SON EKLENENLER
latest

4 Haziran 2022 Cumartesi

Balarısı ve güneş


Fotoğraf: Simon Berger (Pexel)

  ÜMİT ŞİMŞEK

Yarın saat 11:30’da güneşin hangi noktada bulunacağını kesin şekilde belirtebilir misiniz?

Bu çok zayıf bir ihtimaldir. Fakat bir balarısı için, böyle işlemler çocuk oyuncağı sayılır.

Yılın hangi mevsiminde, günün hangi saatinde güneşin nerede bulunduğunu, bütün canlılar arasında belki de en iyi bileni, balarısıdır. Çünkü bütün faaliyetleri bu bilgiye bağımlı olarak düzenlenmiştir.

Balarısı güneşe bakarak yolunu bulur. Bulduğu çiçekleri, kendi arkadaşlarına, güneşe bakarak tarif eder. Sonra hep beraber giderler, o çiçekleri, elleriyle koymuş gibi bulurlar. İsterse aradan saatler geçmiş, güneşin gökyüzündeki konumu değişmiş olsun. Arıların hesabında gerekli ayarlamalar her zaman en sağlıklı bir şekilde yapılır ve adres asla kaybedilmez.

Peki, hava bulutlu olduğu zaman arılar ne yapar?

Hiçbir şey değişmez. Yeter ki, bulutların arasından ufacık da olsa bir parça mavilik görünsün. Oradan gelen ışığın polarizasyon düzlemini bulur, güneşin nerede saklandığını yine çıkarırlar. Ve, görünmeyen güneşin konumuna göre adres tarif ederler, adres bulurlar.

Işıktaki polarizasyon hadisesini insanlar on dokuzuncu yüzyılda keşfettiler. Oysa balarıları, binlerce senedir polarize ışığı kullanarak yollarını buluyor ve asla şaşırmıyorlar.


•••


Balarısı göğün maviliğine bakıp güneşin yerini hesaplamayı şuursuz tabiattan yahut kör tesadüften öğrenmedi. Balarısının minicik beynine, güneşin yıllık hareketlerini bunlar programlamadı.

Aslında balarısının bunlardan hiçbirine ihtiyacı yok.

Çünkü onun, herşeyi gören ve herşeyi bilen bir Rabbi var.

Şahit mi?

İşte balarısı, işte güneş... Arı, kendi varlığına ancak kendisi kadar şahitlik ederken, Rabbinin varlığına ve birliğine, güneşle el ele verip öylece şahitlik ediyor.

Ve kendisine yol gösterenin, güneşi ve ışığını yaratandan başkası olamayacağını, güneş kadar açık ve parlak bir şekilde gösteriyor.

Rabbin balarısına vahyetti: “Dağlardan, ağaçlardan, insanların kurduğu kovanlardan kendine evler edin. Sonra meyvelerin hepsinden ye de, Rabbinin sana has kıldığı, şaşırmayacağın yaylım yollarına çık.” Onların karınlarından çeşitli renklerde bir şerbet çıkar ki, onda insanlar için şifa bulunur. Düşünen bir topluluk için şüphesiz bunda bir delil vardır. (Nahl Sûresi, 68-69). 

3 Haziran 2022 Cuma

Şükrüne şükürler Senin



  

Ümit Şimşek  

  

Ey gökleri ve yeri ve içindekileri yoktan yaratan Rabbim,

Ben bir hiçtim.

Beni Sen kudretinle yarattın.

Bana Sen vücut verdin, hayat verdin, ruh verdin.

Bunları Sen bağışlamasaydın eğer, hiç kimse beni hiçlikten ve yokluktan çıkarıp bu dünyaya gönderemezdi.

Ben bir anne ile babadan doğdum. Ama ben dünyaya gözümü açmadan önce, onlar da nasıl bir bebek beklediklerini bilmiyorlardı.

Bana Sen, kendi dilediğin gibi bir suret verdin.

Bana, dünyada hiç kimseye vermediğin bir sima verdin:

Âlemlerin Rabbi benim yüzümde, sadece bana ait bir eserini nasıl işlemiş, göreyim ve göstereyim diye.

Bana göz verdin, Senin eserlerini göreyim diye.

Bana kulak verdin, Senin yarattıkların seni nasıl zikrediyor, işiteyim diye.

Bana akıl verdin, Seni bulayım diye.

Bana dil verdin, Seni zikredeyim diye.

Bana kalb verdin, Seni seveyim diye.

Dünya ve âhiretin bütün nimetlerini önüme serdin. Ve bana bir arzu verdin: Senden isteyeyim diye.

Vermek istedin. Çünkü vermek Senin şânındandır. Onun için bana istemeyi öğrettin.

