SON EKLENENLER
latest

13 Kasım 2021 Cumartesi

Sual sormanın hem vebali, hem sevabı var


Mâide sûresinin 101-102. âyetlerini okuduğumuz 327. Kur’an Buluşmasının özeti ve tam video kaydı.

“Açıklandığı takdirde sizi üzebilecek şeyleri sormayın” buyuruyordu âyet-i kerime. Rivayetler de Sahabîlerin Resulullaha soru sormalarının kısıtlanmış olduğunu gösteriyordu. Buna karşılık, soru sormayı teşvik eden âyet ve hadisler de vardı. Demek ki sorulacak soru vardı, sorulmayacak soru vardı.

Mâide sûresinin 101-102. âyetlerini okuduğumuz 327. Kur’an Buluşmasında bu konuyu âyet ve hadislerin ışığında ele aldık.

Konumuz olan Mâide sûresinin âyetleri şu mealde idi:

Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde sizi üzebilecek şeyleri sormayın. Kur’ân’ın indiği sırada soracak olursanız, o da size açıklanıverir; oysa Allah onu sizden affetmiştir. Çünkü Allah Gafûr ve Halîmdir.

Sizden önce bir topluluk böyle şeyleri sormuş, sonra da sordukları şeyler yüzünden kâfir olmuştu.

Diğer âyet ve hadislerle yaptığımız karşılaştırmaların sonucunda özet olarak şu tesbitlere ulaştık:

• Sual sormak, bütünüyle iyi veya bütünüyle kötü bir iş değildir. Onu iyi veya kötü yapan, insanın dinine veya dünyasına fayda sağlayıp sağlamadığı hususudur.

• Sual ve onu doğuran merak, bilginin en önemli bir anahtarıdır. Ancak onu yerli yerinde kullanmasını bilmek şarttır. Bunun için de merak duygusunun insana gerçekten yarayacak hedeflere yöneltilmesi gerekir. Allah ve Resulünün sual sorma konusundaki teşvik ve sakındırmaları, bu ayırımın doğru bir şekilde yapılması hedefine dönüktür.

• Kur’ân’ın kıssaları ve müteşabih âyetleri Kur’ân’ın gösterdiği şekilde okunmazsa, eski ümmetlerin içine düştüğü tuzaklara düşmek kolay, hattâ kaçınılmaz olur. Meselâ, kıssaların içerdikleri dersler itibarıyla önem taşımayan ve bu sebeple atlanmış olan ayrıntıları merakımızı çekip de bizi bu noktaları soruşturmaya sevk edecek olursa, bu tür soruşturmaların bizi götüreceği yer, ilim görüntüsü altında cehalet biriktirmek ve bizi Kur’ân’ın sevk ettiği gayelerden uzaklaştırarak mâlâyaniyat ile ömrümüzü hebâ etmek gibi bir âkıbetten başka olmayacaktır.

• İslâm ile ilgili bir başka gerçek ise, bu dinin kolaylık dini oluşudur. Bazı konularda ayrıntıya girilmeyişinin en önemli bir sebebi de budur. Zira ayrıntıya girildikçe külfetin artması kaçınılmazdır; külfet arttıkça da itaatsizlik artar. Allah ve Resulünün bu metodu, irşad konusunda herkese yol göstermelidir. Âyetin Gafûr ve Halîm isimleriyle mühürlenmesinde de irşad ehli için önemli bir ders vardır.

Mâide sûresinin 101-102. âyetlerini okuduğumuz 327. Kur’an Buluşmasına ait video kaydını buradan izleyebilirsiniz:

UTESAV organizasyonuyla gerçekleşen ve daha önce MÜSİAD Genel Merkezinde yapılan Kur’an Buluşmaları, salgın sebebiyle bir müddettir https://www.youtube.com/erdemlihayat  adresinden Cumartesi günleri 07:30’dan itibaren canlı olarak yayınlanıyor. Kur’an Buluşmaları ile ilgili gelişmeleri kaçırmamak için bu sayfaya abone olabilirsiniz.


