SON EKLENENLER
latest

7 Ağustos 2021 Cumartesi

Rahmân'ın kullarına cahiller sataştığında


***

Cahiller onlara sataştığında “Selâmetle” der, geçerler.
FURKAN SÛRESİ, 25:63


ÜMİT ŞİMŞEK


“RAHMÂN’IN KULLARI” olarak nitelenen seçkin insanların bir özelliği de âyetin bu cümlesinde anlatılıyor. Bu özellik, yine aynı âyette sayılan ve bir önceki yazının konusunu teşkil eden diğer özellik gibi, o kulların ağırbaşlılığını yansıtıyor.

Bu arada, âyetten şunu da anlıyoruz:

Rahmân’ın has kullarının kaderinde, “Meyveli ağaç taşlanır” misali, ister istemez birtakım sataşmalara muhatap olmak da vardır. Onlar kendi davranışlarıyla buna sebep olmazlar, böyle birşeyi bizzat tahrik etmezler; fakat ne kadar ağırbaşlı davransalar da böyle sataşmalara uğramaktan bütün bütün uzak duramazlar. Zaten âyet bu sataşma eyleminin faillerini “cahiller” olarak nitelemek suretiyle, bu eyleme sebebiyet veren şeyin sırf bir inat, kibir ve saldırganlık gibi özelliklerden ibaret olduğuna işaret etmekte ve şu anlamı dile getirmektedir:

Onların sataşmaları arkasında mâkul bir gerekçe, onları haklı çıkaracak bir sebep aramayın. Bu tümüyle bir inattan, hakka göz kapayıp kulak tıkamaktan ileri gelen bir cehalet eseridir.

Cahillerin sataşmasına uğramak eğer seçkin kulların kaderinde var ise, onların buna karşı tepkileri ne olacaktır?

Aynen karşılık vermek mi?

Bu, mü’mine yaraşan bir davranış olmaz. Çünkü sataşan, cehaletin gereğini yapmaktadır. Mü’min ise, imanının gereği olan davranışları sergilemekle yükümlüdür. Ondan beklenen güzel ahlâktır, cahillerle aynı seviyede lâf yarıştırmak değildir.

Diğer yandan, düzgün ve seviyeli bir üslûpla sataşmaları cevaplandırmaya kalkmanın da fazla bir anlamı olmaz. Çünkü muhatapların niyeti de, seviyesi de buna müsait değildir. Eğer sataşmalar basit bir bilgisizlikten veya yanlış anlamadan ileri gelseydi, onları doğru şekilde bilgilendirmek ve yanlış anlamaları düzeltmek suretiyle mesel çözüme kavuşturulabilirdi. Oysa âyetin “cahillik” şeklindeki nitelemesi, bilgi yokluğundan ibaret basit bir cehalet değil, hakka karşı körlük edenlerin, üstelik bu körlüğünü meziyet sayanların inatçılıklarıdır.

Böylelerine lâf yetiştirmenin kazandıracağı birşey yoktur, ama kaybettireceği şeyler vardır.

Bir defa, cahillere muhatap olmak, bir irtifa kaybı demektir. Bir mü’minin, özellikle Kur’ân’da “Rahmân’ın kulları” olarak nitelenen seçkin kulların, cahillere cevap yetiştirmek için onlarla aynı seviyeye inmesi yakışık almaz.

İkinci olarak, bunda bir vakit ve emek kaybı vardır. Zaten sataşmaların asıl hedefi de mü’minleri böyle bir kayba uğratmaktır. Onlar kendi yollarında giderlerken, imanlarının gereği olan güzel işlerle ve hayırlı hizmetlerle uğraşırlarken, inkâr ve cehaletlerinin gereğini yapanlar da onların yollarına, onları meşgul edecek ve hayırlı işlerden alıkoyacak mayınlar yerleştirmekle meşguldürler. Zira, âyette buyurulduğu gibi, “Herkes seciyesine göre davranır.”[1] İman ehlinden beklenen davranışlar olduğu gibi, inkâr ehlinden beklenecek davranışlar da vardır; herkes kendisine yakışanı yapmaya devam edecektir.

