur’ân eğer bir davranışı modelini bize örnek olarak göstermişse, yaratılışımız için en uygun şeyin o davranış biçimi olduğundan şüphe edilmemelidir. Zira Kur’ân ve yaratılış, sık sık değindiğimiz gibi, karşılıklı olarak birbirini şerh eder. Kur’ân “Affedici olun” buyurduğunda, insanın yaratılışı da bunu tasdik eder; hem bireysel, hem de toplumsal hayattaki sonuçlarıyla, affediciliğin insan için en doğru bir hayat tarzı olduğunu gösterir.

Yapılan çok sayıda araştırma, affetmesini bilen insanların, kanser ve kalp hastalıkları da dahil olmak üzere, pek çok sağlık problemiyle daha rahat bir şekilde baş edebildiklerini göstermiştir.

Kin-nefret-öfke-acı döngüsünü kırarak insanı bir barış atmosferine kavuşturan bu özellik, aynı etkiyi insan toplulukları üzerinde de yapmaktadır. Yine araştırmalar, affediciliğin yaygın olduğu toplumlarda suç oranının da düştüğünü ortaya çıkarmıştır.

Affetmek güzeldir, ama kolay değildir. Hele öfkesi galeyan halinde iken affedebilmek hiç kolay değildir.

Ancak Kur’ân bize bunu hedef olarak gösteriyor.

Kur’ân’ın gösterdiği bu hedef ise, ciddî bir eğitime, bir nefis terbiyesine ihtiyaç gösteriyor.

Ve insanlar ancak böyle bir olgunlaşma sürecinden geçip de bir özgüvene, güçlü bir kişiliğe kavuştuktan, kendisiyle ve hayatla barışık hale geldikten sonra, affediciliği bir ilke olarak hayatlarına yansıtabiliyorlar.

Gerçekten de, affetmek güçlü insanların işidir. Zayıflar asla affedici olamazlar. Bir kısım toplulukların, fanatik grupların, hattâ bazı milletlerin, uğradıkları haksızlıkların şokundan bir türlü sıyrılamayışları ve intikam duygularından kendilerini kurtaramayışları işte bu yüzdendir.

Affedicilik güçlü insanların özelliği olduğuna göre, insan ne derece güçlü bir manevî yapıya sahipse, affetme potansiyeli de o derece yüksek demektir. Kur’ân ve Hadis ise, bu konuda insanın önüne alabildiğine geniş bir gelişim ufku açmakta, ona son derece ileri hedefler göstermektedir. “Hizmetçimi günde kaç defa affedeyim?” diye soran birisine, Peygamberimiz, “Hergün yetmiş defa” cevabını vermiştir.[1]

Bu cevap, affedicilikte bir üst sınır olmadığını gösteriyor. Başka bir ifadeyle, biz ne kadar affa muhtaç isek, o kadar affedici olmalıyız da diyebiliriz. Zira bizim insanlara karşı muamelemiz, Allah’ın huzurunda karşılaşacağımız muamelede belirleyici rol oynayacaktır.

Şunu da unutmamak gerekir ki, bu İlâhî ahlâktan ne kadar nasip sahibi olabilirsek, Allah katında da, insanlar arasında da o kadar değere sahip olmuşuz demektir. Bunu Allah’ın Resulü haber veriyor:

“Allah, affeden kulun değerini arttırır.”[2]

[1] Ebû Dâvud, Edeb: 123; Tirmizî, Birr: 31.

[2] Müslim, Birr: 69; Tirmizî, Birr: 82.


Sitemizde yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için
bizi Twitter’da takip edebilirsiniz:

twitter.com/umit_simsek


15 Haziran 2021 Salı

Bilinçli ve huzurlu yaşamanın adı: ŞÜKÜR

***

Kim şükrederse kendisi için şükretmiş olur.