Sitede yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için
bizi Twitter’da takip edebilirsiniz:

twitter.com/umit_simsek


12 Kasım 2021 Cuma

Bu iki âyet herkese yeter



Kim zerre ağırlığınca bir iyilik yapmışsa onu görür.
Kim zerre ağırlığınca bir kötülük yapmışsa, o da onu görür.
Zilzâl Sûresi, 99:7-8


ÜMİT ŞİMŞEK

DÜNYANIN bütün sorunlarını çözecek kestirme bir formül arayanlar, istediklerini bu kısacık iki âyette bulabilirler.

Âyetler, zerre kadar iyilikten ve zerre kadar kötülükten söz ediyorsa da, kapsama alanları tüm iyilikleriyle ve tüm kötülükleriyle bütün bir hayattır.

Âlemin yapısı da böyledir: En büyük şeyler bile zerrelerden kurulur. Fakat zerre bizim baktığımız yerden küçük görünür; âlem de yine bizim nazarımızda pek büyük birşeydir. Âlemleri yaratan için ise, zerre ile âlem arasında hiç fark yoktur. Onun ilmi de, kudreti de kâinatı bir zerre gibi kuşatır, zerreye bir kâinat gibi yönelir.

Bizim zerre kadar iyiliklerimiz veya zerre kadar kötülüklerimiz de o sınırsız ilmin ve kudretin şümulündedir. Bizim unuttuğumuz nice iyiliklerimiz vardır ki, Onun ilminde kayda geçmiş, koruma altına alınmıştır. Bizim en muhtaç olduğumuz bir günde, o zerrecik iyilikler ortaya konuverir ve belki de onlardan biri bizim için bir kurtarıcı olur.

Aynı şekilde, hiç önemsenmeksizin işlenip geçilen nice kötülükler de vardır ki, küçüklüğüne veya büyüklüğüne bakılmaksızın hepsi bir kitapta toplanmıştır. Onu gördükleri zaman, mücrimler “Eyvah bize,” derler. “Bu kitabın hali ne? Küçük büyük hiçbir şeyi eksik bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!”[1]

Sağlam bir iman ile Allah’a iman edenler için bunda şaşılacak birşey yoktur. Çünkü onlar ne göklerde, ne de yerin derinliklerinde hiçbir şeyin Allah’tan saklanamayacağını bilirler. Lâkin Kur’ân’ın dersleriyle bu imanın sık sık tazelenmesine ihtiyaç vardır. Çünkü bizim yaşayışımız ve alışkanlıklarımız, Allah katında önemli sayılan pek çok şeyi küçük görmemize yol açacak niteliktedir. Arabamızı yayanın hakkı olan kaldırıma park etmek yahut hoparlörleri fazla açarak komşuya rahatsızlık vermek gibi “sıradan işler” haline gelmiş nice işlerimiz vardır ki, biz bunları birer suç olarak görmesek bile, tek tek kayda geçmektedirler.

Buna benzer şekilde, küçük gördüğümüz için üzerimize alınmadığımız iyilikler de vardır. Dünyanın onca tesisleri atmosfere zehir kusarken bizim bireyler olarak alacağımız önlemlerin ne önemi olabilir? Veya bizim üç kuruşluk bir bağışımız, dünyadaki açlık ve yoksulluk sorununa ne kadarlık bir çözüm getirebilir?

Ne var ki, Kur’ân bize böyle ağır sorumluluklar yüklemiyor. O bizden dünyayı düzeltmemizi, dünyadaki bütün sorunları gidermemizi istemiyor.

Bizden istenen şey, kendi hayatımızı düzeltecek küçük iyiliklerden ibarettir. Belki zerre kadar bir iyilik. Belki zerre kadarcık bir kötülükten uzaklaşma.

En önemlisi, zerreleri küçük görmeyen bir ibret nazarı.

Çünkü o büyük hesap gününde, zerreler asla küçümsenmeyecek.

