SON EKLENENLER
latest

10 Haziran 2022 Cuma

Allah "Şâfî"dir, Şafii değildir


Medyada yaygın şekilde görülen dil hatâlarından biri de, Allah Teâlânın Esmâsından bir ismi, Ona noksan sıfat yakıştıracak bir biçimde kullanmaktır.

Biz Allah’ı, diğer isimlerinin yanında “hastalara şifâ verici” olarak da biliriz. Bu anlama gelen “eş-Şâfî” ismi her ne kadar Kur’an’da ve Esmâ-i Hüsnâ hadisinde geçmiyorsa da, fiil olarak Kur’ân-ı Kerimde mevcuttur; isim de bu fiilden türetilmiştir.

Kur’ân-ı Kerimde İbrahim aleyhisselâmın duâsından bir cümle olarak geçen “Hastalandığımda bana şifâ veren Odur” (Şuarâ, 26:80) ifadesinden de anlaşılacağı gibi, Şâfî  (الشافي)  ismi, Allah Teâlânın hastalara şifa verici sıfatını ifade eden bir ismi olarak kullanılmaktadır. 

Bir de iki tane i harfiyle Şafii (daha doğru bir imlâ ile Şafiî) şeklinde yazılan isim vardır ki, Allah Teâlâ ile hiçbir ilgisi bulunmayan bu kelime, en yaygın kullanımıyla, İmam Şafiî’nin, onun mezhebinin ve bu mezhebe mensup olanların unvanıdır.

Son zamanlarda, medyada, özellikle sosyal medyada, insanların birbirine şifa dileklerini iletirken, bu iki ismi birbirine karıştırarak vahîm bir hatâ işlediklerine şahit oluyoruz. Ve bu hatâ, maalesef, birbirinden örnek alanlar sebebiyle, çok da seyrek olmayan bir şekilde karşımıza çıkıyor. İşte son misallerinden biri, aşağıdaki resimde göreceğiniz gibi, zamanımızın ekran ulemasından bir ünlü kişidir. O da bir muhterem zâta şifa dilerken Allah’ın – hâşâ, sümme hâşâ! – “Şafii” isminden medet istemiş!

Bilenlerimiz lütfen bilmeyenlere anlatsın. Bilmeyenlerimiz de internette gördüğü her şeyi taklit etmeden önce lütfen biraz araştırsınlar, lügat karıştırsınlar, bilenlerden sorsunlar. Bu açıklamalarımızın özünü burada tekrarlayalım:

Şâfî, “şifa veren” demektir.

“Şafii” İmam Şafii’nin mezhebine mensup olan demektir.

Allah Teâlâ ise Hanefi olmadığı gibi Şafii de değildir; bunlar Allah’ın yarattığı kullara ait sıfatlardır. 





9 Haziran 2022 Perşembe

Ezanla alay eden gencin beklenmeyen sonu

  

Hz. Peygamberin dört müezzininden biri olan Ebû Mahzûre anlatıyor:

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Huneyn savaşından dönmekteydi. Ben, hepsi Mekkeli olan on kişilik bir gençler grubuyla beraberdim. Huneyn yolunda Resulullah ile karşılaştık. Resulullahın müezzini namaz için ezan okuyordu. Biz bir köşeye çekildik ve alay ederek müezzinin söylediklerini tekrar etmeye başladık. Bizi Resulullah duymuştu. Ezan bittikten sonra “Şunların içinde güzel/gür sesli biri var” diye gönderdiği adamlar bizi huzuruna götürdüler. Resulullah,

“Sesi gür olanınız hanginiz?” buyurdu. Yanımdakilerin tamamı beni gösterdiler. Resulullah onları saldı, beni yanında alıkoydu. Sonra bana,

“Haydi bir ezan oku” buyurdu. Resulullahtan ve bana emrettiği işten son derece nefret ettiğim halde, çaresiz kalktım, önünde ayakta durdum. Bizzat kendisi bana ezanın okunuşunu telkin etti, öğretti.

Ben ezanı bitirdiğim zaman içinde bir miktar gümüş para bulunan bir kese verdi. Daha sonra alnımı, göğsümü sıvazladı ve “Mübarek olsun” buyurdu. Ben,

“Ya Resulallah, Mekke’de ezan okumama müsaade et” dedim.

“Müsaade ettim” buyurdu.

İşte o anda, Resulullaha karşı duyduğum kin ve nefretten bende eser kalmamış, gönlüm ona karşı sevgi ile dolup taşmıştı. Mekke valisi Attâb b. Esîd’e geldim ve onun valiliği süresince Resulullahın emriyle Mekke’de müezzinlik yaptım.

