SON EKLENENLER
latest

14 Mayıs 2022 Cumartesi

Allah kimleri niçin saptırıyor?

  Alexas Fotos - Pixabay
  

İnsanların hidayete ermesi de, Allah’ın âyetlerini inkâr etmesi de Allah’ın takdiriyle olduğuna göre, kullar bundan niçin sorumlu tutuluyor? En’âm sûresinin 39. âyetini okuduğumuz 353. Kur’an Buluşmasının özeti ve video kaydı

  

Allah’ın âyetlerini yalanlayan ve bu suretle Allah’ı ve elçilerini yalancılıkla suçlayan kimselerin inkârlarında hiçbir hakikat bulunmadığını bildiren En’âm sûresinin 39. âyeti, 14 Mayıs Cumartesi günkü 353. Kur’an Buluşmasının gündemindeydi.

Âyet-i kerime, onları kör, sağır ve dilsiz olarak niteliyor ve bu durumu da “Alah’ın saptırması” olarak niteliyordu:

Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içindeki sağır ve dilsizlerdir. Allah dilediğini saptırır; dilediğini de dosdoğru bir yola koyar.

Âyetin bu ifadeleri, bizi “hidayetin ve dalâletin Allah tarafından yaratılması” konusuna getirdi ve “Eğer Allah dilediğini saptırıyorsa, sapan kişinin bunda bir sorumluluğu olabilir mi?” sorusunun cevabını araştırmaya sevk etti.

Kur’ân-ı Kerimin konuyla ilgili âyetlerini toplu bir şekilde gözden geçirerek yaptığımız incelemenin sonuçlarını şu şekilde özetledik:

  • Herşeyi yaratan ve yaşatan Allah’tır. Herşey Onun izni ve yaratmasıyla vücut bulur. Bu, sahih İslâm inancının temel bir ilkesidir ve Kur’ân-ı Kerimin birçok âyetinde açıkça bildirilmiştir.
  • Kullarını hidayet veya dalâlet yollarından herhangi birine muvaffak eden de Odur. Böyle olmasaydı – hâşâ – kâinatta cereyan eden bazı şeylerin Allah’tan başkası tarafından yaratılmış olması gerekirdi.
  • Onun için, kulun hidayet veya dalâleti irade etmesi yetmez, ayrıca Allah’ın da bunu irade etmesi gerekir.
  • Ancak Allah bu konuda Kendi iradesini kulun iradesine tâbi kılmış, hidayet ve dalâlet arasındaki seçimi ona bırakmış, onun tercihine göre de kulunu hidayet veya dalâlet yollarından birine muvaffak edeceğini açıkça bildirmiştir.
  • Bu konuda Allah’ın Kendi iradesini vurgulaması, Tevhid inancının gereği olduğu kadar, bazı kişilerin doğru yolu bulup bulmaması konusuna niçin akıl erdiremediğimizi göstermek ve tebliğ ve irşad faaliyetlerinde sonuçtan sorumlu olmadığımızı bildirmek hikmetine binaendir.

Sapanın da, hidayete erenin de Allah’ın takdiriyle bu sonuca eriştiğini bilmenin bizim için çok önemli sonuçları da vardı. Dersimizde bu sonuçlara da temas ettik:

  • Hidayet ve dalâletin Allah’ın takdirine bağlı olduğunu bilmek, gerek tebliğ ve irşad faaliyetinde bulunanlar, gerekse İslâm toplumu için büyük bir rahmet ve rahatlık vesilesidir.
  • Herşeyin bütün ayrıntılarıyla Allah’ın kudret ve iradesi dahilinde cereyan ettiğini bilen ve herkesin Allah huzurunda kendi hesabını vereceğine iman eden insanlar, sonuca tevekkül ile yaklaşırlar ve kendi arzularını takdir-i İlâhînin önüne geçirmezler.
  • Bunun sonucunda ise, tebliğ ve irşad faaliyetlerinde bulunanların bütün çabalarına rağmen istedikleri sonucu alamadıklarında yılgınlığa düşmekten veya öfkeye kapılmaktan korunmaları beklenir.
  • Yılgınlığa düşmezler, sadece görevlerini uygun şekilde yerine getirip getirmediklerine bakarlar ve bu konuda kusurları varsa düzeltirler, o kadar. Çünkü sonuç kendilerinin değil, Allah’ın iradesine tâbidir.
  • Hadlerini aşmadıkları gibi, insanlar onların davetlerine icabet etmedikleri zaman kin, öfke, husumet gibi olumsuz hislerin tuzağına düşmezler, itidalden uzaklaşmazlar, Müslümana yaraşan bir olgunlukla yollarına devam ederler. Bu husus ihmal edilir de insanlarla olan münasebetler bir gerilim ve çekişme atmosferine sürüklenirse, ileride hiç değilse bir kısmının hidayetine vesile olabilecek şartlar peşin peşin ortadan kaldırılmış olur. Bu ise, muhatapların imtihanlarını kaybetmeleri için canla başla çalışmaktan başka bir anlama gelmeyecektir.
  • Kur’ân-ı Kerimin âyetleri ve Resulullahın sünneti, imtihan şartlarını açık tutmayı ve en yaman hasımlara dahi tövbe ve ıslah kapısını açık tutmayı öngören emir ve uyarılarla doludur.

En’âm sûresinin 39. âyetini okuduğumuz 353. Kur’an Buluşmasına ait tam video kaydını buradan izleyebilirsiniz:

https://youtu.be/uEEBNeUwKzU

UTESAV organizasyonuyla düzenlenen Kur’an Buluşmaları 2013 yılından beri haftalık olarak devam ediyor. Pandemi önlemlerine kadar MÜSİAD Genel Merkezinde Cumartesi sabahları gerçekleşen Buluşmalar, Mart 2020’den bu yana YouTube’un Erdemli Hayat kanalından Cumartesi sabahları 7:30-8:30 arasında canlı olarak yayınlanıyor.

Sevgiye çağrı

 

   

ÜMİT ŞİMŞEK

Sevgiye bir çağrıdır her varlık ve her güzellik.

“Gel, beni sev” der kendi halince.

Ama ele geçmez, geçse de durmaz.

Dursa da, bütün bir kalbi dolduran o sevgi seli, bir küçücük varlıkla sükûn bulmaz.

Besbelli ki kalb, daha ötede birşeyler ister sevmek için, bağlanmak için.


***


N
için dünya bu kadar güzel? Niçin sevilir bütün güzeller?

Ve niçin sevmekle doymaz insan? Niçin koca dünya bir kalbi dolduramayacak kadar küçük kalır?

Çünkü sonsuz bir sevgi barınır kalbde. Sonsuzun yanında dünya da küçük kalır. Bir sevdi mi insan, gözünde ne dünya kalır, ne içindekiler.

Öyleyse sonsuz sevgiye lâyık olan kim?

Bir küçük kuş mu? Bir sarıçiçek mi? Göklerde ve yerdekilerden hangisi?

Yoksa, göklerde ve yerdeki bütün güzelliklerde eserini gösteren sonsuz ve münezzeh bir güzellik mi?


***


B
ir yeşil tomurcuktan kat kat güzelliklerle fışkıran bir gül goncası “Gel, beni sev” diyorsa eğer:

“Beni böyle yaratanı sev” demektir o.

Minik, mâsum ve sevimli bir yavru, “Beni tut da sev” diyorsa eğer:

“Beni böyle sevdireni sev” demektir o.

Gökkubbeyi dolduran yıldızlar ışıl ışıl tebessümleriyle “Bizi sev” diyorsa eğer:

“Bizi semâya inci taneleri gibi dizeni sev” demektir o.


***


Sevgiye bir çağrıdır her varlık ve her güzellik.

Onlardan her biri, sonsuz ve münezzeh bir güzelliği anlatır kendi halince.

Onu anlatmak için bir dil yetmez, binlerce dil yetme, hattâ kâinat da yetmez.

