SON EKLENENLER
latest

19 Şubat 2022 Cumartesi

Kur'an ve Hadiste müjde-uyarı dengesi

 

***

En’âm sûresinin Hesap Günü ile ilgili uyarıları içeren 15-17. âyetlerini okuduğumuz ve müjde-uyarı dengesini müzakere ettiğimiz 341. Kur’an Buluşmasının özeti ve video kaydı

***

Son Kur’an Buluşmasında, insanları Allah’ın azabından sakındıran âyetleri, Allah’ın rahmetini müjdeleyen âyetlerle birlikte okuduk.

19 Şubat Cumartesi günkü 341. Kur’an Buluşmasında okuduğumuz En’âm sûresinin 15-17. âyetlerinin meâli şu şekilde idi:

De ki: Rabbime isyan edecek olursam, büyük bir günün azabından korkarım.

O gün kim o azaptan uzak tutulursa, Allah ona rahmet etmiştir. Bu ise apaçık bir kurtuluştur.

Allah sana bir zarar dokundursa, Ondan başka o zararı giderecek kimse olmaz. Sana bir hayır eriştirecek olsa, zaten Onun gücü herşeye yeter.

Konuyla ilgili diğer âyet ve hadislerin ışığında yaptığımız değerlendirmelerde vardığımız sonuçların başlıcaları ise şöyle oldu:

  • Kur’ân, Allah’ın rahmetini müjdeleyen Rahmân ve Rahîm isimleriyle başlar ve bu müjdeyi, diğer pek çok âyetinin yanı sıra, bütün sûrelerinin başında da tekrarlar. Okuduğumuz âyetin iki âyet öncesinde de Allah’ın rahmetle muamele etmeyi ilke edindiği müjdelenmişti. Ancak bu, kulda Âlemlerin Rabbine karşı bir ciddiyetsizlik ve vurdumduymazlık içine atmamalıdır. Zira:
  • Korku duygusu insana (1) hayatını koruması için, (2) ebedî âlemin tehlikelerinden korunması için verilmiştir. Dünyanın basit tehlikelerinden aşırı şekilde korkup da Âlemlerin Rabbinin azabından korkmamak, bu duyguyu kötüye kullanmak anlamına gelir.

Kur’ân-ı Kerimin ve hadis-i şeriflerin müjde ve uyarılarını nasıl bir denge içinde anlamak ve sunmak gerektiği konusunda ise Hz. Ali’nin şu sözleri sapasağlam bir ölçüyü ortaya koyuyordu:

Hakkıyla fakîh olan kişi o kimsedir ki, Allah’ın rahmetinden insanların ümidini kestirmez, onları Allah’ın azabından emin hale de getirmez, Allah’a isyan için onlara ruhsat vermez. İlimsiz ibadette hayır olmadığı gibi, anlayışsız ilimde de hayır yoktur, tefekkürsüz kıraatte de hayır yoktur. (Dârimî, Mukaddime: 29).

En’âm sûresinin 15-17. âyetlerini okuduğumuz 341. Kur’an Buluşmasına ait tam video kaydını buradan izleyebilirsiniz:

UTESAV organizasyonuyla gerçekleşen ve daha önce MÜSİAD Genel Merkezinde yapılan Kur’an Buluşmaları, salgın sebebiyle bir müddettir https://www.youtube.com/erdemlihayat adresinden Cumartesi günleri 07:30’dan itibaren canlı olarak yayınlanıyor. Kur’an Buluşmaları ile ilgili gelişmeleri kaçırmamak için bu sayfaya abone olabilirsiniz.



14 Şubat 2022 Pazartesi

Kadın muhaddisler 40 ciltlik ansiklopediyi doldurdu



Zamanımızın güzide âlimlerinden Hindistanlı Muhammed Ekrem Nedvî, hadis tarihinde çok önemli yerleri bulunan kadın muhaddisleri 40 ciltlik dev bir ansiklopedide topladı. Halen konu üzerindeki çalışmalarına devam eden Nedvî, ansiklopedinin 75 cildi bulacağını söylüyor.

