SON EKLENENLER
latest

5 Mart 2022 Cumartesi

Esmâ-i Hüsnâdan bir şahit daha

 



En’âm sûresinin 19. âyetini okuduğumuz 343. Kur’an Buluşmasının özeti ve video kaydı.

Yüce Allah’ın Esmâ-i Hüsnâsından “Şâhid” ve “Şehîd” isimleri, 343. Kur’an Buluşmasının ağırlıklı gündemini teşkil etti.

UTESAV tarafından düzenlenen Kur’an Buluşmalarının 5 Mart Cumartesi sabahı YouTube’dan yayınlanan bu haftaki bölümünde, En’âm sûresinin şu mealdeki 19. âyetini okuduk:

De ki: Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür? De ki: Sizinle benim aramda Allah şahittir. Bu Kur’ân ise, sizi ve onun ulaştığı kimseleri sakındırmam için bana vahyolundu. Siz Allah ile beraber başka tanrıların da bulunduğuna şahitlik edebilir misiniz? De ki: Ben şahitlik etmem. De ki: O tek bir Tanrıdır ve ben sizin Ona ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.

Allah Teâlânın “Şâhid” ve “Şehîd” oluşu, büyük-küçük, gizli-açık, görünen-görünmeyen, maddî-manevî, olmuş-olacak herşeyi bütün incelikleriyle bildiği ve hiçbir zaman hiçbir şeyin Ondan gizli kalmayacağı anlamına geliyordu.

İmam Gazalî de bu ismin temelde Alîm ismiyle aynı mânâya geldiğini söyleyerek aralarındaki farkı şu şekilde izah ediyordu:

Şehîd, Alîm demektir; ancak bazı farkları vardır.

İlim mutlak olarak nazara alındığında, Allah Alîm’dir.

Gayba izafe edildiğinde Habîr’dir.

Zahire izafe edildiğinde Şehîd’dir.

Allah’ın herşeye şahit olması ise, bir mü’min için uyarıcı fonksiyon görmesinin yanı sıra, çok büyük bir de müjde içeriyordu. Bu konudaki tesbitlerimizi de şu şekilde özetledik:

Allah’ın herşeye şahit olduğunu bilmek, insan için her bakımdan büyük bir fırsattır. Bir taraftan insan, nefsi bundan hoşlanmayacak bile olsa, her türlü hareketinin Allah tarafından görüldüğünü bilerek davranışlarına çekidüzen verir; diğer taraftan da her zaman ve her yerde Âlemlerin Rabbiyle beraber olduğunu bilmenin huzurunu, hiçbir iyiliğinin kaybolmayacağını bilmenin güven ve rahatlığını yaşar.

En’âm sûresinin 19. âyetiyle ilgili diğer tesbitlerimize dair video kaydını buradan izleyebilirsiniz:

https://youtu.be/ssTsxRbxFIk 

Kur’an Buluşmaları, 2013 yılından beri UTESAV organizasyonuyla haftalık olarak devam ediyor. Pandemi önlemlerine kadar MÜSİAD Genel Merkezinde Cumartesi sabahları gerçekleşen Buluşmalar, Mart 2020’den bu yana YouTube’un Erdemli Hayat kanalından Cumartesi sabahları 7:30-8:30 arasında canlı olarak yayınlanıyor.


2 Mart 2022 Çarşamba

Furkan sahibi olmak

 


Ey iman edenler! Allah’tan korkarsanız, O size furkan verir, günahlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah pek büyük lütuf sahibidir.

Enfâl sûresi, 8:29

ÜMİT ŞİMŞEK

KUR’ÂN-I KERİMİN öyle âyetleri vardır ki, daha ilk bakışta, “İşte bu bana yeter” dedirtir. Gerçekten de, o birkaç kelimelik özlü cümle içinde, insana hayattan beklediği herşeyi verebilecek bir kapasite vardır.

İşte bu âyet de, öyle âyetlerden biridir ve insana, hayatının bütün aşamalarında yol gösterecek hedefleri ve bu hedeflere ulaşmasını sağlayacak bir altın formülü sunmaktadır.

Hedefler:

Önce furkan sahibi olmak. Doğruyu eğriden, hakkı bâtıldan, yararlıyı zararlıdan, iyi kötüden, güzeli çirkinden ayırt edecek bir anlayışa sahip olmak.

Sonra, kötülüklerinin örtülmesi ve insanlar önünde küçük düşmekten, ayıplanmaktan kurtulmak.

Âhirette de, Rabbinden hiçbir ceza ve azarlama görmeyecek şekilde bütün günahlarının birden bağışlanması.