Lokman Sûresi, 31:12


ÜMİT ŞİMŞEK


İMANIN insana her iki dünyayı birden kazandırdığına işaret eden âyetlerden bir de bu âyet-i kerimedir. Şükür, âyetin özlü bir şekilde belirttiği gibi, şükür sahibine yarar verir—hem bu dünyada, hem de ebedî âlemde. Yoksa, şükredilen için, kulun şükretmesinin de, etmemesinin de bir yarar yahut zararı yoktur.

Nasıl olabilir ki?

Gökleri ve yeri yaratan için, göklerde bir toz zerresi bile etmeyen bir gezegen üzerinde bir an için var olup sonra yokluğa karışan bir insanın, yahut bütün insanların birden şükredecek olması, Onun mülküne, şanına, egemenliğine bir ziyadelik mi verir?

Veya bütün insanlar birlik olup da Onun nimetlerini inkâr edecek olsalar, Onun şanına bir noksan mı gelir?

Fakat şükreden kimse için, şükrün hayatî önemi vardır. Hattâ şükür onun için hayatın tâ kendisidir dersek hiç de abartmış olmayız. Bunu anlamak için bir basit soru yeterlidir:

Niçin şükreder insan?

Eriştiği nimetler için.

Peki, sadece şükredenler mi nimetlere erişir?

Hayır. Şükretsin veya etmesin, herkesin üzerine Allah’ın gizli ve açık nimetleri her taraftan yağar, durur.

Fakat şükredenler, bu nimetlerin farkına varanlardır.

Başka bir deyişle, onlar, bilinçli bir şekilde yaşayanlardır.

O kadar ki, pek çok insanın bütün bir ömür boyunca farkına bile varmadığı günlük olaylar, onlar için hergün şükür sebebi olur. Bir nefes hava, bir yudum su, bir lokma ekmek, bir yağmur damlası, bir dost sesi, tutan el, yürüyen ayak, konuşan dil, seyreden gözler, işiten kulaklar, onda her an bir şükür duygusunu harekete geçirir. Ve bu duyguyla insan, bu nimetlerin farkına varmaya başlar.

Gerçi şükretmese de insan bu nimetlerle iç içedir. Fakat onun durumu, tad alıcı sinirleri dumura uğramış bir insanın yemek yiyişine benzer. En lezzetli yiyecekler de o boğazdan geçerken onda bir haz uyandırmazlar. Şükreden insan ise, lokmanın her zerresinin tadını çıkarabilen insandır.

Bir defa, şükreden insan için hiçbir şey tesadüf eseri değildir. Yüzünü okşayan meltem, pencereden süzülen gün ışığı veya dalda oynaşan serçelerin cıvıltısı, doğrudan doğruya Âlemlerin Rabbinden ona gönderilen bir armağandır.

Bu armağanları, şükreden insan, uyanık halde karşılar. Uyanıklık ise, ayakta gezmekten ibaret bir hal değildir. Asıl uyanıklık, bütün duyu ve yetenekleri açık bir şekilde yaşanan ve Rabbinin armağanlarını kaçırmadan geçen zamanlardır. Yoksa hangi nimetlere eriştiğini fark etmeden yaşanan koca bir günün, uykuyla geçen bir geceden ne farkı kalır?

Uyanık ve bilinçli bir şekilde yaşanan hayatın hiçbir nimeti küçük sayılmaz. Tam tersine, o küçücük görünen nimetler, şükür vasıtasıyla, hayatın en büyük hazlarına dönüşürler. Hattâ, asıl büyük mutluluğun, günlük hayattaki “sıradan” nimetlerle yaşanan küçük mutluluklardan meydana geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Onun içindir ki, şükrün ne olduğunu bilen insanlar, Rablerine doyasıya şükretmek için, insanın başına pek seyrek olarak konan talih kuşlarının yolunu gözlemezler. Onların gözünde şükürle alınan bir nefes havanın vereceği huzur ve mutluluk, hiçbir şeyle değişilmeyecek kadar büyük bir mutluluk demektir.

İşte, şükürle aydınlandığı zaman, herhangi bir insanın sıradan bir günü, içinde bir Cennet çekirdeği taşıyan büyük bir mutluluğa dönüşebiliyor.

