SON EKLENENLER
latest

2 Ekim 2021 Cumartesi

Toplum hayatının dört büyük âfeti


Mâide sûresinin 90-91. âyetlerini okuduğumuz 321. Kur’an Buluşmasının özeti ve tam video kaydı.

Toplum hayatını tehdit eden dört büyük tehlike, UTESAV’ın 321. Kur’an Buluşmasında ağırlıklı konumuz oldu.

Bu tehlikeler, okumakta olduğumuz Mâide sûresinin 90-91. âyetlerinde şöyle sayılıyordu:

Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları  şeytan işi birer pislikten başka birşey değildir; bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.

Hiç kuşku yok ki, şeytan içki ve kumarla aranıza kin ve düşmanlık sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bundan vazgeçiyorsunuz, değil mi?

Âyette sayılan tehlikelerden içki ve kumar ile ilgili âyet ve hadislerin mânâları açık bir şekilde bu iki illeti mü’minlere yasaklarken, “dikili taşlar” ile her türlü kastedilen mânâ her türlü putu, putlar için dikilen yapıları, putlaştırılan şeylere gösterilen tazimi kapsıyor, “fal okları” ise gaybdan haber almak, insanların kaderi üzerinde tesir sahibi olduğuna inanılan şeyleri, bu arada medyumluk, astroloji gibi bâtıl inanışlar ile her türlü falı ve bu şeylerde kullanılan âletleri içine alıyordu.

Ders boyunca yaptığımız tesbitlerin başlıcalarını şu noktalarda özetledik:

  • Allah’ı anmak demek, kulun Rabbi ile irtibat halinde olması demektir. Allah zaten kulunun her ânından haberdardır ve her an onu görüp gözetmektedir; buna karşılık kulun da Rabbini sürekli olarak hatırlamaya çalışması gerekir.
  • Kul Rabbinden gaflet ettiği zaman bir boşluk içine düşmüş olur; bu boşluğu da insanın baş düşmanı olan şeytan doldurur.
  • Bundan önceki âyetlerde mü’minlere Allah’ın helâl kıldığı nimetlerden istifade hususunda serbest bırakıldıkları bildirilmiş, bunlardan bir kısmını kendiliklerinden haram kılacak şekilde dinde aşırı gitmemeleri hatırlatılmıştı.
  • Eşyada asıl olan ibaha olduğu için, Allah’ın helâl kıldığı nimetler sayılmamış, haram kılındığı belirtilen nimetlerin haricindeki temiz rızıkların helâl olduğunu belirtmekle yetinilmiştir.
  • Bu âyetlerde de, ikisi toplum hayatını, ikisi de inançlarını tehdit eden dört büyük tehlike hakkında Müslümanlar uyarılmaktadır.
  • Bunlardan içki ve kumar, Müslümanların gerek şahsî, gerekse aile ve gerekse sosyal hayatlarını tehdit eden ve ihmale gelmeyen iki büyük tehlikeyi teşkil etmektedir.

Mâide sûresinin 90-91. âyetlerini okuduğumuz 321. Kur’an Buluşmasına ait video kaydını buradan izleyebilirsiniz:

UTESAV organizasyonuyla gerçekleşen ve daha önce MÜSİAD Genel Merkezinde yapılan Kur’an Buluşmaları, salgın sebebiyle bir müddettir https://www.youtube.com/erdemlihayat adresinden Cumartesi günleri 07:30’dan itibaren canlı olarak yayınlanıyor. Kur’an Buluşmaları ile ilgili gelişmeleri kaçırmamak için bu sayfaya abone olabilirsiniz.


Sitemizde yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için
bizi Twitter’da takip edebilirsiniz:

twitter.com/umit_simsek


29 Eylül 2021 Çarşamba

Âdil bir gelecek için insan biriktirmek


Bir ömür boyu “insan biriktiren” bir hukuk fedaisi için düzenlenen vefa gecesinin hatırlattıkları

ÜMİT ŞİMŞEK

“Herşeyin bozulduğu ve herkesin yanlışta birleştiği bir dünyada bir kişinin gayreti neyi değiştirir?” demeyin. Bir dâvâsı olan ve onun uğrunda sebatla çalışan bir insanın dünya üzerinde nasıl bir iz bırakabildiğini gösteren örnekler saymakla bitmez.

Bu örneklerden birine, geçtiğimiz günlerde, bir vefa gecesinin davetlisi olarak, büyük çoğunluğunu genç insanların oluşturduğu bir topluluğun arasında şahit oldum.