Muhammed Ekrem Nedvî, bu devâsâ çalışması sırasında, kadınların ilim ve toplum hayatındaki yeri ile ilgili telâkkileri temelinden sarsacak bulgularla karşılaştı. İslâm’ın ilk çağlarında kadınların da ilim hayatında erkeklerinkine denk bir yerinin bulunduğu, ancak felsefenin İslâm âlemine girmesiyle beraber kadının geri plana atıldığı, Nedvî’nin tesbitleri arasında.

Nedvî, hadis ilminde hanım muhaddislerin yerini anlatırken, büyük hadis âlimi İmam Zehebî’nin “Şimdiye kadar hadis rivayet edilen hiçbir hanım âlimeden kizb (yalan) sadır olmamıştır” sözünü naklediyor.

Bütün mezheplerde kadın âlimlerin büyük bir yerinin bulunduğunu kaydeden Nedvî, bu tesbitinden Mutezile mezhebini hariç tutuyor ve bunu da “Mutezilenin Yunan felsefesi ile içli dışlı oluşuna” bağlıyor.

Muhammed Ekrem Nedvî, sekiz sene kadar önce Türkiye’yi ziyaret ettiğinde, Timeturk’ten Turan Kışlakçı kendisiyle bir mülâkat yapmış ve bu mülâkat 9 Mart 2010 tarihinde yayınlanmıştı.

https://www.timeturk.com/tr/2010/03/09/felsefeciler-kadinlari-ilimden-uzaklastirdi.html adresinden orijinaline ulaşabileceğiniz mülâkat aynen şöyle:


40 ciltlik Müslüman Hanım âlimler üzerine bir eseriniz bulunuyor. Bunu niçin kaleme aldınız?

İngiltere’ye öğretim için gittiğimde, orada Müslüman kadına yönelik ciddi bir anti-propaganda olduğunu gördüm. İslâm’ın kadınlara değer vermediğine yönelik medyada yaygın bir şekilde haberler yapılıyordu. Müslüman kadının sanatta, ilimde ve eğitimde yerinin olmadığını iddia ediyorlardı. Daha Ortaçağda kadının şeytan mı olup olmadığını tartışan Batının bu konuyu saptırdığını çok iyi biliyordum. Bunun için Müslüman hanım âlimlerin hayatını konu edinen bir kitap telif etmeye karar verdim. 8 bin âlimenin hayatını içeren 40 ciltlik bir kitap ortaya çıktı. Yakında 10 cilt daha çıkacak. Kitabı 75 ciltte bırakmayı düşünüyorum. Çünkü bu işte derinleştikçe konu uzuyor. Bence bu bile onlara cevap olarak yeter artar…

Müslüman hanımlar, erkeklerle birlikte camilerde eğitim görüyorlar mıydı?

Bugün İslâm dünyasında çok garip bir hal sarmış durumda. Müslüman hanımlar, bazı bölgelerde camilere girememektedir. Müslüman hanım hadisçiler Mescid-i Nebevî başta olmak üzere İslâm’ın ilk dönemlerinde önemli merkezi camilerde dersler veriyorlardı. Medreselerde, saraylarda, eğitim merkezlerinde hanımlar ilmî dersler alıyor ve veriyordu. Mescid-i Aksa, Emevi Camii ve el-Ezher gibi kurumlarda… İslâm dünyasının ilk dönemlerinde hiçbir cami ve medrese yoktur ki, erkeklerin ders verdiği yerde hanımlar da dersler vermiş olmasın. Müslüman hanım âlimlerin ders halkalarına erkekler de katılıyor ve onlar arasında bir çok ünlü İslâm âlimi de var.

Zeyneb binti el-Kemal’in derslerine 400 kişi katılıyordu. Bunların çoğu erkek idi. Muhaddisler adet olarak genelde derslerine katılanların isimlerini not ederlerdi. Zeynep binti el-Kemal de derslerine iştirak eden 400 kişinin adını kaydetmiştir. Bu kişilere Hadis kitaplarından dersler vermiştir. Ünlü İslâm alimlerinden Tacuddin es-Subki Zeyneb’in öğrencilerindendir. İmam İbni Hacer, Zeyneb’in talebelerinden Umm Ahmed Tatar bint el-İzz’den ders almıştır.

Peki, bu hanım âlimlerin derslerine katılan meşhur İslâm âlimleri var mıydı?