Bunun sebebi, bizim şükür için yaratılmış olmamızdır. Zira insan denen bu aziz varlığın bütün yetenekleri, en üst düzeyde bir şükrü yerine getirecek bir şekilde düzenlenmiştir. Daha başka bir ifadeyle, Âlemlerin Rabbi, insanın önüne yerin ve göğün bütün nimetlerini serdikten başka, bütün bunların üzerinde bir de şükür nimeti bağışlamayı murad etmiştir. Bu yüzden de insanı şükre ihtiyaç duyacak şekilde yaratmıştır: tıpkı havaya, suya, ekmeğe ihtiyaç duyduğu gibi.

Ve bu yüzdendir ki, âyetin de açıkça bildirdiği gibi:

Kim şükrederse, kendisi için şükretmiş olur.

— ÜMİT ŞİMŞEK

14 Haziran 2021 Pazartesi

Müjde

***

ÜMİT ŞİMŞEK

Bir bulut bir müjdedir.

Denizler onda semâya kalkar, rüzgâra biner ve kıt’alar ötesine taşınır.

Onun gölgesinde ya bir serinlik bulur bunalmış nefisler, ya daha fazlasını.

Müjdeyi alan dirilir.

Renk renk gülücükler açar yerin yüzünde.


***

 

Bir nefes hava bir müjdedir.

Her nefeste milyarlarca molekül doluşur soluk alan nefislere.

Her biri içeride bir tezgâh bulur, ölesiye çalışır.

Çıkar, fakat işi bitmez hava zerresinin.

Gider, bir başka vücuda hayat taşır.

 

***

 

Bir meyve bir müjdedir.

Toprak onda renklenir, tadlanır, kokular sürünür bir bedende can olmak için.

Bir küçük gezegende aynı toprak, aynı hava, aynı su ve aynı güneşle, milyonlarca yıl boyunca her an sayısız canlıları doyuran bir sofradan haberler taşır kendi lisanıyla.

Bir ziyafet serer önümüze.

Bir ziyafet ki, gözler onu kuşatamaz.

 

***

 

Bir kuş bir müjdedir.

Bir yumurta sarısı onda can bulur ve dile gelir.

Şekliyle ve sesiyle, kendisini bize sevdireni anlatır.

Onun cıvıltısında, bütün kuşların sesleri birden yankılanır.

Hep beraber bir sınırsız güzelliği anlatırlar.

Ve sınırsız bir sevginin kaynağından, hiç durmaksızın müjdeler taşırlar bir ağızdan, farklı dillerle.

 

***

 

Bir parça ışık bir müjdedir. Aydınlığıyla, sıcaklığıyla ve renkleriyle güldürür yeryüzünü.

Her an, ışık parçacıkları halinde sayısız müjdeler yağar dünyaya.

Onlardan her biri bir hedefe ulaşır.

Ardından yenileri gelir.

Hiç eksilmez arkası yağışların.

Bulutların biri yere inerken, bir başkası semaya çıkar.

Meyveler peş peşe belirir dallarda. Kopanın yerine yenisi gelir.

Kuşlar her sene yeni yavrular yetiştirir. Her an yeni müjdeler kanat çırpar göklerde.

Akarsular müjdeler taşır dağlardan, tepelerden.

Çiçeklerden arılara, arılardan insanlara müjdeler taşınır mevsimler boyu.

Süt çeşmeleri hiç kesilmez.

Hepsi görünmez hazinelerden gelir o müjdelerin.

Çünkü bize sunulanların hiçbiri, onları sunanların güçleriyle orantılı değildir.

Bir küçücük gezegen, bir ölü toprak, bir basit su, bir cansız hava ve bir parça ışık bu kadar zenginliği kaldırmaz.

Bu güzellik, bu sevimlilik, bu sevinç ve bu neş’e onlardan çıkmaz.

Yalnız onlar bir müjde taşır kendilerini gönderenden.

Bir mektup sunar okuyanlara.