Her sevgi, Onun sevgisinden bir iz taşır, Onun kullarına olan muhabbetini dile getirir, Onun nasıl bir sevgiyle sevilmeye lâyık olduğunu anlatır kendi halince.

Yine de yetersiz kalır.

Fakat kâinata sığmayan bir sevgiyi hissetmek için bir kalb yeter:

Eğer paslanmamış, mühürlenmemiş, yanlış sevgilerle parçalanmamışsa…




 

12 Mayıs 2022 Perşembe

Görmez: Fıkıh ve kelâm yeniden inşa edilmeli



  

Açıkdeniz dergisinin sorularını cevaplandıran eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, bugünkü problemlerin altında rahmetten ve muhabbetten uzak bir din dilinin yattığını söyledi.

   

İslam Düşünce Enstitüsü Başkanı ve eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, din alanında toplumda hakim olan çekişmeleri ve din dilindeki sevgi yoksunluğunu, acemî itfaiyecilerin yol açtığı facialara benzetti.

İslâm âlemindeki gezileri de kapsayan gözlemlerinde âlimler arasındaki amansız çekişmelere şahit olduğunu belirten Görmez, “Bu çekişmelerin birinci büyük sebebi cehalettir; elde ettiğimiz bilginin bir hilme dönüşmemesi, bir ahlâkı doğurmamasıdır” dedi.

Görmez, bu durumdan çıkabilmek için, Allah ile insan arasındaki ilişkiyi yeniden temellendirecek yeni bir fıkıh ve kelâma ihtiyaç bulunduğunu söyledi ve “Çocuklarımıza Allah’ın sıfatlarını öğretirken neden rahmet yok? İrade var, kudret var, ilim var, sem’ var, basar var, peki niçin rahmet yok?” diye sordu.

Mehmet Görmez bu açıklamaları, İstanbul’da aylık olarak yayınlanmaya başlayan Açıkdeniz dergisine verdiği mülâkatta yaptı.

“Kur’ân’ın dilinde ve Resul-i Ekrem aleyhisselâmın dilinde muhteşem bir celâl ve cemal bütünlüğü vardır ve rahmet dili egemendir” diyen Görmez, “sevgiden, meveddetten, muhabbetten ve rahmetten uzak bir dil cami kürsüsüne de yansıyor, televizyon ekranlarına da yansıyor” dedi.

Görmez, Açıkdeniz’in sorularını cevaplandırırken başlıca şu tesbitleri yaptı:

  • Dijitalleşmeyle birlikte davetin dilinde ve üslubunda bizatihi dijital dünyanın kavramları egemen olmaya başladı: imaj, reklam ve propaganda. Ancak imaj, reklam ve propaganda irşad, davet ve tebliğin aracı olarak kullanılamaz.
  • Biz şu bedenin sünnetlerini çok seviyoruz da, kalbin sünnetlerini, dilin, aklın, ruhun sünnetlerini ihmal ediyoruz. Öyle olduğu için de, kullandığımız din dilini bir türlü rahmetle buluşturamıyoruz.
  • Güç ve iktidar sahibi olmak, bizatihi ümmeti inşa etmenin önüne geçti. Bu da beraberinde gündelik politik ve ideolojik birşey doğurdu. Bu söylemin kendisi dinin sırtında yüke dönüştü aslında. Ve bu sefer o gücü kaybetmemek bir gayeye dönüştü. Bunun için de en ağır, en hoyrat dil kullanılmaya başlandı.
  • Dinin siyasîleşmesi, dinin salt politik bir mekanizmaya dönüşmesi ne kadar büyük bir hata ise, siyasetin dinîleşmesi, siyasetin din gibi takdim edilmesi de o kadar büyük bir tehlikedir. Bu iki büyük tehlike şu anda dinin sırtındaki iki büyük yüktür. Bu hepimizin dilini de, kalbini de, ilişkilerimizi de etkiliyor. Bütün kutuplaşmaları da bu doğuruyor.
  • Pek çok yangında, ölen insanların çoğu acemi itfaiyecilerin hatalarıyla ölürler. Eğer itfaiyeci acemi ise insanları tahliye etmeden önce suyu oraya basar ve insanların dumandan ölmesine yol açar. Aslında acemi olduğu halde kendisine usta itfaiyeci rolü biçip bu ateşleri söndürmek isteyen pek çok âlimimiz, mütefekkirimiz, aydınımız var. Bu nedenle biz dumanda boğuluyoruz.
  • Bir adama dindar dendiği zaman aklımıza ilk gelecek şey, âdildir, emindir, ahlaklıdır, dürüsttür olmalı. İslam ümmeti teknolojiyi kaybetmekle üstünlüğünü kaybetmez. Ama ahlakî üstünlüğümüzü kaybettiğimiz zaman biz kaybederiz. Şu anda ahlakî üstünlük noktasında sorunlar yaşıyoruz.
  • Mübah alanını daraltan bir takva anlayışı var. Ruhbanlığı, rahbaniyeti takvayla karıştıranlar var. Bu da gençliğin İslam’dan kopuşuna yol açıyor.

