SON EKLENENLER
latest

18 Aralık 2021 Cumartesi

Hz. İsa'nın şahitliği, Allah'ın hükmü, bizim nasibimiz


Mâide sûresinin 116-120. âyetlerini okuduğumuz 332. Kur’an Buluşmasının özeti ve video kaydı

Kur’an Buluşmalarının 332. bölümünde konumuz Mâide sûresinin son âyetleri idi.

Bu âyetlerde İsa aleyhisselâmın Mahkeme-i Kübrâdaki sorgusu ve Yüce Allah’ın hükmü şu şekilde yer alıyor:

Peygamberleri huzurunda topladığı gün, Allah buyurur: “Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara ‘Beni ve annemi Allah’ın yanı sıra tanrı edinin’ diyen sen misin?” İsa der ki: “Sen her türlü noksandan ve ortaktan yücesin. Hakkım olmayan birşeyi söylemek bana yakışmaz. Ben böyle birşey demişsem, Sen zaten onu bilirsin. Sen benim zâtımda olanı bilirsin; ben ise Senin zâtında olanı bilemem. Görünmeyenleri ve gizlilikleri bilen Sensin.

“Senin Bana emrettiğinden başkasını ben onlara söylemedim. ‘Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin’ dedim. Onlar arasında bulunduğum sürece ben onların şahidiydim. Sen beni öldürdükten sonra ise onlar üzerinde gözetleyici olan yalnız Sen idin. Çünkü Sen herşeyin şahidisin.

“Onlara azap edersen, onlar Senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz ki Sen Azîz ve Hakîmsin.”

Allah buyurur ki: Bugün, doğrulara doğruluklarının fayda verdiği gündür. Onlar için, ebediyen kalmak üzere, altlarından ırmaklar akan Cennetler vardır. Allah onlardan razıdır, onlar Allah’tan. Bu ise pek büyük bir kazanç ve kurtuluştur.

Göklerin, yerin ve onlarda bulunanların egemenliği Allah’ındır. Onun gücü herşeye yeter.

Kur’ân-ı Kerimin diğer âyetleri ve Resulullahın hadis-i şerifleri ışığında yaptığımız değerlendirmelerde, İsa aleyhisselâmın sözleri üzerinden bütün insanlığa çok önemli derslerin verildiğini gördük.

Bu derslerin en önemlisi, Allah’a ortak koşmanın ve evlât yakıştırmanın kâinatı öfkelendiren ve hiçbir şekilde bağışlanmayacak olan çok büyük bir suç teşkil ettiği idi.

Peygamberler de dahil olmak üzere, Allah’tan başka hiç kimsenin gaybı bilemeyeceği, bu dersler arasındaydı.

Peygamberlerinin bu şahitliği karşısında, İsa aleyhisselâma ilâhlık yakıştıran ümmetinin Mahkeme-i Kübrâda içine düşecekleri dehşetli durum, bizi sürekli olarak Kur’an ve Sünnetle içli dışlı olmaya sevk eden bir ibret manzarası idi.

İsa aleyhisselâm, insanları sadece Allah’ın kulluğuna çağırmış bir elçi idi ve Mahkeme-i Kübrâdaki ifadesinde bu hususu hatırlatıyor ve kendisinden sonra sapmış olan ümmetini hüsranı ile baş başa bırakıyordu. Kur’ân’ın kıyamet günündeki bu dehşetli manzarayı ayrıntılı bir şekilde bize nakletmesi ise, kendilerine olağanüstü özellikler yakıştırılan ve Allah’a itaat eder gibi itaat edilen kimseleri ve onların peşine takılanları ciddî bir muhasebeye davet ediyordu.

Mâide sûresinin 116-120. âyetlerini okuduğumuz 332. Kur’an Buluşmasına ait video kaydını buradan izleyebilirsiniz:

UTESAV organizasyonuyla gerçekleşen ve daha önce MÜSİAD Genel Merkezinde yapılan Kur’an Buluşmaları, salgın sebebiyle bir müddettir https://www.youtube.com/erdemlihayat adresinden Cumartesi günleri 07:30’dan itibaren canlı olarak yayınlanıyor. Kur’an Buluşmaları ile ilgili gelişmeleri kaçırmamak için bu sayfaya abone olabilirsiniz.

14 Aralık 2021 Salı

Herkese yetecek bir ömür



Düşünüp de ibret alacak olan kimseye yetecek kadar bir ömrü Biz size vermedik mi?

Fâtır Sûresi, 35:37


ÜMİT ŞİMŞEK

İNKÂR ehlinin Cehennem ateşinde bağrışıp durmalarına alacakları cevap işte bu… Onlar tekrar dünyaya dönüp de cinayetlerini telâfi etmek istemektedirler. Fakat zaten geldikleri yer orasıdır; orada ise kendilerine iman edip güzel işler yapmak için fazlasıyla fırsat tanınmıştır. Artık bütün fırsatların tüketildiği, ümitlerin tümüyle yok olduğu bir pişmanlıklar diyarındadırlar. Hiç kuşku yok, bu cevap da onların hüsranını bir kat daha arttıran bir hatırlatma içeriyor:

“Düşünüp de ibret alacak olan kimseye yetecek kadar bir ömrü Biz size vermedik mi?”