(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3:409; Nesâî, Ezan: 5; İbn Mâce, Ezan: 2)

http://www.ilahiyatvakfi.com/kitap/islami-yapilanmada-siret-ve-sunnet-ismail-lutfi-cakan-9789755482446


 

 

Kesin bilgi gelmeden

 


Kesin bilgi sana ulaşıncaya kadar Rabbine ibadet et.

Hicr Sûresi, 15:99

   

ÜMİT ŞİMŞEK

Kur'ân-ı Kerim, bazan birşeye atıfta bulunurken, onu adıyla anmak yerine, belirgin bir özelliğiyle anar. Böylelikle, o şeyin, anılan özelliği vurgulanmış olur.

Burada da “kesin bilgi” anlamına gelen “yakîn” kelimesiyle kendisine gönderme yapılan bir hakikat vardır ki, o hakikatin bir özelliğine dikkatlerimiz çekilmektedir.

Bu özellik, onun kesin, şaşmaz, en küçük bir kuşku ve tereddüde yer bırakmayacak derecede kat’i bir gerçek olduğunu gösterir.

“Acaba bu gerçek ne olabilir?” diye Kur’ân’dan soracak olursak, aynı kelimenin, tamamen aynı ifade ve aynı kalıp içinde, bir başka yerde daha geçtiğini görürüz:

“Bize kesin bilgi ulaşıncaya kadar.”

Müddessir Sûresinin sonlarında yer alan bu âyette, fiil de, fail de aynen geçmektedir. Yalnız, Hicr Sûresindeki âyet “sana ulaşıncaya kadar” diyerek bize hitap ediyor; Müddessir Sûresinin âyeti ise, daha başkalarının ağzından, “bize ulaşıncaya kadar” şeklinde bir ifade kullanıyor.

Bu âyeti biraz öncesinden okuduğumuz takdirde, konu aydınlanmaya başlayacaktır:

 

Mücrimlere sorarlar:

“Sizi Sakar’a ne attı?”

Derler ki: “Biz namaz kılmazdık.

“Yoksulları doyurmazdık.

“Bâtıla dalanlarla biz de dalıp gitmiştik.

“Hesap gününü de yalanlıyorduk:

“Kesin bilgi bize ulaşıncaya kadar.”[1]

 

Burada kesin bilgi kendilerine ulaşmadan ibadet etmeyen kimselerin pişmanlığı anlatılırken, Hicr Sûresinin âyetinde de, kesin bilgi ulaşıncaya kadar ibadet emrediliyor. İşte, bu, herşeyin açık seçik ortaya çıktığı, dinin bütün hakikatlerinin apaçık görüldüğü, inanan ve inanmayan kimse arasında bir farkın kalmadığı andır.

Yani, ölüm ânıdır.

Daha başka âyetlerde de bu hakikate işaretler vardır. Meselâ Vâkıa Sûresinin son kısmında, iman ve inkâr ehlinin ölümlerinden ve onları bekleyen şeylerden ayrı ayrı söz edildikten sonra, “İşte bu kesin bilginin tâ kendisidir”[2] buyurulur.

“Kesin bilgi” ile ifade edilen an bir kere geldi mi, iman etmeyen kalmaz. Firavun da boğulacağını anlayınca “İnandım” demiş, ama bu iman ona bir fayda vermemişti.[3]

Kur’ân, doğrudan doğruya, “Ölüm sana erişinceye kadar ibadet et” de diyebilirdi. Bunun yerine “kesin bilgi ulaşıncaya kadar” denmiş olması, dikkatlerimizi bazı noktalar üzerinde yoğunlaştırmak için olmalıdır.

Bir defa, ölümün kendisi gerçek ve kesin bir bilgidir. Bu hayatın sonunda gelip dayanacağı, kesin, açık, su götürmez hakikat ondan ibarettir. Bu, inanan ve inanmayan herkesin paylaştığı bir bilgidir.

Ayrıca, siz gördüğünüze değil, gayba inanmakla yükümlüsünüz. Rabbiniz, size, görmediğiniz ve maddî duyularınızla algılayamadığınız şeyler hakkında da bilgi sahibi olmanızı sağlayacak yetenekler vermiş, bir kitap ve bir elçi göndermiştir. Bakara Sûresinin 3. âyetinde tanımlandığı gibi, mü’min demek, Allah ve Resulü tarafından verilen duyular ötesi âlemlere dair haberlere, gözüyle görmüş gibi bir kesinlikle iman eden kimse demektir. Ölüm ânı gelip çattıktan ve herkes eşit şekilde kesin bilgiye ulaştıktan sonra, imanın da, ibadetin de bir anlamı kalmaz. Siz, yapacağınız ne iyilik varsa, kesin bilgiden önceki şu kısa dünya günlerinde yapmaya bakın. Birgün nasıl olsa o kesin bilgi size de ulaşacak ve o zaman, dünyada geçirmiş olduğunuz ömür size pek kısa görünecektir. Onun için, henüz gaybî olan imanınızla şu kısa dünya hayatından alabileceğiniz verimi almaya bakın.