İmam Şafiî, İmam Ebu Hanife, İmam Malik, Hatib el-Bağdadî, İbn Âsakir, İmam Ahmed bin Hanbel, İmam Buharî, İmam İbni Teymiyye, İmam Zehebî, İmam Suyutî ve benzeri birçok İslâm âliminin hanım hocaları vardı. Hem de bir iki bayan hocadan ders almadılar, onlarca hanım şeyhlerden dersler aldılar. İmam Suyutî’nin hocaları arasında 100’e yakın fakihe vardı. İmam Şafiî’nin annesi meşhur bir âlime idi. Oğlunun yetişmesinde büyük katkıları vardı. İmam Şafiî Hz. Nefise’nin derslerine iştirak ederdi. İmam Malik’in ilme yönelmesinde annesinin teşviki vardı. Kızı ise İmam Malik’in kaleme aldığı “Muvatta” adlı eseri ezbere bilirdi.

Müslim İbrahim Ferahidi İmam Buharî ve İmam Müslim gibi birçok hadis imamının hocasıdır. 70 binden fazla hanımdan rivayette bulunmuştur. Hatib el-Bağdadi ve İbni Hacer el-Askalâni’nin hocalarının sayısı da 100’den fazladır. İbni Hacer Şam’a gittiğinde Aişe binti Abdülhadi’den 80’den fazla hadis kitabından ders almıştır.

Bazı İslâm âlimleri ders okuduğu hanım hocalarına kitaplarını ithaf etmiştir. Bu konuda neler söylersiniz?

Evet, birçok İslâm âlimi kitaplarını ders aldıkları hanım hocalarına ithaf etmiştir. Mesela, İmam Suyutî’nin “Buğyetu’l Viat” adlı kitabını, ders aldığı kadın muhaddis, hafız ve fakihe bayanlara ithaf etmiştir. Muhaddislerin şöyle bir geleneği vardı: Genelde ders aldıkları hocalarının hepsinin adını kaydederlerdi. İster erkek ister bayan olsun tüm hocalarının adlarını ve hayatlarını yazarlardı. Bu kayıtlara baktığımızda İbni Asakir, İbni Hacer, İmam Zehebî ve diğer hadis imamlarının çoğunun onlarca hattâ yüzlerce hanım hocalarının olduğunu göreceğiz.

Biba binti Abdussamed el-Herzamiyye el-Hereviyye rivayet ettiği hadislerin senedleri çok kuvvetlidir. Biz buna hadis literatüründe “âli senedler” deriz. Bundan dolayı birçok İslâm âlimi ondan ders almak için sefere çıkmıştır.

Hadis ilminde biliyorsunuz, senedin kavî olmasının yanında âli olması çok mühimdir. Bu da hadisin çok güvenilir ve güçlü bir rivayetle geldiğini gösterir. Hanım hadis âlimlerinin bu konuda gayretleri çok büyüktür. İmam Zehebî ki kendisi cerh ve tadil ilminde bir insanın zayıf ve kavi olduğunu çok iyi bilenlerden biridir, şöyle der: “Şimdiye kadar hadis rivayet edilen hiçbir hanım âlimeden kizb (yalan) sadır olmamıştır.” İmam Zehebi birçok erkeğin kizbe bulaştığını belirtirken hanım muhaddislerin hiçbirinden böyle bir şey varid olmadığını belirtiyor.

Aişe bint Abdülhadi’nin Buharî isnadına ulaşacak başka âli bir rivayet silsilesi yoktur. İbni Hacer, Aişe bint Abdülhadi’nin isnadını esas aldığında kendisi ile Hz. Peygamber (sav) arasında 18 kişinin olduğunu belirtir. İbn Hacer el-Askalani, “Tehzîbu’t-tehzîb” adlı kitabında 1543 kadın fakih ve muhaddisin hal tercümesini verir, onlar hakkında “Hepsi de güvenilir ve bilgili kimselerdir” der.

Hadis alanındaki âlimelerden bahsettiniz. Fıkıh ve tefsir alanında da meşhur olmuş hanım âlimeler var mı?

Bu çalışmama başladığımda şunu gördüm; o dönemin hemen hemen her ilim dalında meşhur olmuş hanım âlimler var. Mesela fıkıh, sarf, nahiv, tabii bilimler, şiir, tefsir ve benzeri alanlar gibi… Kitabımda aynı zamanda fıkıh alanında uzman birçok hanım âliminin adını zikrettim. Bunlar aynı zamanda fetva veren âlimelerdi. Örneğin, Aişe binti Abdurrahman Medine’nin çok meşhur fetva veren alimelerindendi. Dönemin birçok fetva veren âlimi ona danışmadan fetva vermezdi. Ummu Derda yine bunlardan biridir.