Bir ömür ki, göz açıp kapayıncaya kadar da geçse, nice insana ebedî bir saadet kazandırmaya yetmiş, nice kullar o kısacık ömrü sonsuz bir mutluluk yurdunun sermayesi yapmayı bilmiştir.

Pek çokları da, sanki dünya hiç yok olmayacak, ömürleri hiç son bulmayacak gibi, bu kısacık süreyi dünyanın gelip geçici işleriyle doldurmuş; onu takip eden ebedî hayata ise eli boş bir şekilde adım atmıştır.

Sur ikinci defa üfürülüp de herkes haşir meydanında toplandığı zaman, ömürlerin neye harcanmış olduğunu herkes apaçık görür. Eli boş gelenler ile iki eli dopdolu gelenlerden hangisinin akıllıca bir iş yapmış olduğunu o gün herkes anlar.

Lâkin insandan beklenen, bu gerçeği o gün değil, bugünden anlayabilmektir.

Ve bunu anlamak için de insana yeteri kadar süre tanınmıştır.

Bu süre, bir saatlik bir sınav süresi değildir.

Bir gün, yahut birkaç gün gibi, hattâ birkaç ay gibi bir süre de değildir.

İnsana tanınan süre, bütün bir ömrü kaplayan bir süredir — hani bize hiç bitmeyecekmiş gibi gelen o uzun, upuzun ömür!

İnsan neler sığdırmaz ki bu ömrün içine:

Yıllarca okullarda dirsek çürütür bir diploma için.

Yuva kurar, çocuklar yetiştirir.

Gece gündüz çalışır, para kazanır, mevkiler ve rütbeler kazanır, binalar yapar, şöhrete erişir.

Ya kıt kanaat geçinecek bir dünyalığı zorla elde eder, ya da servetine servet katar. Ama fark etmez—ikisi de gece gündüz dünya için çalışmaktadır.

Bu arada dünyanın öbür ucunda neler olup bittiğini de takip eder insan.

Merak bu ya, hangi ünlü kişinin kiminle neler yaptığını da öğrenmezse çatlar!

Günler, geceler, yıllar böyle birbiri ardınca tükenir, gider.

Peki, bu insan, o kadar günler, o kadar geceler, o kadar yıllar arasında, hiç şöyle bir durup da düşünmek için fırsat mı bulamadı?

Dünyanın bin türlü halini merak edip dururken, üzerine hiç vazife olmayan binlerce işe burnunu sokarken, kendisinin bu dünyada ne aradığını düşünmek için hiç zamanı mı olmadı?

Üç günlük bir dünya hayatının menfaatini kaçırmak endişesi onun nice geceler uykusunu kaçırırken, ebedî bir hayatı kaybetmek gibi bir ihtimal onu hiç mi ürkütmedi?

Veya bütün bunları düşündü, sordu, soruşturdu da cevap veren mi bulunmadı?

Âyet bunu da hatırlatıyor:

“Üstelik size uyarıcı da gelmişti” diyor.

Bilgi ulaştı, ömür verildi, süre tanındı.

Sonra?

Ne bilgiye kulak astı inkâr ehli, ne uyarıcıya dönüp baktı, ne kendisine tanınan süreyi kullanmayı aklına getirdi.

Üstelik göz göre göre bir yokluğa doğru gidip dururken! Bu dünyada kalmayacağı apaçık ortada iken!

Ve bu dünyaya geldiği andan itibaren Rabbi tarafından üzerine her an yerden ve gökten sayısız nimetler yağdırılıp dururken!

Gerçekten, insan, bu dünyada kendisine tanınmış olan fırsatlara toplu bir şekilde baktığı zaman, sadece inkâr için değil, gaflet için bile hiçbir mazeretinin kalmadığını açıkça görüyor. Eğer dünyaya birkaç günlüğüne gönderilip de arkadan hesaba çekilecek olsaydık, belki arkasına sığınacak bir mazeretimiz olabilirdi. Fakat bu dünya üzerinde yıllarını geçiren, bu yıllara da dünyanın işini sığdıran insan, Rabbine karşı nankörlüğünü ve Onun buyruklarına karşı umursamazlığını yahut meydan okuyuşunu mazur gösterecek hiçbir bahaneye sahip değildir.

Keşke mümkün olsa da, şu âyetin şu cümlesi, her türlü iletişim aracıyla, tüm insanlığa sabah akşam hergün tekrar tekrar hatırlatılsa!