Eğer mü’minler bu durumu dünyanın tabiatı olarak kabul etmeyip de yollarına mayın döşeyenlerle uğraşmaya ve onlardan hınçlarını çıkarmaya kalkarlarsa, daha hayırlı işlerde harcamaları gereken vakit ve enerjilerini bir hiç uğruna tüketmiş olurlar. Bu ise, onların düşmanlarının almak istediği sonucun tâ kendisidir.

Mü’minin, kendisini engellemeye çalışanlara vermesi gereken bir cevap varsa, o da, adımlarını daha serileştirerek yoluna devam etmektir. Sataşanlar ortalığı ne kadar şamataya boğarsa boğsun, bu, bir mü’mini asla telâşa düşürmemelidir. Ne yazık ki, günümüzde pek çok kimse bu zayıf damardan yakalanıyor. Onların bu zayıf damarını keşfeden medya, zaman zaman birtakım “yumuşak noktalar” bularak oralardan ilim ve iman ehline sataşıyor. Kendi haline bırakıldığı takdirde pek kısa zamanda sönüp gidecek olan bu tür yaygaralar, onlara cevap yetiştirmeye kendilerini mecbur bilenler yüzünden daha da alevleniyor ve daha çok iz bırakıyor. Bu arada nice değerli zamanlar, bu horoz döğüşleri uğrunda hebâ olup gidiyor.

Böyle durumlar karşısında Kur’ân bize son derece vakur ve telâşsız bir yol gösteriyor:

Eğilmeden, yılmadan, damarlara basmadan, öfkelenmeden, telâşa kapılmadan…

En önemlisi, hayırlı işlerinden ve yolundan da bir an geride kalmadan…

Eyvallah deyip geçmek!

Eğer bu dünyanın halleri karşısında beşerî zaaflarımızın sevkiyle değil de, din ve dünyamızın ışığı olan Kur’ân’ın ilkeleri ile hareket etmeyi benimseyeceksek, ondan alacağımız en önemli hayat derslerinden biri de işte budur.


[1] İsrâ Sûresi, 17:84.


Sitemizde yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için
bizi Twitter’da takip edebilirsiniz:

twitter.com/umit_simsek


Adres arayan bulut

***

Resulullah (s.a.v.) buyuruyor:

Adamın biri hâlî bir sahrâda giderken, bir bulutun içinden “Filânın bahçesini sula” diye bir ses işitti.

O bulut gitti, suyunu bir kayalığa boşalttı.

Oradaki derelerden bir dere suyun tamamını aldı.

Adam dereyi takip etti. Baktı ki, bir adam, bahçesinde durmuş, küreğiyle suyu kendisine çeviriyor.

Ey Allah’ın kulu, senin adın ne?” diye sordu.

Adam “Filân” diye, daha önce buluttan duyduğu ismi söyledi. Sonra, “Ey Allah’ın kulu, benim adımı niçin soruyorsun?” dedi.

Çünkü şu suyun olduğu buluttan ‘Filânın bahçesini sula’ diye senin adını söyleyen bir ses işittim. Sen burada ne yapıyorsun ki böyle birşeyi hak etmişsin?

Adam “Madem sordun, söyleyeyim,” dedi:

Ben bu bahçeden ne kadar mahsul çıktığına bakarım, sonra onun üçte birini bağışlarım, üçte birini ailemle birlikte yerim, üçte birini de tohumluk olarak bahçede kullanırım.

— Müslim, Zühd: 45


Sitemizde yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için
bizi Twitter’da takip edebilirsiniz:

twitter.com/umit_simsek


5 Ağustos 2021 Perşembe

Ottoperson Herstory: Mizah değil, gerçek bir toplumsal cinsiyet hikâyesi



***

“Ottoperson herstory” şeklinde bir ifadenin ne anlama geldiğini çözmek için çok iyi İngilizce bilmek yetmiyor, hattâ İngiliz veya Amerikalı olmak da yetmiyor.

Nitekim bir Amerikan üniversitesinde yapılan bir seminer sırasında bir bayan katılımcı bu tabiri kullandığında, hiç kimse bunun anlamını çözemedi.

Ancak feminist mantığıyla yaklaşılınca bu garip ifadenin ardında saklanan mânâ kendisini göstermeye başladı.