İşte Kur’ân’dan bu dersi alan bir mü’min, hayatının her ânını en yüksek bir verimle değerlendirebilecek durumdadır. Her an, her nefes, onun için bir hayır kapısı olabilir. Akıllı bir tüccar nasıl önündeki fırsatları küçümsemeden herbirini değerlendirmek için bütün imkânlarını kullanırsa, bir mü’min de, yegâne sermayesi olan ömrünün her ânını ebedî hayatı için bir yatırıma dönüştürmek için çalışır. Onun küçücük iyilikleri belki dünyayı değiştirmeye yetmez; ama kendisinin dünyasını da, âhiretini de kesin şekilde değiştirir.

Eğer insanlar Kur’ân’dan sadece bu iki âyeti öğrenmiş olsalardı, hiç kuşku yok ki, dünya bugünkünden çok farklı bir dünya olurdu.

Birgün Peygamberimize bir adam gelmiş, “Bana kapsamlı bir sûre öğret” demişti.

Peygamberimiz ona, bu âyetlerle biten Zilzâl Sûresini öğretti.

Sûrenin sonuna geldiğinde, adam, “Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, bu öğrendiklerime asla bir başka şey ilâve etmeyeceğim” dedi.

Peygamberimiz onun arkasından “Adamcağız kurtuldu” buyurdu ve bu sözü iki defa tekrarladı.[2]


[1] Kehf Sûresi, 18:49.

[2] Ebû Dâvud, Ramazan: 9.



Sitede yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için
bizi Twitter’da takip edebilirsiniz:

twitter.com/umit_simsek




11 Kasım 2021 Perşembe

Baharın ölümü


ÜMİT ŞİMŞEK

Bir yaprak düştü toprağa.

Sonra bir başkası.

Sonra peş peşe döküldü bütün yapraklar.

Ağaçlar soyundukça toprak giyindi: Önce altın sarısına döndü, sonra altınlarıyla beraber kefenine büründü.

***

kis-4

Çiçeklerden eser yok. Kelebekler uçup gitmiş. Güller kurumuş, bülbüller susmuş. Sevilenler, elveda demeden se­venleri terk edip gitmiş. Yemyeşil ormanlar iskeletlerle dol­muş. Daha dün cıvıl cıvıl hayat kaynayan bu yerlerde, şimdi firak hıçkırıkları bile yankılanmıyor. Çünkü geride ağlayacak kimse de kalmamış.

Hani, nerde o güzelim gelincikler?

Nerde elma çiçeklerine doluşan arıcıklar?

Nerde gün âşıkı çiçekler?

Gün nereye koşturuyor sahi?

***

kis-2

Koşan günler, kaybolan günler, âşıklarını ardından ağla­tan günler… Hepsi, her gelişinde birşeyleri beraberinde geti­rirler, ama “Tadına doyan var mı?” demeden, getirdiklerini alır götürürler. Günlerden nice ömürler olur; günlerle bera­ber nice ömürler ölür.

Gönlümde hüzün var, yaklaştı akşam / Ömrümün güneşi zevale döndü.

Akşamları sevmek belki çare olurdu — şafakla beraber o da çekip gitmeseydi!

Ama dünyada beni bırakıp gitmeyecek ne var, söyler misi­niz dünya âşıkları?

En güzeli bahardı; şimdi yerin altında yatıyor.

Niye durmadı buralarda? Durmayacaksa niye geldi? Ar­dından ağlatacaksa eğer, niye yüzüme gülüp durdu çiçekleriyle? Öyle bir gaddarlık, böyle bir güzelliğin arkasında ken­dini nasıl sakladı?

Yeşil tomurcuğun içinden fışkıran pembe gül, solacağını niye haber vermedi?

Penceremin önünde cıvıl cıvıl öten serçecik, öleceğini niye söylemedi?

Yoksa söyledi de ben mi işitmedim?

***

kis-3

Yapraklar peş peşe döküldü toprağa. Çiçekler birbiri ardınca soldu. Kuşlar ve kelebekler birer birer öldü. Şimdi yalnız iskeletler var dağ eteklerinde. Ve onların ayaklarını örten bembeyaz bir kefen.

Günler, beraberinde getirdiklerini alıp götürdüler. Günlerle gidenler ise…

Durun bir dakika!

