SON EKLENENLER
latest

25 Mayıs 2022 Çarşamba

Sorguya hazırlık

 

  

Ve o gün nimetlerden sorguya çekileceksiniz.
Tekâsür Sûresi, 102:8

   

ÜMİT ŞİMŞEK

  

HEM bir uyarı, hem de bir büyük müjde içeren ve bizi hayatın en önemli bir gerçeğiyle yüz yüze getiren âyetlerden biri de bu âyettir. Kimin payına tehdit, kimin payına müjde düşeceği ise, tamamen, kulun kendi özgür iradesiyle seçeceği yola bağlıdır.

Âyet, “nimetler” sözüyle bu dünyayı, “o gün” sözüyle de âhireti hatırlatmakta, her iki âlemin de mahiyetini iki kelime içinde gözler önüne serivermektedir.

Bu dünya, herkesin nimetler içinde yüzdüğü bir dünyadır. Buraya gelen herkes, Yer ve Gökler Rabbinin sofralarında ağırlanmak üzere çağırılmış bir konuktur. O, gözünü hayata açtığı andan itibaren, kendisini, sayılamayacak kadar çok nimetlerle kuşatılmış bulur. Aldığı her nefes, yiyip içtiği her şey, duyularının önüne serilmiş olan güzel ve faydalı şeyler, bedenindeki sıhhat, ağzından çıkan veya kulağına giren herhangi bir söz, bir gece uykusu, bir adım atış, bir kalem tutuş, dostlar, akrabalar, bir anne şefkati, bir evlât muhabbeti, herhangi bir anda trilyonlarca hücresinden herhangi birinde olup bitenler, bir şifa, bir safa, bir serin rüzgâr, bir yuva sıcaklığı, gökten bulutlarla inenler, yerden bitkilerin eliyle çıkarılanlar, canlıların eliyle ona sunulanlar — ve daha niceleri, bir ömür boyu sayılacak olsa, insanın ömrü bundan önce tükenir de, onun sıradan bir gün içinde eriştiği nimetlerin hesabı tükenmez.

İnsan, bütün bu nimetlerden hiçbirini daha önceden hak ederek elde etmiş değildir. Ne onları kendi gücüyle kendisine boyun eğdirmiş, ne de bir başka âlemde Rabbiyle pazarlık ederek bu nimetleri Ondan koparmıştır. O, her şeyden âciz ve her şeyden habersiz bir şekilde bu dünyaya gözünü açtığı andan itibaren kendisini nimetler deryasının içinde bulmuş, o derya içinde yaşamış ve o derya içinde son nefesini vermiştir.

İşte, onu her nefesinde gökten ve yerden sayısız nimetleriyle bu dünyada ağırlayan Rabbinin, kulundan soracağı bir sual olacaktır:

Kimden geldi bu nimetler, bildin mi?

Yer ve Gökler Rabbinden sana erişen armağanları hürmetle öpüp baş tacı mı yaptın, yoksa tabiata, tesadüfe, Allah’ın bir kısım âciz kullarına peşkeş mi çektin?

Gökten ve yerden seni besleyen Rabbine şükürle mi, yoksa nankörlükle mi karşılık verdin?

Bir de, sana verilen bu nimetleri iyilikte mi kullandın, kötülükte mi? Onları Rabbinin rızasını kazanmak için mi, yoksa gazabına uğramak için mi bir vesile yaptın?

Nankörlük eden bir kul için, arkadan gelecek ceza bir yana dursun, sadece o sorgunun kendisi bile, dünyadaki gelip geçici mutluluklarının tümünü birden hiçe indirecek bir büyük felâket olur. Çünkü o günkü hesapta hiçbir şey unutulmamış, bütün bir ömrün en ince ayrıntıları bile işleme girmiş, kulun işleyip de unuttuğu yahut unutulacağını umduğu büyük küçük her şey bütün çıplaklığıyla ve bütün çirkinliğiyle önüne konmuştur. Artık geriye dönmek ve eski hatâları düzeltmek imkânı da yoktur. Kul, her nefesteki inkârının, her nimetteki nankörlüğünün hesabını tek tek vermekten başka hiçbir çareye sahip olmadığını apaçık görmektedir.