İnsanın dünyasını da, âhiretini de mamur edecek bu üç hedefe ulaşmak için de bir altın anahtar:

Allah’tan korkmak. Yani, takvâ sahibi olmak. Âyet, gayet açık bir şekilde, “Allah’tan korkarsanız bu üç hedefe de erişirsiniz” mesajını veriyor ki, bunlar arasında en önemlisi, hiç kuşkusuz, birincisidir, yani furkan sahibi olmaktır. Zira insanın dünyada ve âhirette umduklarına kavuşması, ancak doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırt edebilmesiyle mümkündür.

Bundan da anlaşılıyor ki, hak ile bâtılı birbirinden ayırt etmek sadece bilgi ile gerçekleşecek bir iş değildir. Gerçi ilim herşeyin başındadır; onsun bir olgunluk düşünmek mümkün olmaz. Lâkin furkan sahibi olabilmek için, ilme eşlik etmesi gereken bir de Allah korkusu vardır. Âyet, bu İlâhî lütfu, böyle bir şarta bağlamıştır. Kurtuluş, hakkı hak olarak görüp ona tutunmak, bâtılı bâtıl olarak görüp ondan kaçınmakla mümkündür. Fakat hakkı ve bâtılı gerçek mahiyetleriyle görüp birbirinden ayırt etmek için de Allah’tan korkmak, Onun buyruk ve yasaklarına karşı gelmekten sakınmak lâzımdır. Bu şartı yerine getiren kimse için Allah’ın “furkan ihsan etme” taahhüdü vardır; yerine getirmeyen için ise hiçbir taahhüt yoktur.

Bu durum, insanın sadece kendi içinde sağlıklı bir muhasebe yapmasını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda, kimin sözüne kulak verileceğini ayırt etmesine de yardımcı olur. Özellikle günümüzdeki gibi her kafadan ayrı bir sesin çıktığı ortamlarda insanların böyle şaşmaz ölçülere her zamankinden fazla ihtiyacı vardır. Zira kime soracak olsanız, doğru yol onun gösterdiği istikamettedir; oysa onlardan bir kısmının gösterdiği yön ile diğerleri arasındaki fark, doğu ile batı arasındaki farktan daha da büyüktür. İşte böyle durumlarda kimin Allah’tan korktuğuna bakınız. Kim Allah’ın buyruklarına daha gönülden sarılıyor, kim Onun yasakladığı şeylerden uzakta duruyor, buna dikkat ediniz. Bu konuda gevşekliği olanların, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt etmekte de bir gevşeklik içinde bulunacağını unutmayınız. Çünkü yoldan çıktığı halde kendisini doğru yolda zanneden pek çok kimse vardır ve Kur’ân bunlar hakkında da bizi uyarmaktadır.[1] Onun için, sözlerin parlaklığına değil, gösterilen delillerin kuvvetine bakmak gerekir ki, kişinin takvâsı da bu delillerden biridir.

Eğer bu ölçüler de elinizde olduğu halde doğru söyleyeni yanıltan kimseden nasıl ayırt edebileceğinizden hâlâ emin olamıyorsanız, o zaman da kendi takvânıza bakınız.

Çünkü Kur’ân, bunu ayırt etmek için, Allah’tan korkma şartını koyuyor.


Sitemizde yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için
bizi Twitter’da takip edebilirsiniz:

twitter.com/umit_simsek


[1] Bk. A’râf , 7:30; Zuhruf, 43:37.


27 Şubat 2022 Pazar

Bereketli zamanlar

 

ÜMİT ŞİMŞEK

Her gün, her mevsim, her zaman insanı dört bir yandan kuşatan dünya hadiselerinin en ağır maliyeti ömür cephesinde cereyan ediyor; ve bu maliyet hızını hiç kesmeksizin yükselmeye devam ediyor. Fakat bu telâfisi imkânsız ziyan, hemen hemen hiç kimsenin dikkatini çekmiyor.

Milyonlarca kişinin günleri radyo, televizyon veya internet başında “Yeni birşey var mı? Kim ne yapmış? Kim ne demiş?” gibi soruların bilmem kaç bininci cevabını aramakla geçiyor. Bu saatleri üst üste topladığımızda, her gün için yüzlerce insan ömrü karşımıza çıkar. Her Allah’ın günü, toplum olarak, yüzlerce insan ömrüne tekabül eden ve bir daha asla ele geçmeyecek olan bir “zaman” hazinesini, hiçbir zaman tatmin olmayacak basit merakların peşinde savuruyoruz. Ve bu kayıp, bir can kaybı yahut bir yaralanma hadisesi kadar dikkatimizi çekmiyor.

Harcadığımız ömürler karşısında satın aldığımız şey maliyeti karşılıyor mu?

Bu sorunun cevabı yine bir sorudan başkası değildir:

Hangi şey?

Ünlü düşünür Thoreau, bundan altı veya on iki sene sonraki haberleri bile şimdiden yazabileceğimizi söylüyor. Çünkü beşeriyet âleminde olup biten şeyler birbirinin tekrarından ibarettir; sadece olayların kahramanları değişir. Prensibi bir kere kavradıktan sonra aynı hadisenin bir milyonuncu tekrarını okuyup dinlemekle elimize geçecek olan nedir?