Bu genç insanlar, ömrünü hukuk adamı yetiştirmeye adamış bir adalet kahramanına, avukat Muharrem Balcı’ya vefa borçlarını ödemek üzere bu toplantıyı düzenlemişlerdi.

Muharrem Balcı ile 28 Şubat döneminin karanlık günlerinde Mazlumder’in İstanbul Şubesi yönetim kurulunda tanışmıştık. Daha sonraki yıllarda onun Yeşilay’ı bitkisel hayattan çıkararak Galata Kulesi ve çevresini ayyaşların mekânı olmaktan kurtaran aktif bir kuruluş haline getirişine uzaktan şahit olduk. Yine aşağı yukarı o zamanlarda İstanbul Barosu için adaylığını koyduğunda, şimdiki Baro Başkanına seçimi kazandıran oylardan daha fazlasını aldığını hatırlıyorum. Ama bütün bunların yanı sıra onu bir adalet kahramanı yapan çok daha önemli bir başka özelliği var:

O günlerde de, öncesinde ve sonrasında da onun en önemli işi, hukukun üstünlüğü için çalışan insanlar yetiştirmek olmuştu. Yurdun, hattâ dünyanın dört bir yanından genç hukukçular, onun yaz kış demeksizin sıkı bir disiplin altında devam eden derslerinde buluştular. “İnsan biriktirin” diyordu Muharrem Balcı vefa gecesini düzenleyen gençlere; bunu söylerken, bir ömür boyu kendi yaptığı işi tarif ediyordu. Biriktirilen bu hukuk kahramanları, tıpkı kış boyunca yerin derinliklerinde sessiz fakat hummalı bir şekilde çalışarak dünyayı bir bahar mevsiminin gelişine hazırlayan böcekler gibi, hayatlarını küsufsuz bir adalet güneşinin aydınlatacağı bir dünya inşa etmek için vakfedeceklerdi.

O gece vefa toplantısını düzenleyen genç hukukçulara hitap ederken, Muharrem Balcı unutulmayacak derslerinden birini daha verdi ve öğrencilerine kartal olmanın yolunu gösterdi:

“Kartal, kuş türleri içinde 70 yıla kadar yaşayan hayvandır. Ancak bu yaşa ulaşmak için, 40 yaşındayken çok ciddi ve zor bir karar vermek zorundadır. Yaşı 40′a vardığında pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir, artık avlarını kavrayıp tutamaz. Gagası uzar ve göğsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır, ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır. Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır.

“Kartal burada iki seçimden birini yapmak zorundadır: Ya ölümü seçecektir, ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini.

“Bu yeniden doğuş süreci 150 gün kadar sürer.

“Kartal yeniden doğmaya karar verirse, bir dağın tepesine uçar ve orada bir kayanın kovuğunda, artık uçmasına gerek olmayan bir yer bulur ve yerleşir. Burada kartal öncelikle gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya başlar. Taa ki en sonunda gagası yerinden sökülüp düşene kadar.

“Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni gaga ile bu kez pençelerini yerinden söker çıkarır.

“Yeni pençeleri çıkınca kartal bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. 5 ay sonra kartal, kendisine 20-30 yıldan daha fazla yaşam bağışlayan meşhur yeniden doğuş uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.”

Bir ideal insanının, bir dâvâ adamının, özellikle bir hukukçunun, engellerden kurtulmak için göstereceği azim konusunda kartaldan alacağı bir ders olmalıydı. “Kendi yaşamımızda sık sık bir yeniden doğuş süreci yaşamak zorunda kalırız,” diyordu Muharrem Balcı. “Zafer uçuşunu sürdürmek için, bize acı veren eski alışkanlıklarımızdan ve yeni tamahlarımızdan, umurlarımızdan kurtulmak zorundayız.”

Şu ifadeler de yine Muharrem Balcı’nın vefa gecesinde genç hukukçulara sıkı sıkıya tenbihlediği öğütler arasındaydı:

  • Büromuzu, evimizi ve her mekânımızı 50 yıldır bu düşüncelerle genç arkadaşlarımıza açık tuttuk, amellerimizi birleştirdik. Hukuku yaygınlaştırmaya çalıştık, çalışıyoruz. Şimdi sadece Türkiye değil dünyanın farklı ülkelerinde genç hukukçular birlikte hukuku yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. Tecrübeli arkadaşlar, bu nimete arkanızı dönmeyin. Bu nimeti israf etmeyin. Yoksa Allah sizden rahmetini esirger. Allah korusun.
  • Zinhar, “Adam kazanmak sizin zamanınızda idi, şimdi devir değişti” demeyin. Bu sizi yalnızlığa, bireyciliğe götürür. İnsan biriktirin. Şu salona bir daha bakın: Adım gibi biliyor ve görüyorum ki, binlerce genç, kapılarını çalacakları, danışacakları, fikir ve amellerini ulayacakları üstadlarını, abi ve ablalarını, yani sizi arıyor.
  • Genç hukukçu kardeşlerim, önünüzdeki üstadlarınızı umurlarından kurtarın. Onları rahatsız edin. Kötü alışkanlıklarının yanında durmayın. Onların duvar dibi entelleri olmalarına, nargile kafelerinde sürtmelerine izin vermeyin. Israr ederlerse onları yalnız bırakın, siz doğrusunu yapın. Abesle iştigal edenler Müslüman Hukukçu bilincini kuşanamazlar.

***

Avukat Muharrem Balcı için düzenlenen vefa gecesinde, özellikle genç hukukçuları, genel olarak da bu dünya üzerinde niçin yaşadığını bilen herkesi ilgilendiren bir gerçek vardı:

Bu insanları bir arada toplayan şey, hiçbir şeye âlet edilmeyen bir adalet ülküsünden başkası değildi. Muharrem Balcı’yı tanıdığım zamanlar, adalete şiddetle ihtiyacımız bulunan zamanlardı. O günlerin üzerinden geçen onca yıllar içinde bu ihtiyaç azalmadı, sadece şartlar ve aktörler değişti. Ama Muharrem Balcı ile öğrencilerinin hukuka olan inanç ve bağlılıkları, haksızlık karşısındaki tavırları değişmedi. Onlar için hukuk her zaman herkesin hakkı, hukuka saygı ise herkesten her zaman beklenen bir sorumluluk demekti. Bugün bütün ülkeye ve hattâ dünyanın çeşitli ülkelerine yayılmış bulunan bu insanlar, “Sebat eden kazanır” gerçeğinin canlı şahitleri olarak karşımızda duruyorlar. Onun için, ideal sahiplerini dünyanın gelip geçici fırtınaları yanıltmasın; sonunda kazançlı çıkan, hakkın tarafını tutanlar olmuştur. Ancak bu gerçeği, yaşanmakta olan bir çilenin içinde iken görebilmek kolay değildir; bunun için yaşanmış olan tecrübelere bakmak ve bu tecrübeleri okumasını bilmek gerekir.

Bu noktada, Muharrem Balcı gibi dâvâ sahibi hocalardan feyiz alan insanlara hatırlatılacak bir sorumluluk vardır. Onlar da, eriştikleri nimeti arkadan gelenlere aktarmak hususunda birer Muharrem Balcı olmalı, hattâ ellerinden gelirse onu geçmek için çalışmalı ve her biri ardında bırakacağı dünyaya en az on Muharrem Balcı armağan etmenin bir yolunu bulmalıdır. Bu gerçek bütün dâvâlar için geçerli olmakla birlikte, adalet söz konusu olduğu zaman çok daha fazla önem kazanmaktadır. Çünkü bu dinde yaşanacak kayıpların herşeyden önce adalet sahasında ortaya çıkacağını Allah’ın Elçisi bize haber vermiş bulunuyor:

İslâmın kulpları birer birer sökülecek. Bir kulp sökülünce insanlar ondan sonrakiyle uğraşacaklar. İlk sökülen kulp hüküm (adalet), [1] son sökülen de namaz olacak.[2]

Şimdi, dost-düşman pek çok kimse bütün gücüyle adalet kulpunu yerinden sökmek için abanmışken, Muharrem Balcı’nın öğrencilerine yönelttiği şu sorulara vereceğimiz cevabı düşünmeliyiz:

Anadolu’da bir söz vardır: “Kıtlıkta verilen bir sokum [lokma] unutulmaz.”

Bu akşamki vefanın altında yatan neden, 1960-2021 yılları arası, hukuka gölge düştüğü, hukukun gölgesinin dahi olmadığı yıllar oldu. Ancak, hukukun yaygınlaştırılması ameliyesini en ücra köşelere ve kişilere ulaştırma çalışmamız, kıtlıkta sunulmuş bir sokum misali idi.

Her biriniz o sokumun tadına vardınız.  Kilidi olmayan, kapısı her daim açık bir Bürodan geçtiniz. Bereketin bizi terk etmediği anları paylaştık. Hep birlikte hukukun bu kıtlık yıllarında, düşünce ve eylemlerimizle, üretimlerimizle aranan bir sokum olduk.