Şükreden bir kul için ise, dünyada eriştiği nimetler bir mutluluk olduğu gibi, böyle bir sorgu da bir büyük mutluluktur. Hattâ, asıl mutluluğun başlangıcı bu sorgudur. Çünkü sorgunun sonucu, en küçük bir şükrü, en gizli bir iyiliği, bütün bir ömür boyunca ihtiyat akçesi gibi bir kenara koyulmuş tüm hayırları birden açığa çıkarmış ve bu dünyada geçirdiği ömrü onun için ebedî bir övünç belgesi olarak Rabbinin huzurunda ortaya koymuştur. Daha da ötesi, Rabbinden erişen nimetlerin büyüklüğünü, kul, işte o sorgu sırasında anlamıştır; çünkü onun bütün iyilikleri, sadece hatırlanıp ortaya çıkarılmakla kalmamış, onlardan her biri onlarca, yüzlerce, binlerce misline katlanarak, üzerine bir de Rabbinin sonsuz rahmetine lâyık daha nice lütuflar eklenerek önüne serilmiştir. İşte o an, şükreden mü’min kulun “Alın, okuyun kitabımı”[1]diye göğsünü gere gere hesabını herkese ilân edeceği gündür.

Lâkin şunu da unutmamak gerekir ki, o büyük günün korkularından emin olmak için, kötü hesabın korkusunu bugün yüreğinde taşımak gerekir. Bu dünyada iken Rabbinin nimetlerine karşı nankörlük etmekten korkan ve hayatını bu bilinçle düzenleyen kimse, bu duyarlılığının boşa gitmediğini o gün sevinçlerin en büyüğü içinde görecektir. Zira “Bütün nimetlerden sorguya çekileceksiniz” sözü, Âlemlerin Rabbinden gelen bir sözdür. Ve öyle bir söz, asla hafife alınacak bir söz değildir. Peygamber Efendimizin hadis-i şerifi de bizi bu dünyanın nimetleri hakkında duyarlı olmaya çağırmaktadır:

Kıyamet gününde kula nimetlerden sorulacak ilk sual, “Bedenine sağlık vermedik mi, sana soğuksu içirmedik mi?” olacaktır.[2]


[1] Hâkka Sûresi,69:19.

[2] Tirmizî,Tefsir 102:5.

23 Mayıs 2022 Pazartesi

İstişarenin başladığı yer




     

Onların aralarındaki işleri istişare iledir.
Şûrâ Sûresi, 42:38

Onları affet, onların bağışlanmaları için dua et ve işlerinde onlarla istişare et.
Âl-i İmrân Sûresi, 3:159 

Eğer anne ile baba aralarında istişare ederek karşılıklı rıza ile çocuğu sütten kesmek isterlerse, onlara bir günah yoktur.
Bakara Sûresi, 2:233

 

ÜMİT ŞİMŞEK

 

MÜ’MİNLERİN en önde gelen—veya gelmesi gereken—özelliklerinden birisi istişaredir, yani birbirleri arasında fikir alışverişi yapmak, birbirine danışmaktır. Şûrâ Sûresinin âyeti, bu özelliği, namaz ve zekâtın arasında saymıştır.

Diğer iki âyet-i kerimede ise, mü’minlerin hayatında istişarenin ne kadar vazgeçilmez bir yere sahip olduğunu gösteren birer ibret dersi vardır.

Mü’min, mü’min ile ve konunun ehli olan kimselerle istişare eder. Bu onun hem bilgiye ve ehliyete, hem de mü’min kardeşlerine verdiği önemin bir ifadesidir. Öyle ki, eğer Kur’ân’ın istişare konusundaki apaçık buyrukları olmasaydı bile, onun gerek bilgi üzerinde, gerekse mü’minler arasındaki sevgi ve dayanışma üzerinde yaptığı vurguların meydana getirdiği tablodan, böyle bir sonucu çıkarmak rahatlıkla mümkün olurdu.

Fakat âyet bu kadarla bırakmamış, istişareyi, sarih bir şekilde, mü’minlerin önde gelen özellikleri arasında saymıştır.

Sonra bunun da ötesine geçmiş, en olumsuz şartlarda, hattâ istişarenin ihmal edilmesini haklı gösterecek durumlarda bile istişare emrini tekrarlamıştır. Âl-i İmrân Sûresinin âyeti, bu konuda son derece çarpıcı bir örnektir.