Aldığım her nefes Senin rahmetindendir, yâ Rabbi.

Eriştiğim her nimet Senin ihsanındır, yâ Rabbi.

Neş’em, sevincim, mutluluk ve huzurum hep Sendendir, yâ Rabbi.

Senin gizli ve açık nimetlerinin sayısını bilemem, hayal bile edemem. Bilsem de saymakla bitiremem, yâ Rabbi.

Yalnız, üzerimdeki en büyük nimetini bilirim:

Bana şükretmeyi öğreten de Sensin, yâ Rabbi.

2 Haziran 2022 Perşembe

Bir Kur'an emri olarak seyahat



  

Dünyamızın hali de açıkça gösteriyor ki, seyahati, ciddî bir unsur olarak kültürümüze yerleştirmeye ihtiyacımız var. Hiç gezmediğimiz için değil; yeteri kadar gezmediğimiz ve doğru bir amaç uğrunda gezmediğimiz için.

  

ÜMİT ŞİMŞEK

İbret ve tefekkür amaçlı geziler, Kur’ân’ın sıkça tekrarladığı emirleri arasındadır; inanan insanın bu emirler karşısında kayıtsız kalması düşünülemez. Ancak zamanımızın turizm telâkkisi bu işi daha başka mecrâlara sürüklediği için, Kur’ân’ın çağrısı ruhlarımızda yeteri kadar yankılanamıyor.

İnsan yeryüzünde nereye adım atacak olsa, Kur’ân’ın uyarısını hatırlatacak bir manzarayla karşılaşır: “Gezin de görün sizden öncekilerin âkıbetini!” Bu uyarının yönlendirdiği bir gezi, insana, belki pek çoklarının ilk anda hoşlanmayacağı bir fânilik gerçeğini bütün çıplaklığıyla hatırlatmaya yetecektir. Oysa zamanımızın anlayışı, dünyanın fâniliğini hatırlamak değil, unutmak esası üzerinde kurulu olduğu için, zamanımız insanının davranışı ya Kur’ân’ın uyarılarını umursamamak, ya da seyahati asıl amacının tamamen tersine çevirerek kullanmak şeklinde ortaya çıkıyor.

Yeryüzünde gezmek, bu dünyanın gerçekleriyle yüzleşmek demektir. Bunun bir yanında dünyanın ve insanın fâniliği varsa, diğer tarafında da, bu fâniliğin işaret ettiği bâki güzellikler vardır. Kur’ân, bu gerçeğin her iki yüzünü de gözlerimizin önünde sermektedir.

Kur’ân’ın verdiği ibret gözlüğünü kafasına geçirerek yeryüzünde adım atmaya başlayan bir insan, kendisini apaçık bir fânilik gerçeğiyle karşı karşıya bulur. Zira şimdi dolaşmakta olduğu yerlerden daha önce nice nesiller gelip geçmiş, oralarda nice beldeler kurulmuştur. Bazan eskilerin bıraktıkları arasında dolaşır insan; ve tıpkı kendisi gibi, bir vakitler orada sapasağlam dolaşan insanları hatırlar. Ve gözüyle görmüşçesine bilir ki, bugün onun dolaştığı yerlerde, yarın da başkaları dolaşacaktır. Bazan da gelip geçmiş olanlardan bir iz bile bulamaz; kendileri gibi, kalıntıları da tüm izleriyle birlikte yok olup gitmiştir evvelce oralarda dolaşanların. Onlardan kimi yeryüzünün en güzel köşelerini kapmış, kimi mazlumların sırtında saltanat sürmüştür. Ama hayret! Bütün bunların birgün ellerinden uçup gideceğini nasıl olmuş da düşünememişler? Ya onların izleri üzerinde dolaşıp da onlarla aynı sonu paylaşacağını düşünmemek nasıl bir gaflettir?

Fakat Kur’ân’ın emirleri, bizi bu çıplak gerçeğin karşısında çaresiz bırakmaz; aynı emir ve aynı çıplak gerçek içinde bir müjdeyi de gözlerimizin önüne serer:

“De ki: Yeryüzünde gezin de Allah’ın mahlûkatı ilk önce nasıl yarattığını görün. Sonra Allah onları ikinci bir inşa ile tekrar yaratır. Çünkü Allah’ın gücü herşeye yeter.” (Ankebût, 20.)