Onlar aslında hiçbir şey götürmedi, götüremedi. Çünkü kendilerine ait hiçbir şeyleri yoktu.

Irmağın üzerinde hızla akıp giden damlacıkların parıltıları kendilerinden olsaydı, arkadan gelenler nasıl parlayacaktı? Halbuki o damlacıklar karanlıklardan çıkıp gelmişlerdi.

Gülün fidanında da o pembe tebessüm yoktu. Serçe yu­murtasında o sevimlilik yoktu. Gelincik tohumlarında o nazenin güzellik yoktu. Elma çiçeklerinin iskeletinde kuru bir odun yığınından başka hiçbir şey yoktu.

Onlar geldiler ve gittiler. Gitmek istediklerinden gitmedi­ler. Gitmek zorundaydılar.

Çünkü onlarda görünen güzellik, başka başka aynalar iste­di.

Çünkü öyle bir güzellik bir güle, bir bülbüle, bir bahara razı olmazdı.

Öyleyse sen de bir güle, bir bülbüle, bir bahara, bir dünya­ya razı olma. Eskimiş aynalar, bırak, kırılsın gitsin. Sen yeni aynalarda seyret güzelliği.

***

kis-1

Sabret; şu kefenin koynunda uyuyan bahar, yeniden gülleriyle yüzüne gülecek. Serçeler yine cıvıldaşacak. Dağ yamaç­ları yakında gelinciklerle dolacak, iskeletler canlanıp gelinliklerini giyecekler. Gurup secdesine kapanmış yüz binler çeşit güzeller, yine dirilip karşında belirecekler. Onlarda cilvele­nen Esmâyı, bu sefer tazelenmiş ve özlenmiş olarak bulacak­sın.

Ve o Esmânın cilvelerinde, sevilenlerin sevenleri asla terk etmediği âlemlere bir çağrı okuyacaksın.

İstersen, şimdiden zevk edebilirsin o âlemleri. Cismin ye­rinde dursa da hayalin, ruhun ve kalbin geçmiş ve gelecek bütün baharlarla beraber o âlemlerden de dilediğin kadar çi­çek toplar ve koklar.

Bak, soldu dediğin güller, öldü dediğin bülbüller, asıl ve nesilleriyle el ele vermiş, tesbihatlarıyla süslenmiş, misâl âleminin levhalarında, gayb âleminin derinliklerinde, âhiret âlemlerinin menzillerinde hâlâ diriler ve diri kalacaklar.

Onun için, sen aynayı bırak, Esmâyı bul.

Leylâ’yı bırak, Mevlâ’yı bul.

Yoksa Leylâ’yı arayan ancak belâyı bulur.

Mevlâ’yı arayan ise, bütün fâni sevgililerin arkasından dö­külen gözyaşlarını bir anlık sohbetiyle ebedî sürurlara çevi­ren bir Habîbu’l-Bekkâîn ile beraber olur.

Gülün açmasında ve solmasında, bülbülün ötmesinde ve susmasında, baharın doğmasında ve ölmesinde hep Onun se­ninle baş başa bir sohbeti var.

Hâlâ cevap vermeyecek misin?

***

kis-7

Yapraklar birbiri ardınca koştu Onun çağrısına.

“Lebbeyk” dedi ve toprağın koynuna düştü.

Çiçekler, kuşlar, kelebekler, böcekler, birer birer Ona dön­dü.

Hepsi de tesbihatlarını ve bütün hayatlarının mahsulâtını Ona sunarak resmigeçitteki yerlerinden ayrıldı.

Toprak onları Rabbinin emriyle bağrına bastı, yorganını üzerine çekti.

Yeni bir baharda yeni bir şevkle dirilmek için uykuya dal­dı.

Dün cemâl tecellileriyle kaynayan bu yerlerde şimdi bir iz­zet ve celâl tecellîsi hüküm sürüyor.

İkisi de aynı yerden geliyor.

Öyleyse giden yok, ölen yok, ayrılan yok, kaybolan yok…

Ezelî Esmânın bir Müsemmâsının değişik tecellîleri var sa­dece.