Tekfir insanlık suçu ilân edilsin

Diyanet İşleri Başkanlığı sırasında İslâm dünyasının büyük âlimlerini bir araya getiren toplantılar yaptığını hatırlatan Görmez, o toplantılarda “Tekfiri [başkalarını kâfirlikle suçlamayı] insanlık suçu olarak ilân etme” teklifinde bulunduğunu söyledi ve şöyle devam etti:

“Mü’minin mü’min kardeşini tekfir etmesi bir insanlık suçudur. Bu kabul edilemez. Burada sadece bir merhametsiz dil yok, bir de şiddet dili var. Tekfircilik şiddet dilidir.”

“Hz. Peygamberin toplum inşa etmediğini” söyleyen Görmez, “Hz. Peygamber tek tek mü’min bireyleri inşa etti, o bireylerden de bir ümmet oluştu” dedi ve içinde bulunduğumuz durumdan kurtulabilmemiz için fıkıh ve kelâmı yeniden inşa etmemiz gerektiğini şu sözleriyle açıkladı:

“Kadîm de büyük bir servettir, büyük bir mirastır elbette. Ama yorumdur. Ve o teviller bugün bizi taşımıyor. Bizim bu iki ilim [fıkıh ve kelâm] üzerinde durarak, her iki ilmi de [Allah ile aramızdaki] misak üzerine bina etmemiz lâzım. Bundan neşet edecek bir rahmânî ahlâka ihtiyacımız var. Dolayısıyla insanla Allah arasındaki ilişkiyi yeniden temellendirmemiz gerekiyor.”

11 Mayıs 2022 Çarşamba

Büyük dünyanın küçük işleri


  

Ümit Şimşek

  

Bir muhteşem tablonun sadece küçük bir parçasıdır bizim gördüğümüz.

Bir üzüm tanesi, bir tablonun küçük bir parçasıdır. Onda, bir parça toprak, su, ışık ve havadan en lezzetli bir besini çıkaran, kızgın güneşin altında bir miligram suyunu ve besin değerini ziyan etmeyecek şekilde ambalajlayıp elimize ulaştıran bir san’atın eseri görünür.

Fakat o san’atın eseri, bir üzüm tanesinden ibaret değildir. Tablonun bu küçücük parçasından yola çıkarsanız, üzerinde yaşadığımız gezegenin topraklarından her an farklı renkleriyle, farklı tadlarıyla, farklı şekilleriyle ve farklı kokularıyla binlerce çeşit meyvenin fışkırmakta olduğunu görür gibi olursunuz.

  

***

  

Bir küçük, narin çiçek, bir başka tablonun parçasıdır. Tabloyu biraz daha genişçe bir açıdan inceleyecek olursanız, aynı çiçeğin dünya yüzüne yayılmış olduğunu görürsünüz. Ve aynı çiçek, dünyanın dört bir köşesinden yüzünüze gülümsemeye başlar.