Seminerin konusu Osmanlı tarihi, yani “Ottoman history” ile ilgili idi. Ancak “Ottoman” kelimesindeki “man” her ne kadar ayrı bir kelime olmasa da “adam” anlamına geldiği için, katılımcı, bu üç harfi kelimenin içinden çıkararak onların yerine cinsiyet çağrıştırmayan “person” kelimesini monte etmiş, bu sayede İngilizce “Ottoperson” şeklinde yeni bir kelime kazanmıştı.

Ancak bu sadece birinci kelimedeki problemi çözüyordu. Oysa onun arkasındaki “history” kelimesi Sherlock Holmes titizliğiyle incelendiğinde, onun da göründüğü kadar masum bir kelime olmadığı anlaşılıyordu.

Çünkü bu kelimenin içinde de yine bir üç harfli (his) uğursuzluğu yatıyor ve bu da cinsiyet çağrıştırıyor,  üstelik erkekler lehinde bir ayırım ortaya çıkarıyordu.

Feminist katılımcı bu problemi de, kelimenin başındaki üç harfi daha başka bir üç harfli ile değiştererek çözmüş ve bu suretle “history” kelimesi “herstory” halini almıştı. Gerçi “his” kelimesi atılırken kuyruğu arkada kalmış ve bu da “story” kelimesini tamamlamak için muhafaza edilmişti, ama olsun, erkek cinsiyetini çağrıştıran bir kelime orada kalsaydı daha mı iyi olurdu?

Bu olayı, Geoffrey Lewis adında bir İngiliz Türkolog, Türkçeye “Trajik Başarı: Türk Dil Reformu” adıyla çevrilen kitabında, Türk Dil Kurumunun türettiği bazı kelimelerdeki gülünçlükleri naklederken, şöyle bir dipnotuyla naklediyor:

“Bu bana, bir Amerikan üniversitesinde Osmanlı tarihi üzerine yapılan bir seminerde katılımcılardan birinin aslında tartışmamız gerekenin ‘Ottoperson herstory’ olduğunu söylemesini hatırlattı. Seminerden sonra orada hazır bulunan diğer katılımcılar bu kadın katılımcının şaka yaptığını düşünüyordu, fakat hiçbiri bundan tam olarak emin de değildi.” (Geoffrey Lewis, Trajik Başarı: Türk Dil Reformu, çev. Mehmet Fatih Uslu, s. 239, Çevirimbilim Yayınları, 2016.)

Toplumsal cinsiyetçilerin Türkçeyi “cinsiyet çağrıştıran ifadelerden ayıklamak” adı altında sergiledikleri marifetlerin bir başka örneği için bkz: “Toplumsal Cinsiyetçilerin Son İcadı: Yapay Şizofreni.”

[İlk yayın tarihi: 22 Temmuz 2019]

 


Sitemizde yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için

bizi Twitter’da takip edebilirsiniz:

twitter.com/umit_simsek


4 Ağustos 2021 Çarşamba

Mü'minin hayatı çöplük olamaz

 


***

Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.
Mü’minûn Sûresi, 23:3

ÜMİT ŞİMŞEK

KUR’ÂN’DA ideal mü’minin nitelikleri arasında sayılan bir özellik de boş, anlamsız, faydasız şeylerden uzak durmaktır. Bu özellik de Kur’ân ile kâinat arasındaki bütünlüğe dikkatimizi yöneltir ve mü’mine yakışan şeyin her ikisiyle de uyum içinde bir hayat sürmek olduğunu gösterir.

Anlamsızlık ve amaçsızlık, hikmet kavramının zıddıdır. Kur’ân ise hakîmdir, yani hikmet dolu bir kitaptır. Onun bütün öğütleri, buyrukları, hükümleri, bütün sûre ve âyetleri sonsuz bir hikmetin eserini gösterir. Kâinat da bütün varlıklarıyla aynı sonsuz hlikmetin rengârenk parıltılarını yansıtır. Kur’ân’da boş ve anlamsız birşey bulunmadığı gibi, kâinatta da boş ve anlamsız bir olay veya varlık görülmez. İnsanlığın yüzyıllar boyunca geliştirdiği yüzlerce bilim dalı, kâinatın bütün inceliklerine nüfuz eden bu sonsuz hikmetin okumalarından ibarettir.