Kesin bilginin mü’min için asıl anlamı ise, Rabbine kavuşmak demektir. O an eriştiğinde, mü’min, daha önce görmediği, ama görmüş gibi inanıp kulluk ettiği Rabbine kavuşmuştur. Bu Allah’ın vaadidir; Allah’ın vaadi ise hayatın kendisi kadar kesin ve gerçek bir bilgidir. Mü’minden beklenen de, o mutlu âna erişinceye kadar iman ve ibadetinde sebat etmektir.

Ayet-i kerime, bunlar gibi daha nice işaretleriyle, hayatımızı anlamlı kılacak bir formülü son derece özlü bir ifade içinde bize sunuyor:

“Kesin bilgi sana ulaşıncaya kadar Rabbine ibadet et.”

 



[1] Müddessir Sûresi, 74:41-47.

[2] Vâkıa Sûresi, 56:95.

[3] Yunus Sûresi, 10:90-91.

8 Haziran 2022 Çarşamba

Kader bu


  

ÜMİT ŞİMŞEK

Her şey bir bina gibi kurulur kâinatta.

Tek tek sayılır yapıtaşları.

Ve tek tek yerli yerine konur.

Önce atom çekirdeklerinde parçacıklar sayılır, sonra moleküllerdeki atomlar.

Binlerce atomu barındıran bir molekül zincirinin hangi halkasında hangi atomun yer alacağı kesin bir takdirle belirlenmiştir. Binlerce atomun her biri öylesine yerleşir ki sırasına, en küçük bir tesadüf izi görülmez.

Sonra canlı vücutlarında hücreler sayılır tek tek.

Bir hedefe doğru çoğalırlar.

Hızla çoğalırlar, hedefe ulaşınca birden dururlar.

Niçin dururlar, bilinmez. Nasıl dururlar, bilinmez. Ama dururlar.

Hepsi birden durur, esrarengiz bir şekilde. Sanki “Dur” komutu ulaşmıştır hepsine birden.

Oysa hiçbir hücre, yanı başında neler olup bittiğini bilemez.

Hiçbir hücre sayı saymasını bilemez.

Hiçbir hücre, hedef sayıya ulaşıldığını bilemez.

Hiçbir hücre, çoğalmanın durması gerektiği zamanı kestiremez.

Fakat hepsi birden durur zamanı gelince. Hiçbiri konulan sınırı aşmaz.

Ve belli bir sayıyla kurulur bütün organlar, bütün vücutlar.

Yapıtaşları belli bir sayı ve sırayla yerine konur. Desenler belli bir sayıyla şekillenir. Renkler belli bir miktara göre boyanır.

Kader, rengârenk güzellikler içinde belirir.

Ve her varlık, her şeyi her haliyle kuşatan bir kaderi anlatır kendi intizamının ve güzelliğinin diliyle.


5 Haziran 2022 Pazar

Allah'a kulluk simgelerinde mü'minler için hayır vardır


 [Foto: Liam Ortiz-Pixabay]

  

İSMAİL L. ÇAKAN

 

وَالْبُدْنَ جَعَلْنَاهَا لَكُمْ مِنْ شَعَائِرِ اللَّهِ لَكُمْ فِيهَا خَيْرٌ فَاذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهَا صَوَافَّ فَإِذَا وَجَبَتْ جُنُوبُهَا فَكُلُوا مِنْهَا وَأَطْعِمُوا الْقَانِعَ وَالْمُعْتَرَّ كَذَلِكَ سَخَّرْنَاهَا لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

 

Biz, o deve ve sığırları da size Allah’ın nişânelerinden kıldık. Onlarda sizin için pek çok hayır/fayda vardır. Kurban edilmek için sıraya dizildiklerinde onların üzerine Allah’ın adını anın. Usûlüne uygun olarak kesildiklerinde etlerinden hem siz yiyin, hem kanaat gösterip ihtiyacını gizleyene ve hem de gizlemeyip isteyene yedirin. İşte böylece şükredesiniz diye Biz onları sizin hizmet ve istifâdenize verdik. [1]

***

 Âyet-i kerime, Hac ibâdeti ile ilgili âyetler arasında yer almaktadır. Allah'a kulluk simgelerine (Şeâirullah) saygılı davranmak gerektiği[2] ve Kurban vecibesinin her ümmete emredildiği[3] bildirildikten sonra bu âyet-i kerimede "Biz o deve ve sığırları (büyükbaş hayvanları) da sizin için Allah’ın şeâirinden, O'na kulluk vesilelerinden kıldık. Onlarda sizin için pek çok hayır vardır"buyrulmaktadır.