Ayrıca, “Tuhfetu’l-Fukaha” kitabının yazarı imam Alâuddin Semerkandi’nin fakihe bir kızı vardı. Adı Fatıma idi. Semerkandi’den ders alan bir talebesi onun “Tuhfetu’l-Fukaha”sını “Bedaiu’s-Sena’i” adıyla şerh eder. İmam Semerkandi daha sonra kızını bu talebesi ile evlendirir. Bu talebe de günümüzün ünlü Hanefi âlimlerinden imam el-Kesani’dir. İmam Kesani bir müddet sonra eşi Fatıma ile Halep’e ders vermek için gider. İmam Kesani’nin talebeleri der ki: “Bazen hocamıza zor sorular sorardık, ancak o bizden izin alıp evine giderdi. Evinden döndükten sonra bize sormuş olduğumuz zor sorunun cevabını çok detaylı bir şekilde anlatırdı ve bu sık sık tekrar ederdi. Sonra anladık ki, İmam Kesani bu soruların cevaplarını almak için eşi Fatıma’ya gidiyor ve ondan aldığı cevapları getirip bizimle paylaşıyordu.”

Ünlü âlimlerden Hişam ebu Urve de İmam Ebu Hanife ve İmam Malik’in hocasıdır. Eşi Fatıma binti Münzir’den ilim tedris etmiştir.

İşte ilk dönem İslâm âlimlerinin hayatı böyleydi. Annelerinden, eşlerinden, kız kardeşlerinden ya da diğer hanım âlimlerden ders almaktan imtinâ etmiyorlardı. Hattâ onlardan ders aldıkları için övünüyorlardı.

İlim yolculuğuna (rıhle) çıkmış hanım âlimler var mı?

Kadının yolculuk yapması zor tabi o dönemlerde. Ancak buna rağmen babaları ve eşleri ile ilim yolculuğuna çıkmış bir çok hanım âlim var. Örneğin Fatıma bint Sa’d el-Hayr Endülüs’te dünyaya geldi. Çin’de büyüdü. İsfahan’ın Cüzdan adındaki bir köyüne ilim öğrenmek için rıhleye (yolculuğa) çıktı. Orada tanınan bir âlime olan Fatıma Cüzdaniyye’den İmam Taberî’nin hadis kitaplarını ders aldı. Fatıma bint Sa’d hocası Fatıma Cüzdaniyye’den imam Taberî’nin Mecmuu’l-Kebiri’ni ders almış, ezberlemiş ve icazet almıştır. Daha sonra Medine, Mekke, Şam ve Mısır’a gitmiştir. Hattâ İslâm uleması, “Mısır’da hadis ilminin yaygınlaşması Fatıma bint Sa’d’ın vesilesiyle olmuştur” der.

Hakkında “Mısır’da hadis ilminin yaygınlaşması onun vesilesiyle olmuştur” tesbiti yapılan Fatıma bint Sa’d ile bazı talebelerinin hadis seyahatlerini gösteren harita.

Hanım âlimlerin İslâm’ın ilk dönemlerinde rolü bu kadar aktif iken nasıl oldu da bir anda bu alanda bir gerileme yaşandı?

Araştırmalarım sonucundan şuna ulaştım: Yunan felsefesi ve mantığı İslâm dünyasına girmeye başladığında kadının ilmî alandaki rolü azalmaya başladı. Çünkü felsefeciler kadına fazla değer vermiyor ve felsefeden uzak tutuyorlardı. Felsefenin İslâmî ilimlere karışmasıyla bu alanlarda da bir etkilenme oldu. Yunan felsefecileri, kadının erkekden akıl bakımından daha aşağı olduğunu düşünüyorlardı. Felsefe İslâm dünyasında intişar edince kadının toplumsal hayattaki rolü de zayıfladı. 