İnsana gelince, o hem Kur’ân’ın, hem de kâinatın bilinçli ve dikkatli bir okuyucusu olarak, iki yönden İlâhî hikmete bir ayna olmak mevkiindedir:

Bir defa, insan, bu âlemin en muhteşem eseri ve kâinat kitabının en büyük âyeti olarak, kendi yaratılışında, maddî ve manevî yapısında, İlâhî hikmetin en göz kamaştırıcı eserlerini sergilemektedir. Diğer sayısız özellik ve yetenekleri bir yana, onun sadece düşünme ve konuşma melekesi, bütün akılları hayrette bırakan bir hikmet mucizesidir.

İkinci olarak, insan, hikmete uygun bir hayat sürmek ve kendi söz ve eylemlerinde de hikmetli davranışlar sergilemek suretiyle, Rabbinin hikmetine bir başka açıdan ayna olur. Zira bir balarısının, bir hava zerresinin düzenlenişinde bile keşfedilmekle tükenmeyen nice hikmetler görülüyor ve onların hiçbir hal ve hareketinde bir başıboşluğa rastlanmıyorsa, onlardan çok daha üstün bir varlık olarak düzenlenmiş olan insanın yaşayışında, başıboşluğun ve anlamsızlığın hiçbir şekilde yeri olmaması gerekir. Bir bu kâinatın, bir de insanın yaratılışını dikkatli bir şekilde inceleyen bir akıl sahibi, bu âlemde insanın önemli işler görmek üzere bulunduğu sonucuna varmakta zorlanmayacaktır.

İşte, insanın bu üstün yapısı, onun boş ve anlamsız şeylerden uzak durmasını gerektiriyor. Aksi takdirde, bütün zerreleriyle hikmet içinde düzenlenmiş bir âleme ters düşecektir ki, bu âlemi tefsir eden Kur’ân’ın âyetleri de bu hakikati vurguluyor ve mü’min olan kimselere yakışan şeyin boş söz ve davranışlardan uzak durmak olduğunu bildiriyor. Sevgili Peygamberimiz de bu özelliğin iman ve İslâma yaraşan bir güzellik olduğunu şu hadis-i şerifleriyle bize hatırlatıyor:

Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyi terk etmesi, Müslümanlığının güzelliğindendir.[1]

Bizi ne din, ne de dünyamız itibarıyla hiç mi hiç ilgilendirmeyen konularla her taraftan nasıl kuşatıldığımızı görmek için, sıradan bir günlük hayatımızı gözden geçirerek o gün içinde nelerle ilgilendiğimizi, merakımızı nerelere yönelttiğimizi ve saatlerimizi neler uğrunda harcadığımızı araştırmamız yeter.

Meşgul olduğumuz işleri, vaktimizi alan şeyleri “Bunu öğrenmesem ne kaybeder, öğrenmekle ne kazanırım? Bununla meşgul olmak veya olmamak bana ne yarar veya zarar verir?” soruları ışığında tek tek gözden geçirip ayıklayacak olsak, hergün elimizde fazladan birkaç saatlik zamanın kaldığını görebiliriz. Hayatımızın içine hikmetli şeylerin girebilmesi için, onu boş şeylerden boşaltmak zorundayız.

Fakat hikmetten söz etmek için de, herşeyden önce, hayatımızın anlamını çözmüş olmamız, yani, bu dünya üzerinde niçin var olduğumuzu net bir şekilde belirlemiş bulunmamız gerekiyor. Eğer insan niçin yaşadığını bilir ve bilinçli bir şekilde bir hayat amacına sahip olursa, gerisi çok kolaylaşır:

Artık ona düşen, hayatını, yaşama amacına uygun şeylerle doldurmaktır. Doğrudan veya dolaylı bir şekilde yaşama amacıyla ilgisi bulunmayan birşey, o insan için boş, anlamsız ve değersiz demektir—isterse o bütün dünya halkının gözünde en fazla değer taşıyan birşey olsun! İnsan ise, hayatını boş ve anlamsız şeylerle bir çöplüğe çevirmeyi kendisine asla yakıştırmaması gereken bir varlıktır.