Eğer tabloyu bütünüyle görebilirseniz, bu defa yeryüzü rengârenk bir bahçeye döner. Her an farklı boylarda, farklı renk ve desenlerde milyonlarca çiçek yeniden açar bu bahçede. Bir çiçekte bir dünyanın tebessümü okunur.

  

***


Dalın ucundaki narin bir yaprak, ağacın binlerce yaprağıyla beraber bir tablo teşkil eder. Fakat ağaç da tablonun bütünü değil, çok küçük bir parçasıdır. Tablonun bütününde ise sayısız yaprakların birden açışını bütün ihtişamıyla seyredebilirsiniz. Bu açışta dünyanın tek bir vücut gibi dirilişi apaçık görünür.

  

***


Denizin yüzüne vuran gün ışığı, dünyayı aydınlatan bir harikulâdeliği işaret eder. Çünkü aynı anda, koca bir gezegenin yarısı, aynı güneşle aynı şekilde aydınlanmaktadır.

Tablonun bütününü göz önüne getirebilirseniz eğer, dünya bir denizin yüzü gibi, içindeki canlı ve cansız varlıklarla beraber, aynı güneşin ışığı altında parlamaya başlar.

Oysa güneşin kendisi, çok daha büyük bir tablonun küçücük bir parçasından başka birşey değildir. O tablo da da, aynı düzen içinde yaratılmış, aynı boyayla bezenmiş, aynı ışıkla aydınlanmış sayısız yıldızların ve galaksilerin kâinatı bir şenlik gecesine çevirdiğini görürsünüz. 

  

***

  

Bir muhteşem tablonun sadece bir küçük parçasıdır bizim gördüğümüz.

Kalanı çoğu zaman gözümüzden kaçar.

Onun için dünyamız küçülür.

Küçük dünyamızda küçük meselelerle boğuşur dururuz bir ömür boyu:

Burada ne aradığımızı ve nereden gelip nereye gittiğimizi düşünmeye fırsat bile bulamadan.

10 Mayıs 2022 Salı

GÖKYÜZÜNDE SIRADAĞLAR

Foto: Ümit Şimşek (Eğirdir Gölü)
  

9 Mayıs 2022 Pazartesi

BUGÜN NELER OLACAK?


 
Her yeni gün, Yer ve Gökler Rabbinin bize bir armağanıdır. İnanan adam, onu merakla bekler, bir sürpriz paketini açar gibi merakla açar, merakla yaşar.