Bu âyet-i kerime, Uhud Savaşındaki yenilgiden sonra inen âyetlerdendir. Bilindiği gibi, bu savaş, Peygamberin emrine uyulmadığı için yenilgiyle sonuçlanmıştı. Böyle durumlarda bizim beşerî tepkimiz “Kendileri ettiler, kendileri buldular; bundan sonra sen onları dinleme” gibilerden bir tepki olurdu. Lâkin âyet bunun tamamen tersi yönde bir yol göstermektedir:

Onları affet!

Sonra, Allah’ın da onları bağışlaması için dua et!

Sonra da, hiçbir şey olmamış gibi, işlerinde onlarla istişare et!

Böyle bir buyruktan çıkarılabilecek ibretleri anlatmak için sayfalar kâfi gelmez, dillerin gücü yetmez. Biz sadece konumuz itibarıyla bugünlük bizi ilgilendiren tarafını dikkate sunalım:

Mü’minlerin hayatında istişarenin işte böylesine vazgeçilmez bir yeri vardır.

Eğer kendi hatâsı yüzünden bir yenilgiye yol açmış olmak bile istişareye engel teşkil etmiyorsa, bu hayatta istişarenin ihmalini mazur gösterecek hiç, ama hiçbir sebep yok demektir.

Nihayet, Bakara Sûresinin âyeti, bu işin sırrını açıyor.

Emzirme süresini iki tam yıl olarak bildiren âyet, bir istisna getiriyor ve diyor  ki:

“Eğer anne ile baba aralarında istişare ederek karşılıklı rıza ile çocuğu sütten kesmek isterlerse, onlara bir günah yoktur.”

İşte burası, istişarenin başladığı yerdir.

Âl-i İmrân Sûresinin âyeti, toplum hayatının en geniş dairesinde istişareyi emrediyordu. Bu âyet ise, en dar dairede, aile hayatında, aile hayatının de çekirdeğini teşkil eden anne ile baba arasındaki istişareye dikkatlerimizi çekiyor.

Bundan da şu anlaşılıyor ki, terbiyenin tüm alanlarında geçerli olan kural burada da geçerlidir:

İstişare ailede başlar.

Aile hayatında bu ilke uygulanıyorsa, daha geniş dairelerde de uygulanma şansı var demektir.

Eğer aile hayatında uygulanmıyorsa, bu ilkenin toplumda egemen olmasını beklemek beyhudedir.

Bireylerinin birbiriyle istişare ettiği bir aile atmosferinde yetişen insanları düşünün. Yetişkin çağlarında, bu terbiyenin eserini onların üzerinde görebilirsiniz.

İstibdadın egemen olduğu ailelerde alınan terbiyenin eseri ise, toplum hayatının her aşamasında kendisini bir tür istibdad ile gösterecektir. Böyle insanlar, daha sonra yönlerini doğrultmak için ne kadar içtenlikle çaba gösterseler de, istişare atmosferini ailede teneffüs ederek yetişmiş kimselerin doğallığına kavuşmaları hiç kolay olmaz, belki mümkün de olmaz.

Kur’ân’ın istişare buyruğunu en mükemmel şekliyle hayatına yansıtan, hiç kuşku yok ki, Allah’ın Elçisi idi. O, bir konuyu Ashabıyla istişare ederken fikrini söylediği zaman, ona “Bu Allah’ın vahyi mi, yoksa kişisel görüşün mü?” diye sorarlar, “Kişisel görüşümdür” cevabını verdiği takdirde Ashabı da tam bir özgürlük içinde kendi görüşlerini belirtirlerdi.

Onu izleyen Hulefâ-i Râşidîn dönemi de istişare ilkesinin titizlikle uygulandığı bir dönem oldu. Ne yazık ki, ondan sonrası için aynı şeyi söyleyemiyoruz.

Günümüze gelince…

Onu hiç anlatmaya gerek yok; her şey ortada duruyor.

Yalnız çözüm yolu için söylenecek tek bir şey var:

Bu iş ailede başlar.