Örneğin yine araştırmalarım sonucu Sünnî ekolün dışında Harici, Şii, Zeydi ve İbadi mezhebinden dahi onlarca hanım âlimeye ulaşırken Mutezile mezhebinden pek bir hanım âlime rastlamadım. Bunun sebebi ise Mutezile mezhebinin Yunan felsefesi ile çok haşir neşir olmasındandı. Maalesef felsefecilerin kadına bakış açısı Mutezile mezhebini de etkisi altına aldı. Hatta mantık ilminin de kadınların eğitimden uzak durmasında ciddi rolü var. Kısacası, felsefe ve mantık ilmi İslâm dünyasında geliştiğinde, kadının ilmî alandaki aktivitesi de yavaşladı.

Mesela Hindistan’ı düşünün: Felsefe burada da çok güçlü idi. Bu alt kıtada gerçek mânâda bir hanım âlime yoktu. Ancak Şah Veliyullah Dehlevî bölgede hadis ilmini yaygınlaştırdıktan sonra birçok hanım âlime yetişti. Çünkü hadislerde Hz. Peygamber (sav) ilmin kadın-erkek her Müslümana farz olduğunu belirtiyordu. Bunu öğrenen Müslümanlar, eşlerinin ve kızlarının da dini ilim öğrenmeleri için yüksek çaba sarfediyorlardı.

Fıkıh alanında da aynı durum yaşandı. İlk dönemlerde hanım fakiheler çok iken mantık ilminin fıkha bulaşması ile bu alanda bir gerileme yaşandı. Özellikle Muteahirrun döneminde bu çok yaygındı.

Peki, İslâm âlemine yönelik işgallerin kadınların dinî ilimlerden uzak tutulmasında bir rolü olmuş mudur?

Moğol, Haçlı seferleri ve son yüzyıldaki sömürgecilik sadece kadının değil Müslüman erkeklerin de ilimde geri kalmalarına neden oldu. Ancak bunun etkisi inanın felsefe ve mantık kadar olmamıştır. İşgal dönemlerinde Müslümanlar, eşlerini ve kızlarını korumak adına evlerine kapattılar. Bu muhafazakâr bakış açısı da hanımların ilimden uzak tutulmasına neden oldu. Ve maalesef sonraki dönemlerde ortaya çıkan bu hal o gün bugün halen devam etmektedir…

Mantık ve felsefeden etkilenen Muteahhirrun ulema fıkıh, tefsir ve hadis kitaplarının şerhlerine kendi bakış açılarını ve etkisi altındaki bulundukları kavimlerin bakış açısını yansıttılar. Bugün bundan kurtulmak istiyor isek, Kur’an ve Sünneti çok iyi bilmek ve ilk üç veya dört nesildeki ilmi hareketliliği çok iyi incelemek gerekiyor. .

İslâm âlimleri, hadis ve tefsir ilmi gibi ilimlerin günümüze ulaşmasında hanım âlimlerin de büyük rolü olduğunu ikrar ederler. Hattâ şunu açık bir şekilde söyleyebiliriz: İlk dönem Müslüman âlim ve entelektüellerin yarısına yakınını hanımlar oluşturuyordu. Şimdi bu durumu bugünle kıyaslayın: Durumun ne kadar hüzün verici olduğunu o zaman anlayabiliriz.

Abdulkadir ibni’l-Vefa el-Kuraşî, Hanefi âlimlerini zikrettiği “Tabakatu’l-Hanefiyye” adlı kitabında Horasan ve Semerkant’ta hiçbir ev yok ki, fetva yayımlansın da o evin sahibinin âlim kızının ve hanımının izni olmasın. Fıkıh alanında bile âlimler, alime eşleri ve kızlarına danışıyorlardı.

Çok zor şartlar İslâm dünyası bu kadar hanım âlime yetiştirirken, bugünkü geniş imkânlara rağmen neden ilmi çıkış yapamıyor?