Şimdi soru şudur: Hâlâ bu güzellikleri yaşıyor musunuz? Yaşayacak mısınız? Umurlarınızı bir tarafa bırakıp, umuru takmayan ama umudu yüreğinde taşıyan gelecek kuşaklara öncüller kazandırıp, öncü olacak mısınız?


[1] Davud aleyhisselâmın şahsında Kur’ân’ın bize “hak ile hükmetmeyi” emretmesi, İslâmın kulpu olarak nitelenmeye lâyık olan yegâne hükmün adalet ile hükmetmek olduğunu gösteriyor: “Ey Davud, Biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hükmet. Keyfe tâbi olma ki seni Allah yolundan saptırmasın. Allah yolundan sapanlara, hesap gününü unutmaları yüzünden, çetin bir azap vardır.” (Sâd, 38:26.)

[2] Müsned, 5:251; Müstedrek (Hakim), no. 7104; Sahih (İbni Hibban), no. 6715.


Sitemizde yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için
bizi Twitter’da takip edebilirsiniz:

twitter.com/umit_simsek


27 Eylül 2021 Pazartesi

Tesbih eden âlemler: 1



Yedi gök ve yer ile bunlarda olan kim varsa Onu tesbih eder.

Hiçbir şey yoktur ki Onu hamd ile tesbih etmesin. Lâkin siz onların tesbihini anlamıyorsunuz.
O ise hilim sahibidir ve çok bağışlayıcıdır.
İsrâ Sûresi, 17:44


ÜMİT ŞİMŞEK

ÂYET-İ KERİME, bütün âlemlerin, içindeki herşeyle birlikte Allah’ı tesbih ettiğini haber verirken, dikkat çekici bir şekilde, “bunlarda ne varsa” değil de, “kim varsa” deyimini kullanıyor. Bizim cansız ve bilinçsiz şeyler olarak gördüğümüz varlıklardan, canlı ve şuur sahibi varlıklar olarak söz ediyor.

Bu da yine Kur’ân’ın kâinatı bir sözle diriltiveren mucizeli beyanının bir özelliğidir. Böylece, cansız ve bilinçsiz sandığımız bir âleme Kur’ân’ın gösterdiği yerden baktığımızda, birden bire o âlemin içindeki herşeyle birlikte canlandığını ve şuurlandığını görebiliyor, kendimizi hayat dolu ve bilinçli bir âlemin tam ortasında bulabiliyoruz.

Belki o varlıklardan pek çoğu, bizim âşinâ olduğumuz anlamda bir hayata ve şuura sahip değiller; ama yaptıkları iş son derece bilinçli bir iştir. İşte Kur’ân, ince ve anlamlı bir işaretle, bu durumu apaçık bir hakikat haline getiriyor ve ibret nazarlarımıza sunuyor.

Gerçi âyet “Siz onların tesbihini anlamıyorsunuz” diyor. Ancak “hiç anlamazsınız” değil de, “bütün incelikleriyle kavrayamazsınız” anlamına gelen bir fiil ile bunu dile getiriyor. Bu suretle, onların bizden farklı dillerle konuştuklarını belirtmekle birlikte, onları anlama kapısını da bize bütün bütün kapatmıyor. Bu durumda bize düşen de, onların lisanlarını çözmek ve kâinattaki her varlığın kendi diliyle terennüm ettiği hakikatlere kulak vermek, dünyamızı onların tatlı dilleriyle ve şirin sözleriyle doldurmak olmalıdır.

Bediüzzaman, eserlerinin pek çok yerinde, kâinatın dilini çözmek için bize yardımcı olacak anahtarlar verir. Hattâ, onun eserlerinin büyük kısmı, bu âyetin sırlarını aralayan ve bize bütün kâinatın hamd ve tesbihlerini çeşitli açılardan dinleten eserlerdir diyebiliriz. “Kırk bin başı olan, her başında kırk bin dili bulunan ve her diliyle kırk bin tarzda tesbih eden melek” ile ilgili açıklamaları bu açıdan orijinal tesbitler içermekte ve konumuz olan âyetin anlamına da açıklık getirmektedir.

İşte, göklerden herbiri, o kırk bin baştan biridir; onun yıldızlar, güneşler, aylar, gezegenler gibi dilleri, yahut tesbih sözcükleri vardır ki, bütün bunlar, uçsuz bucaksız kâinat ufuklarında milyarlarca senedir Yer ve Gökler Rabbinin övgüsünü dile getirmekte, Onun her türlü kusurdan yüce oluşunu âlemlere ilân etmektedir.