Yeryüzünün gerçekten de gezilmeye, görülmeye, üzerinde tefekkür edilmeye lâyık bir yer olduğunu bilenler için, bu emre uymaktan ve Allah’ın eserlerini seyretmek için seyahat etmeyi bir ibadet telâkki etmekten daha doğal ne vardır? Kur’ân’ın muhatabı olan insan bilir ki, bu dünya, bütün fâniliğiyle birlikte, üzerinde İlâhî sanatın eserlerini alabildiğine bir zenginlikle sergileyen muhteşem bir galeridir. Bu galerinin her köşesi tekrar tekrar gezilmek, görülmek, tefekkür ve teneffüs edilmek ister. İnanan insan ise, bu galerinin özel bir davetlisidir; buraya, bu eserleri görmek ve galerinin her tarafını, Bediüzzaman’ın tabiriyle, “teftiş etmek” üzere çağırılmıştır. Bu bakımdan, seyahat kültürünün, bir mü’minin dünyasında önemli bir yer işgal etmesi gerekir. Bunun aksini düşünmek — ister seyahatin önemini küçümsemek, isterse onu başka amaçlara yönlendirmek şeklinde olsun — bu muhteşem galeriye ve onun sergilediklerine aldırış etmemekten başka anlam taşımaz. Özellikle bahar ve yaz mevsimlerinde, Anadolu’nun dağlarında ve bağlarında âlemin yeniden yaratılışını o harikulâde renk zenginliği içinde seyredemeyen insanlar, beşer âleminin sinek vızıltıları karşısında sarsılmadan durabilecek bir iman gücüne nasıl kavuşacaklarını sanıyorlar?

Dünyamızın hali de açıkça gösteriyor ki, seyahati, ciddî bir unsur olarak kültürümüze yerleştirmeye ihtiyacımız var. Hiç gezmediğimiz için değil; yeteri kadar gezmediğimiz ve doğru bir amaç uğrunda gezmediğimiz için. Kur’ân’ın övdüğü insanlar arasında “seyahat edenlerin” de yer almış olması, bizi bu konuda köklü bir muhasebeye ve etkili davranışlara sevk etmelidir:

“Onlar tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat edenler, rükûa varanlar, secdeye kapananlar, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındıran ve Allah’ın koyduğu sınırlara riayet edenlerdir. Müjdele o mü’minleri!” (Tevbe, 112.)

29 Mayıs 2022 Pazar

Göz ve kulak penceresinden İlâhî nimetlere bakış



   

Allah'ın üzerimizdeki en büyük nimetlerini ve bize yönelik rahmet ve muhabbetinin eserlerini konuştuğumuz ve En'âm sûresinin 46-49. âyetlerini okuduğumuz 355. Kur'an Buluşmasının özeti ve tam video kaydı


İnkârcılara yönelik bir ispat çağrısı, 355. Kur’an Buluşmasında bizim için de bir tefekkür vesilesi oldu.

Dönemin son Kur’an Buluşmasında okuduğumuz En’âm sûresinin 46-49. âyetleri, inkârcıları, kendi yaratılışları üzerinde tefekkür çağrısıyla başlıyordu. Biz de, bu çağrıyı, Allah’ın üzerimizdeki en büyük nimetlerinden bazıları üzerinde bir tefekkür ve şükür vesilesi yaptık.

Gündemimizdeki âyetlerin meâli şöyle idi:

De ki: Söyleyin bana, Allah sizin kulaklarınızı ve gözlerinizi alıp kalplerinizi de mühürlediği takdirde, Allah’tan başka onları size getirecek olan tanrı kimdir? Bir bak, onlara âyetleri nasıl çeşitli şekillerde açıklıyoruz da onlar yine yüz çeviriyorlar.

De ki: Söyleyin bana, eğer Allah’ın azabı size âniden veya açıkça/göz göre göre gelecek olsa, zalimler güruhundan başkası mı helâk edilmiş olur?

Biz peygamberleri ancak müjde verici ve uyarıcı olarak gönderdik. Kim iman eder ve durumunu düzeltirse, artık ne bir korku vardır onlara, ne de üzülecekler.

Âyetlerimizi yalanlamış olanlara ise, yoldan çıkmaktaki ısrarları yüzünden azap dokunacaktır.