22 Mayıs 2022 Pazar

Asıl büyük felâket: musibeti okuyamamak


  

En'âm sûresinin 40-45. âyetlerini okuduğumuz 354. Kur'an Buluşmasının özeti ve video kaydı

  

Musibetlerin İlâhî birer uyarı olma özelliği ve inkârcıların bundan ibret almayışları, 21 Mayıs günkü 354. Kur’an Buluşmasının gündemiydi.

Buluşmada okuduğumuz En’âm sûresinin 40-45. âyetlerinin meâli şöyleydi:

De ki: Söyleyin bana, eğer Allah’ın azabı size erişse veya kıyamet başınıza kopacak olsa, Allah’tan başkasına mı yalvaracaksınız? Sözünüzde doğru iseniz, cevap verin.

Siz o zaman yalnız Ona yalvarırsınız; O da eğer dilerse duanıza sebep olan şeyi giderir ve siz, Ona koştuğunuz ortakları unutuverirsiniz.

Senden önceki ümmetlere de Biz peygamberler gönderdik ve onları, olur ki yalvarırlar diye darlıklara ve zorluklara uğrattık.

Hiç olmazsa onlara azabımız geldiğinde yalvarsaydılar! Fakat kalpleri katılaşmış, şeytan da onlara yaptıklarını hoş göstermişti.

Kendilerine verilen öğütü unuttuklarında, bu defa onlara bütün nimetlerin kapılarını açtık. Nihayet, kendilerine verilenle şımardıkları zaman, onları ansızın yakalayıverdik de umduklarından mahrum kaldılar.

Zulmeden kavmin arkası böylece kesilmiş oldu. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.

Bu âyetlerde dikkatimizin çekildiği iki ana konudan birincisinde, en yaman inkârcıların bile canları tehlikeye düştüğü zaman, ister istemez Allah’ı hatırladıkları ve Ona yalvardıkları hatırlatılıyordu.

İkinci konu ise, bir musibeti çok daha büyük bir musibet haline getiren bir gaflet ve inkâr örneğiydi: musibeti musibet olarak görmemek ve ondan çıkarılması gereken dersi çıkarmamak.

Bu konuda âyet, hadis ve hayattan çıkardığımız dersleri şu noktalarda özetledik:

  • Musibetler de tedbir ve tefekkür ister. Bunlardan birincisi dünya hayatına ve tekvinî kanunlara, ikincisi de âhiret hayatına bakan cephesidir.
  • Olayların dünyevî ve uhrevî yönleri birbirini nefyetmez; sadece hükümleri ayrıdır. Birinin hükmünü yerine getirmek diğerine itaat mecburiyetini ortadan kaldırmaz.
  • Allah Teâlânın ilmi, hikmeti, kudreti, iradesi sonsuz olduğu ve her şeyi her haliyle kuşattığı için, bir hadisede birçok sebebi ve hikmeti toplar. Olaylara tek bir yönden bakanlar ise sadece kendi gözlerinin, bilgilerinin, anlayışlarının ve bakış açılarının gösterdiği şeyi görürler.
  • Hayata Kur’ân’ın gösterdiği yerden bakan mü’minler, başlarına gelen iyiliklere bir şükür ve imtihan vesilesi olarak bakarlar, bu nimetlere erişmek için Allah’ın kendilerine yüklediği çabayı göstermekten de geri kalmazlar. Kötülüklere karşı ise maddî ve manevî tedbirlerin her ikisini birden almakla yükümlü olduklarını bilirler; başlarına bir musibet geldiği zaman da her iki cihetten yaklaşarak muhasebe yaparlar, durumlarını düzeltirler.

En’âm sûresinin 40-45. âyetlerini okuduğumuz 354. Kur’an Buluşmasının video kaydını buradan izleyebilirsiniz:

https://youtu.be/y-pg8rudL7A

UTESAV organizasyonuyla düzenlenen Kur’an Buluşmaları 2013 yılından beri haftalık olarak devam ediyor. Pandemi önlemlerine kadar MÜSİAD Genel Merkezinde Cumartesi sabahları gerçekleşen Buluşmalar, Mart 2020’den bu yana YouTube’un Erdemli Hayat kanalından Cumartesi sabahları 7:30-8:30 arasında canlı olarak yayınlanıyor.