Ve bir çağrı ulaştırır:

Güzelliğe, sevgiye, sonu hiç gelmeyecek bir mutluluğa.

13 Haziran 2021 Pazar

Cennete girmenin iki şartı


***

Mâide sûresinin 69. âyetini okuduğumuz 312. Kur’an Buluşmasının özeti ve video kaydı


Kur’ân’da Kitap Ehli olarak adlandırılan Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili olarak ard arda gelen uyarılardan sonra, onların sahih bir şekilde iman eden ve salih ameller işleyen kısmına dair müjdeler içeren bir âyet, 312. Kur’an Buluşmasının konusunu teşkil ediyordu.

12 Haziran 2021 Cumartesi günü okuduğumuz Mâide sûresinin 69. âyeti şu meâlde idi:


İman edenlerden, Yahudilerden, Sâbiîlerden ve Hıristiyanlardan kim Allah’a ve âhiret gününe iman eder ve salih amel işlerse, onların Rableri katında ödülleri vardır. Artık ne bir korku olacak onlara, ne de üzülecekler.


Programda sahih bir imanın ne olduğu ve ne olmadığı üzerinde durduktan sonra, iman ile birlikte zikredilen “salih amel” kavramını da ele aldık ve özetle şu sonuçlara vardık:

  • Salih ameller, insanın yaratılışına kodlanmış güzellikleri ortaya çıkaran vesilelerdir.
  • Bu güzellikler, Esmâ-i Hüsnânın yansımasıdır.
  • Her biri ayrı bir dünya halinde yaratılmış bulunan insan neslinin fertleri, kendilerinde yansıyan bu alabildiğine zengin güzelliklerle dünyayı rengârenk çiçeklerin süsleyişi gibi süslerler.
  • İmtihan gereği hayır ile şerrin bir arada bulunduğu ve çarpıştığı dünyada insan kendisini korumak için de sürekli olarak Rabbiyle irtibat halinde bulunmaya muhtaçtır; bu irtibatı da amel-i salih sağlar.
  • İnsan bu dünyada amel-i salih vasıtasıyla ürettiği güzelliklerin sonucunu âhiret âleminin ebedî saadet diyarlarında kendisine bir yurt edinmek şeklinde devşirir.

Bu âyette müjdelenen ödüle erişebilmek için gerekli olan sahih bir imana bugünkü inançlarıyla Kitap Ehlinin sahip olup olmadığı sorusunun cevabını da konuyla ilgili diğer âyet-i kerimelerin sarih ifadelerinde aradık.

Bu arada, Kur’ân-ı Kerimin Kitap Ehli üzerinden verdiği müjdeye bizim ne ölçüde lâyık olabildiğimiz konusunu da ele aldık ve sonuç olarak şu tesbiti yaptık:

  • Bu âyetleri okurken Yahudi ve Hıristiyanların Cennete girip girmeyecekleri konusu üzerinde durduğumuzdan daha büyük bir hassasiyetle kendi istikbalimizi düşünmemiz bizim için daha hayırlıdır. Onlar hakkındaki merakımızın veya vereceğimiz cevabın onlara ne bir faydası, ne de zararı dokunmaz; hükmü verecek olan Allah’tır. Kendi istikbalimiz hakkındaki merakımızın ise bizi çok büyük tehlikelerden korumak ve çok büyük bir saadete kavuşturmak hususunda hayatî önemi vardır.

Mâide sûresinin 69. âyetini okuduğumuz 312. Kur’an Buluşmasının kesintisiz video kaydını buradan izleyebilirsiniz:

UTESAV organizasyonuyla gerçekleşen ve daha önce MÜSİAD Genel Merkezinde yapılan Kur’an Buluşmaları, salgın sebebiyle bir müddettir https://www.youtube.com/erdemlihayat adresinden Cumartesi günleri 18:00-18:45 saatleri arasında yayınlanıyor. Kur’an Buluşmaları ile ilgili gelişmeleri kaçırmamak için bu sayfaya abone olabilirsiniz.