Son yıllarda bir gelişme görüyorum. Artık birçok Arap ülkesinde yetişmiş yüzlerce hanım âlime var. Mesela Şam’da, Moritanya’da, Fas’ta, Cezayir’de, Mısır’da ve diğer İslâm ülkelerinde ciddi bir artış yaşanıyor. Üniversitelerde ders veren, fıkıh, hadis ve tefsir alanında kitap neşreden hanımların sayısı arttı. İnşaallah önümüzdeki yıllarda bu daha da artacak. Hindistan’da, Pakistan’da ve Malezya ve Endonezya gibi diğer İslâm ülkelerinde de hanımların kurduğu medreseler var. Her yıl yüzlerce hanım buralardan mezun oluyor. Bu hareket yaygınlaştıkça ileriki yıllarda yeniden İslâm dünyasında bir canlılığa ve uyanışa şahit olacağız. Batıda İslâmi ilimler ve sosyal bilimlerde öne çıkmış birçok Müslüman bayan âlim var. Müslümanlar ilk dönem kaynaklarına indiğinde çok şey öğrenecek. Özellikle Muteahhirun ulemanın Kitap ve Sünnet ile uyuşmayan ve kitaplara derc ettikleri kendi gelenek ve bakış açılarının iyi ayıklanması gerekiyor.

Son olarak bize etkili olmuş birkaç Müslüman âlimeden örnek zikredebilir misiniz?

Şeyha Umm el-Hayr Fatıma bint İbrahim ibn Mahmud el-Betaihiyye Şam’lı bir hanım âlime idi. Çağının en büyük Buharî ravisi idi. Daha sonra Buharî konusunda uzmanlaştı ve ünü her tarafa yayıldı. Birçok İslâm âlimi ondan ders almak için Şam’a gidiyordu. İmam Zehebî ve İmam Subkî gibi birçok İslâm alimi Fatıma binti İbrahim el-Betaihiyye’nin talebesidir. Bu âlime hacca gittikten sonra Medine’yi ziyaret etti. Medine’de yaşayan İslâm âlimleri ondan ders almak istedi. Mağribli ünlü âlimlerden İbni Rüşeyd es-Sebti ondan ders alanlar arasındadır. Es Sebti, “Mile’l-Ayba” adlı kitabında Fatıma’nın Mescid-i Nebevî’de, hattâ Peygamberimiz (sav)’in kabrinin yanında onlarca İslâm alimine Buharî dersi verdiğini kaydeder. Rüşeyd, Fatıma’nın bazen Peygamberimizin kabrine dayanıp derslerini sürdürdüğünü açıklar. Rüşeyd Buharî dersleri bittikten sonra kendisinin ve ders halkasına katılan diğer âlimlerin Fatıma’dan icazet aldığını kaydeder. Düşünebiliyor musunuz, bir bayan Mescid-i Nebevi’de âlimlere Buhari dersleri veriyor. Bugün camilerimizde bayanların ders verdiğini duydunuz mu? Abdülmelik bin Mervan döneminde de Ummu Derda Mescid-i Aksa’da dersler veriyordu. O ders verdiği zaman Mescid-i Aksa doluyordu. Şam’daki el-Muzafari ve Beni Ümeyye (Emevi) camilerinde de Aişe bint Abdülhadi dersler veriyordu. İslâm âleminin en ünlü camilerinde hanım âlimeler bu kadar rahatlıkla dersler verebiliyor idiyse gerisini varın siz düşünün…

***

Dr. Muhammed Ekrem Nedvi (Muhammad Akram Nadwi) kimdir?

Hindistan’ın Jaunpur kentinde 16 Nisan 1963 tarihinde doğdu. Muhammed Ekrem Nedvetu’l-Ulema’da İslâm Hukuku (şeriat) eğitimi aldı ve aynı zamanda eğitim verdi. Bir muhaddis olan Muhammed Ekrem “Hadis Ravileri” ve “Rical ilmi” konusunda uzmandır. Ebu’l-Hasan Ali en-Nedvi, Abdul-Fettah Ebu Gudde ve Yusuf el-Karadavi’den icazet aldı. Hindistan’daki Lucknow Üniversitesi’nde Arap dilinde doktora yaptı. Lucknow’daki ünlü Nedvetu’l-Ulema medresesi’nde İslâmi İlimler konusunda eğitim aldı. Bu Medrese’de Fıkıh ve Hadis ilimleri üzerine aynı zamanda eğitim verdi. Hadis, Fıkıh, İslâmi Biyografi, Arapça Gramer ve Syntax üzerine Arapça yazdığı 25 kitabı bulunuyor.

