İnsan ve müzik


  
Göz bakmak, kulak işitmek, dil konuşmak için verildiğine göre, müzik yeteneği de kullanılmak üzere verilmiştir. Ancak müziğe sadece bir eğlence olarak bakan dar telâkkiler bu gerçeği görmemizi engelliyor.

ÜMİT ŞİMŞEK
 

İnsanın en akıl almaz yönlerinden birisi konuşma ise, onun kadar esrarlı bir başka yeteneği de müzikle ilgili olanıdır. Birbirinden farklı sesler nasıl anlam yüklü kelimelere dönüşür? Kelimelerden nasıl cümleler kurulur? Sonra bu cümleler, kelimeler, anlamlar nasıl çözülür? Bunlar ve bunlara bağlı yüzlerce soru, tıpkı yüzyıllar öncesi gibi, bugün de bilime meydan okumaya devam eden muammâlar arasında yer alıyor. Müziğin durumu da hemen hemen aynıdır:

Melodiler de, tıpkı kelimeler ve cümleler gibi, ayrı ayrı seslerden yapılır. Bu sesler, tek başlarına dinlendiği takdirde, sadece birer ses olarak kalırlar, o kadar – bir taşın yere düşmesi, kapıya tokmağın vurulması gibi bir ses. Ne var ki, bir âhenk içinde dizildikleri zaman, arka arkaya gelen seslerin toplamından çıkan bir melodi vardır ki, bunun müzik olarak algılanması, konuşmanın algılanmasından aşağı kalır bir mucize değildir. Son yılların araştırmaları, bu konuda iki önemli gerçeği ortaya çıkarmıştır:

Birincisi: İnsan beyni gibi kâinatın en muhteşem eserinin bir bölgesi, özel olarak, müziği algılamakla görevlidir. Sesler, bu bölgede gördükleri işlem sonucunda bir bütün olarak algılanmakta ve ortaya çıkan melodi çözülebilmektedir.

İkincisi: Bu bölge, insan hayatının ilk aylarından itibaren faaliyettedir. Yapılan deneyler, bebeklerin çok erken çağlarda iken müziği algılayabildiğini göstermiştir. Bir başka deyişle, insan, konuşmadan çok önce, müzik dinlemeyi öğrenmektedir.

Bu iki gözlem de, bizi, insanın yaratılışında müziğin özel bir yeri olduğu sonucuna ulaştırır. Göz bakmak, kulak işitmek, dil konuşmak için verildiğine göre, müzik yeteneği de kullanılmak üzere verilmiştir. “Müzik haram mıdır?” sorusuna cevap olarak Mevlânâ’ya atfedilen “Eşeklere haramdır” sözü bu hakikate işaret etmektedir. Eğer insanın yaratılışına böyle bir yetenek yerleştirilmiş olmasaydı, eşekler gibi, ona da müziğin fıtrî şeriat tarafından haram edilmiş olduğunu söyleyebilirdik. Fakat yeteneğin varlığı, onu iki yükümlülükle karşı karşıya getirmektedir: (1) kullanmak, (2) yerinde kullanmak. Ne çare ki, önyargı ve alışkanlıklar, bu yükümlülüklerin farkına varmayı güçleştiriyor.

Müzik konusunda insanları en ziyade yanıltan şey, bunun eğlence olarak görülmesidir. Dinî açıdan incelendiğinde, müzik, çoğunlukla “eğlence” başlığı altında ele alınır ve hüküm buna göre verilir. Zamanımızın yaygın anlayışı da bu yöndedir. Hattâ durum eğlenceyi de bir hayli aşmış sayılabilir. Müzik deyince, hoplatan, zıplatan, etrafı gürültüye boğan, insanı oyalayarak düşünceleriyle veya gerçek hayatla baş başa kalmaktan alıkoyan ve bağımlılık yapan yüksek volümlü sesler akla gelmektedir. Bu durumda, müziği incelemek için, önce, onun ne olmadığı konusuna açıklık getirmek gerekiyor.

Eğlence ile müzik arasında bir ilişki vardır; ancak bu ilişki ayniyet mertebesinde değildir. Yani, müziğin eğlence aracı olarak kullanıldığı durumlar da vardır; sırf eğlence olsun diye yapılan müzik de vardır; ancak bu durum, her türlü müziği ve müziğin her türlü icrâsını eğlence kapsamına sokmaz. Itrî’nin Bayram Tekbiri veya Salât-ı Ümmiyesi bir yana, meselâ çağdaş bestekârlardan Cevdet Çağla’nın hiçbir dinî motif içermeyen herhangi bir eserinin dahi bir eğlence meclisinde icra edildiğini tasavvur etmek mümkün değildir. Faraza birisi bunu zorla yapacak olsa, o eser, her haliyle, kendisinin oraya ait olmadığını haykıracaktır. Tek başına şu vâkıa bile, insanın manevî yapısı ile müzik arasında yüce ve gizemli bir ilişkinin bulunduğunu göstermeye yeter.