ÜMİT ŞİMŞEK
Bugün nasıl bir gün olacak?
Yaygın anlayış, bu sorunun cevabını meteoroloji uzmanından bekler. Fakat bu, bir hava raporundan daha fazlasını isteyen ve meteoroloji bültenlerinden daha fazla ratingi hak eden bir sorudur ve herkes için hergün ayrı bir cevabı vardır.
Bu soruya hayatın en önemli sorusu da diyebiliriz. Ömürler günlerden yapıldığına göre, günlerimizin içeriği, ömrümüzün içeriği demektir. Şöyle de sorulabilir:
Dünkü günümüz nasıl geçti?
Bu soruya vereceğimiz cevap, bütün bir hayatın eğilimini yansıtacak ve ciddî bir değişim olmadığı takdirde ömrümüzün nasıl geçeceğine dair genel bir çizgi ortaya çıkaracaktır. Bu yüzden, pek çoğumuz hakkında “Bugün nasıl bir gün olacak?” sorusunun cevabı “Dünkü gibi” olur ve çok fazla meraka değer bulunmaz.
Fakat dün, bizim için bilinen ve artık değiştirilmesi mümkün olmayan bir zaman dilimidir. Bugün ise henüz bilinmeyen bir gelecektir ve bize çok önemli fırsatlar sunabilir. Onun için, bugünümüzün, bütün bir ömür için harcanacak meraka değer bir potansiyeli vardır.
Bugünün değerini kavrayabilmek için, onun hakkında bilmediklerimize geçmeden önce, bildiklerimizi sıralayalım:
Birincisi: Bugün ne olacaksa Allah’ın ilim ve iradesiyle olacak, Onun kudretiyle vücuda gelecektir.
İkincisi: Olmuş ve olacak herşey gibi, bugünün hadiseleri de ardında Onun sonsuz hikmetini saklar.
Üçüncüsü: Ondan gelen herşey hikmetli olduğu kadar güzeldir de: ya bizzat, yahut sonucu itibarıyla.
Bu üç noktayı yaşanan bir iman olarak benliğine sindirmiş olan bir insan için, yeni bir gün, açılmaya hazır, sürpriz dolu bir armağan paketi demektir. İnanan adam bilir ki, o paket doğrudan doğruya Yer ve Gökler Rabbinden bizzat kendisine gönderilmiştir (birinci madde). Ve bu paketin içine tesadüfen karışmış hiçbir şey yoktur. Yeni günün 86400 saniyesi, bütün sürprizleriyle birlikte, o armağan paketinin içine bir maksatla, bir hikmetle konmuştur (ikinci madde). Üstelik bu, bir isminin bir parıltısıyla koca bir âlemi baştan başa güzelliklerle donatan Esmâ-i Hüsnâ sahibinden gelen bir armağan paketidir; onda güzellikten başka birşey bulunmaz (üçüncü madde). Bu bilgilerle ve bu imanla donanmış bir insan için, başka hangi şey yeni bir günü karşılamaktan daha çok meraka değer?
Fakat şunu da unutmamak gerekir ki, bu armağan paketi bilinçli bir şekilde açılmadığı takdirde, getirdiği hiçbir şey ele geçmez. Zira sonuç itibarıyla onun hikmetini de, güzelliğini de ortaya koyacak olan, insanın imanlı bakışı ve iradeli davranışıdır.
– Eğer Rabbinin ona gönderdiği armağan paketindeki güneş bütün gün birşeyler anlattığı halde o bir kez olsun dönüp de buna bakmamışsa;
– eğer Rabbinin ona gönderdiği gün içinde kuşlar cıvıldaşıp çiçekler gülümserken o bunların farkına bile varmamışsa;
– eğer Rabbinin eserleriyle baş başa kalacak ve onların tesbihatını doya doya dinleyecek fırsatlar da bu armağan paketi içinde ayağına kadar geldiği halde o bunlardan yüz çevirmişse;
– eğer bu armağan paketinden çıkan sürprizler arasında bir şükür, bir fikir, bir sabır, bir zikir, bir güler yüz, bir bağış, bir affediş, bir yardım gibi nice rıza vesilesi fırsatlar insanın önünden gelip geçtiği halde o bunlardan birini olsun avlayamamışsa, bunda armağan paketini açmasını bilmeyenden başka kimin kusuru vardır?
Her yeni gün, Yer ve Gökler Rabbinin bize bir armağanıdır. İnanan adam, onu merakla bekler, bir sürpriz paketini açar gibi merakla açar, merakla yaşar. Bu merak, onun ömür dakikalarını doyumsuz hazlara dönüştürür. Zira hayatın en güzel tarafı, onun bilinmezliğindedir. Herşeyi bilenin bilgisi içinde olduğumuzu bilmek, bize bilgi olarak yetmez mi?
Geri kalan, armağanları birbiri ardınca toplamak ve iman hakikatlerinden alınan dersi her nefeste soluyabilmekten ibarettir.

8 Mayıs 2022 Pazar

Göklerde ve yerde bizim gibi milletler


  

Hayvanlar âlemindeki mucizelere dikkatimizi çeken En'âm sûresinin 38. âyetini okuduğumuz 352. Kur'an Buluşmasının özeti ve video kaydı

 

Kur’ân’ın bize gösterdiği şekilde canlılar âlemine baktığımızda, her biri kendisine has olağanüstü davranış ve kanunlarıyla milyonlarca “milleti” karşımızda buluruz.

UTESAV’ın 352. Kur’an Buluşmasında bu gerçeğin insanı hayretten hayrete sürükleyen bir örneğini, balarılarının gün gün yaşayışında gördük. (Ayrıntılar için aşağıda bağlantısı verilen video kaydına bakınız.)