Çünkü o, hikmeti herşeyi kuşatan bir Rabbin hikmetle yazdığı kâinat kitabının en anlamlı ve en kapsamlı âyeti, hikmetli Kur’ân’ın en anlayışlı bir okuycusudur.

Onun için, bu dünya üzerinde geçirdiğimiz herbir günü bu âyetin ölçütüne vurarak bir muhasebe altına almak, pek yerinde ve hikmetli bir davranış olacaktır:

“Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.”

[1] Tirmizî, Zühd: 11.


Sitemizde yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için
bizi Twitter’da takip edebilirsiniz:

twitter.com/umit_simsek


1 Ağustos 2021 Pazar

Dinde haddini aşma, aldanmışa aldanma

*


**

Dinî ve sosyal hayatta çok önemli iki altın öğütü içeren Mâide sûresinin 77. âyetini okuduğumuz 316. Kur’an Buluşmasının özeti ile video kaydı.

Temmuz ayının Kur’an Buluşmasında iki önemli konumuz vardı:

(1) Dinde haddi aşmaktan sakınmak.

(2) Daha önce sapmış ve başkalarını da saptırmış kimselerden gelecek kötülüklerden korunmak.

UTESAV organizasyonuyla gerçekleşen Kur’an Buluşmalarının 31 Temmuz Cumartesi günü gerçekleşen 316. bölümünde, Mâide sûresinin şu mealdeki 77. âyetini okuduk:

De ki: Ey Kitap Ehli! Dininizde haktan uzaklaşıp da aşırılığa kaçmayın. Daha önce sapmış, pek çoklarını saptırmış ve dümdüz yolun ortasında şaşırmış bir topluluğun heveslerine uymayın.

Dinde haddi aşmak konusuyla ilgili olarak yaptığımız Kur’ân ve Hadis merkezli araştırmalar bizi şu tesbitlere ulaştırdı:

  • Resulullah (s.a.v.) aşırılıkların evvelki ümmetler hakkında helâk sebebi olduğuna dikkat çekerek ümmetini her türlü aşırılıktan uzak tutmak için uyarılarda bulunmuştur.
  • Din Allah tarafından elçileri vasıtasıyla insanlara bildirilen şekliyle makbuldür. İnanç esaslarında ve hükümlerinde değişiklik yapmak, bu değişiklikler hangi yönde olursa olsun, haktan uzaklaşmaktır.
  • Kur’ân’ın “ehl-i kitap” olarak adlandırdığı Yahudi ve Hıristiyanların kendi dinlerinde değişiklikler sonucu olarak bu dinler hak din olmaktan çıkmıştır.
  • Müslümanlardan da aynı yolu izleyenler, tıpkı Ehl-i Kitap gibi, haktan ayrılmış ve bâtıl bir yol tutmuş olurlar.
  • Sadece inanç konularında değil, ameller konusunda da aşırılığa kaçmak hoş görülmemiştir.
  • Yüce Allah bu ümmeti, aşırı sevgiyle peygamberlerini ilâhlaştırma tehlikesinden korumuştur; “kulu ve resulü” formülü bu durumu sağlama almaktadır. Bu sayede ümmetin Peygamberine olan sevgisi, onu kulluktan daha ötede bir mertebeye taşımaya izin vermemiştir.
  • Ancak peygamberden başka kimseler, din veya dünya büyükleri için aşırı sevgi beslemenin onları beşer-üstü bir konuma taşıyabildiğine dair yaşanmış ve yaşanmakta olan örnekler saymakla bitecek gibi değildir.

Daha sonra âyet-i kerimenin ikinci önemli nasihati olan “sapmış, saptırmış ve dümdüz yolda şaşırmış kimseler” konusundaki incelemelerimiz de bizi, zamanımıza yönelik önemli uyarılarla karşı karşıya getirdi.

Kur’an Buluşmalarının 316. bölümüne ait kesintisiz video kaydını buradan izleyebilirsiniz:

https://youtu.be/-u1UFHLioxM

Kur’an Buluşmaları, yaz döneminde ayda bir olarak, Eylül ayından itibaren ise haftalık olarak Cumartesi günleri gerçekleşiyor.


Sitemizde yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için
bizi Twitter’da takip edebilirsiniz:

twitter.com/umit_simsek