Bu ilişkinin anlamını çözecek olan tek birşey varsa, o da, insanın yaratılış amacıdır. Bunun dışındaki hiçbir şey insanın müzik yeteneğini açıklayamaz. Hele evrim efsaneleriyle müzik hiç açıklanmaz; çünkü ne evrim, ne de onun dayandığı mutasyon ve tesadüf gibi şeyler müzikten anlamaz. Ancak insanın bütün varlığıyla bir kulluk görevini yerine getirmek, daha doğrusu, kâinattaki bütün kulların tesbihat ve ibadetlerine tercüman olmak üzere yaratıldığını dikkate aldığımız zaman, insan ile müzik arasındaki ilişkinin aydınlanmaya başladığını görebiliriz. Çünkü tıpkı konuşma gibi, tıpkı insanın diğer sanat yetenekleri gibi, müzik de bir ifade aracıdır, üstelik soyut ve en üst seviyede bir ifade aracıdır. Hattâ denebilir ki, sözlerin yetmediği, dilin anlatmakta âciz kaldığı şeyleri “dile getirmek” için insana böyle bir lisan ihsan edilmiştir. Bütün dünyada müziğin mâbedlerde yeşermiş olması, bu hakikatin bir şahididir.

Bediüzzaman, sanatı, “ruhtaki manevî güzelliğin, ilim vasıtasıyla eserde tezahür etmesi” şeklinde tanımlar. Müziğin yeri ve anlamı işte bu tanımda saklıdır. Bu, aynı zamanda, müzik olarak nitelenmeye lâyık olan eserde aranacak şartları da ortaya koymaktadır:

Herşeyden önce, müzik, ruhtaki bir olgunluğun, soyut bir manevî güzelliğin bir yansıması, bir tercümesi demektir. İnsanın, müzikten söz edebilmesi yahut müzik ihtiyacını hissedebilmesi için, önce ruhanî bir olgunluğu tatmış olması ve kabına sığmayıp taşmak isteyen bir güzellik dalgasını içinde hissetmesi gerekir. (Zamanımızda “müzik” adı verilen gürültülerin neyi yansıttığı şimdi daha iyi anlaşılmıyor mu? İçi boşaltılmış ruhlar daha iyi müzik yapamıyor, ama daha fazla gürültü çıkarıyor!)

İkinci olarak, her sanat dalı gibi, müziğin de temelde bir ilim meselesi olduğunu dikkate almalıyız. Müzik demek, sadece basit bir ses bilgisi ile bir enstrüman çalma becerisi demek değildir. Eğlence için bu kadarı yetebilir; ancak sanat olarak düşünüldüğünde ve yaratılış amacına yönlendirilmek istendiğinde, müzik için bundan çok daha fazlasına ihtiyaç vardır.

Ne yazık ki, zamanımızın tüketim anlayışı, bir rant aracı olma istidadında gördüğü herşeyi pençesine alıyor ve içinden ruhunu çekip bir tarafa attıktan sonra, kalan posayı allayıp pullayarak bize pazarlıyor. Her çeşit müzik, hattâ dinî müzik de bundan payını almakta çok gecikmedi. Bize kalırsa, müziğin en ziyade korkulması gereken türü işte budur. Din ile ilişkisi, güftesinde birtakım dinî kavramların kullanılmış olmasından öteye geçemeyen bu ucuz ve çirkin müzik türü etrafta rağbet buldukça, konuyla ilgili ciddî bir birikimi olmayan insanlar, aradıkları şeyin bu olduğu yanılgısına düşebiliyor ve ruhlarındaki kıpırdanışların bu tür müziklerle ifade edilebildiğini sanıyorlar. Sanat kaygısından ve ciddiyetten uzak, slogancılığa ve tüketime yakın bu tür müziğin, özellikle genç nesiller üzerindeki tahribatı asla küçümsenmemelidir. Çünkü müzik ile ruh arasındaki ilişki iki yönlüdür: Eğer ruhun olgunluğu ve manevî güzelliği müzikte yansıma imkânı bulamazsa, bu defa müzik adı verilen şeyin yansımaları ruhta görülmeye başlar.

Bir sanat olarak müzikten söz edilecekse, önce onu vücuda getirecek ve icra edecek ruhların inşa edilmesi ve tahripçi etkilerden özenle korunması gerekir. Bize emanet edilmiş olan böylesine önemli bir yeteneğin böyle bir fiyatı vardır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Raşid Halifelerde iman-amel bütünlüğü

Yöneticiler hesaba hazırlansın