"İri yapılı" demek olan "büdn" kelimesinin kapsamına develer ile develer gibi yedi kişiye kadar ortaklaşa kurban edilebilen sığırlar girmektedir. Dilimizde her iki cinsi kapsamak üzere "büyükbaş hayvan" tanımı kullanılmaktadır.

Şeâir, şeâirullah; "Allah'a kulluk vesileleri, simgeleri, nişâneleri, işaretleri" demektir. Âyet-i kerime Allah'a kulluk vesilesi kılınmış olan kurbanlıklarda müminler için pek çok hayır/fayda bulunduğuna özellikle dikkat çekmektedir. Bu vurgulamada, Allah'a ibâdet vesilesi olan her şeyde -emredildiği gibi yerine getirilmesi halinde- onu uygulayanlar için mutlaka yarar bulunduğu gerçeği öne çıkarılmış ve netice itibariyle "kulluk, kullar için hayır vesilesidir" buyrulmuş olmaktadır.

Şeâirullah'tan olan kurbanlıklardaki "pek çok hayır", sonraki cümlelerde şöylece açıklanmaktadır:

Keserken Allah'ın adını anmak/zikretmek, nimeti vereni hatırlayıp kulluk bilincini canlı tutmak,

Etlerinden yiyip yararlanmak,

İsteyen ve istemeyen fakir-fukarâya yedirmek, onları doyurmak, dualarını almak, faydayı topluma yaymak,

Böylece söylem ve eylem olarak şükretmek.[4]

Âyet-i kerime kurban kesilirken ilk yapılacak işin "Allah'ın adını anmak" olduğunu bildirmektedir. Bu, İslâm'da kurbanın ancak Allah adına kesilebileceğini, başka kişi ve nesneler adına kurban kesilemeyeceğini göstermektedir.

Kurban etinin üçe ayrılacağı görüşünde olan âlimlerin Kur'an'dan delili bu âyettir. Üçte birini kurban sahibi yer, üçte birini dost ve akrabalarına hediye eder, üçte birini de fakirlere dağıtır.[5] Nitekim Resûl‑i Ekrem sallellahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Bir kısmını yiyin, bir kısmını saklayın, bir kısmını da sadaka olarak verin.”[6] Bu hadis-i şerif,  kurbanlıklardaki bireysel ve toplumsal hayrın anlatımıdır. Bu da "nimete şükür, nimetin cinsinden olur" fehvasınca kurban kesecek imkana sahip olanlar için kurbandaki hayrın şükür kısmının yerine getirilmesi demek olup eldeki nimetin artmasına vesiledir.

"Kim Allah’ın belirlediği kulluk simgelerine (şeâir) saygı gösterirse bu, kalplerin Allah’a yönelik olan saygısından kaynaklanır"[7] âyet-i kerimesi de kurbanlıklardaki hayr'ın Allah saygısı merkezli olduğunu göstermektedir. Nitekim açıklamakta olduğumuz âyet-i kerimeden sonraki âyette de açıkça "Kurbanların ne etleri Allah'a ulaşır ne de kanları; O'na ulaşacak olan sadece sizin Allah saygınızdır"[8] buyrulmakta, kurban vecibesindeki asıl hayrın Allah'a duyulan saygı yani takvâ olduğu bildirilmektedir.

Bilindiği gibi Hac ibadeti, ihrama girmek, tavaf ve sa’y yapmak, şeytan taşlamak, kurban kesmek gibi şeâir, kulluk simgeleri ve işaretleri ile doludur. "Safâ ile Merve Allah’ın hac için koyduğu işâretlerdendir[9] âyeti bu simgelerden Safa ile Merve tepeleri arasında yapılan sa'y'in delilidir. İhram, tavaf ve kurban ile ilgili de âyetler bulunmaktadır. Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Vedâ haccında hac ibadetinin nasıl yapılması gerektiğini tüm detayları ile uygulamalı olarak göstermiştir. Yani hac ibâdetine ait menâsikin uygulama delili sünnet-i seniyyedir.  Bu sebeple meselâ şeytan taşlamaya "Kur'anda yok" diye -Allah'a kulluk simgelerinden olmasına rağmen- karşı çıkıp uygulamamak, Sünnet-i seniyeyi dikkate almamak, akıllıca davranmamak ve dolayısıyla da "pek çok hayır"dan mahrum kalmak demektir.