Merhaba kış!

Dünyamıza hoş geldin.

9 Kasım 2021 Salı

Tesbih eden âlemler: 3



Yedi gök ve yer ile bunlarda olan kim varsa Onu tesbih eder.
Hiçbir şey yoktur ki Onu hamd ile tesbih etmesin. Lâkin siz onların tesbihini anlamıyorsunuz.
O ise hilim sahibidir ve çok bağışlayıcıdır.
İsrâ Sûresi, 17:44


ÜMİT ŞİMŞEK

KÂİNATI iç içe geçmiş zikir halkaları halinde tasvir eden bu âyet, insanın önüne, sonsuza kadar uzanıp gidecek bir gelişim ufku açıyor. Zira burada tasvir edilen tek bir çiçek, bir taş, bir ağaç veya bir küçük bahçe değil, gökleri ve yeri ile uçsuz bucaksız varlık âlemleridir.

Bu âlemlerden bizim görebildiğimiz kısmı, bir tarafta milyarlarca ışık yılı uzaklara, diğer tarafta da atom-altı parçacıkların derinliklerine kadar uzanıyor.

Sürekli faaliyetler içinde çalkalanan, halden hale giren ve birbirleriyle akıllara durgunluk verecek derecede karmaşık ilişkiler içinde bulunan bu âlemlerin her köşesinde, her an İlâhî isimlerin çeşit çeşit tecellîleri yankılanır. Orada canlı ile cansız, en küçük ile en büyük, maddî olan ile manevî olan herşey birbiriyle el ele verir, Onu zikreder, Ona hamd eder, Onun isimlerini okur.

Bir ağaç dolusu kuşun cıvıl cıvıl tesbihatını dinlemeye doyamayan insan, acaba tüm kâinattaki varlık tabakalarının zikir ve tesbihlerini görecek veya işitecek olsa neler hisseder?

İşte bu bir marifet meydanıdır ki, insanı, bütün yeteneklerini seferber etmeye çağırır. Eğer insan bu çağrıya fikriyle, hayaliyle, aklıyla, kalbiyle, maddî ve manevî tüm varlığıyla cevap verecek olursa, ömrünün her gününde keşfedilecek yeni âlemler, kat edilecek mertebeler bulabilir. Böylece, bütün bir hayat, kâinat sayfalarındaki zikir ve tesbihleri okumakla geçer de yine okunacaklar bitmez, yine okunanlara doyulmaz.

Bu durum, insanın yaratılışına, hattâ kâinatın da yaratılışına ışık tutuyor. Eğer kâinat anlamlı ve sanatlı bir kitap olarak yazılmışsa, insan da onun anlamlarını çözecek ve sanatlarındaki incelikleri kavrayacak bir okuyucu olarak yaratılmıştır. Bundan başka hiçbir amaç, onun böylesine üstün yeteneklerle donatılmış olmasını açıklayamaz.

Gelin, görün ki, insanlardan pek azı bu yaratılış sırrını kavramakta ve ona uygun bir şekilde hayatını değerlendirmektedir. Geri kalan büyük çoğunluk ise, sadece kendisinin değil, kâinatın da yaratılış amacına ters düşecek şekilde hayatını ve yeteneklerini hebâ edip gitmektedir. Bu ise bütün âlemleri kuşatan İlâhî hikmete bütün bütün zıt bir durumdur.

Tüm kâinat, en ücra zerrelerine, en cansız ve bilinçsiz varlıklarına varıncaya kadar herşeyiyle Yer ve Gökler Rabbini zikretsin de, varlıkların en üstünü olarak yaratılan ve kâinat kitabını okuyup ona tercümanlık yapacak yeteneklerle donatılan insan, kendisinden bekleneni yerine getirmesin, bir gaflet ve ihmal içinde ömrünü tüketip gitsin, bununla da yetinmeyip Âlemlerin Rabbine kulluk yerine inkâr ve isyan ile karşılık versin… Bu durumu açıklamak kolay olmadığı gibi, Allah’ın böyle bir duruma izin vermesini açıklamak da hiç kolay görünmüyor.