Göz ve kulak gibi paha biçilmez organlarımız üzerindeki kısa bir tefekkür denememizde şu tesbitleri yaptık:

  • Bu âyet-i kerime her ne kadar inkârcılara hitaben bu soruyu soruyorsa da, bu soru, aynı zamanda mü’minler için de bir tefekkür ve şükür daveti olarak düşünülebilir ve düşünülmelidir.
  • Bir nimetin yokluğunu tasavvur etmek, o nimet üzerinde tefekkür ve şükre vesile olabilecek bir yöntemdir.
  • Bu iki organı dikkatle inceleyen herkes apaçık şekilde görür ki, bunlar, insana dış âlemden bilgiler taşımak üzere harikulâde bir şekilde yaratılmış; gerek insan vücudu ve gerekse dış âlemle münasebetleri olağanüstü bir şekilde düzenlenmiş, insanın en değerli iki organı olarak hikmetli bir şekilde vücuduna yerleştirilmiş birer mucizeler paketidir.
  • Gözler ve kulaklar, diğer organlar gibi, sadece birtakım fonksiyonları yerine getirmekle kalmazlar; aynı zamanda kâinattaki bütün güzelliklerin odak noktası ve şifre çözücüsü olarak düzenlenmiş olan insan vücuduna, kendi güzelliklerini de katacak bir şekilde yerleştirilmişlerdir. Gözün kendisi yüzyıllardır şiirlere konu olmaya devam eden bir başka güzelliktir ve her birey için farklı bir şekilde düzenlenen simanın bir parçasıdır. Kulaklar da, sesler âlemindeki güzellikleri insan ruhuna boşaltmaktan başka, belirli frekansları bastıracak veya vurgulayacak şekilde düzenlenmiş kıvrımlarıyla, her insan bireyi için diğer bütün insanlardan farklı bir yapıda o bireye ihsan edilmiştir.
  • Gözü dikkatli bir şekilde inceleyen herkes görür ki, onu yapan ve insanın başına yerleştiren, bütün gözleri gören birisidir.
  • Kulağı dikkatli bir şekilde inceleyen herkes görür ki, onu yapan ve insanın başına yerleştiren, bütün kulakların işittiğini işiten birisidir.

Bu tesbitlerimiz, sadece Allah’ın sonsuz ilim ve kudretini göstermekle kalmadı, bizi İlâhî rahmet ve muhabbet ile ilgili şu tesbitlere de ulaştırdı:

  • Kulaklar ve gözler, insana Rabbinin sadece kudretini değil, aynı zamanda hikmetini, rahmetini, ihsanını, tahsinini, keremini, muhabbetini de anlatır.
  • Sonra insan, Rabbinin kendisine verdiği gözle dünyayı şenlendiren diğer mahlûkata bakar; Rabbinin kendisine verdiği kulaklarla onları dinler. Onlardan her birine lâyık olduğu şeyin en münasip şekilde düzenlenerek ihsan edilmiş olduğunu görür.
  • İhmal edilen bir başka gerçek: Bütün bunlar, yoktan yaratılmış olan şeylerdir. Daha önce canlılar yoktu. Gören ve işiten hiçbir varlık yoktu. Işığın görülebileceğini, sesin işitilebileceğini bilen yoktu. Hepsinden önce ışık da yoktu, ses de yoktu. Bir gözümüzün veya kulağımızın hikâyesi hiçbir şeyin olmadığı zamanlara kadar uzanır.
  • Mü’minler için de bu mahiyetteki âyetler bir tefekkür, şükür ve muhabbet tazeleme vesilesi olmalıdır. Yaratılışta esas olan ihsandır, in’amdır, ikramdır, terahhumdur, muhabbettir, teveddüddür. Gözü veren, kâinatta sergilediği eserlerini kuluna seyrettirmek istemiştir. Kulağı veren, kâinatın Onu terennümünü kuluna dinletmek istemiştir. Bütün bunlar birer muhabbet izharıdır; kula yaraşan da bu muhabbet izharına, kendisini Ona sevdirmekle karşılık vermektir. Allah’ın insan üzerindeki lütuf ve nimetlerini hatırlatan bütün âyetler, aslında birer muhabbet davetiyesidir. Kevnî olsun, Kur’ânî olsun, bu âyetleri kaçırmamaya çalışalım.

En’âm sûresinin 46-49. Âyetlerini okuduğumuz 355. Kur’an Buluşmasına ait kesintisiz video kaydını buradan izleyebilirsiniz:

https://youtu.be/rhYq3XLoXUU

Kur’an Buluşmalarının 355. bölümüyle beraber 2021-2022 kış dönemini de geride bırakmış olduk. Yaz boyunca Kur’an Buluşmaları aylık olarak, her ayın dördüncü haftasında gerçekleşecek. Bu durumda, yaz döneminin ilk Buluşmasını 25 Haziran Cumartesi günü yapmış olacağız.

UTESAV organizasyonuyla düzenlenen Kur’an Buluşmaları 2013 yılından beri haftalık olarak devam ediyor. Pandemi önlemlerine kadar MÜSİAD Genel Merkezinde Cumartesi sabahları gerçekleşen Buluşmalar, Mart 2020’den bu yana YouTube’un Erdemli Hayat kanalından Cumartesi sabahları 7:30-8:30 arasında canlı olarak yayınlanıyor.