O kelimelerden biri olan şu gezegenimiz dahi kendi başına bir kafadır ki, onun da dağlar, denizler, ovalar gibi dilleri, bitki ve hayvanlar gibi sayısız kelimeleri vardır.

O dillerden tek bir dağı veya ovayı önümüze alırsak, o da sayısız dillerle Rabbini tesbih eden bir baş olarak belirir.

O dağın veya ovanın sayısız dillerinden bir ağaçta yine aynı hakikatle karşılaşırız. O da bir baş olur; dallar, yapraklar, çiçekler, meyveler onun dillerine ve sözlerine dönüşür.

O dallardan, meyvelerden, çiçeklerden, yapraklardan herbirinde, yine tesbih eden âlemler buluruz. Böylece, hücrelere, hücrelerdeki organcıklara, moleküllere, atomlara, atom-altı parçacıklara kadar uzanan varlık mertebelerinin herbirinde sayısız dillerin övgüleri ve tesbihleri dünyamızı doldurur ve bize bu âyetin hakikatini anlatır.

Artık, her mertebesinde ayrı âlemler barındıran ve sayısız dillerle Yer ve Gökler Rabbini tesbih eden bir âlemin bütününü tasavvur edin, hepsinden birden her an İlâhî dergâha yükselen hamd ve tesbihleri kavramaya çalışın, eğer yapabilirseniz…

İnsan böyle bir manzarayı bütünüyle kavramaktan ne kadar âciz kalsa da, en azından, hayalinin kuşatamayacağı kadar muhteşem bir tesbihat deryası içinde nefes alıp vermekte olduğunu anlayabilir. İşte bu kadarlık bir kavrayış da insana yeter!

Bu idrake bir kere vardıktan sonra insanın gözünde dünya kaygısı kalır, ne de yarınına dair en küçük bir tasa… Artık o dağ başında da olsa, bir ağaç dibinde yahut uzayın derinliklerinden bir köşede de bulunsa, kendi Rabbini bütün zerreleriyle tesbih eden bir aşina ülkede, candan dostlar arasındadır. Öyle bir âlemin seçkin bir konuğu, öyle bir koronun müştak bir dinleyicisi, öyle bir kitabın anlayışlı bir okuyucusu olduğunu bilmek, insanın bütün zerrelerini bir hayat neş’esiyle doldurmak için yetmez mi?

Bu âyet ile ilgili tesbitlerimiz bir sonraki bölümde devam edecek.


Sitemizde yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için
bizi Twitter’da takip edebilirsiniz:

twitter.com/umit_simsek


Nerdesin Boyacı?

 
***

PROF. DR. ALİ NİHAD TARLAN

Bir abide açılıyordu. Üzerini örten perde, kıvrım kıvrım sıyrıldı. Güzel sanat eseri, hayran gözlerimiz önünde yükseldi.

Küçükken babamın anlattığı bir hikâyeyi hatırlayıverdim:

Bahar zamanı imiş. Dağıstan’da bir yolcu köyden köye giderken, bir dağ eteğine varmış.

Bakmış, kırmızı, mavi, sarı, mor, pembe, beyaz çiçekler bu tepenin yamacını kaplamış.

Hafif rüzgâr ile dalga dalga köpüren bu renk, ışık tufanı yolcuyu bir yıldırım gibi bir anda çarpmış. Neler olmuş o anda, kim bilir neler olmuş; başlamış bağırmaya:

“Neredesin boyacı, boyacı sen nerdesin?”

Renkleri öpen bu ses, vadileri dolaşmış. Köy köy duyulmuş bu ses, şehir şehir çınlamış:

“Neredesin boyacı, sen nerdesin?”

Bu zavallı meczubu çocuklar taşlamışlar, büyükler kovalamışlar. O, istifini bozmaz, gözü meçhul bir ufkun çizgisine dikilmiş, mütemadiyen arar, sorar, arar dururmuş.

Karanlık gecelerin korkunç hayaletleri bu soruyu dinlemiş; tipilerin feryadı, şimşek şakırtıları bu sesi boğamamış.

Kış demez, bahar demez, gece gündüz dolaşır; zavallı, neyi arar?

Kim bilir neler olmuş; neler olmuş o anda? Belki ufuklar boyu uzayıp giden perde kıvrım kıvrım sıyrılmış… Bilmem ki neler olmuş!..