Âyetin son cümlesinde, işte bu zor sualin cevabı var.

“O hilim sahibidir” diyor âyet. Yani, kullarının isyan ve inkârlarına karşı cezada acele etmez, onları nimetlendirmeye devam eder, hatâlarından dönmeleri için fırsat üstüne fırsatlar yaratır, bu arada şefkat ve merhametinden birşey eksiltmez.

Eğer kul bu fırsatlardan birini olsun değerlendirip de Rabbine karşı kusurunu itiraf edecek ve Ondan af dileyecek olursa, Onu çok bağışlayıcı bulacaktır ki, âyetin son kelimesinde işte bu müjde veriliyor.

Evet, kâinat bütün varlıklarıyla Allah’ı övüp Onu tesbih ettiği, Onun isimlerini zikrettiği gibi, insanın ihmaline rağmen şu muhteşem düzenin devam edişi de yine Onun Halîm ve Gafûr isimlerini okutuyor.

Ve insanı, bu isimlere sığınarak kurtuluşa ermeye çağırıyor.

[Son]


Önceki bölüm:

Tesbih eden âlemler: 2


Sitede yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için
bizi Twitter’da takip edebilirsiniz:

twitter.com/umit_simsek


7 Kasım 2021 Pazar

Çoğunluk ne zaman delil olmaz?


Mâide sûresinin 100. âyetini okuduğumuz 326. Kur’an Buluşmasının özeti ve tam video kaydı

Kur’ân’ın “pis” olarak nitelediği şeyler toplumlarda hakim hale gelecek kadar çoğalsalar dahi bunlara uymamak gerektiğini bildiren âyet-i kerime, 326. Kur’an Buluşmasının gündemindeydi.

Her zamanki gibi UTESAV organizasyonuyla gerçekleşen dersimizde Mâide sûresinin şu mealdeki 100. âyetini okuduk:

De ki: Pis olan ile temiz olan bir olmaz — pis olan şeyin çokluğu sizin hoşunuza gitse bile. Onun için, Allah’tan sakının, ey selim akıl sahipleri, tâ ki kurtuluşa eresiniz.

Bu âyet-i kerime ile beraber konuya dair diğer âyet ve hadislerin ışığında yaptığımız tesbitler arasında şu hususlara da temas edildi:

  • Pis olan şeyden selim insan tabiatı nefret eder. Ancak kötü şeyler, nefsin hoşlanacağı şeylerle kuşatılmış şekilde zuhur ederse, insanlar bu tuzağa kolayca kapılabilir. Çoğunluğun bâtıl bir şeyde birleşmesi de böyledir; insanlar sadece işin bu yönüne bakarak bilinçsizce bâtılın peşine takılabilir.
  • Birçok âyette geçtiği gibi, “atalarımızın dini” şeklindeki gerekçeler, yahut zamanımızda yaygın olan “çağdaşlık” gibi etiketler, çoğunluğun bir düşünce veya inançta birleşmesini gerekçe göstermek suretiyle pek çok bâtılın üstünü örten birer tuzak olabilir.
  • Kesin deliller karşısında, görmedikleri halde görmüş gibi Rablerine iman edenler, Onun kitabından aldıkları güç ile ve Allah’a dayanmanın verdiği özgüvenle, bütün âleme meydan okuyacak bir hale gelebilirler.

YouTube’un Erdemli Hayat kanalından canlı olarak yayınlanan 326. Kur’an Buluşmasının video kaydını buradan izleyebilirsiniz:

UTESAV organizasyonuyla gerçekleşen ve daha önce MÜSİAD Genel Merkezinde yapılan Kur’an Buluşmaları, salgın sebebiyle bir müddettir https://www.youtube.com/erdemlihayat adresinden Cumartesi günleri 07:30’dan itibaren canlı olarak yayınlanıyor. Kur’an Buluşmaları ile ilgili gelişmeleri kaçırmamak için bu sayfaya abone olabilirsiniz.


Sitede yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için
bizi Twitter’da takip edebilirsiniz:

twitter.com/umit_simsek