Nasıl olsa birgün herkese birden hatırlatılacak…


Sitede yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için
bizi Twitter’da takip edebilirsiniz:

twitter.com/umit_simsek


12 Aralık 2021 Pazar

Mâide (sofra) mucizesinden günümüze dersler


İsa aleyhisselâmın sofra mucizesine dair Mâide 112-115. âyetleri okuduğumuz 331. Kur’an Buluşmasının özeti ve video kaydı

UTESAV’ın Kur’an Buluşmalarında geçtiğimiz haftanın konusu İsa aleyhisselâmın sofra mucizesi idi.

11 Aralık Cumartesi sabahı canlı olarak YouTube’un Erdemli Hayat kanalından yayınlanan Buluşmada, Mâide sûresinin bu mucize ile ilgili 112-115. âyetlerini okuduk. Bu âyetlerin meâli şu şekilde idi:

Hani Havariler “Ey Meryem oğlu İsa,” demişlerdi. “Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” İsa ise “Eğer mü’min iseniz Allah’tan korkun” demişti.

Onlar “Biz o sofradan yemek istiyoruz,” dediler. “Tâ ki kalplerimiz tatmin olsun, senin doğru söylediğini bilelim ve buna şahit olalım.”

Meryem oğlu İsa dedi ki: “Ey Rabbimiz olan Allahım! Bize gökten bir sofra indir ki bizim evvel gelenlerimize ve sonra gelecek olanlarımıza bir bayram ve Senden bize bir âyet olsun. Bizi rızıklandır; çünkü Sen rızıklandıranların en hayırlısısın.”

Allah “Ben onu size indireceğim,” buyurdu. “Lâkin bundan sonra sizden inkâr eden olursa, onu da şimdiye kadar dünyada kimseye vermediğim bir azapla cezalandırırım.”

Diğer kıssalarda takip ettiğimiz usulü bu kıssada da uyguladık ve kitaplarda yer alan, ancak hiçbir sahih rivayete dayanmayan ayrıntıların üzerinde durmadık. Bunun yerine, âyet-i kerimede yeteri kadar ayrıntısıyla anlatılan bu önemli kıssadan çıkarmamız gereken dersler üzerinde durduk. Yaptığımız tesbitlerin bir kısmı ise şöyle oldu:

  • Havârîlerin İsa aleyhisselâma iman ettikleri zaten âyette geçmişti. İsa aleyhisselâmın “Eğer mü’minseniz” ifadesi de onların mucize isteklerinin inkârcı kavimler gibi bir meydan okuma veya imtihan şeklinde bir istek olmadığını gösteriyor.
  • Bununla beraber, inecek olan bir mucize, gerek Havârîleri, gerekse ona şahit olanları büyük bir sorumluluk altına sokacağı için, İsa aleyhisselâmın bir uyarıda bulunma ihtiyacını duyduğu anlaşılıyor.
  • Bu arada, diğer mucizelerde olduğu gibi bu mucizede de üzerinde uzun uzadıya tefekkür etmemiz gereken bazı cihetler bulunduğu unutulmamalıdır. Mucizeler, harikulâde olarak, yani, âdetin dışında vuku bulan, bizim alışık olduğumuz ve “tabiat kanunları, doğa yasaları” gibi isimlerle andığımız İlâhî kanunların dışında cereyan ettiği için olağanüstülük atfettiğimiz hadiselerdir. Oysa, mahiyet itibarıyla bakıldığında, bir işin mucize olarak gerçekleşmesi kadar, “olağan” bir şekilde gerçekleşmesi de bütün kâinatı hükmüne boyun eğdiren bir kudretin ve herşeyi bütün ayrıntılarıyla kuşatan bir ilim ve hikmetin eseri olarak vücuda gelir. Sofra mucizesi de, “doğa yasaları” perdesi altında, her gün ve her yerde milyonlarca senedir cereyan etmekte olan bir mucizeden başka birşey değildir. Bu gerçeği apaçık görmek için kendimize tek bir soruyu sormamız yeter:
  • Semâdan bir sofrayı bir defalığına indirmek bir mucize ise, yerden milyonlarca tür canlının sayısız fertlerini doyuracak çeşit çeşit rızıkları yeryüzünün dört bir köşesine her an serip serip kaldırmak nasıl bir mucizedir? Bir sofranın inişiyle imana gelen insanların bu kadar sofralar karşısında inançsız kalması yahut inancında tereddüde düşmesi aklın alacağı bir iş midir?

Âl-i İmrân sûresinin 112-115. âyetlerini okuduğumuz 331. Kur’an Buluşmasına ait video kaydını buradan izleyebilirsiniz:

UTESAV organizasyonuyla gerçekleşen ve daha önce MÜSİAD Genel Merkezinde yapılan Kur’an Buluşmaları, salgın sebebiyle bir müddettir https://www.youtube.com/erdemlihayat adresinden Cumartesi günleri 07:30’dan itibaren canlı olarak yayınlanıyor. Kur’an Buluşmaları ile ilgili gelişmeleri kaçırmamak için bu sayfaya abone olabilirsiniz.