Babamın tatlı sesi, hâlâ kulağımda:

“Nerdesin boyacı, boyacı, sen nerdesin?”

 

Sitemizde yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için
bizi Twitter’da takip edebilirsiniz:

twitter.com/umit_simsek


26 Eylül 2021 Pazar

Hangi yemin tutulur, hangisi tutulmaz?

***
Mâide sûresinin yeminlerle ilgili 89. âyetini okuduğumuz 320. Kur’an Buluşmasının özeti ve tam video kaydı

Çoğu zaman düşünmeksizin ağzımızdan çıkan yeminlerin son derece ciddî sonuçlar doğurabilecek bir öneme sahip olduğunu, UTESAV’ın 320. Kur’an Buluşması vesilesiyle bir kere daha hatırladık.

25 Eylül Cumartesi sabahı canlı olarak yayınlanan Buluşmada okuduğumuz Mâide sûresinin 89. âyetinde, sorumluluk gerektiren ve gerektirmeyen yeminlerle ilgili hükümler yer alıyordu.

Âyet-i kerime, bilerek ve yemin kastıyla telâffuz edilen yemin sözlerinin sorumluluk gerektirdiği hatırlatılıyor ve böyle bir yemini bozma durumunda yerine getirilmesi gereken kefareti açıklıyordu:

Allah sizi yeminlerinizdeki yanılmadan sorumlu tutmaz; fakat bilerek edip de sorumluluğu altına girdiğiniz yeminlerin hesabını sizden sorar.  Böyle bir yemini bozmanın kefareti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisiyle on fakiri doyurmak veya giydirmek yahut bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. Bunlara imkân bulamayan üç gün oruç tutar. İşte bu, bozduğunuz yeminlerin kefaretidir. Yeminlerinizi tutun. Şükretmeniz için Allah size âyetlerini işte böyle açıklıyor.

Ancak, bozulacak olan ve kefaret vermek suretiyle sorumluluğundan kurtulma imkânı bulunan yeminler hangi tür yeminler idi? Daha başka âyetlerde ve hadislerde bu sorunun cevabını da okuduk ve şu tesbitleri yaptık:

    • Yemin bir söz vermedir. Aslında, yemin etsin veya etmesin, mü’minin ağzından çıkan her sözün doğru olması gerekir. Verilen sözler ise mutlaka yerine getirilmelidir. Ayrıca bir de yeminle tekid edilmişse, bunun ne kadar önemli bir taahhüt anlamına geldiği kolayca anlaşılacaktır.
    • Münafık ve kâfirlerin ehl-i imana düşmanlıkları tasvir edilirken yeminden dönmek ve yalan yere yemin etmek gibi çirkin huyların da vurgulu bir şekilde zikredilmesi, bu huyların mü’minlere hiçbir şekilde bulaşmaması gerektiğini açıkça gösteriyor.
    • Yeminlerin yerine getirilmesi gerekir; ancak iyiliği önlemek veya kötülüğü yaymak gibi kötü bir sonuca yol açacak yeminlerin tutulması halinde, Allah adına edilen yeminin kötülüğe âlet halini alması gibi istenmeyen bir durum ortaya çıkacaktır.
    • Esas itibarıyla bu tarz yeminlerin edilmemesi gerekir. Ama her nasılsa böyle bir hatâya düşülmüş olma durumunda, bu hatâdan dönüş için Kur’an bir yol gösteriyor: Yemini bozmak, bunun karşılığında da bir kefaret ödemek.
    • Hangi yeminlerin bozulması gerektiği konusunda da âyet ve hadislerde açıklamalar yapılmıştır.
    • Diğer taraftan, yemin konusunu ciddîye almak, ayağa düşürmemek, olur olmaz yerde ve biçimde yemine başvurmamak gerekir. Bir mü’min, bu bakımdan, ağzını yemine alıştırmamalıdır.

Mâide sûresinin 89. âyetini okuduğumuz 320. Kur’an Buluşmasına ait video kaydını buradan izleyebilirsiniz:

UTESAV organizasyonuyla gerçekleşen ve daha önce MÜSİAD Genel Merkezinde yapılan Kur’an Buluşmaları, salgın sebebiyle bir müddettir https://www.youtube.com/erdemlihayat adresinden Cumartesi günleri 07:30’dan itibaren canlı olarak yayınlanıyor. Kur’an Buluşmaları ile ilgili gelişmeleri kaçırmamak için bu sayfaya abone olabilirsiniz.