7 Mayıs Cumartesi günkü Kur’an Buluşmasında okuduğumuz En’âm sûresinin 38. âyetinde şöyle buyuruluyordu:

Yerde hareket eden hiçbir canlı, havada kanat çırpan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer ümmet olmasın.  Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.  Sonra onların hepsi Rablerinin huzurunda toplanacaklar.

Âyet-i kerimedeki “ümmet” kavramı üzerinde kısaca durduktan sonra, yeri ve göğü şenlendiren canlı milletlerinin üzerinde sergilenen kudret ve hikmet mucizelerinden bazı örneklere kısaca göz gezdirdik.

Bu müzakerelerimizde yaptığımız tesbitlerin başlıcaları şu noktalarda toplandı:

  • Her bir canlı bireyi nasıl harikulâde bir düzen içinde ve kendisinden beklenen görevleri yerine getirecek bir yapıyla yaratılmışsa, o canlı bireylerinden meydana gelen topluluklar da kendileri için belirlenmiş görevleri yerine getirecek şekilde, sanki sıkı bir eğitimden geçmişçesine bir düzen ve disiplin içinde davranırlar.
  • Bu canlı toplulukların meydana getirdiği ekosistemler de, sanki tek bir canlı topluluğu imiş, hattâ tek bir canlı vücudu imişçesine bir düzen ve âhenk içinde çalışırlar.
  • Böylece dünya, tek bir merkezden, bütün fertlerin faaliyetlerini kuşatacak şekilde yönetilen sayısız canlı türlerinin âhenkli bir şekilde çalışmasıyla, fevkalâde bir düzen içinde yaşamaya devam eder.
  • Herşeyin mükemmel bir âhenk içinde devam etmesi sebebiyle gözlerden uzak kalan bu olağanüstü düzen, inanmak için mucize isteyenlere, istemedikleri kadar çok sayıda mucizeyi bir arada sunar. Kur’ân-ı Kerim, mucize arayanları, gözlerinin önündeki bu muhteşem düzene yönlendiriyor.
  • Bütün varlık âlemini kuşatan bu harikulâde düzen, sınırsız bir ilim ve irade ile beraber, sınırsız bir rahmetin de tecellîgâhıdır. Burada herşey bir güzellikle belirir, çok büyük bir tablonun içindeki yerini güzellikle doldurur, herşeyi kuşatan sınırsız bir rahmet ve muhabbetin parıltılarını yansıtır.
  • Bütün bu yaratılış ve işleyişlerde, yine herşeyi kuşatan bir adaletin eserleri görünür. Burada herkese gücü nisbetinde iş yüklenir; gücü olmayanların rızıkları ise ayaklarına gelir. Adaletin ödül ve ceza yönü ise, bu dünyanın bir imtihan alanı olarak düzenlenmiş olmasının sonucu olarak, en muhteşem ve kusursuz tecellîlerini kıyamet gününde gösterir. İyilikler için ümit beslenecek, tövbe edilmeyen kötülükler için de korkulacak gün o gündür. Onun için, insan, göklerde ve yerde olan herşeyin Allah tarafından kendi hizmetine elverişli kılınmış olmasına aldanmamalı, kendisine verilmiş olan bu yetkiyi nasıl kullandığı konusunda hesaba çekileceğini her zaman ve her hareketinde hatırlamalıdır.

En’âm sûresinin 38. âyetinden nasibimizi aradığımız 352. Kur’an Buluşmasına ait video kaydını buradan izleyebilirsiniz:

https://youtu.be/0OqMZW5cd8c

UTESAV organizasyonuyla düzenlenen Kur’an Buluşmaları 2013 yılından beri haftalık olarak devam ediyor. Pandemi önlemlerine kadar MÜSİAD Genel Merkezinde Cumartesi sabahları gerçekleşen Buluşmalar, Mart 2020’den bu yana YouTube’un Erdemli Hayat kanalından Cumartesi sabahları 7:30-8:30 arasında canlı olarak yayınlanıyor.