Son zamanlarda hadis âlimi kadınlar üzerine kaleme aldığı “Muhaddisat” isimli 40 ciltlik bir eseri neşretti. Bu eseri İngilizceye çevirip uyarlamış ve 2007 yılında “el-Muhaddisat” adıyla yayınlamıştır. Nedvetu’l-Ulema’da onun kişisel hatıralarının anlatıldığı “Medrese Hayatı (2007)” adlı İngilizce eseri bulunmaktadır. İslâm Fıkhı adlı eseri İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye ait ve İslâm Fıkhının orijinal bir derlemesidir. İngilizcede ilk defa İmam-ı Azam’ın Okulu detaylı ve kuvvetli bir şekilde delillendirilmiştir. Güncel meseleleri de dikkate alan M. Ekrem Hanefi Fıkhının İngilizce’de ilk defa ifade edilmesini sağlamıştır. İslâmi öğretide ve modern bilimlerde önde gelen âlimlerden olan M. Ekrem, şu anda Oxford’daki İslâmi Çalışmalar Merkezinde araştırma görevlisi olarak görev yapmaktadır.

13 Şubat 2022 Pazar

İsmail Lütfi Çakan Hocanın ümmete en son armağanı üzerine



Hadis ilminin zamanımızdaki öncü isimlerinden İsmail Lütfi Hocanın yıllardan beri hayalini süsleyen ve nihayet cisme bürünmüş bir eser halinde bizlere sunduğu bu kitap, “Ey iman edenler!” hitabıyla başlayan âyetlerin ana noktalarını hadis-i şeriflerle yoğurulmuş bir şekilde açıklayıp okuyucuyu Allah’ın hitabıyla baş başa bırakıyor.


ÜMİT ŞİMŞEK

“Âlemlerin Rabbinden gelen bir hitaba bizzat muhatap olmak, bir kul için düşünülebilecek mazhariyetlerin en büyüğü, yücesi, en şereflisidir” diyecek olsak, bu fikre herhalde bütün ehl-i iman iştirak edecektir. Lâkin iş bu büyük şerefin farkındalığına gelip dayandığında, pek azımızın bu heyecanı yaşayabildiği de hayatın bir başka gerçeğidir. Bunun başlıca sebebi, hitabın genelliği olsa gerektir; çünkü bu durum Kur’ân’ın milyarlarca muhatabı arasında kendimizi “olsa da olur, olmasa da” kabilinden önemsiz bir mevkide vehmetmemize yol açabiliyor. Oysa her birimizi bir kâinat yaratır gibi tek tek yaratan, yeryüzüne yaydığı nimetler içinde her birimizin her bir lokmasını adresimize gönderen, namaz kıldığımızda bize yönelen, dua ettiğimizde bizi dinleyen ve her birimize ayrı ayrı cevaplar lütfeden Allah Teâlâ, “Ey iman edenler!” diye seslendiği zaman, o âyetin inişinden kıyamete kadar gelip geçecek bütün mü’minlerin adresi o hitabın içinde tek tek yazılmış demektir. Ve herhangi birimiz “Buyur yâ Rabbi” diyerek o yüce hitaba kulak kesildiğimizde, gözümüzle görmüş gibi bir kesinlikle biliriz ki, âlemde bizden başka hiç kimse yokmuşçasına bir teveccühle Âlemlerin Rabbi bizim okuyuşumuzu dinlemektedir. Tabii, bunun aksi yönde de benzer bir durum söz konusudur: Âlemlerin Rabbi “Ey iman edenler!” diyerek seslendiğinde üzerimize alınmaz ve dönüp bakmazsak, bu umursamazlığımızın da günün birinde bizi yerin dibine geçirebilecek bir utanç belgesi olarak karşımıza çıkma ihtimali vardır.

Şu gerçeği gözden kaçırmayalım: “Ey iman edenler!” hitabı, Allah’ın insana verdiği değeri gösteren bir hitaptır. Düşünün ki, hiçbir şeye muhtaç olmayan, bütün varlık âlemlerini bir “Ol!” emriyle yaratan, gökler ve yer dolusu varlıkların hamd ü senâlarına merci olan Âlemlerin Rabbi, sonsuz kudretiyle var ettiği insanı karşısına almış, ona hitap etmekte, ona göklerin ve yerin sırlarını açmakta, ona mahlûkatın tesbihatından söz etmekte, göklerde ve yerde olan herşeyi ona boyun eğdirdiğini bildirmekte, onu huzur ve esenliğe çağırmakta, ona muhabbet ve rızasını vaad etmekte ve onu bu gayeye ulaştıracak yolu tarif etmekte, onu bu yoldan alıkoyabilecek tehlike ve düşmanları ona haber vermektedir. Böyle bir huzur ve hitap, insanın her gün tekrar tekrar kavuşmaya can atacağı bir mazhariyet değilse nedir?