Nitekim dinimizin şeâirinden olan Ezan-ı Muhammedi ile ilgili âyette[10] şeâire karşı gerekli itina ve saygıyı göstermeyip tepkisel tavırlar sergileyenler hakkında şöyle buyrulmaktadır: "Namaz kılmak için ezan okuduğunuzda, onu alay ve eğlence konusu yaparlar; çünkü onlar akılları ermeyen bir topluluktur."[11]

Görüldüğü gibi bu âyet-i kerimede, Ezan sesinden rahatsızlık duyanlar "akılları ermeyen kimseler" diye tanımlanmaktadır. Bir hadis-i şerifte de  ezan okunmaya başlanınca Şeytan'ın Ezan sesini duymayacağı yere kadar yellenerek kaçtığı bildirilmektedir.[12] Bu iki tavır ve sahipleri arasında şeâirden duyulan rahatsızlık konusunda garip bir benzerliğin ve paylaşımın varlığı dikkat çekmektedir. Öte yandan Ezân'ın mânası kadar mebnâsı (lafızları) da önemlidir. Buna rağmen, değişik gerekçe ve düşüncelerle ezanın başka dillere çevrilerek okunmasını istemek de özelde Ezan'dan ve ezan sesinden, genelde şeâir-i İslâm'dan duyulan rahatsızlığı yansıtmaktadır.

Aynı şekilde hayvanseverlik adına yapmacık bir acıma duygusuna kapılıp yılda bir kez gerçekleşen Kurban vecibesine karşı çıkan, yüreğinin dayanmadığını söyleyen fakat değişik vesilelerle etli ziyafetler çeken veya kutlamalar yapmakta herhangi bir sakınca görmeyen kimselerin bu halleri de onların şeâire duyulması gerekli saygıdan yoksun, söylem-eylem tutarsızlığı ve çifte standart içinde olduklarını göstermektedir.

Buna rağmen Kurban vecibesinin yerine getirilmesine karşı çıkılmasına, kurban kesen kimi müslümanların gerekli şer'î, insânî ve içtimâî özeni göstermemeleri ve zorunlu hijyen tedbirlerini almamaları sebep olarak gösterilebiliyorsa, bunun sorumluluğu dikkatsiz davrananlara aittir. "Kaş yapayım derken göz çıkarmak" anlamına gelen böyle bir iddia ve ithama muhatap olmamak, meydan vermemek, kurban kesen birey, kurum ve kuruluşların şeâire saygı bilinci ve uygulaması ile ilgilidir..

Böylece âyet-i kerimedeki " لَكُمْ فِيهَا خَيْرٌ= şeâirde sizin için pek çok hayır vardır" uyarı ve müjdesinin mümin ve müttaki bireyler ve müslüman toplumlar için ne kadar özellikli,  detaylı ve önemli olduğu  anlaşılmış olmaktadır.



[1] el-Hac (22), 36

[2] el-Hac (22), 32

[3] el-Hac (22), 34

[4] Bu hayırlar, küçükbaş kurbanlık hayvanlarda da bulunmaktadır. Küçükbaş kurban kesen müminler de aynı işlemleri yaparlar. Şu farkla ki küçükbaş kurbanlar tek kişiliktir, ortaklaşa kesilmez.

[5] İbni Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-azîm, X, 68

[6] Müslim, Edâhî 28

[7] el-Hac (22), 32

[8] el-Hac (22), 37

[9] el-Bakara (2), 158). Câhiliye devrinde Kâbe ziyaret edilirken Safâ ile Merve arasında koşulurdu. İslâmiyet geldikten sonra, Müslümanlar orada koşmanın bir Câhiliye âdeti olduğunu düşünerek çekingen davrandılar. Böylesi bir çekingenliğin yerinde olmadığını bildirmek üzere bu âyet indi (Buhârî, Hac 80) ve bu sa'y geleneğinin Hz. İbrâhim’den beri devam ettiğini öğretti.

[10] el-Mâide (5), 58

[11] el-Mâide (5), 58

[12] Bilgi için bk. Buhârî, Ezân 4, Amel fis’-salât 18, Sehv 6, Bed’ü’l-halk 11; Müslim, Salât 19, Mesâcid 83