***

Boşa harcanan zamanlarla birlikte, önümüzden sessizce gelip geçen nice fırsatlar da heba oluyor. Kaybolan günler, yıllar ve ömürler, eğer bâki bir gaye için harcanmış olsaydı, biz bu zaman dilimlerine neler sığdırmazdık?

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:

İnsan ömrünün bir dakikası bile, bâki bir gaye ile doğrudan veya dolaylı olarak ilgisi bulunmayan şeylere harcanmayacak kadar değerlidir. Zira bâki bir hayat bu fâni hayatın sayılı dakikaları ile kazanılacaktır; bu ticaretin bundan başka sermayesi yoktur. Bu sermaye bu bâki netice için harcandığı takdirde, fâni dünya âhiret âleminin kendisi kadar değer kazanır. Bir hazinenin kapısını açacak olan anahtar, hazine kadar değerli sayılmaz mı?

Gelip geçici bir ömrü ebedî bir âlemin çekirdeği olarak bize armağan eden Yer ve Göklerin Rabbi, sonsuz rahmetiyle o çekirdeğin içine de nice çekirdekler yerleştirmiştir. O sayede, bir fâni ömrün içindeki zaman dilimleri bazan bir ömür kadar bereketlenir. İçinde bulunduğumuz mübarek aylar ve onların içindeki mübarek geceler, böyle bereketli zaman dilimlerindendir. O mübarek vakitlerin bir saatiyle insan nice günlerin, bir gün veya gecesiyle nice ayların, hattâ senelerin mahsulünü devşirebilir. Bunun tersi de aynı ölçüde geçerlidir:

Böyle zamanlarda insan bir saat içinde günlerin, bir gün veya gece içinde ayların, hattâ senelerin kazancından mahrum kalabilir. Oysa aynı insan, dünya hayatında kârlı bir alışverişi kılpayı kaçıracak olsa dünyası başına yıkılmaktadır.

***

Mübarek gün ve gecelerin bir diğer güzelliği, bütün İslâm âlemince yaşanmalarıdır. O bereketli zamanlarda bütün ümmetin bir gayeye teveccühünden, dua ve ibadetlerinden hasıl olan bir feyiz ve nurun tesirini hepimiz üzerimizde hissetmişizdir. Bu tabloların semâ ehli tarafından imrenilerek seyredildiğinde şüphe yoktur. Böyle zamanlarda bir insan için en büyük talih, semâ cânibinden çekilen o fotoğrafların içinde yer alabilmektir. Son yılların modasına uyarak mübarek gün ve geceler hakkında bid’at fetvâları üretenlerin çıkardığı toz duman sizi aldatmasın. Farzımuhal, onların iddialarında bir hakikat payı bulunmuş olsaydı bile, bu tür gevezeliklerle hebâ olacak bir geceyi bütün ümmetle beraber Allah’ın zikri ve ibadetiyle geçirmek, yine binlerce defa daha kârlı ve akıllı bir iş olurdu!

İçinde bulunduğumuz günler, haber orucuna başlamak için en elverişli günlerdir. Buna cesaret edebilenler, dünyanın fâni ve faydasız hadiselerinden uzak geçirecekleri birkaç gün sonunda üç şeyi birden fark edeceklerdir:

(1) Onlar ilgilenmedi diye dünya batmamıştır.

(2) Dünya yine aynı dünyadır; aradan geçen zaman içinde birşey kaçırılmış değildir.

(3) Bu süre içinde olup bitenlerden habersiz kalmakla ilim ve irfan yönünden hiçbir kayıp yaşanmamıştır.

***

İlâhî rahmetin gittikçe artan bir hızla coştuğu bereketli günlerden geçiyoruz. Mübarek Regaib gecesiyle ve Üç Aylarla başlayan, Ramazan yaklaştıkça feyiz ve bereketi yoğunlaşan, nihayet Ramazan’da ve en nihayet Kadir Gecesinde zirveye ulaşarak bir gece içinde 80 senenin mahsulünü veren zamanlardır bunlar. Bu günleri ve geceleri nasıl değerlendirebiliyorsanız, değerlendirin. Fakat bu arada zamanınızın bir bölümünü “zaman muhasebesine” ayırmayı ihmal etmeyin. Kasasına gireni ve çıkanı kontrol altında tutmak, akıllı bir tüccarın en önemli özelliğidir.

Bir de, fâni dünyanın haberlerinden olabildiğince uzak kalmaya bakın. Bu konuda iç ve dış dürtülere karşı kahramanca direnin. Bakarsınız, bu sayede keşfedeceğiniz huzur ve bereket iklimleri tiryakilik yapar ve oralardan dönmek istemeyebilirsiniz.