Kur’ân-ı Kerimin yeryüzüne indirilişi Asr-ı Saadette tamamlanmıştı; fakat o bizim dünyamıza şimdi iniyor, her gün inmeye devam ediyor ve her gün kimbilir kaçıncı defa bize sesleniyor. Onun “Ey iman edenler!” şeklindeki bir iltifatla bizi Yer ve Gökler Rabbinin huzuruna çağırması, ruhumuzda Cennet lezzetlerinden esintiler taşıyan bir tad bırakmıyor mu? Ve bu hitabı tekrar tekrar dinlemek iştiyakını uyandırmıyor mu?

“Ey iman edenler” hitabıyla başlayan bütün âyetleri bir araya toplayan elinizdeki kitap, bu iştiyakı uyandırmaya ve canlı tutmaya yönelik olarak hazırlanmış bulunuyor. Kitabın bir diğer özelliği ise, bir Hadis âlimi tarafından hazırlanmış olmasıdır. Bilindiği gibi, Kur’ân-ı Kerimin gerçek anlamda iki büyük müfessirinden birincisi bizzat kitabın kendisi, ikincisi de onu bize getiren ve açıklamakla görevli bulunan Resulullahtır. Hadisçiler, Kur’ân-ı Kerimin kendisinden başka bu ikinci kaynağa da âşinâlık ve teslimiyetleri sebebiyle, Kitabullah hakkında konuşmaya en ziyade hakları bulunan ve bu konuda sorumluluk sahibi olan kimselerdir ki, “Sünen ashabı, Allah’ın kitabını en iyi bilen kimselerdir” sözüyle bu gerçeği ilk olarak ifade eden, Hz. Ömer olmuştur.[1] Hadis ilminin zamanımızdaki öncü isimlerinden İsmail Lütfi Hocanın yıllardan beri hayalini süsleyen ve nihayet cisme bürünmüş bir eser halinde bizlere sunduğu bu kitap, ilerleyen sayfalarda da görüleceği gibi, hadis-i şeriflerle yoğurulmuş bir şekilde, sözü uzatmadan, konuyu dağıtmadan, âyetlerin ana noktalarını kısaca ve net ifadelerle açıklayıp okuyucuyu Allah’ın hitabıyla baş başa bırakmaktadır.

Kitabın bu özelliği, her ne kadar onun bir solukta okunup bitirilmesini sonuç verecek gibi görünüyorsa da, okuyucuyu buna teşvik etmemekte fayda görüyoruz. Çünkü açıklanan âyetlerin her biri, günümüz Müslümanının hayatında ayrıntılı muhasebelere vesile olması gereken hususlar içermektedir. “Ey iman edenler” hitabının içinde kendi adresimizi de bulduğumuz zaman, hayatımızda pek çok şeyi yeniden düşünmemizi gerektirecek bir çok hususla bu kitabın sayfalarında karşı karşıya geleceğimiz muhakkaktır. Bu bakımdan, kitap bir defa baştan sona okunsa bile, daha sonra her gün bir bölümü ayrıca tefekkür ve tedebbür ederek okumak, notlar çıkarmak, bu notların ışığında ayrıntılı muhasebeler yaparak hayatımıza nasıl bir yenilik ve canlılık getireceğimizi uzun uzadıya düşünmek, hiç şüphesiz, bizi Allah’ın kitabına ve rızasına daha çok yaklaştıracaktır.

Böyle bir eseri kendisine dert edinen ve emek vererek ümmetin istifadesine sunan İsmail Lütfi Çakan Hocamıza sıhhat, âfiyet ve huzur dolu nice yıllar ve bu yılları dolduracak daha nice eserler bağışlamasını bize Kur’ân’ı indiren, Resulünü gönderen ve hitabıyla bizi şereflendiren Âlemlerin Rabbinden niyaz ediyoruz.

– Bu müstesna eser için yazılmış “Takriz” yazısıdır.


[1] Dârimî, Mukaddime: 17, no. 121.